15 Temmuz akşamı darbe teşebbüsünü haber aldığınızda, aklınızdan ilk ne geçmişti?
Ben darbe teşebbüsünü kendim teşhis ettim, kimseden bir haber almadım. Köprülerin kapanmış olduğunu görünce ve bir de Ankara’da alçak uçuş yapıldığını Ankara’dan teyit ettirince, bunun darbe olduğu kanaatine vardım. İlk yaptığım şey, belime silahlarımı koyup ceplerime mermilerimin tamamını doldurmak oldu. Daha sonra dışarıya fırladım; benimle beraber iki oğlum da, “baba biz de geliyoruz” dediler ve o anda hiçbir şey düşünmedik. Sokağa fırlarken ne yapacağımıza dair bir fikrimiz yoktu.

Türk halkının umumî hissi bu muydu acaba?
Evet. Darbe olduğunu anlayan-öğrenen milletin ilk yaptığı şey, sokağa fırlamak oldu. Bu kararı millet kendisi verdi. Halk ölümü göze alarak sokağa fırladı. Cumhurbaşkanının çağrısı daha sonra geldi, ilk lokomotif halktı, halk inisiyatifini ortaya koydu.

NATO üyesi olan Türkiye’de, ordu içerisindeki birtakım unsurların Batı’dan icazet almadan böyle bir kalkışma yapması mümkün müdür?
Mümkün değil; tekrar söylüyorum, mümkün değil... Bir kere Türkiye içerisinde bu millete karşı, bu milletin devletine karşı, bir fesat içinde bulunan bütün yuvalar mutlaka dış desteklidir. Bu milletin iç düşmanları, dış düşmanlarla işbirliği yapmadan bir şey yapmaz; mümkün değil! Dolayısıyla, bu topraklarda, bu coğrafyada, bu coğrafyanın menfaatlerine aykırı bir girişim-kalkışma var ise bunun arkasında mutlaka dış güçler vardır. İşin garibi, bizim “dost” dediğimiz ve devamlı arkadan hançer yediğimiz Batı ülkeleri vardır. Bunların başında Amerika-İngiltere-Fransa gelir.

Bu ülkeleri hâlâ “dost” olarak görmeye çalışıyoruz?
Yeryüzündeki hiçbir ülke tek başına dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı kendini koruma gücüne sahip değil. Yeri geldiğinde bütün diğer ülkeler potansiyel tehdittir; fakat dünyaya tek başımıza meydan okuyacak gücümüz yok. O anlamda insanlar “dost” diyorlar. Aslında bu “dostluk” pazarlıklı bir şey…

Bizim müttefik kabul ettiklerimiz işlerine gelmediği zaman, içeride bir müdahale ile yeniden dizayn çabasına giriyorlar...
Onlar da bizi müttefik olarak kabul ederken, gerçekten bizi bir müttefik olarak görmüyorlar. Kendi bazı emelleri için, bizim varlığımızdan ve gücümüzden istifade etmeye çalışıyorlar. Bu bir karşılıklı menfaat alışverişi aslında…

Türkiye son dönemde Batı’nın istemediği neye engel oldu ki, bu kadar köşeye sıkıştırıldı ve sonunda 15 Temmuz’da darbeye kalkışıldı?
Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın lider olarak ortaya çıktığı dönemden itibaren hem ekonomik olarak gelişti, hem de siyasî anlamda ortaya koyduğu vizyon sebebiyle dış güçler Türkiye’yi istemez oldu. Ortadoğu, yani bizim tarihî-dinî anlamda kader birliğimiz olan İslâm Coğrafyası bunu memnuniyetle destekleyip takip ediyor. Ancak, İslâm ve Ortadoğu düşmanları yani Ortadoğu’da asırlardır derin oyunlar tezgâhlayan Batılı ülkeler bu gelişimden hiçbir zaman memnun değil. Batı’nın her zaman A-B-C-D-E plânları vardır. Önemli plân nedir; İslâm adına yapılan güzel bir şey varsa bunu sabote etmek. Her zaman ellerinde bir plân vardır, o sırada hangi plân hayata geçirebilinecekse, onu devreye sokarlar. Bu onların her zaman oynadıkları bir oyun. Bunun tezgâhını da çok daha öncesinde hazırlıyorlar. Mesela Fethullah PİÇ’i (Paralel İhanet Çetesi) CIA’nın, MOSSAD’ın yöntemlerinden yani Haçlı Orduları’nın eğitimlerinden geçen bir yapı. Uygulamaları da onlardan farklı değil. Mesela biz ordudan atılanlar olarak ASDER’i (Adaleti Savunanlar Derneği) kurduk. Hem elhamdülillah dindarız, hem de millî bir duruş ortaya koyduk. Hem bu darbe vesayetine karşı, hem de Türkiye’nin önündeki engellerin ortadan kaldırılması için. Demokrasi tabirini de halk genel olarak bildiği için söylüyoruz. Buna farklı isimler de verilebilir. Ama halkın kendi kendini idare etmesi, millî iradenin güçlenmesi anlamında da çalışmalarımızı yürüttük. Bunun asıl benim içimde olan anlamı; İslâm devletidir, İslâm ile yaşamaktır ve daha da ilerisi İslâm Birliği, Hilafet’tir!

