Barış Pınarı Harekâtı’na İran Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanından farklı tepkiler gelmesi dikkat çekti. İran medyasında Türkiye, Suriye’de işgalci olarak gösterildi. Öte yandan Cuma hutbelerinde Türkiye aleyhine propaganda söz konusuydu. İran’dan gelen bu tepkileri nasıl değerlendirmek gerekir?
Aslında Cumhurbaşkanı Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in söyledikleri çok farklı değil, benzer tutum içerisindeler. Müesses nizama bağlı, özellikle “Devrim Rehberi” ve “Devrim Muhafızları” kanadından konuşan olmadı henüz. Ancak yine bu kanatları temsil eden basın-yayın kuruluşları ve devrim rehberinin aynı zamanda eyaletlerdeki temsilcileri olan Cuma imamları, hutbelerde tepkilerini dile getirdiler. Hükümet kanadının açıklamaları, Türkiye’nin operasyonu durdurması ve sorunun çözümü için farklı yöntemlerin denenmesi gerektiği yönünde. Ancak bu söylemlerin, operasyonun durmasını gerektirecek şekilde pratik siyaset ile desteklenmediğini görüyoruz. Bu durum, İran’ın bir şekilde Türkiye’nin politikalarına göz yumduğu şeklinde değerlendirilebilir. Aynı zamanda İran’ın ABD ve/veya Rusya’nın, Türkiye’yi durdurma konusunda somut adım atmadıkları sürece tek başına elinden bir şey gelmeyeceğini de gösteriyor. Ancak İran’dan bir koro şeklinde yükselen tepkilere dönecek olursak, Tahran’ın bugüne kadar izlediği Suriye politikasının bir gereği olarak oluşabilecek toplumsal ve siyasî tepkileri bu şekilde yönettiği söylenebilir. İçeride çeşitli sebeplerle birikmiş olan rahatsızlıkları farklı bir yöne yönlendirildiği de söylenebilir.

“Suriye’de Yeni Bir Dönem Başlıyor”
Olayın diğer tarafından bakılacak olursa, ABD’nin, Suriye’de elinin zayıflaması Tahran’ın da işine yarayacak. Barış Pınarı Harekâtı, ABD’nin Orta Doğu’dan çekilmesi veya müdahalelerine son vermesini isteyen Tahran’ın politikalarıyla da bir yerde uyuşmaktadır. Rusya da bu harekâta bazı eleştiriler getiriyorsa da BM’de, ABD ile birlikte AB ülkelerinin Türkiye aleyhinde bildiri yayınlamasını engelledi. Bu tutumdan şunu anlıyoruz; Türkiye başarılı bir diploması yürüttü, bunun sonucunu alıyor. Suriye’de yeni bir dönem başlıyor. Anayasa Komitesi kuruluyor. Dolayısıyla bundan sonra dengelerin kolay kolay değişmeyeceği bir sürece girmiş bulunuyoruz. Anayasa hazırlanırken “Nasıl şekillenecek, Suriye’deki bileşenleri nasıl konumlandıracak, oradaki etnik unsurlar anayasada yer alacak mı, Irak’ta olduğu gibi federal bir sisteme dayalı bir siyasal sistem mi tesis edilecek?” gibi hususlar yakın zamanda netlik kazanmaya başlayacaktır. Kuşkusuz sahadaki durum anayasaya da yansıyacaktır. Dolayısıyla Barış Pınarı Harekâtı’nın sonuçları bu anlamda kritik bir rol ifâ edecek ve hazırlanmakta olan anayasaya mutlaka yansımaları olacaktır. İran’ın operasyondan duyduğu kaygı buradan kaynaklanıyordur. 

“Türkiye Bu Operasyonla Suriye’deki Mevcut Yapıyı Dağıttı”
İran “Devrim Muhafızları”nın Şam üzerinde etkisinin çok güçlü olduğunu biliyoruz. Söz konusu anayasanın şekillenmesinde, İran’ın etnik ve mezhepçi politikalarının etkisi ne ölçüde olabilir?
Burada Rusya’nın tutumuna da bakmak lazım. ABD kuşkusuz dolaylı olarak işin içerisinde, Avrupalılar da var. Çünkü sürecin, Cenevre görüşmeleri kapsamında yürütüldüğünü görüyoruz. Astana sürecini de aşan bir durum var. Dünya kamuoyunun bölgede şekillenecek yeni siyasî sistemi teyit etmesi lazım. Bu yüzden İran’ın tek başına belirleyici olmadığı bir süreçten bahsediyoruz. Muhakkak ki, Rusya İran’ın maksimum taleplerini kabul etmeyecektir. Türkiye de bunu kabul etmeyecektir. İran, Suriye meselesinde taleplerini tek başına dayatabilecek bir aktör değil. Halihazırda anayasayı hazırlamakta olan komisyon çok bileşenli bir komisyondur. Böyle bir komisyonda İran ancak makul taleplerini muhataplarına kabul ettirebilecektir. Doğrusu hiç kimsenin tek taraflı olarak dayatmada bulunamayacağı bir süreç bu. Sahada var olan yapı, büyük oranda masaya yansıyacaktır. Dolayısıyla Türkiye bu operasyonla mevcut yapıyı dağıtarak Irak’ta 2005’te ortaya çıkan anayasa benzeri bir anayasanın Suriye’de ortaya çıkmasını engellemiş oldu.

