İlk olarak güncel politika konuşalım istiyoruz. Recep Tayyip Erdoğan’ın Davutoğlu kararını nasıl görmek lazım, siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahmet Davutoğlu tesadüfen seçilmiş bir isim değil. Geçmişine bakıldığı zaman, son dönem Türk Dış Politikasına izini bırakmış, bir gün içerisinde saatlerce telefonla konuşan, aktif bir devlet adamıydı. Hatta arkadaşları arasında bir espri de vardı. “Ahmet Davutoğlu’yla Konya’ya mı gidiyorsun? Kendini Hanya’da bulabilirsin” diye… Yani bu şu anlama geliyor: bir ülkeye gidiyor, rota değişikliği yapıyor; dünyadaki gelişmelere göre bir başka ülkeye gidebiliyor. Uçağa biner beş-altı ülkeyi bir anda gezer. Biri Avrupa’da,  birisi Afrika’da olabilir, diğeri Asya’da olabilir, yani koşan biri... Yani tabiî burada Paralel Devlet ile mücadelede azmi ile öne çıkan bir isim. Ben başından beri söylüyorum,  bundan sonra Türkiye Hükümeti yani devletin zirvesi şekillenirken paralel yapı mücadele azmi öne çıkacaktır.
Paralel yapıyla mücadeleye aynı şekilde devam edecek mi diyorsunuz?
Yani tabiî, bu görülüyor. Onun dışında, insanî bir tarafı vardır. Mesela Dışişleri Bakanlığı çalışanı personelin, ekibin hepsini hemen hemen isim olarak bilir. Her gün Davutoğlu’nun masasına kim evlenmiş, kimin cenazesi var; bunları bizzat arar. Kaçırılan 100 Türk Vatandaşı var biliyorsunuz. Davutoğlu bu vatandaşların tamamıyla telefon görüşmesi yapmıştır. Bunlarla bizzat ilgilenmiştir. Davutoğlu bugüne kadar uyumlu bir çalışma sergilemiştir. O açıdan normal bir seçim yani. Şaşırtıcı bir seçim değil.
Peki Türkiye’nin yakın gelecekteki bölgesel güç olma, küresel güç olma iddiası ekseninde Ahmet Davutoğlu’nun rolü ne olacak? Ortadoğu politikasını nasıl şekillendirecek?
Bakın Ahmet Davutoğlu Ortadoğu’yu çok iyi bilen birisi, Ortadoğu’daki ülkelerde birçok dostu ve birçok isimle sıkı bağları var. O açıdan önümüzdeki dönemde Ortadoğu, hatta dünyanın pek çok ülkesi şekillenirken Davutoğlu etkili bir rol oynayacaktır. Bunun dışında 2023’de 500 Milyar dolarlık bir ihracat hedefimiz var. Türkiye yeni bölgeye açılacak, yeni bir takım ülkelerle ilişkiler kurulacak. Bu açıdan da Davutoğlu’nun çok etkisi olacak. Mesela Arakan’a giden ilk Dışişleri Bakanı’dır. Dünyanın çeşitli yerlerinde ilişkileri rahatlıkla kurabilir. O açıdan bana göre önümüzdeki dönemde hem dış politika hem de Türkiye’nin vizyonu şekillenirken 2023 vizyonu hep etkili olacak bir isim.
Peki bu tercih 2015’teki genel seçimlerde Ak Parti’nin oy oranını nasıl etkiler? Ve Genel Seçimlerden sonra yeni anayasa çalışmaları ve başkanlık sistemine geçiş döneminde Ahmet Davutoğlu’nun nasıl bir etkisi olacak? Tayyip Erdoğan’ın aradığı isim olduğu muhakkak.
