Son dönemlerde çıkan orman yangınları ile ilgili, uzmanlar sabotaj ihtimali üzerinde duruyordu ve çok geçmeden yangınları PKK üstlendi. CHP kanadı, yangınları PKK üstlenene kadar çok çevreci görünüyor, başta sosyal medya olmak üzere her alanda bunun propagandasını yapıyor ve hükümeti suçluyordu; fakat yangınları PKK’nın üstlenmesinin ardından suspus oldular ve şu an CHP’liler sanki yangınların üzerinden yıllar geçmiş gibi davranıyorlar. Bu ne anlama geliyor?
Ormanları yakanlarla, “yandı” diye bağıranların bir işbirliği içinde oldukları ortaya çıktı. Ormanlar yanarken yapılan kampanyaların, çağrıların ve sözde çevreci eylemlerin bence ormanların yakılmasıyla da alâkası var. Şimdi susmalarının nedeni nasıl PKK’nın üstlenmiş olmasıysa; o gün de konuşmalarının nedeni, kimin yaktığını ve ne amaçla yaktığını biliyor olmalarıydı. Yani birileri bu kampanyayı organize etti.

En fazla at koşturabildikleri alandı çevrecilik, yeşillik, ağaçlar, doğa, kaz dağları vesaire... Artık bunu yapamazlar. Gezi Parkı’ndaki on tane ağaç için bütün memleketi ayağa kaldıran sen, PKK memleketin ormanlarını cayır cayır yakarken neredeydin? Böylece meselenin ağaç, çevre, orman vesaire olmadığı da bir kez daha ortaya çıktı.

CHP’nin tabanı da PKK’ya karşı bir eleştiri yapmıyor. Bunun  sebebi nedir?
Şöyle bir kurguları var, düşünceleri var: “Her ne sebeple olursa olsun hükümet, iktidar bundan bir zarar görüyorsa ve bu zarar sayesinde CHP’ye yeni bir alan açılıyorsa bu evlâdır, bunu sineye çekmeliyiz, susmalıyız, şimdilik görmezden gelelim, varsın üç-beş ağaç yansın.”

Peki PKK neden strateji değiştirdi ? Bombalı eylemler, silahlı saldırıların yanı sıra orman yangınlarını ihtiva eden bir strateji... Bunun sebebi nedir?
Bombalı ve silahlı eylem yapabilecek gücü kalmadı. Kırsalda, şehirde, şurada, burada... Her yerde PKK’nın beli iyice büküldü, kolu kanadı kırıldı. Stratejilerini değiştirdiler. Çünkü CHP’yi silahlı eyleme ortak edemezler, İYİ Parti’yi silahlı eyleme ortak edemezler; ama aynı CHP’yi, aynı İYİ Parti’yi orman yangınlarına, en azından kamuoyunda “Ormanlar yanıyor!” söylemine ortak edebilirler.

Ekrem İmamoğlu İBB başkanı olmadan evvel birtakım vaatler vermişti. Vaatlerinin arasında daha ucuz ücretlerle toplu taşımalara binileceğini iddia etmişti. Minibüslere, servis vasıtalarına ve taksilere zam yapıldı. Süreç İmamoğlu’nun dediği şeylerin aksine doğru gidiyor. Bu hususta neler söylemek istersiniz?
İmamoğlu’nun geçmiş iki aylık takvimine bakıyoruz; zaten yirmi günü şehrin dışında, beş-altı gün konserler, İstanbul’u sel basıyor İBB başkanı ortada yok ve CHP’nin içinde isyan çıktı bu sebepten. Sonra Bodrum’dan İstanbul’a sabah gelmiş, öğleden sonra tekrar Bodrum’a dönmüş. Akabinde açıklama yapıp “Çocuğumu almaya gittim” diyor... Ailesini kullanarak mağduriyet uyduran bir İBB başkanı görüyoruz.

Sel vuku bulduğunda günlerden Cumartesi’ydi... İmamoğlu Bodrum’daydı, “Ailemle tatil yapıyorum!” dedi. Eşi aynı gün CHP ve HDP başkanlarıyla toplantıdaydı.
Şahsî görüşüm şuydu, sosyal medyada da yazmıştım. İmamoğlu’nun o sıra İstanbul’daki selden çok daha önemli(!) bir gündemi vardı.

Bodrum’da birileriyle görüşüyordu yani...
Kimlerle görüştü, bu şahıslarla hangi mevzuu üzerinde durdular, bunu bilmiyorum... Bunu kamuoyuna açıklaması gereken kendisi... Yahut devlete veya memlekete karşı bir komplonun içindeyse bunu da devlet açıklamalıdır. İstanbul’da sel oluyor, bir vatandaş hayatını kaybediyor, onlarca dükkân selin meydana gelmesiyle harab oluyor. Daha bir buçuk ay evvel başkanlığı kazanan İmamoğlu İstanbul’a gelmiyor! Uçak mı yoktu? Bodrum’dan İstanbul’a arabayla takribî 8 saatte gelinir. Gelmedi! Bir gün boyunca orada kaldı... Demek ki, İstanbul’daki selden, şehirdeki insanların tepkisinden daha önemli bir şey varmış gündeminde. Sonra geldi, kırmızı bir yelek giyip iki esnafla görüştü, -esnaf isyan etmişti zaten- şovunu yaptı, ilk uçakla bir daha Bodrum’a gitti! Enkazı kalkmamış, sel basmış İstanbul’dan daha önemli bir iş, bu meseleyi bir kenarda tutun! “Ailemle birlikteyim” diyor, evet eşi yok yanında. Tamam babalık vazifesidir, bu mukaddes bir şeydir, vazife yerine getirilir... Fakat on yedi milyonluk bir şehri yönetmeye talipsen, sen ve çocukların bir fedakarlık yapmak zorunda, İstanbul’u sel basmış! Yahu biz gazeteciyiz, gece-gündüz çalışıyoruz, evimize uğramadığımız oluyor, ailemize vaziyeti anlatıyoruz, onlar da makul karşılıyor... “Benim çocuğumun özel hayatı” diyor. Mükellefiyet denilen bir şey var ortada, biz senin çocuğunun özel hayatına kaldıysak, İstanbul ayvayı yedi! Çocukların her tatilinde, sen şehri bırakıp gidiyorsan, vah İstanbul’un hâline! Hanımı yanında yok, mühim değil, çocuklar da ailedir. Şunun portresini çıkaralım; sel basıyor, bir gün sonra İmamoğlu geliyor, sonra apar topar Bodrum’a geri dönüyor!

Vakıflara yapılan yardımların kesilmesi meselesine gelirsek; söylenenlerin bir hakikati var mı?
Vakıfların kasasına İBB’nin kasasından nakit para girmemiştir, giremez de zaten. Bu vakıflarda çocuklar eğitim görür... Eğitim maksadıyla bir yerden, başka bir yere gitmiştir. Ümmetin, milletin çocuklarına sahip çıkılmasın istiyorlar! Yaz kamplarında temel dinî dersler veriliyor bu vakıflarda! Allah’ın mukaddes kitabını öğreniyor çocuklar, harika işte! Ee önceki İBB ne yapmış? Allah’ını kitabını bilmek isteyen çocuklara imkân dahilinde bir alan açmış.

Filhakika CHP’nin hedef aldığı, İslâmi ölçülerle büyüyen nesil, diyebilir miyiz?
Kesinlikle öyle! İslâmiyetten uzak nesiller yetişsin, CHP’nin bütün hesabı budur!

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim, kolay gelsin.


Baran Dergisi 660. Sayı