Mevzunun en başından bir soru ile başlayalım, 6284 ve İstanbul Sözleşmesi tartışmalarından önce Cedaw’ın ne olduğunu sorayım?

Bu sözleşme Turgut Özal döneminde, 1985 yılında Türkiye tarafından imzalanan bir Avrupa Konseyi sözleşmesidir. Bu sözleşme ifsadın ilk adımı yani sözde kadın-erkek eşitliği adına bazı şeyler ileri süren bir sözleşme. Türkiye 1988 yılında bu sözleşmeye dayanarak nafakayı süresiz hale getirdi, 2001 yılında ise Medeni Kanun’dan evin reisi erkektir ibaresini çıkarttı. İstanbul Sözleşmesinden önce de hem Cedaw Sözleşmesi ışığında ilerleme anlamında hem de İstanbul Sözleşmesine hazırlık anlamında 2005 yılında çıkan ceza yasalarında ve ondan sonra yapılan bazı Anayasa değişikliklerinde İstanbul Sözleşmesinin fikri yapısına uygun bir çok yasa değiştirildi. Mesela cinsel suçlar, nefret suçları olarak tanımlanan bir kısım suçlar eklendi. Ceza İnfaz Yasasında kadın merkezli bir takım düzenlemeler oldu. Mesela ceza evinde olan bir kişiyi amcaoğlu ziyaret edemiyor. Halbuki amcaoğlu bizim kültürümüzde kardeşe çok yakın bir akraba sayılır, hemen hemen kardeş gibidir; fakat hala bu uygulama devam etmektedir. Bunun unutulmuş olması mümkün değil, unutulmuş olsa bile bir Ceza İnfaz Yasası değişikliği yapıldı bu mağduriyette buna eklenebilirdi, bunun kasıtlı olarak yapıldığını düşünüyorum. Ceza evinde ki mahkumu amcaoğlu ziyaret edemezken, hanım tarafının nerdeyse yedi sülalesi ziyaret edebiliyor. Bunlar aslında tek celsede yürütülen bir savaş değil, yani feminizm bütün topluma savaş açmış, bu savaşta devlet ve bürokrasiyi de yanına almış, Aile Bakanlığının şemsiyesi altında toplumun bütün kültürüne küçük-büyük demeden her cepheden saldırıyor.

Aile kökünü dinamitleyen bir hukuk sisteminin ortaya çıkmasını sağlıyor, yasalar ve kanun kanalıyla değil mi?

Tabii ki, sadece Medeni Kanunda değil. Sadece evlenirken de değil. Boşanırken de bir bombardımana tabi tutuluyor toplum ve kültürümüz. Yani sadece bir cephede savaş verilmiyor her cephede saldırı oluyor.

İstanbul Sözleşmesi en çok 4. Maddesinde eş cinselliğe ve cinsel sapkınlığa yol açtığı için eleştiriliyor. Bu husustaki görüşleriniz nedir?

İstanbul Sözleşmesi sadece 4. Maddede değil, 20’nin üzerinde yerde cinsel yönelimden, üçüncü cinsten, kalıplaşmamış cinsiyet rollerinden bahsediyor. Kalıplaşmamış cinsiyet rolü dediği, topluma henüz kabul ettiremedikleri sapkın roller. Yani şu LGBT-İ ve devamı queer falan filan. Sapkınlığa bir sınırda çizmiyorlar. Bizim meşru kültürümüze, yerleşik kültürümüze yasayla, sözleşmeyle, kınamayla, sosyal medyayla, basınla engeller getiren anlayış, kendi sapkınlığına, sapıklığına sınır koymuyor. LGBT-İ ve devamı olarak artı diyorlar. Yani daha ne tür sapkınlıklar yapacaklar veya yaygınlaştıracaklar bilemiyoruz. Kendileri de bilemedikleri için sapkınlığın önünü açık bırakmışlar. Maalesef şu anda tahakküm edenler, hükmedenler, yasalara, Yargıtay kararlarına yön verenler onlar. Artık yasaları onlar belirliyor.