Şimdi bakın, Tayyip Erdoğan’dan sonra, aynı kumaşta bir lider bulmak zor. Çünkü yılların tecrübesi var, farklı bir isim dokuz seçim kazanmış bir isim… Ve şimdi Çankaya köşküne giderken partiyi yeniden dizayn ediyor. Bu dizaynı yaparken de herhalde işini şansa bırakmak istemiyor. Bırakacağını söylemek de zor. Bunların hepsini hesapladı. Davutoğlu ismini belki de uzun süreden beri gözden geçirdi. Bununla alâkalı, 2015 yılında Tayyip Erdoğan mutlaka sonuç almayı isteyecektir. Çünkü başkanlık sistemi isteği var. Türkiye’nin büyük bir makas değiştirmesi söz konusu. O açıdan 2015 seçimlerinde sanıyorum başarılı olacak bir isim olarak Sn. Davutoğlu’nu gördü. Tabii ben bundan sonra Türk siyasi hayatını gözden geçirerek, köşke çıktıktan sonra da Erdoğan’ın etkili olacağını düşünüyorum, pek kendisini köşeye çekmeyecek. Bunun yanında da yeni bir dünya düzeni, Yeni bir Türkiye varken, bakıyorsunuz muhalefet hala eski alışkanlıklarla devam ediyor. Muhalefet eğer böyle devam ederse, ki biliyorsunuz CHP’nin kurultayı var. CHP’nin kurultayında bir misyon, vizyon veya bir program ortaya çıkmıyor. “Ben senden daha iyi yaparım dolayısıyla sen kötü genel başkanlık yaptın” tarzında iddialar var. Türkiye’yi okuyan değil de partinin içindeki kavgaları öne çıkaran bir mücadele var. Bu kurultayda yeni tasfiyeler olacağı açık ve net olarak görülüyor, MHP’nin parti içine bakıldığı zaman tamamen kapıları kapatmış, kendisini duvarların arkasına aldı. O da değişimi ve gelişmeleri okuyamıyor. Dolayısıyla da 2015 seçimlerinde çok ciddi bir sıkıntı yaşayacağını düşünmüyorum AKP’nin.
Peki AKP’nin kendi içerisinde, özellikle Abdullah Gül’ün bir kırgınlığı var mı? Veya AKP’nin içerisinde bir takım bozulmalar, farklı sesler bundan sonra yükselecek midir? Parti içi durum şu anda nedir sizce?
Tabiî ki bir kırgınlık var… Ki, Sn. Gül bunu ifade etmişti, saygın bir üsluptan bahsediyor. Onun dışında “üç dönem” problemi var biliyorsunuz, “üç dönem yasağı”na giren isimlerin kırgın olması son derece doğal ama geçmişte, baktığımız zaman ANAP’ta da bu tür fotoğrafları yaşadık. ANAP’ta her seçim dönemin sonunda bir küskünler hareketi, kırgınlar hareketi olurdu. Bunlar basında hayli yer alırdı bu açıklamaları yaparlardı ama sadece küskünler, kırgınlar hareketinden olmalarından öte herhangi bir anlam taşımazdı. Bunlar tartışılırdı daha sona sabun köpüğü gibi sönerdi. Bu açıdan şu anda bir alt yapısı yok bu küskünlüğün, kırgınlığın… Bu zaman içerisinde ne olur? 2015 seçimlerinden sonra tablo ortaya çıkar. Bundan sonra bir takım şekillenmeler olacaktır.
Abdullah Gül yeniden siyasete dahil olur mu?
Abdullah Gül için deniliyor ki, “yeniden bir siyasi parti kuracak.” Bu olmaz, yani Abdullah Gül Türk Siyasetini iyi okuyan isimlerden birisidir. Böyle bir maceranın içerisine girmez. Yine de deniliyor ki: “Abdullah Gül AKP’nin içerisinde etkili olmak için mücadele verecektir”. Bu da olabilir ama belirleyici olan 2015 seçimleridir. Ahmet Davutoğlu 2015 seçimlerinden başarı ile çıkarsa hangi gerekçe ve hangi argümanla karşısına çıkılacak belli değil. Dolayısıyla şu anki şartlara göre herhangi bir problem görünmüyor. İleride bir problem olur mu, o da şartlara bağlı...
