Bir Ramazan’ı daha geride bırakıyoruz. Özellikle bu sene diğer Ramazan’lardan farklı bir şey alâkanızı çekti mi?
Ramazan’da Katar krizi öne çıktı. Bir de bize fazlasıyla uzak olan Filipinler’de terör örgütü DAİŞ ile yapılan birtakım şeyler var. Amerika Filipinler’i teslim almak için DAİŞ’i sahaya salıverdi. Daha sonra da İran’da terör faaliyetleri yaptırdılar. Maksatları Müslümanlara Ramazan’ı zehir etmek… Bir başka hâdise ise Mısır’ın Gazze’ye yapılan zulmü daha şiddetli hâle getirmek için işgalci İsrail ile gizli görüşmeleriydi. Bütün bunlar iki ayaklı şeytanların Ramazan’da boş durmadığını gösteriyor.
İsrail bundan evvelki senelerde Gazze’de bombardımanlar yapıyordu. Şimdi de özellikle Batı Şeria’da işgallerini sürdürerek yerleşim yerleri inşa ediyor. Bu Ramazan’da bizim dikkatimizi çeken şey; İsrail’in yaptıkları dünyada gündeme gelmiyor. Bunun sebebi nedir?
İsrail bu yıl Gazze mevzuunda elektrik kesimi dışında aşırı şiddete başvurmadı. Bunun birkaç sebebi var. Birincisi, Suriye’deki parçalanmaya yönelik ilgiyi Gazze’ye çekmek istemiyor. İkincisi Gazze’ye abluka yapma misyonunu Mısır’a verdi. Bir de Türkiye’nin tavrı sebebiyle, Gazze’ye hava saldırıları yapmak kolay değil. Yerleşim yerlerini açmaya devam ediyor, bütün dünyaya rağmen hem de. Bu doğru. Esasında şöyle okumak lâzım mevzuu, İsrail yerleşim yerleri yaparken Yahudilere değil, Müslümanlara yapıyor...
İnşallah...
Yakında oraları bize bırakacaklar!
Müslümanların içinde bulunduğu ahvalini düşünerek, şu soruyu sormak istiyoruz; Ramazan sadece yeme-içme ayı mıdır?
Ramazan yeme-içmeden uzaklaşma ayıdır. Modern zamanlarda ne yazık ki yiyip-içme ayına dönüştürüldü. Fakat buna karşı bir tepki var. Sanıyorum ki, bu sene geçmiştekilere nispetle rehavet daha azdı. Bu sene maneviyatı yaşayarak geçirdiğimiz bir Ramazan olduğunu düşünüyorum. İsraf daha az diye düşünüyorum... Müslümanlar son yüzyılda oldukça sıkıntılı bir süreç yaşadı. Bu süreç hala sürüyor; fakat genç nesilde bir şuurlanma söz konusu. Bu şuurlanmanın neticesinde, Ramazanlar daha iyiye doğru gidiyor. Bundan sonra daha da iyi olacağını ümit ediyorum.
Bizim de dileklerimiz bu yönde... Yeme-içme mevzuuna değinmişken, gıdalardan kaynaklı hastalıklar son dönemde artış gösteriyor. Müslüman olarak bu hususta nelere dikkat etmeliyiz?
