Azerbaycan-Ermenistan arasındaki anlaşmada kazanç sağlayan taraf kim oldu?

Bu Rusya’nın, hâliyle Rusya lideri Vladimir Putin’in diplomasi ve askerî başarısıdır! Bir defa, bu anlaşma zamanlama bakımından tamamen yanlıştır. Neden?.. Sahte Karabağ yönetiminin sahte bir lideri var biliyorsunuz; Arayik Harutyunyan... Bu adamın anlaşma sonrası yaptığı açıklamada aynen şu ifade geçiyor: “Kırk üç günlük çatışmalar sürecinde Füzuli, Cebrail, Gubadlı, Zengilan, Hatrut’un bir bölümünü ve en önemlisi Şuşa’yı kaybettik. Çatışma Hankendi'den 2-3 kilometre uzaklıkta gerçekleşti. Dürüst olmak gerekirse, kaynaklarımız bile tükendi. Çatışmalar aynı hızda devam etseydi birkaç gün içinde Karabağ'ın tamamını kaybedecektik." Yâni, Azerbaycan ordusu bu anlaşmayı imzalamayıp beş-altı gün daha harekatını tüm hızıyla devam ettirseydi şu anda Karabağ’da Ermeni yönetimi olmayacaktı!.. Bu anlaşma ile ne oldu? Mevzubahis anlaşma, sözde Ermeni yönetiminin başkenti olarak kabul edilen Hankendi’ni ve kuzeyindeki bölgeleri Azerbaycan’a vermiyor. Anlaşma, tam tersine Laçin Koridoru diye adlandırdığımız ve Azerbaycan ordusunun her ân alabileceği o koridor da üç yıllık bir süre için Rusya denetiminde Ermenistan’a veriliyor; böylece Karabağ’daki Ermeni siyasî otoriteyle lojistik hayat yolu tutulmuş olunuyor. Anlaşma, Ermenistan ile Hankendi arasında “yeni bir yol”un yapılmasını öngörüyor sonra da Laçin Koridoru’nun üç yıl sonra Azerbaycan’a teslim edilmesini kapsıyor. 1991’de Sovyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasından sonra Azerbaycan topraklarından çekilmek zorunda olan Rus silahlı kuvvetleri ise 1960 Rus askeri, doksan zırhlı personel taşıyıcı ve 380 nakliye arayıcıyla birlikte yeniden bir Azerbaycan toprağı olan Karabağ ve bağlantısındaki bölgelere yerleşme imkânı buluyor. Bu Rusya’nın Güney Kafkasya’ya çok farklı bir paradigma içerisinde yeniden, daha güçlü bir geri dönüşü anlamına geliyor. En önemlisi, Ermenistan’ın Nahçivan ile Batı Azerbaycan arasındaki yoldaki Azerbaycan “engeller”i kaldırılıyor. Rusya buna yeni bir kuşak açmıyor, bu yoldaki trafik seyr ü sefer olacak; özellikle Nahçivan’daki Azerbaycan vatandaşlarının Azerbaycan’a gidiş-gelişlerinin güvenlik kontrolü de Rusya’nın sınır güvenlik birimi (FSB) tarafına devredildi. Açık ve net anlaşmayı özetlemek gerekirse, Rusya olaya el koydu!.. Eski Sovyet Cumhuriyeti, bugünün Rusya’sı, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ sorunu üzerinden manevra alanını, askerî ve yaptırım gücünü daha da kuvvetlendiren bir boyuta geçti. Bu durumda ne olur?.. Rus askeri 1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ın kuzeyine yerleşmiş ABD çekiç gücünün rolünü üstlenir, o çekiç güç nasıl Irak’ın kuzeyinde fiili Kürt otonom yönetimini kurdurduysa, bugünün “Rus barış gücü” de Hankendi’de yeni bir fiili Ermeni otonom yönetimini temellendirebilir. Anlaşmaya göre Rus askerleri beş yıl süreyle orada olmasını öngörüyor. Tarafların herhangi bir müdahalede bulunmadığı takdirde anlaşma yenilenecek. En azından Karabağ’da beş yıl çok riskli bir sürece girmiş oluyoruz.

Hâdiselerin başından beri Azerbaycan’a destek veren Türkiye bu anlaşmanın neresinde?

Anlaşmanın metnine ve Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova ile Rusya Savunma Bakanlığı’nın açıklamalarına bakacak olursak; bölgedeki “barış gücü” sadece Rus askerlerinden oluşuyor. Anladığım kadarıyla, Azerbaycan lideri İlham Aliyev bu barış gücünün merkezinde yâni ana karargâhta Türk subaylarının da görev alacağını ifade etmişti ama böyle bir şeyin olabileceğini pek sanmıyorum. Rusya kimseyi oraya sokup da ortak etmez. Zaten anlaşmada bir taraf değiliz. Üç imzalı bir anlaşma bu, Türkiye yok! O sebeple Türkiye bu anlaşmanın dışında...