Mevzuyu değiştirerek sormak istiyoruz, kültür bakımından memleketimizi hangi noktada görüyorsunuz?
Kültürel olarak bir kere çocuklardan başlayacaksınız. Kaybedilmiş nesiller var. Zaman zaman bize Batıyı örnek veriyorlar. Yahu Batı değerlerin bir çoğunu bizden aldı. Biz zaten değerlerimizi kaybettiğimiz için bu noktadayız. Hem Doğulu hem Batılı olmaya çalışırken hiçbir şey olamıyoruz. Milletimiz özüne döndüğü takdirde ben bütün sıkıntıların çözüleceğine inanıyorum. Doğru değerler üzerine her şeyi doğru binâ edersiniz. Batının geçmişi ayıplarla doludur. Mesela bugün İslâm coğrafyasında nereye bakarsanız Batı Emperyalizm’inin işgalleri geçmiş ise oralarda travmalar var. Müslümanlar neden birbirini öldürüyor? Bakarsanız sıkıntılı bir takım fikirlerin tamamının geçmişte bir şekilde Emperyalizm ile olan ilişkisini görürsünüz. Emperyalistlerin işgaline uğramışlardır.
Problemlerin kaynağı İslâm da değil yani!
Gayet tabi, Batı’dır problem. Batı’nın geçmişidir.
Batı artık bir fiili müdahaleden ziyade bu Paralel Devlet tarzında yapılanmalar ile İslâm Coğrafyası’na birbirini kırdırma politikası götürüyor ve bunu da yine İslâm kültürüne dayandırıyor.
Bakın mesela ben Ermeni Meselesine dâhi şöyle bakıyorum; soykırımı Türkiye ye kabul ettirmeye çalışıyorlar. Batı’nın tarihi soykırımlarla dolu. Ama İslâm’da soykırım yok. Burada bu tip düşünceler var. Türkiye Ermenistan’dan özür dilesin, soykırımı kabul etsin ve İslâm’ın da bir soykırım geçmişi olsun. Yok öyle bir şey! Ama Batı’ya baktığımız zaman nefret, kan, haçlı seferleri ile dolu bir geçmiş…. Hâlen geçmişin rövanşını almaya çalışıyorlar.
Öyle ruhsuz bir yapı ki, Endülüs’ün gül bahçelerine dönüşen medeniyetinden rahatsız olan bir yönü var. Hiç bir güzelliği hazmedemediler. Bizim ayağa kalkmamız için bir fikre ihtiyacımız var. Bunun aşılanması için aydınlarımıza mütefekkirlerimize ihtiyacımız var. Bunu ön planda nasıl tutabiliriz?
Herkese görev düşüyor. Sana bana ülkeyi yönetenlere… Biz öncelikle biz olmalıyız. Biz bizden ayrıldığımız dönemlerde hep sıkıntı yaşadık. Biz özümüze dönmeliyiz. Yapılması gerekenler belli. Türkiye yıllarca yanlış yönetildi. Şimdi biraz belli bir noktaya gelmeye başladık. Yıllarca her şeyi Batı’da aradık. Problemlerimizin çözümünü Batı’da olduğunu düşündük. Hatta Avrupa Birliği meselesinde de yıllarca zannettik ki, Avrupa Birliği’ne gireceğiz ve problemimiz kalmayacak. Hatta “tren kaçıyor” filan dediler. Biz Avrupa Birliği’ne girmeyi, Avrupa’nın bütün değerlerini kabul etmek sandık ve bunun için çabaladık yıllarca. Halbuki Avrupa birliği ekonomik bir proje. Şimdi görüyoruz ki çöküyor işte orası. İnsanlar yavaş yavaş olayların farkına varmaya başladılar. Eğer Türkiye kendi imkânlarını kullanır ve bu yolda ilerler ise ileride hayırlı bir takım gelişmeler olacağını düşünüyorum.