Müslüman beslenirken iki temel kurala uymalı. Birincisi, Kur’an’ın emrettiklerine. İkincisi, Peygamber (s.a.v)’in sünnetine uyacak. Bu iki temele uyulduğu takdirde hem dünyasını, hem de ahiretini kurtarmış olur. Mesele kurallara geliyor... Evet Kur’an-ı Kerim dipdiri, ilk vahiy kadar canlı karşımızda duruyor. Sünnet de Peygamber Efendimiz karşımızda duruyormuşçasına sahih şekilde sapasağlam bize intikal etmiş durumda. Lakin Müslümanlar dünyevîleştikçe yahut başka meselelere daha fazla öncelik verdikçe, kurallar mevzuunda çok fazla düşünce geliştirememişler. Geçmişte beslenme meselesiyle alâkalı ulema çok şey söyleyip-yazmıştır. 19, 20 ve 21. yüzyıllarda her şey ifsat edildiği gibi, gıdalar da ifsat ediliyor. Böyle bir çağdayız. Müslümanlar meşgalesini başka yönlere verdikleri için, kurallar mevzuunda güçlük çekiyorlar. Bir Müslüman, beslenmeyi sadece yaşamanın farziyeti olarak görür, bunun için de mahiyet itibariyle, miktar itibariyle ve yeme zamanlamalarıyla Kur’an’a göre uygun mükellefiyetini yerine getirmeli. 1,5 milyar Müslüman var dünyada, bunların ezici çoğunluğu bu mevzuularda hassas değiller. Midelere haram girmeye başladıkça, zillet başlar. Hem dünyevî hem de ulvî zillet başlar. Müslümanların zaafa uğradıkları temel yer midedir. Onları şereflendirecek yer de midedir. Midelerini temizlemezlerse, kalplerini, ömürlerini ve beyinlerini temizleyemezler. İlahiyat çevreleri, dinî meselelere alâka duyan çevreler, cemaatler, akademisyenler, bürokratlar, siyasetçiler bu mevzuuda sınıfta kalmışlardır. Büyük bir vebal altındalar. Hem meseleyi bilmiyorlar, hem meseleyi bilmediklerini bilmiyorlar, hem de bilmedikleri hâlde ahkam kesiyorlar. Bu vebali nasıl taşıyorlar, hesabı nasıl verilecek; bilmiyorum. Bu mesele sadece onların meselesi de değil. Mesele çözülemedi mi, Ümmet’in meselesidir. Her fert bu derdimizi çözmek için elini taşın altına koymalı. İlgilenecek ve mevzuu hayatına geçirecek. Bunu yaptığı zaman şüphelerden ve haramlardan sakınacak. Sakınanların ibadeti makbul hâle gelir. Dünyadaki işleri rast gider. İzzetleri ve şerefleri artar, dünyadaki diğer insanlara karşı daha güçlü, daha dirayetli ve kendi aralarında tespih gibi bir olurlar. Aksi hâlde gâvura rezil olmaya devam ederler.
Marketlerden alışveriş yapıyoruz, ambalajlı ürünler, içinde ne olduğunu da bilmiyoruz. Başka yerlerden de ne alınacağını bilmiyoruz. Toplum olarak tüketiyoruz, bundan nasıl kurtulacağız?
“Marketten başka bir yerden bir şey almıyor” dediğiniz insanlar üç-beş bin liralık telefonu eline almak için haftalarca mücadele ediyor. Bilgisayar, otomobiller, kilimler, mobilyalar için bir ömür tüketiyorlar. İş gıdaya gelince çare bulamıyorlarsa, yazıklar olsun. Böyle bir şey yok, arayan Mevla’sını da, belasını da bulur. Allah, kim ne arıyorsa, onu ona verir. Her şey tümüyle yok olmuş değil. Yeter ki tercihlerimizi değiştirelim, gayretimizi artıralım. Gayret edenlere yardım edelim. Yeter ki, bu meselelerde hassas olup alın teri döken çiftçi, işçi kim varsa onlara yardım edelim. Bunu yaparsak çoğu şey kolaylaşacak, bunu yapmazsak bu zilletleri yaşamaya devam ederiz.
Müslüman’a Müslüman eliyle zulmün arttığı bir Ramazan’dan bahsettiniz. Katar mevzuu özellikle. Bu tefrikanın son bulması için bizim ne tür tavır sergilememiz lâzım.
Müslümanlar bir arada dursun diye bir örgüt, bir teşkilatlanma yahut müessese yok. İslâm İşbirliği Teşkilâtı denilen yapı Suud’un maskarasıdır. Arap Birliği de Suud’un maskarası durumunda. Körfez İşbirliği Teşkilâtı da Birleşik Arap Emirlikleri’nin maskarası durumunda... Geriye de pek kimse kalmıyor. Bunu düzeltebilecek yegâne ülke, Türkiye. Zaten bayrak burada düştü, burada kalkacak. Gâvur da Müslüman da buna inanıyor. Türkiye daha fazla gayret etmeli, hızlı adımlar atmalı. Türkiye’nin “gelen gelsin, gelmeyen de gelmesin” diyebileceği bir teşkilât kurmalı. Adı önemli değil, misyonu önemli. Buna Pakistan, Afganistan, Endonezya, Malezya, Azerbaycan, Somali, Katar, Kuveyt, Sudan vb. pek çok ülke hazır. Türkiye’nin sözünü dinleyecek ülkeler var. Bunlar da vücudu ayakta tutan omurgalardır. Bu saydığım ülkeleri bir araya getirince, Müslümanların nüfusunun yarısından fazlasını oluşur. Türkiye bu ülkeleri bir ipliğe dizip, liderlik yapabilirse bu asır Müslümanların asrı olacak. Bunu yapamaz isek bu zilletler devam edecek. Bunu ne Suud, İran, ne de Mısır yapabilir. Gördük, yapabildiler mi?
