Geçtiğimiz günlerde Papa Francis Irak’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaretin sebebi nedir?

Irak’ta bunun üzerine çeşitli söylentiler var; ama Papa’nın ziyarete ilişkin yapmış olduğu açıklama, antik Ur kentini görmek ve Hac merasimi yapmak üzere gittiği yönündeydi. Papa’nın inancına göre antik Ur kenti Hazreti İbrahim’in doğduğu yer olarak kabul ediliyor. Ayrıca zulüm gören yerlerde Hac merasimi yapmayı daha kutsal olarak görüyorlar. Benim düşüncem ise Papa özellikle Musul ve Musul ovası dediğimiz Ninova bölgesine sahip çıkmak istedi. Irak’ta en çok Hıristiyan’ın yaşadığı bölge Musul, Duhok ve Erbil olarak biliniyor. Son zamanlarda Irak’ta yaşanan sıkıntılar ve DAİŞ işgalinden sonra en çok zarar görenlerden biri de Musul’daki Hristiyanlardır. Yerlerinden edildiler. Bartella, Karakuş ve Musul ovası gibi bölgelerden Erbil ve Duhok’a göç etmek zorunda kaldılar. Papa’nın asıl amacı göç eden Hristiyanlara sahip çıkmak ve yıkılan kiliseleri tekrardan ayağa kaldırmak. Papa konuşmalarında barışçıl mesajlar verdi, bunu da Sistani ile görüşmesine bağlıyor, “Dinlerarası barış”. Papa’nın gelişiyle birlikte Irak’ta 6 Mart “Ulusal hoşgörü” günü ilan edildi. Bunu Başbakan Mustafa el-Kazımi yaptı, IKBY Başkanı Neçirvan Barzani’nin de bu konuya sıcak baktığını söyleyebiliriz.  

Neden özellikle Sistani ile görüştü?

Irak’a artık Şiî ülkesi diyebiliriz. Eskiden Irak’ta Şiî, Sünnî, Kürt, Türkmen vardı; ama şu an maalesef Şiîler var yönetimde. Özellikle DAİŞ operasyonlarından sonra Musul ovası, El Anbar, Felluce, Tıkrit gibi bölgelerin tamamını Haşdi Şabi milisleri kontrol ediyor. Bu da bize şunu gösteriyor ki, artık Şiîler o bölgelerde çok etkin. Ben bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum, bundan yaklaşık 2.5 yıl önce bir grup akademisyen ile birlikte Musul’a gitmiştik. Ben onlara öncülük ediyordum. Musul halkı, Sünnîler olarak adlandırdığımız halk çok temkinli konuşuyordu. Haşdi Şabi’nin o bölgeleri tamamıyla Şiîleştirmesinden çok yakınıyorlardı ve rahatsızlardı. Ama bunu korkularından dolayı dile getiremiyorlardı. Fakat Karakuş bölgesine gittiğimizde orada bizi bölgenin Hristiyan lideri karşıladı ve çok açık bir şekilde biz “Haşdi Şabi ve Şiîlerin burada barınmasından çok rahatsızız” dedi. “Sizin ne işiniz var bizim bölgemizde, burası sizin bölgeniz değil.” Diyorlarmış onlara. Şiî milisler ise sözde Musul’u kurtarmışlar, “Burayı biz kurtardık burası artık bizim.” mânâsında konuşuyorlar. Şiî milisler ile Hıristiyanların bu kadar rahat konuşabilmesi Batılı ülkelerin onlara vermiş olduğu desteğin de farkında olduklarını gösteriyor bir bakımdan. Nitekim Sünnîler yahut başka taraflarla görüştüğümüzde bunu hiçbir şekilde dile getirmiyorlardı ve susuyorlardı. Musul ve Musul ovasının neredeyse her yerinde Şiî bayrakları ve sembolleri dalgalanıyordu.

“Müslümanlar Şii Zulmünden Kaçmak İçin DAİŞ’e Sığınmıştı!”

Sözde kurtarma operasyonu sırasında çok dehşet verici görüntüler vardı. Mesela Haşdi Şabi milislerinin Müslümanlara yaptığı zulümler geziyordu internette.

Musul’da yıkık dökük, hâlâ restore edilmemiş olan Sünnî camiler ve kiliseler var. Papa da yıkılan kiliselerden birine gitti ve orada ayin yaptı. Musul hâlâ içler acısı bir durumda. Yüzlerce, belki binlerce sivil vatandaş o enkazın altında kaldı ve cesetleri çürüdü, kemikleri hâlâ çıkarılmadı. Musul’a giderseniz, sizin de anlatmış olduğunuz dehşet verici görüntüleri, yıkık dökük binaları ve sokak sokak yapılmış olan çatışmaların eserlerini görürsünüz.  

Papa’nın gitmiş olduğu kiliseyi “DAİŞ’in yıkmış olduğu kilise” diye lanse ettiler. O kiliseler sözde DAİŞ’e yönelik yapılan halı bombardımanlarıyla yıkılan yerler değil mi?

