15 Temmuz size göre nedir?
15 Temmuz, ABD ve İngiltere’nin tertiplediği bir gladyo darbesidir, merkez üssü İncirlik, taşeronu Fetullahçılardır. ABD, saat 02.00’a kadar darbeye net ve kesin bir tavır koymamış, “tarafları sükûnete davet ediyoruz” gibi orta yolcu bir tavır sergilemiştir. ABD gece saat 02.00’dan sonra tavır koyunca, bizim içimizdeki birçok önemli isim de sokaklara çıkmıştır. Yani ABD’yi takip etmişlerdir. 15 Temmuz darbesi bir ABD-İngiltere ortak yapımı gladyo darbesidir ve merkez üssü İncirlik’tir. İlk önce sorunun adını koymak lâzım. Sadece Fetullahçıların kendi başına yaptığı bir darbe değildir; onlar sadece taşerondur.
Darbe tehlikesi hâlâ geçmiş değil. Şu süreçte Erdoğan’ı hedef alan her şey darbedir. Bu bir kurşun, ilaç, kaza, suikast, zehir dahî olabilir. 15 Temmuz’un da hedefi Ak Parti veya başka şahıslar değil, Erdoğan’dı. Erdoğan’sız bir Türkiye ve Erdoğan’sız bir Ak Parti planlanmıştı. Ben 15 Temmuz darbesini 1991’de Sovyetlerdeki son Bolşevik darbesine benzetiyorum. Hatırlarsınız o zaman da Gorbaçov Kırım’da ailesi ile beraber tatildeydi. Darbe yapıldı ve ilk anda başarılı oldu. Gorbaçov ve ailesi esir alındı. Akabinde ikinci gün kimsenin tanımadığı Yeltsin diye birisi çıktı ve çok az kişiyle darbeyi çözdü. Yeltsin kahraman oldu. Yeltsin, esir alınmış, onuru kırılmış Gorbaçov’u kurtardı ve Moskova’ya getirdi.  Gorbaçov artık eski Gorbaçov değildi. Görevi de Yeltsin’e bıraktı. 15 Temmuz’da da aynısı yapılacaktı. Cumhurbaşkanı esir alınacak yahut yurtdışına kaçmak zorunda bırakılacaktı. Darbe ilk anda başarılı olacaktı. Daha sonra bu darbeyi kurgulayanların kahraman yapmak istedikleri iki kişi; birisi çekilmiş, diğeri emekli olmuş iki siyasî lider tankların üstüne çıkacaktı ve darbe komite konseyi çözülecekti. Bu kişiler Erdoğan ve ailesini kurtaracak, Erdoğan onuru kırılmış şekilde Ankara’ya gelecekti. Erdoğan bu şekilde Ankara’ya geldikten sonra eski Erdoğan olmazdı. Güç ise bu iki kişiye geçmiş olurdu. Darbe böyle kurgulandı. Erdoğan’ın dirayeti ve milletin feraseti oyunu bozdu. Yani darbe her halükârda başarısız olacaktı; fakat darbeyi püskürten unsurlar farklı unsurlar olacaktı. Biri çekilmiş, biri emekli iki lider darbe sonrası hükümeti kuracak isimler olarak düşünülüyordu. Yani Ak Parti devam edecekti. Burada hedef Ak Parti değil, Erdoğan’dı. “Üst akıl” diye tabir ettiğimiz güruh için Ak Parti hiçbir sorun teşkil etmiyor. Sorun, Erdoğan. Çünkü Erdoğan ezber bozan, millî bir şahsiyet. Pentagon’un ve CIA’nın Erdoğan için hazırladığı raporlarda da “kontrol edilemez, ne yapacağı hesaplanamayan” yazıyor.

Bu muhtemelen pek çok Ak Partilinin de işine gelirdi.
Evet. Zaten 15 Temmuz gecesi Erdoğan, iki-üç bakan ve bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar milletvekili darbeye karşı çıktı. Belediye başkanlarından da karşı çıkanlar çok az. Saat 02.00’a kadar herkes bekle-gör politikası izledi. Darbe püskürtülmeye başlayınca ve ABD darbeye karşı açıklama yapınca, etkili birçok ismin renk vermeye başladığını gördük. Bu tepkiler de çok cılız tepkilerdi. Mesela bir Melih Gökçek, Metin Külünk gibi tepki veremediler.