Bunların Müslümanlara faydadan çok, zararı var.
Maalesef durum bunu gösteriyor... Söz konusu ülkeler Batı ile ortak hareket ediyor, gâvur ile işbirliği yaparak Müslümanlara düşmanlık ediyor. Başka da bir şey yapmıyorlar! Bunların tarihî kökenleri de yok. Bizde iddia edildiği gibi İran’ın da bir kökeni yok. İran denilen yapıyı bin yıl Türkler idare etti. Mısır dediğimiz yapıyı, yaklaşık 900 yıl Türkler idare etti. Arap coğrafyasını 800 belki daha uzun süre Türkler idare etti. Hindistan’ı bin 100 yıl Türkler idare etti. Bu coğrafyada eseri olan, izi olan, yönetme becerisi olan tek toplum Türkler. İslâm ile şereflendikten sonra, hem Doğu hem Batı’da adalet dağıtan bir toplum olmuştur Türkler... 1839’dan bu yana uyanmaya çalışan Müslüman-Türkler toparlanmaya çalışıyor. 200 yılda çok yol aldı. Tamamlanmış değil, ama Türkiye bu işi ümit ediyorum başaracaktır. Türkiye’deki her Müslüman ferde büyük sorumluluk düşüyor. Hem düşünce, hem faaliyet. Birlik olunmalı, Müslümanlara karşı mücadele değil, Müslümanlar ile sırt sırta mücadele etmek gerekiyor. Herkes içinde bu hissiyat ile yaşarsa, Allah bizi şereflendirecektir. Karşımıza ne Çin, ne Avrupa, ne Amerika durabilir. Allah’a doğru koşalım, Allah vaatlerini gerçekleştirir.
İnşallah. “Türkiye’nin ne söylediğine bakıyor” dediğiniz Müslüman ülkeler ile Türkiye’nin müşterek noktası nedir? İran, Mısır ve Suudları devlet olarak bunun dışında tutuyoruz.
Batı’nın tuzaklarına düşüyor İran, Mısır ve Suudlar. Aslında bunları dışarıda tutmaya gerek yok, birlik oluşacaksa hiçbir Müslüman fert dışarıda kalmamalı. Ancak bu potansiyeldekilere fazla rol vermemek lâzım. Verildiği takdirde siyasî potansiyelleri sebebiyle faydadan çok zarar verirler. Devlet gelenekleri çok fazla yok. Bunların gerçek bir bürokrasisi ve zihin haritaları yok. Batı tarafından çizilen haritaları var. Sadece toprak değil, zihinleri de Batı tarafından yönlendirilmiş. Bunları da kazanmak gerekiyor.
Türkiye’nin etrafındaki kenetlenme “Ehl-i Sünnet vel Cemaat’in etrafında kenetlenme” diye tabir edebilir mi?
Tabiî ki. Son bin yılda, İslâm’ın hem itikadî, hem de amelî omurgası Türklerdir. İmam Maturîdi, İmam Buharî, İmam Tirmizî Türktür... Hadis, kelam ve tefsir omurgası Türk omurgasıdır. O omurga bir kavmiyetçilik anlamında algılanamaz. Peygamber Efendimiz’in Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’ne müjdelenen yüktür bu. Kavmiyetçilik anlamında bir şeyden söz etmiyoruz, bundan Allah’a sığınırız, haşa. Bugün Müslümanların yüzde doksanı Sünni’dir. Sünnilerin yüzde yetmişi Hanefî, Maturîdi’dir. Türklerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda ana omurga Hanefî ve Maturidî’dir. Bu bir şeyi ifade ediyor, diğerlerini haşa reddetmiyoruz. Müslümanların büyük kısmı bu omurgada duruyor ise, demek ki çıkar yol burası. Bizi felaha eriştirecek yol burası. Bu izi takip etmek gerekiyor. Tarihteki bu izi sürersek, bizi bir çıkışa götürecektir. İmam-ı Eşarî Hazretleri de bizim, İmam-ı Malik Hazretleri de bizim, Caferî Sadık Hazretleri de bizim imamımızdır. İmam-ı Azam Hazretleri’ni yetiştiren Caferî Sadık Hazretleri’dir. Onları kimselere bırakmayız. Burada bir reddiye değil, burada toparlanmayı sağlayacak omurgayı göstermek için bunları söylüyorum.
