Erdoğan bir açıklamasında, “Amerika’nın Suriye’de 20 üssü var, bunlar kime karşı? Ya İran’a veya bize karşı, Rusya’ya karşı olamaz. Bu da 3. Dünya Savaşı demek” dedi. Böyle bir ihtimal var mı? 

Bu tespite katılıyorum, çok yerinde bir tespit. Uzun zamandır Amerika’nın 3. Dünya savaşının altyapısını oluşturmaya gayret ettiğini ben de zaman zaman köşe yazılarımda dile getirmeye gayret ediyorum. Burada tabii ki İran’ın hedefte oluşunu açıktan görebiliyoruz. Bunun İran’ı teğet geçeceği anlamına gelmiyor. Bakın Ortadoğu coğrafyasında bereketli hilal hattı mevcut ve bu hattın Doğu Akdeniz’e çıkan enerji hattı İpekyolu hattıyla ileride Türkiye için ciddi geri dönüş sağlayacağını açık ve net görebiliyoruz. Buradan İran, Çin, Pakistan kârlı çıkacak. Ben Türkiye bazında olaya bakma taraftarıyım. Hal böyle olunca Türkiye’nin olayın hangi tarafında durduğu açık ve nettir. Türkiye coğrafyasının istikrarı ve istikbali için elinden geleni yapmaya gayret ediyor. Türkiye’ye yönelik bütün hamlelerin altında yatan şeyin bu olduğunu görüyorum. Bunun paralelinde Rusya’ya, İran’a yönelik hamleler var. ABD ve Batı’nın yaptığı, önümüzdeki 150 senenin ABD ve Batı eksenli olmasını sağlamak, böyle hareket etmek. Yeni güçlerle pastayı paylaşmak istemiyor. Türkiye artık birinin ekseni değil. Türkiye kendisi bir güç ve eksen. Dolayısıyla bu bir varoluş iddiasıdır. Pay alma iddiası. Buradaki üslerin tamamen bizle alakası var. İsrail’le birlikte ABD’nin uzun yıllardır oynadıkları oyunun niteliği buna yönelik. 1. ve 2. Dünya Savaşı sonrası paylaşımın yenilenmesi gayreti bu.

Yakın zamana kadar dünyada herhangi bir askeri hareketlilik olduğunda NATO bir şekilde fonksiyon belirtirdi. Artık ciddiye alınmıyor. NATO çöktü mü?

NATO üyesi ülkelerin durumuna bakmak gerek. İngiltere ve ABD’nin ters düştüğünü, hatta Fransızlarla Almanların, Fransızlarla İngilizlerin ters düştüğünü görüyoruz. Fransa I. Dünya Savaşı öncesi Afrika coğrafyasına geri dönüş sağlamak istiyor mesela. İngilizler bunu engellemenin peşinde. NATO’da ittifak sağlanmadan varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Önümüzdeki süreçte ittifak halinde kalması mümkün görünmüyor, Batı ülkeleri arasındaki mekanizma çökmek üzere. Bunun nedeni Anglosakson ittifakının masaya kendi eksenini koymaya çalışması.

İngiltere son zamanlarda ciddi çıkışlar yapmaya başladı. Yakın zamana kadar net tutum belirtmiyordu mesela? Rusya’ya, İsrail’e, Suudilere açık tepkiler koyuyor?

İngiltere gördüğüm kadarıyla ABD’ye teslim ettiği “bayrak”ı tekrar teslim almak istiyor. ABD’nin önümüzdeki yüz sene içerisinde güç kaybı yaşayacağını en iyi bilen İngiltere’dir. Evet, İngiltere’nin son yıllarda sesi çıkmaya başladı. İsrail de öyle. Rusya, Çin, Türkiye’nin potansiyel tehdit olduğu biliniyor onlar için. Bu güçlerin rahatsız eden politikaları yanında bu güçleri birbirleriyle didişen, çatışan bir halde tutmak istiyor. Bütün kirli işleri ABD’ye yaptırıp, onların zayıflayarak kendisinin yeniden devre olmasını temin edici planlar içinde olduğu görülüyor. Elini fazla bulaştırmadan yapmak istiyor bunu. Tek kutuplu dünyanın sonunun yaklaştığının farkında. İngiltere’ye bakarak ABD’nin durumunu görebiliyoruz.

