Biliyorsunuz, 5816 sayılı kanun Menderes hükümeti döneminde çıkarıldı. Şimdi de iktidar tarafından Kemalizm’e bir yöneliş var gibi görünüyor.  Menderes hükümeti ile mevcut hükümet arasında, Atatürkçülüğe yanaşma hususunda bir benzerlik var mı?
E. Sofuoğlu: Toplumlar hassas noktaları üzerinden her zaman kızıştırılmış. Hindistan’da Müslümanlarla Hindular çatıştırılmış. Farklı bölgelerdeki farklı grupların hassasiyetleri üzerinden tartışmalar çıkarılıyor. Mesela Sünnîlerin ve Şiîlerin birlikte yaşadığı yerlerde birtakım hassasiyetlere dokunularak toplumu karıştırma ve fitne çıkarma faaliyetleri sürekli yürütülmüş. Türkiye’de de Atatürk üzerinden toplum kızıştırılıyor. Müslümanların ve Kemalistlerin hassasiyetleri üzerinden toplum kızıştırılmaya çalışılıyor. Menderes döneminde de Menderes iktidarının zayıflatılması ve iktidardan kısa sürede düşürülmesi amacıyla Atatürk’e ait heykellere veya tablolara birtakım saldırılar yapılmış, Menderes bu tip saldırıları ve toplumun kızıştırılmasını engellemek amacıyla bu kanunu çıkarmıştı. Kısmî bir benzerlik var; ama aynı benzerlikten söz edilemez.
Türkiye önce Cerablus-Mari hattındaki Fırat Kalkanı bölgesine, sonra Zeytindalı ile Afrin bölgesine, daha sonra Barış Pınarı Harekâtı’yla Tel Abyad ve Resulayn bölgesine operasyonlar yaptı. Kıbrıs’ta Avrupa Birliği ile ciddi bir çekişme içerisine girdik. Yunanistan’da zaman zaman yükselen, zaman zaman azalan gerginlikler yaşanıyor. Türkiye bu sınır ötesi operasyonları istese de istemese de yapmak zorunda. Eğer yapmazsa bu sınır dışı operasyonlar, kendisine sınır içi saldırılar olarak geri dönecek. Bu operasyonların yapıldığı sırada Türkiye’yi kendi içerisinde bir çatışmaya sürüklemek için özellikle Kemalizm’in kışkırtma amaçlı karıştırıldığını biliyoruz. İktidar da en azından Türkiye’de böyle bir çatışma çıkmaması için hassas beyanlarda, hassas demeçlerde bulunuyor bu konuda; kimseyi kışkırtmamak, kimsenin kutsalına hakaret etmemek kabilinden biraz dikkat ediyor. Bu sadece iç siyasette Türkiye’nin karıştırılmaması amacıyla yürütülen bir denge siyasetidir diyebiliriz.

Maslahat icabı politikacılar bunu yapıyor; ama bu, bu politikacılara destek veren halkta da hakikate mugayir birtakım sosyolojik ve fikrî değişikliklere sebep oluyor.  Bu tehlikeli bir durum değil mi sizce?
E. Sofuoğlu: “Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları!” Bunu kim söylerse söylesin, biz istikamet olarak gökten indiği şeklinde düşünmüyoruz, böyle inanmıyoruz. “Gaipten” diye de bir ifade kullanılıyor. Biz, Allah tarafından insanlığa gönderildiğine inanıyoruz. Bırakın buna inanmamayı, bundan zerre kadar şüphesi olan kişi dinden çıkar. Hiç kimse Allah’ın kitabına, “gökten indiği sanılan” ifadesini kullanamaz! Bu ifadeyi kullanan bir kişiye eğer bir Müslüman muhabbetle yaklaşırsa, kıyamet günü Allah Teâlâ’ya bunun hesabını verir. Biz kimseye “Atatürk hakkında neden kötü konuşmuyorsun, neden hakaret etmiyorsun?” şeklinde bir ithamda bulunamayız; ama hiç olmazsa lütfen hakikate mugayir beyanlarda bulunma! Bu tür kişilerle ben zaman zaman görüştüm. Lafın gelişi türünden ifadeler kullanıyorlar adeta. Atatürk hakkında türlü türlü cümleler kullanıyorlar. Ben onlara şunu söylüyorum: “Benim soyadımı niye değiştirdiler? Bırakın ötesini benim soyadım niye değişti?” bana bunun cevabını verin! Diğer yapılan şeyler de kesinlikle tartışılmalı. Neymiş efendim, muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak için. Peki muasır medeniyetler seviyesine çıkmaya benim soyadım mı engeldi? Tamam, bunu değiştirdin. Peki muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıktın mı? Hayır, o da yok! Benim rızam olmadan benim soyadım değiştirildi. Ezan Türkçeleştirildi, harf devrimi ve daha birçok şey…
“Kimse okur-yazar değildi” tarzında suçlamalar yapılıyor. Bizim camiye gönderdiğimiz çocuklarımız daha dört-beş yaşındayken okumayı yazmayı öğrenirler. Osmanlıca Arap harfleriyle yazılıyordu. Dolayısıyla Osmanlı’da okur-yazarlık diye bir sorun yoktu! Zaten kelimeler Türkçe, sadece harfleri çözmek yetiyor. Harfleri öğrenip “kitap” kelimesini gördükten sonra orada “kitap” yazdığını anlamayacak insan mı vardı Osmanlı’da? “Arabın alfabesi” diyorlar. Peki şimdiki harfler Türklerin harfleri mi? Latin harfleri Türk alfabesi mi yani? İkisi de bizim değil; ama Arap alfabesi Kur’ân alfabesi. Dolayısıyla bize Latin alfabesinden daha yakın. Burada bir başka nokta da şu: Sizin getirdiğiniz ve Türkiye’de yere göğe sığdıramadığınız şey cumhuriyet değil! 1920’de meclisi ilan ettiniz, bu ülkeye bir tane üniversite kurmadınız! İlk kurdukları üniversite Ankara Üniversitesi, o da 1946 yılında. Siz hangi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıktınız? Onu da Adnan Menderes partisini kurdu (1946), gümbür gümbür geliyor korkusuyla kurdular. 26 yıl boyunca Türkiye’yi karanlık bir dönemin içerisinde bırakan bir iktidara cumhuriyet mi denir? İstiklal Harbi’ni vermiş bu zavallı milleti 26 yıl boyunca ilimden, bilgiden yoksun bırakmak kabul edilebilir bir şey midir? Siz ilk üniversiteyi 1946’da kurdunuz. İstanbul’da iki tane üniversite vardı, onları da sizin kurduğunuzu söylemeyin. Bir tanesini 1. Abdülhamid, diğerini de Fatih Sultan Mehmed kurmuştur; İstanbul Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi, kuruluş tarihleri de bellidir. Durum böyleyken, Türkiye’deki ezik muhafazakârların da onursuz bir şekilde inanmadıkları şeyleri söylemeleri kabul edilebilir bir şey değildir. Yarın bu konuştuklarından hepsi utanacaktır. Bir insanda omurga olur. Aleyhinde konuşamıyorsan, gerçeği konuşamıyorsan bari inanmadığın şeyleri söyleme! Eğer inanıyorsan da git imanını gözden geçir! Allah’ın kitabına, “gökten indiği sanılan kitapların dogmaları” ifadesini kullanan bir kişiyi seviyorsan git imanını gözden geçir!

Teşekkür ederiz.
E. Sofuoğlu: Rica ederim.

Baran Dergisi 670. Sayı