Amerikan seçimlerini Biden’ın kazandığı açıklandı, buna rağmen Trump da vazgeçmiyor. ABD’de keskin bir siyasi kutuplaşma ortaya çıktı. Bu siyasi kutuplaşma Amerika için normal mi, daha önce bu seviyede bir bölünme gördünüz mü?

Önce kutuplaşma mevzuuna değinelim. Amerika’da iki partili sistem var ve iki partili olduğun zaman otomatik kutuplaşma vardır. Ya ondansın ya da öbüründen. Çoğunluk sistemi olsa, nispi temsil olsa, üçüncü, dördüncü, beşinci partiler de parlamentoya giriyor. Ama Amerika’da hep ikili sistem olduğu için insanlar her zaman ya “a”dan, ya da “b”den olmak zorunda. Lakin Amerika’da bu sefer başka bir şey var ve zikredilen de bu olsa gerek. Biz siyaset bilimi okuduğumuz zaman Amerikalı bir hocamız vardı; “Oy vermeye gitmek bir sorunun olduğunu gösterir.” derdi. Aklı başında insan oy vermeye gitmezdi. Niye? “Ne işim var benim, ha Ali gelmiş, ha Veli gelmiş ben işime bakarım, o olmuş, bu olmuş ne fark eder, benim için hiç önemli değil.” zihniyetiyle baktığı için Amerikalılar oy vermeye gitmiyordu. Amerika’da her zaman oy verme oranı yüzde otuzların biraz üstü, yüzde kırkların biraz altında seyrederdi. Ama Amerika’da ne zaman bir kriz olsa, mesela John F. Kennedy vurulduktan sonraki seçimde olduğu gibi veya Bush’un sebep olduğu ekonomik krizden sonra olduğu gibi, oy verme oranları bu seçimlerde hiç görülmemiş bir biçimde arttı. Hemen hemen herkes gitti oy verdi. Neden? Çünkü bu sefer Amerika’da hiç olmayan bir şey kuruldu, iki partili sisteme ek olarak iki büyük ittifak kuruldu. Aynen bizdeki gibi. Orada da bir millet ittifakı, bir de cumhur ittifakı ortaya çıktı. Oradaki cumhur ittifakı Trump’ın arkasındaki ittifak... Bir cins popülizmden besleniyor. Biden’ın arkasında kümelenen insanlar ise, yani onun bir araya getirdiği ittifakta da, aynen bizdeki gibi birbirine hiç benzemeyen yedi sekiz grup bir araya geldi. Bu da bizdeki millet ittifakına tekabül ediyor. Bernie Sanders’ın temsil ettiği sosyalistler, Alexandria Cortez’in temsil ettiği radikaller, kendini anti faşist diye adlandıran kişiler vs. Biden, bunun büyük bir ittifak olduğunun farkındaydı. Yanına siyahi Hint kökenli Kamala Harris’i aldı ve daha da büyüttü ittifakı.

Harris’in bir ucu Latin Amerikalı, bir ucu Hindistanlı, Yahudi ile arası çok iyi. Enteresan bir kadın.