Sanıyoruz ki bugün Türkiye’de konuşulan demokrasi bir Batı tarzı demokrasi değil.
Evet, halk öyle bir şey istemiyor. Mesela “idam” diyor, “kısasta hayat var”. Sen benim 237 insanımı şehit etmişsin. Bunun cezası idamdır. İdamı ise kim emrediyor; benim duygularım ve inancım. Yani sen benim babamı da öldürsen, senin hakkın idam edilmektir. Ama bunu devletin yapması lâzım. Vatandaş öldürürse, bu doğru olmaz, kargaşa çıkar. 237 şehidin hesabını idamla alacaksın. Bu şeriatın hükmüdür. İdamı koyun kardeşim. Ama ben daha da ileriye götürerek diyorum ki; bu darbeciler üniformayla, benim silahımla ve kışlaları kullanarak askerî suç işlemişlerdir. Darbe savaş suçudur ve İç Hizmet Kanunu’nda şu anda yazılı hüküm, madde 20: Bunlar “askerî mahkemede yargılanır ve kurşuna dizilir”. İdam da değil... Öyle sıradan iple ölüm değil. Asker çünkü bunlar. Asker silahla ölür, silahla öldürülür. Onlar ne kadar ruhumuzu yok etmeye çalışsalar da, bu ruh bir gün dirilecek ve kendini gösterecektir.

Yüzyıllık kayıp süreç atlatılabilecek mi?
İşaretlerini görüyoruz. Ben o gün, kendimde, evlatlarımda ve millette hep kitaplarda okuduğumuz mücadele ruhunu gördüm. Çanakkale ruhu ne demek, o gece gördüm. Bu millette o ruh mevcut elhamdülillah.
Şimdi FETÖ çetesi Batılı ülkelerin eğitim ve tedrisatından geçmiş bir şebekedir. Biz buna karşı ASDER’i kurduk. Akabinde ASAM Stratejik Araştırma Merkezi’ni kurduk. Hedefi; İslâm Birliği’nin oluşması için oluşturması gereken mevzu ve kurumlar nelerdir sorusuna cevap bulmak. Üçüncüsü SADAT Uluslararası Savunma Danışmanlığı… Türkiye’de uluslararası savunma alanında danışmanlık ve askeri eğitim veren ilk ve tek şirket. Batılıların, İslâm dünyasında yetmişin üzerinde askerî danışmanlık şirketi var, emekli Batılı askerler kiralık askerler gibi faaliyet gösteriyorlar. Bu anlamda Türkiye’de kurulan ilk organizasyon SADAT’dır. Dolayısıyla, Türkiye “Ortadoğu’da ben de varım” diyor. Batılıların gelip de Ortadoğu’yu kirletmek, kan gölüne çevirmek için yaptığı operasyonları biz kanı durdurmak ve burada barışı sağlamak için tersten-asimetrik yapacağız. Onlar hem Ortadoğu insanının kanını emip paraları götürüyorlar hem de buraya gelip kan döküyorlar. Mesela NATO hem bizim gelişimimizi engelliyor hem bizi soyuyor. 15 Temmuz’da o gece kalkan tanker uçakları İncirlik’ten kalkıyor. O uçaklar da F-16 uçaklara yakıt ikmali yaptı. Bunu kim destekledi; Amerika. Amerika’nın Kürecik vs. yerlerdeki üsleri farklı amaçlar için burada. Amerika’ya kaçan bütün hainler SADAT’a saldırıyorlar. PKK medyası, ulusal solcu Cumhuriyet gazetesi saldırıyor. Mesela HDP milletvekili Sebahat Tuncel diyor ki, “Diyarbakır Lice’nin bir köyünden 34 tane köylü (güya) yakılarak öldürülecek, birileri buna teşebbüs ediyor. Bir asker ve bir albay da köylüleri kurtarıyor. Bu SADAT” diyor. Orada SADAT falan yok, olayı değişik lanse etmeye çalışıyorlar. İstanbul’da operasyon yapılıyor. PKK’lı birinin restoranı basılıyor, adam infaz ediliyor; ölüyor. Daha sonra da oraya SADAT’ın mührü bırakılıyor ve “SADAT yaptı” diyorlar... 15 Temmuz’dan bir iki ay önce bu operasyonlar Türkiye’nin değişik yerlerinde organize edildi. Cinayetler de işlendi. Eski faili meçhuller belki de bu dosyanın içerisine alındı. Darbeye muvaffak olsaydı bunlar, “SADAT’ın cinayetleri olacaktı.
Bunu bütün dünya kamuoyuna, “gördünüz mü bu SADAT’ı kuran Erdoğan’dı” diyeceklerdi. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan da, ölü ya da diri uluslararası ceza mahkemesinden terör lideri olarak yargılanacaktı. Tezgâh buydu. Böyle bir tezgâhı; ancak Batılılar kurabilir.