Suudi Arabistan’daki Aramco petrol tesislerine İran tarafından dron saldırısı yapıldığı iddiaları ileri sürülmüştü. İran, Suudi Arabistan’ın suçlamalarını reddetti. Körfez ülkeleri dahil, İran’ın şu aşamada bölgedeki etkisini nasıl görüyorsunuz?
Bu saldırıyla bölgedeki krizin dozu yükseldi; ama İran Suudi Arabistan’a ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne şu mesajı vermek istedi; “Yaptırımların dozu bu şekilde devam ederse, İran’ın katlandığı maliyeti siz de ödemek zorunda kalırsınız.”
 
Yani bu saldırıyı İran mı yaptı?
Aramco saldırısının arkasında İran olduğunu Suud ve BAE de biliyor. Ama Trump’ı İran’a karşı bir savaşa ikna edemiyorlar. Trump’ın Orta Doğu politikası ortada. Trump bölgede yeni bir savaş istemediği gibi İran ile de savaş istemiyor. Ancak 2018 Mayıs’ında nükleer anlaşmadan çekilerek Tahran’a karşı yürürlüğe koyduğu geniş kapsamlı yaptırımlar, İran ekonomisine ciddi zarar vermiş durumda. İşte bu yüzden Trump savaş gibi sonu kestirilemeyen ve maliyet bakımından da çok yüksek bir seçenektense “yaptırımlar” kartını sonuna kadar kullanmaya kararlı gözüküyor. Ancak İran’ın jeopolitik baskısı altındaki Suudi Arabistan, İran’a bir ders verilmesi gerektiği ve bunun tek yolunun da ABD’nin öncülüğündeki bir savaştan geçtiğini düşünüyor. Daha doğrusu veliaht prens M. bin Selman daha çok bu çizgide. Tabiî İsrail de bunu destekliyor. Esasen körfezdeki manzaraya bakıldığında İran coğrafya, nüfuz ve jeopolitik üstünlüğü ile irili ufaklı Körfez ülkeleri karşısında bir hayli avantajlı pozisyonda. Bu durum ister istemez İran baskısını her daim tepelerinde hissetmelerine neden olmaktadır. Bu psikolojiyi belki ABD’nin desteğiyle tersine çevirebileceklerini düşünüyorlar. Trump’ın İran politikaları arasında en azından 2020 başkanlık seçimlerine kadar savaş seçeneğinin olmadığı anlaşıldı. Aramco saldırısından sonra Suudi Arabistan da anladı ki, bu süreçte İran kendisine yapılan yaptırımlara daha fazla göz yummayacak ve ABD de bu aşamada İran ile herhangi bir savaşa girme niyetinde değil. Bu yüzden son günlerde taraflar arasında bir yumuşama olduğunu ve Pakistan Başbakanı İmran Han’ın arabuluculuk için devreye girdiğini ve BAE’den önemli yetkililerin Tahran’ı ziyaret ettiklerini görüyoruz.

Irak’taki karışıklıkları, İran nüfuzunu dikkate alarak değerlendirmek gerekirse neler söyleyebilirsiniz?
Bildiğiniz gibi Irak’ta İran’ın nüfuzu çok daha derin. Oradaki mezhep faktörü çok daha etkili. Bu bağlamda tarihsel bağları da daha derin. Bu avantajlar özellikle 2003’ten sonra İran’a askerî, istihbarî, siyasî faaliyetlerde başrol oynayan ülkelerden biri olma imkânı sağladı. Irak anayasasının 2005’te onaylanması ve ardından gerçekleşen seçimlerde İran yanlısı parti ve grupların ülkeyi yönettiği biliniyor. Ancak ülkenin temel sorunlarına çözümler üretemediler. Siyasî istikrarsızlıklar ekonomi, güvenlik ve toplumsal her alanda etkisini gösterdi. Irak halkının önemli bir kesimi bu durumdan İran’ı sorumlu tutmaktadır. Zaman zaman meydana gelen gösterilerin hedefinde İran var. Bir hafta önceki gösteriler de bu yöndeydi; ancak Hz. Hüseyin’in şehadetinin kırkıncı günü olan “erbain”in yaklaşıyor olması hasebiyle durduruldu. Erbain sonrasında rahatsız kitlenin protestolarına yeniden başlayacağı belirtildi.
Toplum ve siyasetçiler üzerinde önemli bir etkiye sahip din adamı Ayetullah Sistani’nin protestoları destekleyen açıklamaları ve Mukteda el Sadr’ın kendisine bağlı Sairun üyesi milletvekillerini meclisten çekmesi İran’ın etkisine bağlanıyor. Aslında Irak, İran ve ABD arasında halihazırda yaşanmakta olan bölgesel asimetrik savaşın önemli merkezlerinden biridir. ABD de söz konusu protestoları kendi lehine kullanmak istiyor ve Iraklılar büyük oranda ABD-İran çatışmasının ülkelerine daha fazla zarar vermesinden korkuyor, bunu istemiyor. Bununla birlikte İran da Irak’ta sahip olduğu bu avantajı ABD’ye karşı sonuna kadar kullanma çabasında...

İran’da “Suriye’de ne işimiz var?” diyen ciddi bir kitle de var öyle değil mi?
Evet; ama geçmişte bu kitle çok daha geniş iken DEAŞ’ın ortaya çıkmasından bu yana tablo tersine dönmeye başladı. Fakat buna rağmen hâlâ kayda değer bir kesim ülkenin kaynaklarının mevcut dış politika anlayışına feda edilmesi ve ülkenin içerideki temel sorunlarının çözümü için kullanılmamasından rahatsızlık duyuyor. Nitekim 2017’nin Aralık ayının sonlarında başlayan protestolarda ülkenin ekonomik durumu, Tahran yönetiminin politikalarını sorgulatmıştı.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Rica ederim.

Baran Dergisi 666. Sayı