ABD ve Rusya, Suriye’de, Balkanlarda, Baltıklarda kapışıyor. Türkiye Afrin’i aldıktan sonra Rusya PKK-PYD’yi “terör örgütü” olarak niteledi. ABD-İngiltere arasındaki dengeye Rusya’yı dahil edecek olursak neler söyleyebilirsiniz?

Rusya’nın nasıl bir profil çizeceği ve nasıl bir sonuca varacağı çok önemli. Rusya’nın kalıcı olması önemli bölgede bizim açımızdan. Terazinin bu yanı bizim için önemli. Burada biz İngilizlerin oyununa göre değil, kendi çıkarlarımıza göre hareket etmeliyiz. Rusya’yla ilişkilerimizde tarihimizi dikkate alarak değerlendirmeye gitmeliyiz. Geçmiş ve bugün kıyaslamasına bakarak söylersek, Rusya savaştan kaçmayacaktır. Mesela ABD gibi birilerini çatıştırmak değil, kendisi savaşa girmekten çekinmeyecektir. Aç kalmaktan korkmuyor çünkü. Batı, I. dünya savaşı sırasında olduğu gibi Rusya’nın Bolşevik devrim taktiklerinden faydalanmaya kalkışı gibi Almanya ve İngiltere aynı fırsatları Ukrayna üzerinden yokluyor. Almanlarla Rusların kapışmasından hareketle devreye girmek hevesinde olan bir İngiltere vardı. Alman sermayesi Bolşevik hareketinin altyapısında etkili oldu mesela, Yahudi lobisi? II. Dünya Savaşı’ndan karlı çıkan ve hep böyle olmaya çalışan İngiltere, farklı güçleri çatıştırarak sıyrılmak gayretinde. Rusya ise dosta dost, düşmana düşman olarak bakıyor. Rus sosyolojisine baktığımızda Türklerin yapısını hatırlatıyor. Geri adım atmayıp ya ölecek ya çıkacağız tutumunda devam edeceğe benziyor. “Oturalım bize diktede bulunanlarla anlaşalım” havası yok. Bu bizim işimize yarıyor. Burada karşılıklı ihtiyaç var. Bu kalıcı mı, hiçbir zaman zıtlık olmayacağı anlamına gelmez. Tarih de bunu gösteriyor. Şimdilik güçlenerek çıkmaktır mesele…

“İslâm’ın son ordusunu durdurma çabaları” başlıklı yazınızda ordumuzdaki “şehitlik şuuru”na vurguda bulunuyorsunuz. Dünya ordularıyla kıyasladığınızda nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD’nin Vietnam’da ölen asker sayısı arttıkça Amerikalıların postallarını ABD’deki Beyaz Saray’ın önüne koyup protesto ve uyarı yapan bir halkla karşı karşıya kaldığını görmüştük. Aynı şey İran için de söylenebilir. Yakın zamanda asker kaybının ileri sürerek, “bizim Suriye’de ne işimiz var!” diye sloganları atması. Rusya kendi “kutlu davası” adına ses çıkarmadı. Zamanla kayıplar belirince Rusya her ne kadar menfaatlerinin bekası için orada bulunduğu ifade etse de orada da itirazlar oldu. Bu Türk ordusunda tarihin hiçbir döneminde, hele biz İslâm’la taçlandıktan sonra, İslâm’ın bayraktarı olduktan sonra, İslâm için kılıç kaldırdıktan sonra bunun hikmetini daha fazla anlamaya başladık. Burada bir bilinç var. Toplumda ve orduda. Peygamber Efendimizin mesajında yer alan, İslâm adına “müjdelenmiş” bir milletiz. Biz “peygamber ocağı” diyoruz. NATO’nun ağırlığını koyduğu dönemlerde de bu inanış tabanda zayıflamadı. Biz Allah için ölmeyi imandan biliyoruz. Bu nedenle şehid sayısı artsa bile bizi rahatsız etmiyor. Biz diyoruz ki, “toprak, onun için ölen varsa vatandır”. Birilerinin nükleer silahı konuşulurken, bizim en önemli silahımız ise, toplumun savaşa bakışıdır. Millet ve ordunun birlikteliğidir. Başkalarının nükleer silah varlığı korkuturken, bizim sosyolojimiz korkutuyor. Nükleer silah başkalarında önemliyse bizim de, “kızıl elma” ilerleyişinden hareketle hiçbir nükleer güç tanımamamız önemli. İman ve vatan anlayışı farkı.


Baran Dergisi 585. Sayı