Türlü sapkınlığın yolunu açan şeyler bu sözleşmeye dayandırılırken bir taraftan bu sözleşme ile erken yaşta evlilik de cezalandırılıyor.

Aslında erken yaşta evlilik değil zamanında evlilik, genç yaşta evlilik demek daha uygun. Genç yaşta evliliğe tecavüz değerlendirmesi yapılarak ceza veriliyor, bu da yasanın bir sapkınlığıdır, yasal bir sapkınlıktır. Demek ki yasaların bu toplumun kültürü ile bu toplumun kendisi ile bir alakası yok. Demek ki yasalar bu toplumu dikkate almıyor, esasen evliliğin bizzat kendisine karşı olan, üç-beş sapkın feminsti yasalar dikkate alıyor. Şu anda evlilikle ilgili lehte ve aleyhte tüm yasalar feminizm ideolojisi çerçevesinde yapılandırılmıştır. Hiçbirinin ne İslam kültürü ile, ne Türk kültürü ile, ne Kürt, ne de Arap kültürü ile ilgisi ve alakası yoktur.

6284 sayılı yasa hakkında bilgi verebilir misiniz?

6284 numaralı yasa İstanbul Sözleşmesinin vücut bulmuş halidir. İstanbul Sözleşmesi, bunun ruhudur, 6284 de cismidir. 6284 sayılı yasa “ailenin neresinde bir yara bulurum da kaşırım” derdinde olan bir yasadır. Asla yarayı kapatma, tedavi etme isteğinde olan bir yasa değildir. Yarayı daha fazla açma ve kangrenleştirme yasasıdır. 6284 sayılı yasa hukukun bütün temel ilkelerini çiğneyen bir yasadır. Dünya kurulduğundan beri hukukun en önemli ilkesi “müddei iddiasını ispatla mükelleftir” ilkesidir. Kim bir iddiada bulunuyorsa, onu ispat etmek zorundadır. En azından kendisi zayıf durumda ise bile ispat vasıtalarını, delil olmasa bile delil emarelerini, bulgularını veya delilin bulanabileceği yerleri ispata çalışma durumundadır. Fakat 6284 sayılı yasa diyor ki; “sen bir şey iddia et geriye çekil, gerisini ben hallederim.” Bu kanun yuvayı yıkma ve karı-kocayı ayırma noktasında, karı-kocayı çocuklardan ayırma noktasında, yuvayı dağıtma noktasında bir bahanedir diyebiliriz. Yani 6284’ün aileyi yıkması için bir kelime yeterlidir. Nasıl mı? Kadın “kocam bana şiddet uygulayabilir” dese bile, bakın “şiddet uyguladı” demese bile; hatta kadın demese, tartıştığı bir komşusu veya kişi ile husumeti olan bir kişi “filan kişi eşine şiddet uyguluyor” dese, polis gelse o kocayı alsa, ona bazı tedbirler uygulanabiliyor. Bu tedbirler hiç bir savunma alınmadan yapılıyor. Yine dünya kurulduğundan beri hukukun en temel ilkelerinden birisi de “savunma hakkı”dır. Bir kişiye karşı bir iddia öne sürülüyorsa, sizin karar verebilmeniz için mutlaka itham edilen kişinin de savunmasını almak zorundasınız. Ama 6284 sayılı yasa “hiç savunmaya gerek yok” diyor ve savunmayı dinlemiyor bile. Yani değil dikkate alıp almamak tek bir savunma dahi dinlemiyor mahkeme. Ve hemen karar veriliyor. Peki, kişiyi doğrudan etkilemeyecek, sadece olası suçu engellemeye yönelik bir tedbir mi? Hayır. Velayet hakkında tedbir verebiliyor, nafaka hakkında tedbir verebiliyor ve kişiyi evden uzaklaştırma kararı vererek 6 aya kadar kişi evden uzaklaştırılıyor. Hatta bu 6 ay süresiz uzatılabiliyor. Yani 50 sene de uzatılabilecek bir karar bu. Uzaklaştırma kararı verildiği anda, kişinin yaptığı meslek eve girme zaruretini gerektirse dahi, kişi ne polisle, ne tek başına, ne de başka bir şekilde o eve girip o evden hiçbir şeyini alamıyor.