DAİŞ olayları yeni başladığı zaman 2014 yılının Ağustos ayıydı, Musul’a gazeteci olarak tek ben gitmiştim, Anadolu Ajansı’nda çalıştığım zaman. Ve bununla alâkalı bir haber-analiz de yapmıştım. Oradaki bölge halkıyla konuştuğum zaman Haşdi Şabi ve Irak ordusunda çalışan Şiî gruplardan çok fazla eziyet gördüklerini söylüyorlardı. DAİŞ’in gelmesinden sonra “En azından bizi kimse rahatsız etmiyor, bunlar biraz daha iyiler.” şekline yorumlar yapıyorlardı. Çünkü DAİŞ ilk başlarda kendisini iyi gösterdi ve oradaki halkı kendine çekti. Sonradan gerçek yüzünü göstermeye başladı ve zulüm uygulamaya başladı. Biz de tesadüfen olayların ilk başladığı dönemde gittik, gizli bir şekilde. Ondan sonra ben yıllarca DAİŞ’ten tehdit mektubu aldım, “Nasıl gizlice bizim bölgeye girersin.” diye. “Denize düşen yılana sarılır.” Oradaki halka Şiiler öylesine zulüm ettiler ki, halk artık bezmişti ve kurtuluş arıyordu. Özellikle 2003’ten sonra, çünkü Irak ordusuna en fazla komutan yetiştiren yerlerin başında Musul geliyordu, Saddam’ın ordusundaki komutanların çoğu Musul ve Musul ovasından seçilirdi.        

Bilhassa İzzet İbrahim ed-Duri’nin orada tesiri fazlaydı.

Onunla birlikte o zaman Irak Devlet Başkan Yardımcısı Taha Yasin Ramazan var, o da Musul bölgesinde yetişmişti. Bunlar Saddam’a daha sadık insanlardı, çünkü Sünnî bölgesinde yetiştiler, Saddam da Sünnî bir başkandı. O yüzden insanlar ilk başta DAİŞ’e aldandılar.

Musul’a ben çok gittim, 2003’ten sonra Musul’da yıllarca arabaların bagaj kapaklarını söktüler. “Bagajın içine girerek o bölgeye geçiyor ve ABD ile Irak ordusunun konvoylarını görünce çıkıp ateş açıyorlar.” bahanesiyle bütün bagaj kapaklarını söktüler. O dönemde Musul’a gelseydiniz her 300 metrede bir kontrol noktası görürdünüz. İnsanlar saatlerce kontrol noktalarında bekliyorlardı, işleri yürümüyordu, ihmal edilmiş bir kent haline gelmişti. Tam mânâsıyla bir iç savaş vardı. İnsanlar bu tarz şeylerden çok rahatsızdı. DAİŞ geldikten sonra kontrol noktaları kalktı, insanlar biraz daha rahata kavuştuklarını zannederken DAİŞ gerçek yüzünü gösterdi.

“Irak’ı İran’ın Toprağı Olarak Görüyorlar!”

Türkiye’nin yapmış olduğu operasyonlar sonrasında İran’dan tepki geldi. “Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik operasyonlardır.” vb. açıklamalar yaptılar.

Bunu İran büyükelçisi açık ve net bir şekilde söyledi, “Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğüne müdahale ediyor.” şeklinde. Nitekim kendileri Irak toprak bütünlüğü diye bir şey bırakmamışken böyle bir açıklama yapmaları trajikomik bir olay.

Evet, tam olarak bununla alâkalı bir soru soracaktım. Büyükelçinin yapmış olduğu açıklama, İran’ın Irak’ın hamisiymiş gibi davrandığını ve Irak’ın egemenlik hakkına müdahale eden bir devlet olduğunu ortaya koymuyor mu?

Artık hamisiymiş gibi değil de, İran’ın bir parçası olarak görüyor. Şu an İran’ın elinde Erbil ve Duhok bölgesi yok, malumunuz Süleymaniye de İran’a çok yakın. IKBY’de ezelden beri İran’a yakın bir yönetim olarak biliniyor, Celal Talabani bölgesi. Bunun dışında sadece Erbil ve Duhok Türkiye’ye daha yakın biliniyor ve görülüyor.

Erbil’in Türkiye ile olan ilişkileri ne düzeyde?