Aynı şeyi 17-25 Aralık operasyonlarında da gördük. Yurtdışına kaçmak için valiz hazırlayan bakanlar olduğu biliniyor.
Aslında Erdoğan hep yalnız bırakıldı. Esasında Türkiye ikinci darbeyi değil, sekizinci-dokuzuncu darbeyi bekliyor. 2011 tarihinden itibaren Türkiye kesintisiz bir darbe süreciyle karşı karşıya. KCK Operasyonları, 7 Şubat MİT krizi, Gezi Parkı, 17-25 Aralık, MİT Tırları ve aralarında irili ufaklı operasyonlar… Bu darbenin ana hedefi Ak Parti değil; Erdoğan… FETÖ de Erdoğan’ı sorun olarak görüyor, “üst akıl” da. Gezi’de de Erdoğan yalnız bırakıldı. Parti içindekiler onu sorun yapan kişi olarak gösterdiler. Erdoğan Fas dönüşü konuşmasaydı, Gezi darbesi başarılı olmuştu. Gezi’den sonra 17-25 Aralık’ta da sadece Erdoğan karşı çıktı. Bakanlar, milletvekilleri açıklama dahî yapmadı. Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kesintisiz darbe sürecini Allah’ın yardımı ve milletin ferasetiyle atlattı. Tabiî ki partinin içinde üç-beş kişi var ama azınlıklar. Üst akıl ve piyonlar Erdoğan’sız bir Ak Parti istiyor; fakat millet de Ak Parti’siz bir Erdoğan istiyor. Mevcut parlamenter sistem dolayısıyla Ak Parti Erdoğan’ın omuzlarında bir yük. Erdoğan tek başına seçime giriyor %52 oy alıyor, Ak Parti Erdoğan’sız seçime girsin %10 alamaz. Ak Parti’ye verilen 23 milyon 500 bin oyun 23 milyonu Erdoğan için veriliyor. Yorum değil, durum bu. Erdoğan’sız bir Ak Parti’ye başta ben olmak üzere hiç kimse oy vermez. Ak Parti’nin içinde halkın memnun olmadığı birçok unsur var. Şu anda ise bir istiklâl ve istikbâl mücadelesi veriliyor, dolayısıyla detaya takılmıyorsunuz, memnun olmadığınız birçok şeyi görmezden geliyorsunuz. Bu dönem II. Abdülhamid dönemine benziyor. Erdoğan’ın kaderi ümmetin kaderi ile kesişmiş durumda. Bir kişiye bağlamak doğru değil; ama durum bu. Tarihte kişiler son derece önemlidir; II. Abdülhamid Han’dan sonra Osmanlı’nın ve Müslümanların içine düştüğü durum ortada. Sistem önemli, ekip önemli; ama tarihe mührünü vuran şahıslardır. Son birkaç yüzyılın en özel liderine sahibiz ve Ortadoğu’yu parçalayacak olanlar bu gücü elimizden almak istiyor.

15 Temmuz sonrası geçen dönem gerektiği şekilde değerlendirilebildi mi?
15 Temmuz bir şerdi; fakat buradan hayır doğdu. Önce şunu soralım 17 Aralık 2013 ile 15 Temmuz 2016 arasında ne yapıldı? Hiçbir şey yapılmadı. Hiç kimse mücadele etmedi. Bazıları Cumhurbaşkanı’ndan çekindiği için mücadele ediyor gibi göründü. 17 Aralık’tan sonra yapılan şeyler de sadece Erdoğan’ın gayretiyle yapılmıştır. 15 Temmuz’dan sonra ise senelerce yapılamayacak şey bir günde yapıldı. Yargıda, emniyette, askeriyede… FETÖ’nün tüm yurtları, okulları kapatıldı. Yeterli mi? Kesinlikle değil… Çünkü soruşturmalar siyasî ayakta tıkandı.