28 Şubat döneminde irticai faaliyetler yürütülüyor kisvesi altında birçok Müslüman asker ordudan ihraç edildi. Siz de onlardan birisisiniz. Bu dönemde Müslümanlar ordudan atılırken, sözde o dönem İslâmî bir cemaat olarak görülen bu FETÖ’cüler nasıl oldu da ordunun içerisine bu kadar yayılıp güçlendiler? Acaba, 28 Şubat’ın maksadı bu adamları burada güçlendirmek, bunu yaparken de kendilerine karşı çıkabilecek namuslu insanları tasfiye etmek miydi?
Tabiî. Şunu görmek lazım; bir Ergenekon damarı var. Türkiye’de Ergenekon en kıdemli ve en usta darbeci damardır. 1960 İhtilâlini yapanlar, 1971 Muhtırasını verenler, 1980 İhtilâlini yapanlar, 28 Şubat darbesini yapanlar -28 Şubat biraz karışık- bu damardır. Ve 1960’tan gerisi de var aslında. Paralel yapı, Ergenekon, ulusalcı çete... Bu bahsettiğim ulusalcı çete ayrı, CHP ile birlikte işbirliği hâlinde. Şu anda CHP sanki darbeye karşı görünüyor. Türkiye’ye darbe geleneğini yerleştiren CHP zihniyetidir... Darbe konusunda CHP masum değildir. Bunları benim külahıma anlatsınlar. Şimdi bu saydığımız darbeci damarlar, aynı ahtapotun ayaklarıdır. PKK da aynı beyinin kontrolündedir! Mesela darbe olduğu gün dikkat ederseniz, PKK hiçbir eylem yapmadı. Tesadüf değil bunlar. PKK ve IŞİD çeteleri sınırda hazır bekliyordu. Eğer muvaffak olunsaydı, on bin militan sınırlardan içeri girecekti; Türkiye, Suriye’den bile berbat bir hâl alacaktı. Elhamdülillah herkesin bir plânı var, Allah’ın da bir plânı var. Muvaffak olamadılar.

Ben 12 Eylül İhtilâliyle silahlı kuvvetlerde teğmen olarak göreve başladım. 28 Şubat darbesiyle ordudan atıldım. Yani benim silahlı kuvvetlerdeki görev sürem, iki ihtilâl arasında geçti. Dolayısıyla benim ömrüm darbecilerle mücadeleyle geçti; içeride ve dışarıda. Yani benim evime ayırdığım zaman, bunlara ayırdığım zamanın yarısı. Ve FETÖ ordu içerisinde örgütlenirken, Harbiye’de öğrenciydim.