Şu anda çok iyi bir seviyede ve daha da geliştirmek istiyorlar. Neçirvan Barzani bölge başkanı olduktan sonra ilk ziyaretini Türkiye’ye yaparak Türkiye’ye karşı olan tutumunu göstermiş oldu. Bunu müteakiben de Mesut Barzani’nin oğlu Masrur Barzani başbakan seçildikten sonra ilk ziyaretini hemen Ankara’ya yaptı. Bütün dış ziyaretlerini Türkiye’ye yapıyorlar. Türkiye’siz bir bölge olmayacağını onlar da biliyorlar ve Türkiye’ye de yakın durmak istiyorlar. Özellikle referandumdan sonra ilişkiler kopma düzeyine gelmişti fakat referandum dosyası rafa kaldırıldıktan sonra ilişkiler tekrar düzelmeye geçti. Neçirvan Barzani ve Mesud Barzani dışında bunun en büyük figürlerinden biri de Sefin Dizayi. Kürdistan Demokratik Partisi’nin eski Türkiye temsilcisi ve eşi de Türk. Sefin Bey Türkiye ile olan ilişkileri çok sıcak tutan bir isimdir. Türkiye’de ona “Milli damat” diyorlar, hanımının Bursalı olmasından dolayı.

“İran ve ABD, Birbirine Muhtaç!”

İran ile ABD arasında Irak’ta yaşanan birtakım sürtüşmeler basına yansıyor. Kanaatimiz bunun mizansen olduğu yönünde. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Ben ABD ile İran’ı “Tom ve Jerry”e benzetiyorum. Bir evdeler ve o evdeki şeyleri paylaşmak için sürekli birbirleriyle didişiyorlar. Ne Tom Jerry’siz yapabilir, ne de Jerry Tom’suz. İran ABD’nin sürekli Ortadoğu’da bir tehdit varmış gibi gösterilmesi için çok büyük bir etkendir ABD için. Irak-İran Savaşı’ndan beri İran, Batı ve ABD için bir tehdittir ve sekiz yıl Irak ile küçücük adalar yüzünden savaşa girdiler, sekiz yılın sonunda bu savaş bitti ve Irak lehine olduğunu söylediler. Orası da tartışmalı bir mevzu, milyonlarca insan öldü, milyonlarca insanın öldüğü savaşı kim kazanmış olur ki. Her iki taraf da kaybetti. Fakat o günden beri sürekli İran tehdidi var diyerek de bu bölgede ABD istediğini yapıyor.  

İsrail için de öyle. Irak-İran Savaşı’nda İsrail Irak’ın cephanelerini bombalamıştı. El altından İran’a destek vermişti.   

Hatırlarsanız Saddam Hüseyin İsrail’e otuz dokuz füze attı ve “Ben İsrail'e otuz dokuz füze fırlattım, içinizde bir tane adam varsa, kırkıncı füzeyi atsın.” demişti. O füzeleri nereden fırlattı? Sincar tepesi üzerinden fırlatmıştı. Sincar tepesi çok stratejik bir bölgeydi. Şu an o tepe Haşdi Şabi vasıtasıyla İran’ın elinde.

Ekleyeceğiniz, önemli gördüğünüz bir husus var mı?

Ben 2003’ten beri Türk basınında gururla çalışan bir Iraklı olarak şunu belirtmeliyim ki, Irak gerçekten zor günler geçirdi ve geçirmeye devam ediyor. Yeraltı zenginlikleri çok olmasına rağmen dünyanın en fakir ülkelerinden biri, pasaportu bile dünyanın en kötü ikinci pasaportu. Papa’nın gelişi bir kurtuluş olarak görülüyor; ama durum öyle değil. Papa’nın gelmesiyle Irak’ta bazı yollar yapıldı, bazı yerler tekrardan düzenlendi. Özellikle Sünnî bölgesi çok eziyetler çekti. Umarım Irak halkı için Irak bir huzur ve istikrar yeri olur.

Türkiye bölgede büyük bir güç haline gelmeden Irak’a huzur gelecek gibi görülmüyor maalesef.

Haklısınız, gelmez.

Türkiye’nin ulus devlet yapısından kaynaklanan birtakım problemler de var. Türkiye’nin bölgedeki Kürtlerle ve diğerleriyle yaşadığı problemin temelinde de Türkiye’nin ulus devlet yapısının etkisi var. İslâm müşterek paydasında bölge halkını bir yumruk haline getirebilecek bir Türkiye’nin artık ortaya çıkmasının vakti gelmedi mi?

Osmanlı ve günümüz Türkiye’si nereye gittiyse oraya huzur, istikrar ve gelişim getirmiştir. Osmanlı’nın 600 yıl hükmettiği Mısır’da hâlâ Arapça konuşuluyor; fakat Cezayir’de yirmi sene Fransız işgali olmasına rağmen Cezayir’de birinci dil Fransızca. Cezayirli biri ile konuşmaya çalıştığınızda sizle ilk önce Fransızca konuşmaya çalışır sadece dilleri değil aynı zamanda kültürleri de Fransız kültürüne dönmüş vaziyette. Osmanlı bir yeri aldığı zaman oraya işgal sömürge için değil bir abi hüviyeti ile gidiyordu. Fakat Batılı ülkelerde durum farklı, Cezayir’den Libya’ya girdikleri bütün ülkelerde kan ve gözyaşı bıraktılar. O ruhun İslâm paydasında yeniden ortaya çıkması gerekiyor.

Teşekkür ederiz.

Rica ederim...

Baran Dergisi 739.Sayı