Niçin?
Çünkü FETÖ her yere sızdığı gibi siyasî partilere de sızdı. 14 yıldır ülkeyi yöneten Ak Parti’de de çok etkili. CHP’ye de, MHP’ye de sızdılar. CHP’deki güçlerine inanamazsınız. Sakalları kazıyınca Türk Solu’nun ardından bile badem bıyıklı bir abi çıktı. Böylesine tehlikeli bir örgütle karşı karşıyayız. Her yere sızıyor da Ak Parti’ye mi sızamayacaklar? Kimisinin ekonomik kaygılarından, kimisinin zaaflarından, kimisinin akidevî hâlinden… Damat meselesi de çok önemli… Birçoğunu damadı üzerinden ele geçirmişler. Adam millî görüşçü diyoruz, kızı-oğlu üzerinden devşirmişler. Kimisinin hiç dinle alâkası yok, ama ticarî kaygılar üzerinden bağlamışlar. 15 Temmuz’dan sonra özellikle HSYK’da dev adımlar atılıyor. 15 Temmuz gecesi F-16’lar tepede uçarken Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak soruşturmayı başlattı. Siyasî ayak ise kendisine dokundurtmadığı gibi başkalarına dokunulmasını da engellemeye çalışıyor. Fakat bunu uzun süre yapamayacaklar. Geciktirebilirler; ama engelleyemezler.

Türkiye’deki tek iç ihanet şebekesi FETÖ müdür?
Tabiî ki değildir. FETÖ üst aklın aparatlarından bir tanesidir. En mükemmel aparatlarından bir tanesi... Gladyonun geçmişte de birçok aparatı vardı. Sağı-solu kullandı, farklı kesimleri kullandı. İslâmcıları, komünistleri bile kullanıyor. İçimizde kraliçenin İslâmcıları var. Mollalar, müftüler var. Bu topraklarda bu tip operasyonlar çok yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. FETÖ’den sona en tehlikeli olarak ise İrancıları görüyorum. Takiyye kültürünü FETÖ, İran’dan almıştır. İrancılar da şimdi farklı bir paralel yapılanma derdindeler. Bir dönem FETÖ ile İrancılar kavga ettiler, sebebi de parsa kavgası, çıkar çatışmasıydı. 2014’ün Ağustos’unda ise ittifak yaptılar. FETÖ’cüler, İrancılar ve PKK ittifak hâlindedir; patronları ise aynıdır, devletler üstü yapıdır. Devlet bazında ise ABD ve İngiltere’dir.

İran’ın Türkiye’de Sünnî olarak bilinen grup, vakıf, cemaat ve tarikatlardaki gücü nedir?
Tahmin edilemeyecek derecede fazladır. İran özellikle 1979’daki İran Mecusî Devrimi’nden sonra devlet gelirlerinin önemli bir kısmını, Pehlevî emperyalizmini yaymak için kullandı. İslâm’ı, hatta Şiîliği bile kullandı. İran’ın hiçbir zaman Kadisiye ve Nihavent’i unuttuğunu düşünmüyorum. Bunu Firdevsî’nin Şahname’sinde de görürsünüz. O kadim İran kültür ve aklı ikisini de unutmadı. Yüzyıllardır bunun intikamıyla tutuşuyorlar. Şiîliği de güzel bir araç olarak kullanıyorlar. 1979 devrimi bir Mecusî devrimidir. Biz “hepimiz kardeşiz, Müslümanız” derken, İran Afganistan’dan Yemen’e, Afrika’nın en ücra köşelerine kadar mezhep merkezli Fars emperyalizmini yayıyor. Bir sabah bir kalktık, Yemen’in de İran’ın etkisi altına girdiğini gördük. Yemen’in %60’ı Sünnî’dir, geri kalan %40 ise Zeydiye mezhebindendir ve Zeydiye Ehl-i Sünnet’e en yakın mezheptir. 79’dan itibaren oradan götürdükleri çocukların beyinlerini yıkamışlar.