Barış Pınarı Harekâtı’nda olduğu gibi, ilerleyen bir ordunun önü Rusya tarafından kesildi, diyebilir miyiz?

Suriye’de Barış Pınarı, Libya’da Sirte ve Cufra... Rusya’ya verilen görev bu!.. Binlerce kez söylediğim bir şey var; Türkiye, Batı’nın boşalttığı bölgelerde Rusya ile devam eden rekabetçi işbirliği atmosferinden fayda alacağı inancıyla hareket etmemeli. “Rekabetçi işbirliği” diye adlandırdığım bu paradigmada kazanan ve kendince kalıcı olan hep Rusya oluyor. Suriye, Libya ve Irak’a bakacak olursak; Türkiye’nin tâ Osmanlı’dan kalma meşruiyeti varken, hiç alâkası olmamış Rusya’nın Suriye ve Libya’da güç kazanması dikkat çekicidir. Doğru mudur?

Evet...

Biz orada kendi meşruiyetimizi koruyoruz fakat karşılığında Rusya’ya da meşruiyet sağlamış oluyoruz. Olacak iş değil. Bahsettiğimiz durum, Karabağ’da da geçerli olmuş oldu. Ayrıca, Türkiye Barış Pınarı’ndan sonra Rusya ve Amerika ile yaptığı anlaşmalara nasıl uyulmadığını, Moskova ve Washington’un attığı imzaları yalayıp-yuttuklarını Azeri kardeşlerimizle paylaşmış olmalıydı.

Muhakkak paylaşmıştır.

Ben de öyle düşünüyorum.

Türk kamuoyuna anlaşmanın üstün bir başarı gibi gösterilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Hatta “Türkiye’nin Hazar Denizi’ne artık bir kıyısı var.” diyenleri görüyoruz.

Türkiye, eğer 21. yüzyılda bekâ mücadelesi vermek istiyor, buna niyet ediyorsa duygularıyla değil aklıyla yapmak zorunda. Analizlerle yola çıkmalı. Nereye kadar gidebilir, nerede kalabilir?.. Anlı-şanlı bir genel yayın yönetmeninin birkaç paylaşımıyla karşılaştım biraz önce... Türk kamuoyuna bu kadar yanlış bilgi verilmemesi gerekiyor.

“Batı Sokaklarında Kan Dökülecek!”

Başka bir ehemmiyetli mevzu, yakından takip ediyorsunuz; ABD seçimleriyle beraber ortaya çıkan atmosferi nasıl yorumluyorsunuz? Bu kadar siyasî kutuplaşma ABD için normal mi?

ABD, para üzerine kurulmuş bir devlettir. Zaten dolarların üzerine “In God We Trust” ile göz koyarlar. Yâni, ABD’de ekonominin kötü gidişi beraberinde kutuplaşmayı, kutuplaşmayla da beraber müthiş bir siyasî istikrarsızlığı getirdi. Tarihlerinin en karanlık döneminde 77 yaşında bir adamı, Joe Biden’i seçtiler. Pearl Harbor Baskını’ndan beri bu kadar kötü bir yıl geçirmemişken, bir de bavulu çok ağır, taşınması zor bir başkan seçtiler.

Bittiklerinin ilânı aslında öyle değil mi?

Tabiî, adım adım sona gidiyorlar. Şunu da gözden çıkarmamalıyız: Batı rasyonalitesi diye bir şey vardır. Türkiye’deki tüm yorumlar o akılcılığı hep ıskalıyor. “Aydınlanma Çağı” diye adlandırdıkları günden bu yana Batı’ya yön veren bir gelenek vardır, üniversiteler-akademi çevreleri ve sair... Bir yerde dibe vursalar bile sonuç itibariyle, bilimsel analiz ve teknolojik birikimle kendilerini yeniden suyun üzerine çıkarabilecek kapasiteye sahip olduklarını görmezden gelemeyiz. Bu tam bir yıkım değil bana göre... Batı kendi bünyesi içinde bu tür yıkım anlarında I. ve II. Dünya Savaşı’nda gördüğümüz gibi kanlı hesaplaşmalara başvurmuştu. Şimdi kanlı hesaplaşma imkânı bulamadığı için sokaklarının hareketlenmesiyle bir senteze doğru gitmeye çalışıyor. Bu demek oluyor ki; Batı’nın sokakları önümüzdeki yıllarda daha da hareketlenecek, kanlı bir noktaya savrulacak... Bunları görebiliriz. Sonrasında çıkacak sentezlere, hep beraber bakacağız!

Bahsettikleriniz özellikle ABD için çok tehlikeli değil mi? Çünkü dinî ve etnik açıdan birçok unsur bir arada.

Elbette çok tehlikeli. O tehlikeyi bertaraf edecek bir uzlaşma zemini şu anda yok.

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.

Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 722.Sayı