Musa Biçkioğlu, Ahmet Varol ve Mustafa Özcan Kudüs meselesini Baran okurları için değerlendirdi.


Araştırmacı Musa Biçkioğlu: Kudüs’ü Kurtarmak Müslümanların Vazifesidir!
 
Öncelikle ne Trump’tan, ne İsrail’den ve ne de diğer Batı ülkelerinden iyi bir amel, iyi bir pratik beklemek doğru değildir. Kanunsuz yollarla Filistin topraklarına gemilerle taşınan Yahudiler bu toprakları gasp ettiler ve BM kararı yoluyla orada gasıp bir devlet kuruldu. Dünyadaki mülteci hak-hukukuna baktığınızda göreceksiniz ki; mültecilerin anavatanlarına dönmeleri esastır; fakat ne yazık ki beynelmilel haklar Filistinliler söz konusu olduğu zaman işlemiyor. İlk mülteci dalgası 1948’de geldi, o günden bugüne 70 sene geçmiş, 3. nesil gelmiş yani…

Trump’ın vermiş olduğu kararı hiçbir Hristiyan kabullenemez, dolayısıyla bu siyasî bir karar, fakat neticesi itibariyle dinî… Zaten Moskova patriği de karşı çıktı bu karara, orta halli açıklamalar yapsa da Papa da karşı çıktı, Kudüs patriği Atallah Hanna da karşı çıktı ve Batılı bazı devletler de kısık sesle de olsa bu karara tavır aldılar. Çünkü burada Hristiyanlık açısından akidevî bir durum söz konusu; Hristiyanların tanrı kabul ettiği Hz. İsa’nın güya çarmıha gerildiği, öldürüldüğü ve öldürüldükten sonra kıyam edip 40 gün sonra da göğe yükseldiği kutsal bir mekândır orası. Zaten çarmıha gerenler de kimler; Yahudilerin ta kendisi! Dolayısıyla bir Hristiyan’ın böyle bir karar alması akla mantığa sığmaz.

Trump’ın bu kararı almasında Evanjelistlerin de etkisi vardır kuşkusuz. Çünkü Armageddon Savaşı’nın meydana geleceği mekân orasıdır ve Evanjelistlerin de Armageddon’la şöyle bir ilişkisi var; Tanrıyı kıyamete zorlayacak kadar kan dökmek ve böylece Mesih’in zuhuruna şahid olmak… Şunu da akılda bulundurmak lazım; 9 Aralık 1917’de Kudüs düştü. 1995 senesinde ise Amerikan kongresinden Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilan edilmesine dair bir karar çıkmıştı. 22 yıldır 6 aylık periyotlarla ertelenen bir karardır bu. Dolayısıyla tam 44 defa ertelenen bir kararın tam da Osmanlı’nın Kudüs’ü kaybettiği tarihin yüzüncü yılına denk gelmesinde ABD’nin Türkiye ile hesaplaşma isteği rol oynamıştır şüphesiz.
1980’den beridir İsrail Kudüs’ü fiili başkent olarak kullanıyordu zaten. Anayasasına eklediği maddede Kudüs’ün değiştirilemez başkent olduğu ve İsrail parlamentosuyla cumhurbaşkanlığının Kudüs’te bulunduğu ibaresi geçmektedir. Fakat BM’in bir oturumunda 478. Sayılı kararla bu tanınmadı. BM’nin tanımamasına rağmen BM’nin daimi üyesinin Kudüs’ü İsrail başkenti olarak tanımasıyla yaptığı hukuksuzluğa bakar mısınız! Theodor Herzl ve David Ben-Gorion’a baktığımızda bu iki Siyonist önderin dinsiz olduklarını görürüz. Bu iki lider de Kudüs’ü siyasî emellerini gerçekleştirebilmek için kullanmışlardır. Buradan gelmek istediğim nokta şudur ki; Netenyahu da yolsuzluk çukurunun içerisinde olduğu için ve selefi Olmert gibi hapse düşmemek uğruna Kudüs’ü kendi hırsızlığına alet etmektedir, gündemi böyle geçiştirmektedir. Bu Müslümanlardan daha çok Yahudilere hakarettir aslında.

Özellikle Suudi ekseninin Kudüs'ü pazarlık konusu yapmasına kimse boyun eğmemeli. Arap liderlerinin satılmışlığı ne kadar barizse, Arap milletinin veya tüm Müslüman halkların Kudüs için dünyayı birbirine katacağı o kadar barizdir. Filistin halkı 1967’den beridir direnmekte. Bakın Kudüs’ün ilk fatihi Hz. Davud’dur. Calut zalimini kesen ve Kudüs’ü kurtaran o peygamberdir. Bugün de ümmet olarak, özellikle Anadolu olarak bizim üzerimize düşen vazife şudur: Davud Aleyhisselam’ın mı yanında olacaksın ey Müslüman, yoksa Calut’un mu?