İfade ettikleriniz çerçevesinde Katar mevzuuna bakacak olursak; Katar’ın sıkıştırılmasında Türkiye’nin nasıl bir alâka var?
Katar ablukasının üç sebebi var. En çarpıcı sebep Türkiye’nin orada askeri üs kurmuş olmasıdır. Yemen yanındaki Birleşik Arap Emirlikleri Batı aksında seküler bir hayat yaşayan, Teksas’a dönmüş bir yer… Orada Amerika’ya, Almanya’ya, İngiltere’ye razılar. Ama Müslümanlara razı değiller. Sapık bir hayat süren yönetim söz konusu BAE’de... Arap Emirlikleri’nin kışkırtması sonucu Suudi Arabistan’da veliaht olmak için çalışan savunma bakanının ahmakça hareketi. Babasının gözüne girmek için siyasî aptallığa müracaat etti. Türklerin oraya gelmesini istemeyen bir başka kişi de Mısır’daki Firavun. Bir başka adım daha: Katar yönetimi Gazze’yi destekliyor. Sadece Gazze’yi değil, 2000’lerin başından bu yana Hamas’a ev sahipliği yapmıştır. Hamas’ın Şam’dan çıkmasından sonra yine ev sahipliği yaptı. Bu bazı rejimleri rahatsız etmiştir. Hamas ile beraber İhvan-ı Müslimin’i destekledi. Libya’da da halkın yanında yer aldı. Mısır rejimi bu sebeple Katar’a karşı düşmanlık yapıyor. Mısır’dan kaçıp hayatlarını kurtaran İhvan mensupları da Doha’ya yerleşti. Son faktör ise El Cezire televizyonu Arap rejimlerinin pisliklerini deşifre ediyor. Müslümanların yegâne başarılı yayın organıdır El Cezire. CNN, BBC ve Sputnik’e karşı Müslümanların sesi olan kanal El Cezire’dir. 2008’de Amerika Suudi Arabistan’ın dört trilyon dolarını yedi. Geçtiğimiz aylarda bir trilyona yakın parasını hiç ettiler. Şimdi de 400 milyar dolarına el koydular. Suudlar şimdi diğer Arap ülkelerinden Amerika’yı finansa etmesini bekliyor. Buna Katar ve Kuveyt itiraz ediyor.
Kuveyt niçin?
Kuveyt yönetimi ile Katar yönetiminde akrabalıklar var. Bu iki ülke Türkiye ile iyi ilişkiler kuruyor. Yatırımlarını da Türkiye’ye kaydırdılar. Biz daha çok Katar’ı konuşuyoruz ama Kuveyt de aynı şekilde bize destek veriyor. Bu ülkeler Suriye’de ve Yemen’de İran’ın yaptığı şeye tepki gösteriyor. Bazıları da İran’a yatırım yaparak Katar’ı devirmeyi hedefledi. Beceremediler, ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Türkiye, Endonezya, Malezya ve Pakistan, Katar’a sahip çıktı. Katar’a cephe alanlar şimdi nasıl geri manevra yapacağını düşünüyor. İnşallah uzun sürmeyecek, Katar yıkılmadı. İşgal yapmayı planladılar. Türkiye müsaade etmedi, bu Katar yayın organlarına da yansımadı aslında. Katar’a saldırmaktan korktular.
Asker yollayarak mı caydırdı Türkiye?
Sadece bu kadarını söyleyebilirim. Türkiye önemli bir hamle yaptı. Amerika, Rusya ve Araplar gördü. Türkiye’nin sırtını dayadığı bir ülkeye operasyon yapılırsa, Türkiye’nin ne yapabileceğini biliyorlar. Türkiye Katar’a sahip çıkmasaydı her şeyini kaybederdi. Şu andan itibaren Türkiye, pek çok ülkenin nazarında kahramandır. Katar krizi inşallah çözülmek üzeredir...