Yahudi’nin tarzına da çok benziyor değil mi?
Evet. Zaten Yahudi-İran ittifakı tarih boyunca süregelmiştir. Yahudilerin, Yahudi olmamasına mukabil övdükleri tek kişi “Kiros” dedikleri Büyük Keyhüsrev’dir. Yahudileri Babil sürgününden kurtardıkları için Yahudiler İranlılara yönelik minnet duygusu içindedir. Sahih hadis kaynaklarımızda, “Deccal geldiğinde sarıklı-cübbeli 70 bin İsfahan Yahudisi eşlik edecek” diyor. Nasıl ki o Türk Solu’ndaki Marksist görünümlü şahsın sakallarını kesince badem bıyıklı bir abi çıktı, İran’daki birçok mollanın sarık ve cübbesini çıkarınca altından kippa çıkar. İsfahan Yahudileri son derece önemlidir ve Yahudilerin en güçlü olduğu yer İran’dır. Siz İran’ın İsrail’e, İsrail’in de İran’a attığına bakmayın. İsrail, her yeri bombaladı, Irak’ı bile bombaladı, niçin İran’a dokunmadı? Ne İran İsrail’e, ne de İsrail İran’a zarar vermiştir.

Tarih boyunca İran’ın Ehl-i Sünnet’ten başka savaştığı da yoktur herhalde.
Kesinlikle… İran tarihine bakın Ehl-i Sünnet’ten başka kimseyle savaşmamıştır ve Ehl-i Sünnet’e karşı birçok yabancı ile ittifak kurmuştur. Mesela en son imzalanan Nükleer anlaşması bir ittifak anlaşmasıdır. ABD ile ittifak yapmışlardır. Suriye’de, Yemen’de, Lübnan’da, Afganistan’da ve Irak’ta bu ittifakı görebiliyoruz. Irak’ı İran’a altın tepside kim sundu yahut ABD Afganistan’ı kimin hava sahasını kullanarak bombaladı. Sistani “Amerikalılara karşı cihad edemezsiniz, haramdır” diye fetva verdi. İran, Siyonizm ve Amerikan-İngiliz emperyalizminin bölgedeki en büyük karakoludur. Humeyni zamanından beri böyledir.
Humeyni, Baas Partisi’nden olan Saddam’a saldırırken “bu Allahsız, kitapsız, dinsiz onun için saldırıyorum” diyordu; aynı Humeyni Baas Partisi’nin Suriye kolu olan Esad’ı destekledi. İhvan Suriye’de ayaklanma başlatınca, dinsiz Esad 30 bin Sünnî’yi Hama’da katlettiğinde Humeyni Esad’ı destekledi. Bunların mezhepçi politikaları hep devam etti. İran “İslâm” devrimi bir Neo-Con projesidir. Humeyni nereden geldi? Fransa’dan geldi, devrimi oradan yönetti. FETÖ’nün farklı bir türü. FETÖ Pensilvanya’dan gelecekti, o Fransa’dan geldi.

Peki bir Müslüman aynı delikten kaç defa ısırılır?
Feraset sahibi değilse defalarca ısırılır. Allah’tan her şerden bir hayır doğuyor. Mesela, Suriye şerrinin bize gösterdiği güzel şey İran’ın gerçek yüzünün ortaya çıkması oldu. Türkler zahire bakar, bâtına değil; ama İran’ın kültüründe bâtın vardır. “Evet” dediklerinde “hayır”, “hayır” dediklerinde “evet”tir. Takiyye kültürü vardır. İranlıların genlerinde bu vardır; ama Türkler nettir. İran, zehri balla süsleyip önümüze veriyor. İran devriminde bunu gördük. O kadar güzel sloganlar atıldı ki, 18 yaşındaki genç İslâmcılar Humeyni’nin sözlerine ve cübbeli-sarıklı görüntüsüne aldandı. 18 yaşındaki gençler “İrangate” hadisesine rağmen sloganların gizemine kendisini kaptırdığı için gerçeği göremedi. Dış basın da sürekli saldırıyor, Humeyni ABD için “büyük şeytan” diyor, konsolosluk basılıyor, dolayısıyla gerçeği görmek imkânsızlaşıyor. Suriye olayında net bir şekilde İran’ın gerçek Mecusî, mezhepçi, vahşi yüzünü gördük. Esasında İran burada çok büyük bir hata yaptı; yoksa biz yine ayılmazdık. İran’ın Afganistan’da ve orta Irak’ta Sünnîlere yaptıklarını Amerikan askerleri yapmadı. Suriye’de yaptıklarını hiçbir işgalci yapmadı. Ona rağmen içimizde hâlâ İran’ı savunanlar var. İran ve Hizbullah antiemperyalist sanılıyordu; oysa tamamen bir Batı projesi, Siyonist projesidir. Hamd olsun bu artık anlaşıldı.