Sene kaçtı acaba?
Ben 1976’da girdim, 1980’de mezun oldum. Fetullah Gülen de 1970’den sonra Türkiye’de kullanılmaya başlandı. Biz Harbiye’de öğrenciyken, İzmir Gazi Emir’de hava kuvvetlerinin, hava teknik komutanlığı astsubay yetiştirme merkezinde ilk antrenmanlarını yaptı; FETÖ’nün ilk sızdığı kurum hava kuvvetleridir. 15 Temmuz darbesindeki F-16’lardan belli oluyor. Ondan sonra da ikinci sızmaya çalıştığı yer Hava Harp Okulu oldu. Ordu içinde kadrolaşma ve silahlı kuvvetleri bugünkü duruma getirecek çalışma için ilk temas kurulan kişiler bizdik. Biz dindarız elhamdülillah. Bin kişilik Harbiye’nin içerisinde, yüzde bir kadardık. Mecburen bizle temas kurulacaktı. Biz de bu eşkıya, şerefsizi hoca biliyoruz. Hiç unutmam, bizi İstanbul Yeşilköy’den alıp, İzmir Yamanlar’da bir hafta yurdunda misafir etmişti. Bir sömestr tatilimizin ilk birkaç günüydü. Orada kaldığımız sürece adamın işi gücü biz olduk. Biz de onunla beraber teheccüd namazındayız, sabah namazındayız, kahvaltıda beraberiz; adamın işi gücü biziz. Bizim de hoşumuza gidiyor! Biz de sanıyoruz ki, hoca efendi üniversite öğrencilerini çağırmış ve ağırlıyor. Hoşumuza gitmişti. Oradan ayrıldık aradan birkaç ay geçti ben 1980’de Harbiye’yi bitirdim. Biz Harbiye’de öğrenciyken 1978’de okulu bitirmiş bir arkadaş Fetullah Gülen ile görüşüyormuş. Bize gelip dedi ki, “hoca efendinin selamı var, eğer kabul ederseniz beraber çalışmak istiyor”. Ben de dedim ki, “ o hoca, biz askeriz, ne alaka, ne iş yapacağız”. Arkadaş da devam ederek, “orduya adam kazandırma, silahlı kuvvetlerde kadrolaşma” falan dedi. Bizi kadroya alacakmış, biz de başka adamları kazanmaya çalışacakmışız. Tabiî bu yöntemler daha sonra geliştirilmiş; adam nasıl kazanılır, nasıl kontrol ettirilir. Rüşvetle, kadınla kızla... Ben de, “ağabey ben bu konuya tek başıma karar veremem, arkadaşlarla biz mevzuu istişare edelim size de neticeyi bildirelim” dedim. O da, “tamam acele edin, bu hafta neticeyi iletmem lâzım” dedi. Biz kibarca geri çevirdik.

Ne tür yöntemler kullanıyorlardı, bahsedebilir misiniz?
Şimdi biz girmedik. Biz girmeyince iş bitmedi tabiî. Başka adamlara yöneldiler ve ordu içinde sızdılar; şu anda da temizleniyorlar. Benim emsallerim silahlı kuvvetlerde korgeneral şu anda.
Ben 1981’de İskenderun’a Teğmen olarak tayin oldum. 1985-1986 yıllarında hava kuvvetleri içerisinde ilk atılmalar başladı. Ve o yıllarda hava kuvvetlerinde Etimesgut’ta zırhlı birliklerin olduğu yerde hava kuvvetleri ulaştırma komutanlığı vardı. Orada özel bir işkence sorgu merkezi oluşturuldu. Hava kuvvetleri bünyesindeki bizim gibi dindar olan subay ve astsubay personel oraya çağrıldı. Yirmi sekiz gün işkenceden geçirildi. Akabinde oradan çıkanlar, atıldı. Güya sorgulandılar. İçerisinde Fetullahçılar vardı. O dönemde onlardan farkımız yoktu, onlar da bizim gibi namaz kılıyorlardı. İlk atanmalar gerçekleştikten sonra Fetullah’tan talimat aldılar, “eşlerinizin başını açın, bundan sonra namazları ima ile kılın yahut evde toptan kaza edin, gündüz namaz kılmayın, içki masalarına oturun” gibi. Benim bizzat bilmediğim ama duyduğum bir şey daha var, ne kadar doğru bilemem; “zina da yapabilirsiniz, zevk almamak kaydıyla” demiş. Yani neticede yeraltına indiler. Ordunun içerisindeki gerizekâlı İslâm düşmanları “Müslüman” deyince de kırmızı görmüş boğa gibi saldırganlaşıyordu. Onlar yeraltına girdiler, biz kaldık ortada. Benim eşim başörtülü, ben Müslümanım elhamdülillah. Ben yaptıklarımı samimiyetle yapıyordum, örgütle şunla-bunla alakam yok; ama bu gerizekâlılar görünür olan bizleri attılar. Asıl hainler onlardı. Hiç de, “lan bunlar başını açıyor bu neyin işareti” demediler. Bunlar içe içe beyin hücrelerini öldürmüş.