İnşallah. Türkiye’ye dönecek olursak; içeride birçok zümrenin başına buyruk, başka yerlerden emir alıp hareket ettiğini biliyorduk. Siz de yakın zamandaki yazınızda “yeniden millî mücadeleciler” diye bir gruptan bahsediyorsunuz. Bu grubun kim olduğundan ne gibi faaliyetler yaptığından bahsedebilir misiniz?
Toplum bunu biliyor, isimlerini vermemize gerek yok. Evet Türkiye’de çok klik var. Bunlar her devrin yapılarında vardır. İktidara CHP gelince CHP’li oldular, iktidara Ak Parti geldi ve Ak Partili oldular. İktidara HDP gelse HDP’li de olurlar, MHP’li de. Klikler her partinin içerisinde yer alırlar. Kimin gemisi daha güçlüyse, oraya geçerler. Aynısını önce Refah Partisi’nde yaptılar. Sonra Fazilet Partisi’ne geçtiler. Kim güçlüyse ondan yana oldular yani. Ak Parti’ye kadar geldiler. Sonrasında MHP’ye geçtiler, oradan da kovuldular. Bu tür fırsatçı kişiler her şekilde karşımıza çıkacaktır. 100-200 gruptan bahsediliyor. Müslümanlar izzetleriyle yaşamalı, bunlarla işleri olmamalı. Müslüman Allah ve Resûlü’ne sarılmalı. Kula kulluk yapılmamalı. Müslümanlar bir çatı altında buluşmalı tabiî ama dikkat etmeliler. Kendilerini muhakeme etmeliler.
15 Temmuz sonrasında müthiş bir manevî iklim oluştu. Millet bu coşkuyu iliklerine kadar hissetti. Buna cihad coşkusu da denilebilir. 15 Temmuz sonrasında çok taviz verildiğini de görüyoruz. 15 Temmuz ruhu sulandırılmaya başlandı. FETÖ ile mücadelede tahliyeler görüyoruz, FETÖ mensubu askerlerin mahkemelerdeki pişkin tavırlarını da gözlemledik. Devlet mücadelenin altından kalkamıyor olabilir mi, neler oluyor?
Bunu üçe ayırmak gerekir. FETÖ’cülerin tavrının böyle olması tabiîdir. Suçlu ayağa kalkmaz, suçunu başkasına atıp, hafifletici şeyler yapmaya çalışacaktır. FETÖ’cüler bir stratejik akıl ile hareket ediyor. Onlar ne yaparsa yapsınlar, istediği tiyatroyu oynasınlar; toplum için bir anlamları yok. FETÖ çöpe atılmıştır. Yeraltı örgütü olacaklar bundan sonra, bir süre Müslümanların başına bela olmaya devam edecekler. Ancak neticede ataları Hasan Sabbah, Pauls gibi tarihin çöplüğüne gitmek zorundalar. İkincisi de, toplumun meseleye yaklaşımıdır. Toplum bir an evvel haklı olarak bu meselenin çözülmesini istiyor. Bu iş o kadar kolay değil; siz elli yıl örgütlenip devletin en mahrem noktalarına kadar sirayet edeceksiniz, şeyhin yatak odalarına kadar ulaşacaksınız, genel ev işleteceksiniz, lezbiyencilik oynayacaksınız, LGBTİ derneklerinde yer alacaksınız, terör örgütleri ile kol kola olacaksınız, cinayetler işleyeceksiniz, toplumun önemli şahsiyetlerini hapislere tıkıp çürütmeye çalışacaksınız, iş adamlarına kumpas kuracaksınız, istemediğiniz adamları yok edeceksiniz ve bunun için de elli yıllık uluslararası istihbarat örgütleriyle bir arada hareket edeceksiniz sonra da devlet sizi bir yılda temizleyecek... Bunu beklemek saflık olur, bunlar dört kimliğe sahipler. Çok açık FETÖ’cüler, kripto FETÖ’cüler, başka yapılardan gözüküp FETÖ ile irtibatı gözükmeden FETÖ’cü olanlar ve dördüncü Allah’tan başka kimsenin bilmediği etkin FETÖ’cüler... Bunlar medyadalar, siyasetteler, ordudalar, emniyetteler, bürokrasinin her kademesindeler, iş dünyasındalar, akademinin her tarafındalar, okullarda, sokaklarda ve farklı kılıklardalar. Münafık kimlikler bunlar. Dindarın yanında dindar, ipsizin yanında ipsiz, sarhoşun yanında sarhoş, genel ev patroniçesiyle bir aradalar. Masonlarla masonculuk bile oynuyorlar! Papa ile Hıristiyancılık oynayan tipsiz bunlar. Bukalemunlarla mücadele etmek zordur. Devlet kolay temizleyemez bunları. Fakat mevcut iktidarın mücadelesinde eksiklikler var mı, var! Çünkü FETÖ mücadelesini emanet ettiğiniz kişiler de FETÖ’cü çıkabiliyor. Sizin yanınıza çocukluktan yerleştirilmiş şahıslar, öyle sizden ki, öyle namaz kılıyorlar ki sanırsın gerçek bir Müslüman... Hâlbuki hain FETÖ’cü. Öyle millî görüşçü ki, sanırsın topluma faydalı. Öyle CHP’li ki, fakat CHP’li değil! Bu mücadele 20-25 yıl sürebilir. 2020’ye kadar beklemeliyiz, o zaman Ak Parti’den hesap sorabiliriz. Hesap için erken.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a yürümesi için ne söylemek istersiniz?