Musul ve Suriye’de bugün ne yapılmak isteniyor?
Yepyeni bir Ortadoğu dizayn edilmek isteniyor. 1916 Sykes-Picot ile girişilen dizaynda yeni bir merhale. 1916’da da bir tek İran’ın parçalanmadığını ve İngilizler tarafından kollandığını görüyorsunuz. Diğer taraftan Araplar başta olmak üzere, aynı din, aynı etnik kökene sahip Sünnî coğrafyanın paramparça edildiğini görüyorsunuz. Oysa İran’ın mafsalları gerek dinî, gerek etnik olarak bölünmeye daha müsait; ama İran’ı kolluyor ve bölmüyorlar. Çünkü, emperyalizmin temel politikası azınlıklara dayanıp çoğunluğu yönetmektir. Şiileri bu yüzden destekliyorlar. Şimdi ise bu coğrafyayı 1916’dakinden daha atomize bir şekilde bölmek istiyorlar. Suudî Arabistan’ı dörde-beşe bölmek istiyorlar. Yemen’i ikiye, Türkiye’yi ikiye-üçe bölmek istiyorlar. Birçok küçük Şii devletçik ortaya çıkarmak istiyorlar. Kuzey Irak’tan Suriye’ye ve oradan Akdeniz’e açılacak bir PKK koridoru istiyorlar. Yeni kurulacak Ortadoğu’da azınlıklar baş olacak, çoğunluklar ayak olacak. Dinî azınlık olarak Şiileri, etnisite olarak da ultra seküler Kürtleri ön plana çıkaracaklar. Önce Suriye, Irak ve Türkiye’nin güneyi olmak üzere üç büyük Kürdistan kurmayı, ardından ise o üç devleti birleştirip Irak’ın petrol rezervlerini de içine alan büyük Kürdistan kurmayı plânlıyorlar. Bu üst aklın planı… Böyle yapmak istiyorlar; ama yapmak istemeleri olacağı mânâsına gelmiyor. Onların bir plânı varsa, Allah’ın da bir plânı var.

Bir de bunun altına bir Şii devleti kuruyorlar…
Evet… Türkiye’nin iki hinterlandı var; bir Türk-İslâm hinterlandı, bir de Arap-İslâm hinterlandı. İran, Türk-İslâm hinterlandıyla birleşmemizi engelliyor, Osmanlı zamanında da engelledi. İran, Afganistan’dan Lübnan’a kadar bir Şii eksen oluşturdu. Afganistan, İran, Irak, Suriye ve Lübnan, Türkiye’yi çevreliyor. Arap-İslâm dünyasıyla buluşmamız engelleniyor. Şimdi ise ikinci bir çemberle, PKK Kürdistan devletiyle bunu sağlamlaştırıyorlar. Bu devlet kurulursa Türkiye nefes alamaz. Türkiye parçalanır. Türkiye artık ekmek almaya giderken bile PKK ve İran’dan izin almak zorunda kalır. Türkiye’nin sınırları Sivas’tan başlar. Bu projenin önündeki en büyük engel ise Erdoğan… Çünkü bunlar yeni bir Ortadoğu şekillendirmek isterken, Erdoğan da yeni bir Ortadoğu şekillendirmek istiyor.

Tam da burada şunu soralım; Büyük Ortadoğu Projesi ne oldu?
BOP bitti. Bunun yerine bazı değişiklikler ve rötuşlarla beraber farklı isim adı altında yürürlükte olan başka bir proje ve hedefinde Türkiye ve Erdoğan var. Erdoğan’ın geçmişte başında olduğu ve şartlı onay verdiği proje bu değildi. Bu, bölgeyi tamamen atomize edecek, Şiileri ve seküler Kürtleri ön plana çıkararak kan gölüne çevirecek bir proje… Bizim Cerablus’a girmemiz bu projeye çok büyük bir darbe vurdu. Bir senedir oraya girilmesi lâzım diye bağırıyoruz. “Efendim girersek bataklığa saplanırız” diyorlar, sanki girmeyince bataklıkta değiliz. Biz girince her yer bataklık oluyor, ama İran girince olmuyor.