Tüm bu hainlerin birinci hedefi İslâm, ikinci hedefleri bu ülke. Bir kere İslâm’a düşman olan muhakkak kullanılır. Farkında olur yahut olmaz; kullanılır. O atılmalar döneminde on bine yakın insan ihraç edildi. O atılanlar arasında FETÖ’cüleri de parmakla sayarsın, on tane çıkmaz. Biz 17-25 Aralık süreci başlamadan önce bu tehlikeyi gördük ve bunları içimizden temizledik. Tavrımız netti. Kendileri gittiler, gitmeyenlerle de alakamızı kestik; çok ciddi şeyler yaşandı. Bu vatan hainliğidir! FETÖ bu ülkenin düşmanıdır! Daha sonra 17-25 Aralık mevzuu ortaya çıktı ve cumhurbaşkanı bunlara tavrını koydu. Biz atılmamızı şimdi anlıyoruz. Mesela Etimesgut’ta hapisteyken 28 gün ben de işkenceye maruz kalmıştım. Benim oradaki muhafızım üst teğmen FETÖ’cüydü. Kütahya’da beraber görev yapmıştık. O zamanlar bizim FETÖ’cülerle aramızda bir şey yoktu; oturup birlikte çay içebiliyorduk. Cezaevinde beni muayene eden doktor da FETÖ’cüydü. O zamanlar için biz hiç olumsuz düşünmemiştik. Ama şimdi düşünüyorum, bizi atan şerefsizler bunlarmış.

Kendilerine tehdit-engel olabilecek insanları temizlemek ve orada yer açıp kadrolaşmak için bunu yaptılar. Bizi temizlerken, solcuları kullandılar. Ergenekonculara işlerini yaptırdılar. Biz ayrıldıktan sonra Ergenekon ve Balyoz’a karşı operasyon yapıldı. Ergenekon ve Balyoz gerçektir! Bunlar, Ergenekon içerisinde bin kişi varsa, buraya kendilerine düşman beş bin kişi daha kattılar. Kumpas kurdular.

Bu darbenin başarısız olmasının bir sebebi de, darbeyi yapan insanların oraya bileğinin hakkıyla gelmemesi; bu insanlar zeki ve çalışkan insanlar değil! Bunlar başkalarının rütbesini, makamını gasp eden insanlar. Gerizekâlı takımının yapacağı darbe ancak böyle olur. SAT komandoları mesela, Marmaris’te yakalandılar. SAT komandosu dediğin bahçede domatese, hıyara dalar mı? SAT komandosu dediğin, en yaşanmayacak ortamda bir ay yaşar. Öyle yetiştirirler.

Bu tür askerler hâla ordumuzda mevcut mu?
Tabiî. Özel Harekat’ta silahını çekip o şerefsiz tümgenerali öldüren adam; gerçek bir Özel Harekatçı.

Ordunun içler acısı hâlini görünce, Türk ordusu hakkında söylenen birçok şey hususunda şüpheye düşülüyor.
Şunu da bilmek lâzım; bu millet, bu darbeyi 15 Temmuz’da boşa çıkarttı. Ölümü hiçe sayıp, bunları bitirdi. Ama asıl darbeye karşı müdahale silahlı kuvvetler içerisinde yapıldı. Biz bunları görmedik. Asker konuşamıyor. Bir tane binbaşı konuştu, o da istifa etti. Üniformalı konuşamaz. Bizim ordumuz sağlamdır. Bu ordu bizim ordumuz, başka bir ordumuz da yok. Düzelteceğiz...