***

Gazeteci-Yazar Ahmet Varol: Bu Kararda Arapların Büyük Payı Var
 
Trump’ın imzaladığı karar 1995’te çıkarılan bir yasanın uygulanması noktasında zaman zaman gündeme gelen bir karardı. Bu yasa iki hususla ilgili. İlki, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabulü, ikincisi de buna binaen ABD Telaviv büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasıydı. ABD Telaviv büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması yeni bir kararla 6 ay ertelendi. Tillerson’un ifade ettiği iki yıllık süreçse belki de amaçlarının hiç gerçekleşmeyeceğine işaret olabilir. ABD erteleme kararını gözden uzak tutmaya çalıştı ancak bunu da dikkate almak lazım. Trump’ın bu kararı imzalamasında Arap dünyasındaki yönetimlerin büyük bir payı olmuştur. Hatırlanacağı üzere bundan kısa bir süre önce Suudi Arabistan müftüsü Filistin’deki direnişi terör olarak değerlendirmiş, İsrail’e karşı savaşın caiz olmadığını söylemişti. İsrail gazetelerinde de dikkat çekilen bir husus var. Bu kararın aslında Trump’ın Riyad ziyareti sırasında alındığına dikkat çekiliyor ve bu karara hazırlanışta Mısır ve Suudi Arabistan ortaklığı başı çekiyor. Dolayısıyla Arap dünyasının bu karara itiraz etmeyişi, itiraz olsa da BAE, Mısır ve Suudi rejimlerinin İsrail’le girdiği ilişkiler buna engel. Kaldı ki Suudilerden veya Mısır’dan İsrail basınına yönelik itiraz veya yalanlama gelmedi. Basına yansıyan itirazları ise girişimlerini kamufle amaçlı olabilir. Arap rejimlerinin büyük kısmı halklarıyla bütünleşemedikleri için uluslararası küresel odaklardan destek arayışındalar. Saltanatlarını sürdürmeleri için bunu şart görüyorlar. Ya darbe yoluyla veya krallık yönetimiyle geldiklerinden dolayı Amerikan emperyalizminin desteğine ihtiyaç duyuyorlar.

***

Gazeteci-Yazar Mustafa Özcan: Arap Halkları ile Rejimler Arasında Kopukluk Var

Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır’ın başını çeken grup, İsrail ile yakınlaşmak istiyor. Suudi Arabistan’da bir istila girişimi oldu. M. bin Selman ile M. bin Zaid dinî, İslâmî anlamda Amerikan kriterlerini gözetiyor. ABD’nin kriterlerine göre dinî bir anlayışı benimsemek istiyorlar.  “Amerikan İslâm’ı” diye bir kitap var. Buna ayrıca “İçeriden Amerika” diyenler de var; bu kitapta kullanılmış bir tabir var; böyle bir İslâm dayatılmak isteniyor. 11 Eylül’den sonra ortaya çıktı bu; Zalmay Halilzad’ın hanımı Sherly Bernard’ın “Sivil İslâm” diye bir çalışması var. Orada bu projenin ipuçları var. Siyonizm ile uyumlu bir İslâm anlayışı isteniyor. İsrail ile ilişkileri aleniyete dökmüş durumdalar. Osmanlı sonrasında Arap dünyası yaklaşık 100 yıldır bu durumunu sürdürüyor. Ürdün’ün bu karara itirazı dinî hassasiyetinden ileri gelmiyor. Şöyle ki, Ürdün’ün Türkiye ile olan dayanışması söz konusu burada. İsrail’in Ömer Beşir’in Ürdün’ü ziyaretine olan tepkisi yine bu yüzden. Oysa, Beşir başka birçok ülkeyi de ziyaret etmiş, aynı tepki koyulmamıştı. Cezayir’in öteden beri Filistin hassasiyeti var. 1962’den beri Filistin davasına sahip çıktıkları biliniyor. Arap rejimleriyle, Arap halklarının arasındaki mesafe giderek açılıyor. Küresel bir intifadaya kadar gideceği söylenen süreçte, görülen çabalar bu halklardan gelecek. Necip Fazıl’ın ifade ettiği gibi, “masum tabanın menhus tavanı.” Arap rejimlerindeki tavan ile taban arasında kopuş yaşanıyor. İran’ın bu karar sonrası Suudi Arabistan’a yönelik yaptığı “Yemen’e bombardıman durdurulsun, İsrail ile ilişkilerin koparılması durumunda, Suudi Arabistan ile ilişkilerimiz normalleşir.” açıklaması olmuştu. Burada, iyi niyet göremiyorum. Yemen’i ne ilgilendirir Kudüs? Niyetleri samimi değil. Ciddi manada sesleri de çıkmıyor. İran’ın derdi üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. İran, İsrail’in ikiz kardeşidir.

Baran Dergisi 570. Sayı

Fotoğraf: Soldan sağa, 
Musa Biçkioğlu, Ahmet Varol ve Mustafa Özcan