Mesela bir polis memuru veya bir subay düşünün, evde beylik silahı var. Evden uzaklaştırma aldığı andan itibaren silahını alamaz. Avukat düşünün, dosyasını eve getirmiş 1-2 gün sonra duruşması var, dosyasını eve gidip alamaz. Profesör düşünün sunum yapacak bilgisayarı, çalışma notları evde, gidip alamaz. O karar verildiği andan itibaren ne olursa olsun o eve giremiyor. Bu yasanın bu kadar hukuk dışı düzenlenmesi ve en şedid şekilde uygulanması, yasanın aileyi veya kadını koruma amacı taşımadığını gösteriyor. Bu yasayı hazırlayan zihniyet “kadının hiçbir şekilde erkeğe ihtiyacı yoktur” mantığıyla düşünüyor. Halbuki, erkeğin her halükârda kadına ihtiyacı olduğu gibi, kadının da her halükârda erkeğe ihtiyacı vardır. Çok affedersiniz vücudunu, benliğini, can güvenliğini tamamen suyun akışına bırakmış, ne olursa olsun diyen bir hayat kadını dâhi bir erkeğin korumasına ihtiyaç duyar. Bir p.zevengi vardır. Kötü yola düşmüş, her şeyinden vazgeçmiş, kendini tehlikeye bırakmış bir kadın dâhi erkeğin koruması, yardımına ihtiyaç duyuyorsa namus ve şeref sahibi iffetli bir kadın bu toplumda nasıl bir erkeğin korumasına ihtiyaç duymaz. İzzet ve şeref sahibi insanların, feministlerin bu sapkın anlayışını kabul etmesi mümkün değildir. Bu güruhun toplum içerisindeki mücadelesine bugün ses çıkaramasak bile, yasal olarak bunların bize dayatmada bulunması, ailemizin içine en mahrem yere kadar ellerini sokmuş olmaları bizim açımızdan züldür ve zelilliktir. Şahsiyetine saygı duyan bir Müslümanın bu olayı kabul etmesi mümkün değildir. Evlilik kurallarını, kanunlarını ve uygulamalarını evlilik düşmanı olan feministler belirleyemez. Hükümet maalesef uzun süredir Aile Bakanlığı’nı feministlerin eline bırakmış durumda. Feministler bu işle neden uğraşıyorlar? Birincisi ideolojik yönden, ikincisi ve en önemlisi bu işin içinde para var. Avrupa bu alandaki çalışmalara milyonlarca dolar fon aktarıyor. Devlete, topluma, erkeğe ve evliliğe düşman belli bir mezhep ve ideoloji sahibi bir güruh, küçük bir azınlık bu parayı alıp azdıkça azıyor, hükmettikçe hükmediyor. Öyle bir noktaya gelindi ki, bunlar her aileye el uzatmaya, her kararı etkilemeye başladılar. Cinsel suçlardaki iftiraya dayalı yargılamalardan tutun da, boşanma davasına, velayet davasına, nafaka davasına, sokakta yürüyen karı kocaya kadar bunların herkese zararı olmaya başladı. Bugün bir seçim ihtimaline karşı, halk içerisinde yapılan anketlerden de görüldüğü üzere sözleşmeye büyük bir tepki olduğu anlaşıldı ve İstanbul Sözleşmesi tartışılmaya başlandı. Biz aileyi, milli kültürü ve insanlığı düşünüyoruz. Sebebi de bizi ilgilendirmekle beraber, neticesi sebebinden daha önemli olduğu için hükümetin ve birtakım siyasîlerin bu işi tartışmasını çok olumlu buluyoruz. İnşallah bir neticeye varılır diye düşünüyoruz.

İnşallah.

5 Ağustos’ta bu konu ile alâkalı toplantı yapılacaktı, bu toplantı ertelendi. Ben ertelenme kararını hayra alamet görmüyorum, muhtemelen arkasına basını, Avrupa Birliği’ni, ve küresel sermayeyi almış olan şer odakları, istediklerini alamadıkları için bir daha denemek ve daha güçlü bir şekilde baskı oluşturmak adına daha büyük lobi faaliyetleri yapmak ve bu toplantının en azından aleyhlerine sonuçlanmasını engellemek için ertelettiler. Umarım sağ duyu ve akıl hâkim olur, umarım 3-5 kişinin menfaati değil toplumun menfaati esas alınır ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılır.