Ordunun aslî vazifesi ne olmalı?
Ordunun aslî vazifesi, Türkiye’nin muhtemel tehditlere karşı ülkeyi müdafaa etmektir. Ordunun görevi sınırdan içeride değil, sınır ötesinde başlar. Sınır içerisinde asayiş unsurları görev yapar; mesela polis. Biz yıllarca, “jandarma asker değildir, genelkurmaydan koparılması lâzım”, “asker ise içeriden çekilmesi lâzım, gitsin sınırda askerlik yapsın. Asker değilse gelsin polis gibi görevini yapsın” dedik. Ordu darbeye hazır olmaz, siyasete dâhil olmaz. Siyasetle oluşan ordular en zayıf ve karışık ordulardır, milletin başına da beladır.

Türk ordusu 100 yıldır bunu yapıyor.
Yaptırılıyor. Amerika, “bizim çocuklar kaybetti” diyor. 12 Eylül’de de “bizim çocuklar kazandı” dediler. Onların köpekleri... Türkiye NATO’ya girdiğinden beri karıştırılıyor. Türkiye Batı bloğundan, NATO’dan çıkmalı. En azından çıkabilme iradesini ortaya koymalı! Yani Türkiye, “ya bu şerefsizliği kaybeder dostlarınıza dost gibi davranırsınız ya da benim sizinle işim yok, ben Rusya-Çin’le anlaşıyorum” iradesini ortaya koymalı.

Geçmişte dergimize verdiğiniz bir röportajdaTSK’nın başında Allah ve Resûl aşkıyla yananları görmek isteriz” demiştiniz. Bu röportajdan dolayı 301’den dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in izni dâhilinde dava açılmıştı. Dediğiniz duruma gelebilecek miyiz?
Şimdi geliyoruz işte. O gün dediğimiz şey bugün adım adım gerçekleşiyor. Aynen yazın gene dava açsın şerefsizler! Bu ordu milletin ordusudur, TSK’nın başında Allah ve Resûlü’ne aşık komutanlar göreceğiz; görmek zorundayız! Şu anda da yapılan budur. İnşallah olacak. Silahlı kuvvetlerde kurmaylar, general oluyordu. En son yapılan şûrada ilk defa sınıf subayları dediklerimiz yükseltildi.

Şu an harp akademilerinden bu sene mezun olacak subayların tamamı paralelci! Düşün, adamlar orayı tamamen ele geçirmiş. Bu sene mezun olacak, yüzbaşı ve üst teğmen olacak subayların tamamı, PİÇ (Paralelci İhanet Çetesi) mensubu. Biz bunu seyretmeyeceğiz, bu şerefsizlerin hepsi dürülecek.

En son şûrada doksan tane albay, general oldu ve bunların elli tanesi kurmay değil, sınıf subayı. Astsubaylıktan subaylığa geçen bir arkadaş ise general oldu. Türkiye’de bir ilk… İleride erlikten de general olunacak. Mesela askerlik yapan o erde general aklı, cevvalliği, erdemi varsa o da general olacak. Amerika’da oluyor.

İmam hatip lisesi mezunları Türkiye’de harp okullarına girmeli. Bunun yapılmaması ayıp ve hainliktir. İmam hatiplileri harp okuluna almayanlar da İslâm düşmanları! Biz bu memleketi bu İslâm düşmanlarına bırakmayacağız.