Yahudiliği normalden saymak lâzım. Kısaca bu ittifaklar çekişti ve yetmiş milyon bir tarafta, yetmiş dört milyon bir tarafta oldu ve neredeyse Amerikalı seçmenlerin tamamı hatta belki de daha fazlası (!) oy verdi. Ben de Trump olsam vazgeçmem; çünkü bu kadar karışık bir ortamda koronavirüsten dolayı erken oy vermeye izin verdiler, posta yoluyla oy verme arttı, eskiden de vardı ama bir sebebiniz olması gerekiyordu. Şimdi o sebeplerin hepsi ortadan kalktı ve hiç kimseye sebep sorulmadan “İsteyen posta yoluyla oy verebilir.” dendi. Amerika’daki arkadaşlarım bana “Herkesin posta kutusuna 15-25 oy pusulası attılar.” dedi. Oy pusulasını doldurmak için de sadece sosyal sigorta numarasını yazmak yeterli oluyor. Bu oyları kim kontrol edecek, bilgisayarlara girildi mi? Dedikodular duyuyoruz her yerden, “1901’de ölmüş bir insanın adına oy vermiş birisi.” şeklinde. Bütün bunlar dört milyon tutar mı bilmiyoruz, göreceğiz. Bu ittifak Amerika’yı kutuplaşmış gibi gösterdi. Kutuplaşmanın sebebi tamamen “Trump gitsin de ne olursa olsun.” yaklaşımıdır. Çok konuşulduğu gibi “bir tarafta küreselciler, diğer tarafta milliciler var” meselesi de değil. Küreselciler var ama küreselcilerin yanlarında sosyalistler de var. Sosyalist Sanders en koyu küresel düşmanı, neredeyse Nazi diyebilirsiniz Sanders’a... O kadar kendi emeği, kendi işçisi diyen bir sosyalisttir. Meselenin özü “Trump gitsin de ne olursa olsun.” yaklaşımıdır.

Trump hâlâ başkan, fakat ABD’deki televizyon kanalları, gazeteler, Twitter gibi sosyal medya kuruluşları Trump’a sansür uyguluyor. Bütün Amerika Trump’ın karşısında gibi bir hava hakim.

Evet. Bütün Amerika Trump’a karşı. Çünkü hem sermaye, sermaye derken ikiye ayırmak lâzım. Finans kapital ve sınaî kapital. Sınaî kapitalde sorun yok, onlar işlerini yine yapıyorlar. Biraz zarar gördüler, o da korona dolayısıyla insanlar evlere kapandığı için. Ama finans kapital Trump geldiği günden beri dünyaya sermaye ihraç edemez oldu. Neden? Çünkü Trump bir popülist. Trump’ın bu popülizmi yerlici ve milli ekonomici bir görüntü çizdi. Mesela Trump göreve geldikten bir iki ay sonra ulusal güvenlik belgesi yayınlattı, belgede beş ülkeden düşman diye bahsediliyor. Siz Çin’i, Rusya’yı düşman sayacaksınız, Amerikan sermayesi de oraya gidip yatırım yapacak. Yapamıyorlar, Trump veya bakanlıklar yaptırtmıyor. Sebep? Çünkü bunlar düşman ülke. İran’dan, Türkiye’den çekilen Amerikan sermayesini düşünün. S-400 meselesinde “Türkiye’yi batırıyoruz.” dedikleri zamanları hatırlayın. Bu sebeplerden ötürü finans kapital nefret etti Trump’tan. Bununla birlikte finans kapitalin uzantıları, işbirlikçileri, aynı kaptan yemek yiyen büyük teknoloji firmaları da Trump’a düşman oldu. Büyük teknoloji firmalarının Trump’a düşmanlığı fikriyattan falan değil, yatırım yapmalarını engellediği için. Amerikalı firmalar Çin’e gidip 5G kuracaklardı ve milyar dolarlar kazanacaktı. Ama hiçbiri gidemiyor.

Amerika para-refah üzerine kurulmuş bir “imparatorluk” ve bugün mesele hâlâ para üzerinden mi dönüyor?

Tabiî ki. Bu paranın dışarıya gidip orada işlemesi ve geri dönmesi lâzım. Hareketli sermaye. Huawei’yi düşman ilan ettiğin zaman onun üzerinden yatırım yapamaz hale geliyorsun. 4-5 tane Koreli ve Japon firma değil bunlar. Bunlar dünya çapında Amerikan sermayesine işletme imkânı sağlayan firmalar. Huawei veya Tesla bunu kendi başına yapmıyor. Tesla elektrikli araçlarını Türkiye’de üretmek istediğinde “Türkiye’ye yatırım yapmanıza izin vermiyoruz.” dedikleri zaman firma da, para da ölür. Tesla kendi cebinden yapmayacaktı bu işi. Yanında birileri ile gelip yapacaklardı. Asıl o zaman para babaları para kazanacaktı. “The business of America is business” yani “Amerika’nın işi iştir.” O iş olmuyorsa, yürümüyorsa Amerika yok demektir. Trump aşırı milliyetçiliğiyle, popülizminin arkasındaki aşırı yerliciliğiyle küresel sermayeye engel oldu. Ama mesele sadece küreselciler değil.