Provokasyon. Halkı sokağa dökmek, Gezi vb. bir kalkışma hazırlamak. CHP’li kimliği altında FETÖ’cüleri sokağa dökme gayretindeler.
Plânlı bir organizasyon yani?
Tabiî. HDP de benzer bir harekete kalkışıyor. FETÖ ve HDP terör örgütleri bir araya gelir, CHP maskesini takarlar. Kemal Kılıçdaroğlu da buna taşeronluk yapar. Emir büyük yerden geldiği için yapmaya devam edecekler.
Sonu nereye varacak?
Hiçbir şey yapamayacaklar. Yürüdükleriyle kalırlar.
15 Temmuz’a denk getiriyorlar?
İstediği yere denk getirsinler.
Ben onlar için söyledim zaten, zor duruma düşecekler.
İster olumlu, ister olumsuz tarih hesapları yapsınlar. 15 Temmuz’da millet yeniden imanını, kalbini temizleyecek. Hiçbir güç bunun karşısında duramaz. 15 Temmuz darbe girişimi değildir, 15 Temmuz bir iç savaş, işgal ve yağma girişimidir. Bu isyanın karşılığı savaş hukukudur. Türkiye şu anda yargılamalarda savaş hukuku uygulamalı. Savaş hukukunu uygulamadığı için hata yapıyor Türkiye. Savaşa girmek istemediler mi Türkiye ile? Girdiler... Vatana ihanet suçu ile yargılanmaları ve savaş hukuku ile yargılanmaları gerekir. Bunu yapmazsanız, vicdanları teskin edemezsiniz, beni teskin edemezsiniz. Bu tek başına “demokrasinin zaferidir” falan diye seküler türküler söylemenin anlamı yoktur. Siyasetçiler bunu söyleyebilirler. Akademik çevrelerin, dinî çevrelerin “demokrasi demokrasi” diye nara atmasına gerek yok. 15 Temmuz Allah’ın mü’minlere yardımıdır. İslâm’ı hedef alan alçakların, Allah-u Teala karşısında hezimete uğramasıdır, burunlarının sürtmesidir. FETÖ’cüler için cehennemdir bu. Bu, “Müslümanlar sizin 50 yıldır karşınızda duramadı, ben sizin karşınıza yüreklerine korku olmayan Müslümanları sokağa çıkardım ve hepinizi hezimete uğrattım. Onların yüreklerinden aldığım korkuyu sizin yüreklerine saldım” demektir. Bunu Müslümanca okumak zorundayız, seküler, materyalist bir bakışla bunu değerlendirirsek, yine kaybederiz.
Aslında müthiş bir psikolojik eşik de aşılmış oldu.
Tabiî ki, bunu yıpratmamalıyız. “Bugün 15 Temmuz olsa, bu sefer çıkmam” diyenleri duyuyoruz. Bu bir duygusallıktır, duygusal hareket etmemeliyiz. Bu topraklar, bu millet, bu din bizimdir. Canımız pahasına bunları memur etmeliyiz. Siyasetçiler, bürokratlar, akademisyenler, zenginler yanlış yapabilir; Müslümanlar yapmamalıdır.
Vakit ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
Estağfurullah. İyi çalışmalar.
 
Baran Dergisi 545. Sayı