İdealsiz bir devlet olur mu, bizim devletimizde ideal yok, dolayısıyla bu devletin kurumlarında da bir idealin olması beklenemez. Böyle olunca da aslî vazifelerin dışında hareket ediyorlar. Ordu, fikir emrinde yumruktur.
Akıllının da yumruğu, yumruk. Delinin de yumruğu, yumruktur. Hatta delinin yumruğu akıllınınkinden daha güçlüdür; ama beyin yoksa bu yumruk ne işe yarar ya! Ordu yumruktur. Fakat beyin görevini yapmıyor ise bu yumruk doğru yere vurmaz, işte böyle milletine vurur. Devlet bu milletin devletidir! Devletteki gerçekleşen organizasyon da bu milletin değerleriyle barışık olmak zorundadır. Bu milletin değerleriyle düşman bir devlet yapısı, bizim dostumuz değil düşmanımızdır! Bu milletin en büyük temel değeri; İslâm’dır! Bu şerefsizler İslâm ile savaşıyor! Bunu milletin verdiği yetkiyle yapıyor. Mesela şu anda ordu içerisinde bazı albaylar, organize olmuşlar darbecileri destekliyorlar. Facebook’ta grup kurmuşlar, şehitlerle-gazilerle alay ediyorlar. 15 Temmuz gecesinde canlarından vazgeçmiş adamlarla alay ediyorlar ve benim ordumun üniformasını giyiyor, benim milletimin verdiği maaşla geçiniyor! Bu devlet içerisinden bunlar ayıklanacak! Devletin beyni içerisindeki bu tür zararlı düşünce ve oluşumlar temizlenecek. Bu devletin de bir çeki düzene ihtiyacı var. 100 yıl önce kurulan bu devlet, Batılıların bize kurdurduğu devlettir. Yok lâiklik, yok ilkeler, yok inkılaplar; bunlar CHP’nin ilkeleri. İslâm düşmanlığı üzerine bina edilmiş. Bizim güçlü olmamızı engelleyecek, ayağa kalkmamamızı engelleyecek her şey yapılmış. Bunları düzelteceğiz. Verilen mücadele de budur. Bu darbe de biz ayağa kalkıyoruz, engelleri aşıyoruz diye yaptırıldı.

Son olarak şöyle bağlayalım hocam; bundan önceki darbelerin hepsinin Batı destekli olduğu biliniyordu. 15 Temmuz darbe girişimi de aynı şekilde böyle. Bu çerçevede 15 Temmuz’da Müslüman Anadolu halkı, “artık bu topraklarda istediğiniz gibi at koşturamazsınız, bu topraklar bizim!” mesajını verdi, bundan sonra psikolojik olarak koşullar değişecektir diyebilir miyiz?
Aynen öyle... Nevzat Tarhan hocamız güzel bir tespit yapmış, “Bazıları Türkiye, Hitler çıkarıyor diyor. Türkiye Hitler değil, Gandi çıkarıyor” demiş. Şu anda Türkiye’de sivil itaatsizlik başladı. Ve destansı ve şuurlu bir itaatsizlik. Halk 15 Temmuz’da farkında olmadan çok organize bir şekilde hareket etti.

Ruh birlikteliği...
Evet. Yaşananlar Gandi’nin sivil direniş doktrinine çok benziyor. 15 Temmuz gecesi Türkiye’nin kaderini değiştirecek millî bir duruş ortaya kondu. Bütün millet, tüm kesimleriyle oradaydı. Camideki cemaatiyle, meyhanedeki insanlarıyla, ülkücüsüyle, solcusuyla bütün halk tankların karşısındaydı.

Biz böyle bir darbe beklemiyorduk, herhalde kimse de böyle bir şey beklemiyordu. Ama manyaklar yaptılar. Demek ki böyle manyaklar çıkacak memleketimizde ve çıkarlarsa onlara öyle bir bindireceğiz ki; bir daha kimse Türkiye’de böyle bir şeye yeltenemeyecek. Bir daha böyle bir şeye yeltenen çıkarsa memlekette, şimdiki gibi milletin merhamet ettiği bir ortam çıkmayacak.

Geçen hafta, “Müslüman Anadolu Kabuğunu Kırdı, Darbeye Karşı Halk İhtilâli” dedik. Bu hafta da, “Şimdi İnkılâp Vakti” dedik.
Bizim inkılâbımız öldürme yok etmeye yönelik değil de, diriltme inkılâbı olacak. Halkın inkılâbı bu olacak, bu gönüllerde olacak. İnşallah bu devrim doğru yönetilir. Şu anda bu direnişin daha iyi organize olması için çalışmalar yapılıyor. Bizim de meydanlarda yapmış olduğumuz çalışma budur. Şu anki halk meydanlarda boşuna durmuyor. İnşallah bu Türkiye’nin bugününe ve yarınına aydınlık olacak. Mesela ben hiç endişe duymuyorum. 15 Temmuz’da hiç tereddüt etmedim. Hiç kimse tereddüt etmedi! Ölsem ne olur? Şehit olacaktım ben! Bir sürü günahım var, elhamdülillah şehitlik nasip olacaktı! Bana nasip olmadı! Şimdi o bahsettiğimiz ruh uyandı, cin şişeden çıktı!

Çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 499. Sayı