Bundan sonrası ne olur, Trump pes eder mi?

Edecek gibi görünüyor. Sandıklara dört milyon oy doldurulabileceğine inanmıyorum. 1-2 eyalette bin oy, diğer bir eyalette 2 bin sekiz yüz oy fark var. O eyaletler Trump’a dönebilir ama 270 delegeye ulaşması mümkün değil. Trump’ın gideceğini düşünüyorum.

Seçimin devamının Amerikan sokaklarındaki yansıması ne olur?

Bir şey olmaz. Amerikalılar çok fazla sokaklara çıkmayı sevmezler. Bir iki gün çıkarlar sonra evlerine dönerler. Siyahi bir vatandaşın insanlık dışı bir şekilde öldürülmesinden sonra haklı bir protesto hareketi oldu. Afrika kökenli Amerikalıların bin yıldır uğradıkları ırkçılığın tepkisiydi bu. Fakat o gösteriler kolayca tedhişe dönüştü. Birçok eyalette haftalar ve aylar süren işgaller oldu. Bu protestoya karşı bir tür öfke de oluşturdu. “Seçim bitti artık huzur bulalım, sakin olalım sokağa çıkmayın.” denir. İki taraf da yavaş yavaş eve döner diye düşünüyorum. Ben “Amerika bölünüyor.” diyenlerden değilim.

Amerika’da maddi refah üzerine kurulmuş bir ülke, dolayısıyla halkını bir arada tutan da bu refah. Bir ümit Biden bu refahı bize geri verecek diye düşünüyorlar belki. Bu gerçekleşmezse ne olur?

Biden’in koalisyonunda veya ittifakında küreselciler de var. Onlara tavizler verilecektir ve bunu gerçekleştirmek isteyeceklerdir.

Biden, “Göreve geldikten sonra yapacağım ilk iş Müslümanların ülkeye girmesini yasaklayan tasarıyı kaldıracağım.” dedi. Ciddi bir laf. İkinci iş olarak “Amerikan firmalarına şurada şurada yatırım yapamazsın denen yasakları ortadan kaldıracağım.” dedi. Dolayısıyla Amerika’nın işi tekrar iş olacak. Yani para kazanmaya başlayacaklar.

Dış politikadaki yansıması nasıl olur? Biden’ın PKK-YPG’ye olan desteği üzerinden bu hususta değerlendirmelere sıkça rastlıyoruz.

O politika Biden’ın veya Trump’ın politikası değil, derin devletin politikası. İki parti arasındaki ortak noktadır ve ucu 1915’e dayanır. Orada bir “Büyük Ermenistan ve Büyük Kürdistan” kurma fikri öylece duruyor. Obama dışişleri bakanlığından Bush’un getirdiği adamları kovmadı, Trump da iki yıla yakın Obama’nın adamlarını kovmadı. Mesela Ortadoğu masasının başındaki Victoria Nuland denen kadın neoconları kuran Robert Kagan denen şahsın karısıdır. Yıllarca Victoria Nuland yönetti Amerika’nın Türkiye ve Ortadoğu ile ilişkisini. Trump hiçbir şekilde ilgilenmedi, onlara devretti gitti. Son iki yıldır oraya birilerini getirdi, o da neoconcu kadının asistanıydı. Ortadoğu masasının başına gelen şahıs. Şimdi bunların hepsi geri gelecek. Amerika o politikasını tekrar uygulamaya başlayacak. Hatırlayın, Irak’taki Kürt kardeşlerimize bir referandum yapıldı. “Bu hükümet bizi gözetmiyor.” şeklinde yorumlar yapıldı. Yahu cumhurbaşkanı Kürt. Cumhurbaşkanı Talabani’nin aşiretinden. Nasıl olur da Irak hükümeti özerk Kürdistan bölgesinin hak ve hukukunu gözetmez. Bu doğrudan doğruya tahriktir. Zavallı Iraklı Kürtleri az daha yakıyorlardı, neredeyse savaş çıkacaktı “Bağımsızlık ilan ediyoruz.” diye, Erdoğan’ın gayretiyle önlendi. Şimdi onların hepsi tekrar gündeme gelecek. Suriye’de sözde Kürdistan’ı kurdurmaya çalışacaklar. Biz biliyoruz ki oradakiler PYD-PKK’dır; fakat bunları o adamlara anlatmak mümkün değil gibi. Dinlemiyorlar, dinleseler bile ikna olacak gibi durmuyorlar.