Kimse de çıkıp demiyor ki “bize bataklık olan, sana mezarlık olur”…
Aynen öyle…

Musul’a gelirsek…
Orta Irak’ı yok etmek istiyorlar. Oradaki Sünnî Arap ve Türkmen kesim iki şer arasında yok ediliyor. Güney’den Şiiler, Kuzey’den ise seküler Batıcı Kürtler… Barzani de kısmen devreye girmeye başladı. IŞİD’le mücadele maskesiyle otonom Kürt bölgesinin topraklarını yayıyor. Bağdat’ın %60’ı Sünnî’ydi, şimdi ise %70’i Şii… Sadece ismi Ömer olduğu için her gün yüzlerce insan öldürülüyor. Güney Irak’ta bir tane Sünnî bulamazsınız. IŞİD’le mücadele bahanesiyle Tikrit’i, Ramadi’yi, Felluce’yi, Musul’u yok ediyorlar. Bölgeyi Şiileştirmek istiyorlar. Bu plan dâhilinde Irak da ikiye ayrılacak. Kürdistan ve Şii devleti… Ortada kalan Türkmen ve Arap Sünnîler yok edilecek. Vahşî bir iskân politikası izliyorlar. Musul’a giren Haşdi Şabi, Kasım Süleymani tarafından eğitilmiş fanatik Şii milislerden oluşur. Bir numaralı İslâm düşmanı, Sünnîleri kesen, diri diri yakan, çiğ çiğ yiyen şahıslardır. Bunlar girdiği her yeri yakıyorlar, yıkıyorlar, erkeklerini öldürüp etlerini yiyor, kadınların ırzına geçiyorlar. Bunlar da Şiilerin IŞİD’i… Şiilerin içinde IŞİD gibi hatta daha vahşî yüzlerce örgüt var. İnternette videoları var, insanın kalbini ciğerini söküp yiyorlar… Niçinse bunlar Batı kamuoyunda çok hoş karşılanıyorlar. Yani Musul’u bekleyen tehlike bu olduğu için Cumhurbaşkanı Erdoğan da “gelecekleri varsa görecekleri de var” diyor.

TSK, Musul’a inecek mi?
İnmek zorunda. Bizim artık girmemek gibi bir lüksümüz yok.

“Musul IŞİD’in elinde” diyorlar. Bir örgüt 2 milyonluk bir şehri nasıl yönetiyor?
Musul, Irak tarafından IŞİD’e teslim edildi. Yeni Ortadoğu Projesinin hayata geçirilmesi için bir bahane lâzımdı. Bu bahane de IŞİD oldu. IŞİD’le mücadele bahanesiyle her istediklerini yaptılar, yapıyorlar.

Şunu da unutmamak lâzım, Musul’un Sünnî halkı o dönem “Şiîler geleceğine IŞİD gelsin” dedi.
Irak, ABD tarafından işgal edilmese, bu Şii zulmü yapılmasaydı, IŞİD diye bir şey olmazdı. Orta Irak’taki Sünnî çocukların ruh hâlini düşünün, annesinin ırzına geçiliyor, babası öldürülüyor kalbi sökülüp yeniliyor… İnsan tabiî ki canlı bomba olur patlatır.
Oradaki aşiret yapısını da bilmek lâzım. Musul’u şu an IŞİD değil, aşiretler yönetiyor.
Ebu Azrail diye bir adam var… İnsanları çiğ çiğ yiyorlar. Apayrı bir din bu; bir videosunu izledim “Hüseyin’e yemin olsun ki” diyor. Savaşırken bile “ya Hüseyin” diyorlar. Camileri yok “Hüseyniye” dedikleri yerleri var. Amentüsü başka bir şey. Bizim içimizdeki İrancılar da bunu hep gizliyor.

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için…
Rica ederim…

Baran Dergisi 511. Sayı