Biz Mevlana, Yunus Emre; daha yakın tarihte Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek gibi değerlere sahip bir toplumuz. Bu değerlerden yola çıkarak merkeze almamız gereken şey nedir?
Mehmet Akif’in belirttiği gibi “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…” Batı’nın
İslâm’a saldırışını anlatıyor. “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” diyor.  1. Sınıfta iken ezberlemiştim; “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!”  Eskiden bunlar verilirdi okullarda, şimdi öğrenciler test ile tostun arasına sıkıştılar. Böyle bir nesil yetişiyor. Bence eğitimden başlamak gerekiyor. Dediğim gibi kaybedilmiş nesiller var. En azından yeni nesilleri kaybetmeyelim. Mehmet Akif, Necip Fazıl Kısakürek… Artık öğretilmiyor bunlar. Mesela birkaç sene önce çocuğumun okulundaki 19 Mayıs törenlerinde okul yönetimiyle tartıştım. 19 Mayıs nedir? Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı… Törende yabancı müzikler çalmaya başladı, sahneye bir tane Elvis Presley çıktı ve çocuklar “sexy girl” diye şarkı söylüyorlar. Böyle millî bayram olmaz. Adam gibi kutlayamayoruz. İlkokullardan başlamak lazım.
Tiyatro’da, Sinema’da bu yüzden gelişemedik. Öğretilmediği gibi, bir de bunun haram olduğu aşılandı.
Bizim problemimiz aşağılık kompleksi. Geçenlerde yine müzik öğretmenleriyle konuşuyorum. Dünyanın en ünlü bestekârları kimdir? Söylüyorlar; “Mozart, Beethoven, şu, bu” diyor. Hayır. Bana göre dünyanın en iyi bestekârı Itrî’dir. Neden? Çünkü tekbirin bestekarıdır ve dünyada en çok tekrarlanan melodinin sahibidir. Biz Itrî’yi bir kenara atıp, Mozart ve Beethoven üzerinden yürümeye kalkarsak olmaz. Itrî deyince bir baktı bana öğretmen, “ne demek istiyor” diye. Algılayamadı. Bütün mesele budur. Bu topluma yıllarca aşağılık kompleksi aşıladık. Seçmen yaşının indirilmesini tartışıyoruz hâlâ… Bizim 21 yaşında İstanbul’u fethetmiş Fatih’imiz var.
Üstad Necip Fazıl’a soruyorlar, “ne tür müzik dinlersiniz?” diye; “soylu olan müziği dinlerim” diyor.
Gayet tabiî. Mozart da dinlerim, Beethoven da dinlerim ama özümüzde bir takım değerler var, bunları göz ardı edersem hiçbir yere varamam. Mevlana’yı bile topluma yanlış sunduk. “Kim olursan ol gel” diyen, her şeyi kabul eden bir Mevlana gibi… Hatta bir ara devlet tarikatı yaptık bir dönem. Öyle bir hâle getirdik ki… Mevlevî tekkesine girmek ne kadar zordur halbuki. Ne aşamalardan geçmek gerekir, Mevlevî Tekkesine kimler girer? Bunları hiç anlatmadık. Bu değil Mevlana… Her şeyi yanlış anlayıp, yanlış aktarıyoruz. Sıkıntımız budur.
Sırf düşünceleri ve ortaya koyduğu eserlerden dolayı Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun yıllarca mahkûm olduğu bir ülkeden yeni bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz.
Ben gelecekten oldukça umutluyum. Yavaş yavaş taşlar yerine oturuyor. İnsanların algıları farklılaştı. Bir takım değerler eskisi kadar rahat kullanılamıyor. Bunu artık görüyoruz. Para-pul değil, bizim servetimiz çocuklarımız. Onları düzgün yetiştirirsek, kazancımız yüksek olur diye düşünüyorum.
Çok teşekkür ederiz bize zaman ayırdığınız için.
Ben teşekkür ederim, sağ olun…

Baran Dergisi 398. Sayısı