Öte yandan ABD’nin eskisi gibi istediğini yapabilme-yaptırabilme gücü de yok, o kabiliyetleri de yok.

Bunlar bu plânı tezgâha koymaya başlayalı on üç sene oldu. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) 2007’de başlamıştı bu plânlı işe. Evdeki hesap çarşıya uymadı... Bölgede Erdoğan faktörü vardı, hesap edemediler. O sıralarda Erdoğan, artık sadece iktidar değil muktedir de olmuştu. Vesayet sistemi iyice geriletilmişti. Gerçi o tarihte FETÖ’cüler tam ayıklanmamıştı ve dolayısıyla silahlı kuvvetlerde zaaf vardı ama irade düzeyi üst seviyedeydi. Yâni, en azından ABD’nin plânlarını bozabilecek bir karşı güç oluşmuştu! Bu güç de Erdoğan’dan geldi. Herkesin dönüp, Erdoğan’a hücum etmesi, yıkmaya yeltenmesi bundan...

“Oh ne güzel Biden geldi! Sen de gidersin!” diye makale yazıyor Murat Belge. İnanılmaz bir şey. Profesör bir de bu adam, “Biden geldi, bize de ümit geldi!” diyor. Sana gelen ümit ne kardeşim? Milliyet’in yarınki sayısına (11 Kasım Çarşamba) bunu yazacağım. Ne öneriyor bu adam? Türkiye’nin bölünmesini öneriyor ya... Irak’ta bir Kürdistan kurulursa, PKK ile işler büyütülürse ya da herhangi kötü bir şey olursa bölgede yeni bir bunalımın başlangıcı olmayacak mı? Bu bunalımın bedeli Türkiye, Suriye, Irak ve İran’a yansımayacak mı? Türkiye’nin verdiği mücadele ortada, neye seviniyorsun sen, neyin ümidi?

İş, ihanete varıyor!

Açık ve seçik!.. İş bilinçli yahut bilinçsiz ihanet seviyesinde! Herkes Türkiye’ye ihanet etmek için kolları sıvamış demek istemiyorum. Fakat bilinçsizce o tarafa alet olabilirsin, bunu da unutmamak lâzım. Biden başkan oldu, çok şey değişmez. Çok para kazanırlar, Trump üç gün sonra unutulur. G. Bush ve Obama’nın plânlarını güçlü bir şekilde uygulamaya sokarlarsa Afganistan’dan Lübnan’a kadar işler daha da kızışır. Hatta daha da geriye gitmek gerekirse, Yemen’den yukarı doğru bütün bölgeyi yeniden tertiplemeye başlarlar. Sebebi de, Neoconların takriben yirmi yıl önce dergi-kitaplarda ifade ettikleri Sykes-Picot Anlaşması’nın işletilememesi... Derler ki, “Sykes-Picot anlaşması işlemiyor, İngiltere’nin bize devrettiği Orta Doğu haritası yanlış. Biz bunu tekrar kan bağları üzerinden kuralım!” Yâni “blood map” mazeretiyle harekete geçebilirler. Yazıp, çizdiler ve Amerikan Savunma Dergisi’nde yayınladılar. Tüm mesele bu, kan bağları haritasını uygulamaya koymak.

Teşekkür ederiz vakit ayırdınız.

Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 722.Sayı