6284 sayılı yasada çok enteresan ve muğlak bir ifade var. “Her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi” diye. Ekonomik şiddet eylemi nedir?

Mesela bir kadın kocasından pazara, kuaföre veya mağazaya gitmek için para istedi. Kocası da o gün “müsait değilim”, “o kadar para veremem” yahut “bugün de kuaföre gitme” dedi. Bu ekonomik şiddettir. Mesela karısı gece saat 1’de dışarı çıkıp gezmek istedi, kocası da “bu saatte nereye gidiyorsun evinde otur” dediği zaman bu psikolojik şiddet oluyor. Zaten şiddet kelimesinin kendisi hurç gibi, içine her şey doldurulabilir diye tercih edilmiş. Kadının dövülmesi, hakaret edilmesi, aşağılanması, öldürülmesi demiyor, şiddet diyor. Şiddet kelimesini ilerleyen zamanlarda yasa ve genelgeler çerçevesinde altını istedikleri gibi doldurabildikleri için tercih ediyorlar. Yargıtay’ın kararları bile boşamak için bin bir neden sayıyor. Mesela eve gelen kaynanaya o esnada meşgul olsanız bile hoş geldin dememekten tutun da, anne-babasını üç gün eve misafir olarak getirmekten, eve gelen akrabanın yatıya kalması veya yemek ikrâm etmek için eve misafir getirmeye kadar herhangi bir basit tartışmada kullanılan bir söz bile boşanma nedeni olarak sayılıyor. Yargıtay, “Sen yeter ki niyet et, bir bahane ileri sür ben kabul ederim.” diyor. Yargıtay’ın bu konuda birçok bozma nedeni var, burada boşanma misali vardır diye. Sadece sözleşmeyle alâkalı değil yasaları ve uygulamaları da kapsayan topyekûn bir saldırı var.

Boşanma da kolaylaştırıldı yani?

Boşanmayı da kolaylaştırıyorlar; fakat kolaylaşırken bir taraftan da kişilerin birbirinden ayrılması daha çetrefilli hale getiriliyor, kördüğüm yapılıyor. Mesela velayet annedeyken babanın çocukla görüşmesi konusuyla ilgili olarak. İnsanlar arasında daha ne kadar ihtilaf çıkarabilirim, ne kadar fitne çıkarabilirim derdindeler. Şeytan yeryüzüne inse bir hukukçu veya karı-kocanın yakını elbisesi giyse bu kadar başarılı olamaz diye düşünüyorum. Devam eden ya da ayrılan karı-koca arasındaki fitne yönünden bahsediyorum.

Anladım. Başka ekleyeceğiniz önemli gördüğünüz bir husus var mı?

İstanbul Sözleşmesi’nin bir de grevio boyutu var. Son yirmi maddesine bakarsanız görürsünüz. Grevio’nun yetkileri, bir sömürge valisinin yetkisi şeklinde düzenlenmiş. Bunlar diplomat olmadığı halde, diplomatik dokunulmazlıkları olmadıkları halde bunlara diplomatik dokunulmazlık verilmiş ve adeta ülkenin Cumhurbaşkanı’nın sahip olduğu tüm yetkiler bunlara da verilmiş durumda, her bir görevlisine. Yabancı bir misyonun görevlisi olan bir kişinin bu kadar geniş yetkilerle donatılması, istediği yere girebilmesi, istediği kurumdan bilgi alabilmesi, direkt olarak yazışması, yol ve yöntem öğretmesi, uygulama beyanında veya direktifinde bulunması ülkenin bağımsızlığı açısından utanç verici bir durumdur. Grevio’nun yetkileri iyi incelenirse bu sözleşmenin bir işgal planının başlangıcı ve yumuşak bir işgalin yol göstericisi olduğu anlaşılır.

Anladım. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 708. Sayı