ABD kaotik bir seçim süreci yaşadı. Bu süreçte Trump’ın oyların çalındığı yönündeki söylemleri sumen altı edilirken burada en büyük rolü sosyal medya üstlendi. Başta Twitter olmak üzere sosyal medya kuruluşları kendilerini yargının yerine koyarak hüküm verip Trump’ın söylediklerini “yalan” ibaresi düşerek yayınladı ve sansürledi. Netîcede de hesaplarını kapattı. Sosyal medya kuruluşlarının bu tavrı dünyanın geleceği bakımından tehlike arz etmiyor mu? Bunun yarın Türkiye’ye yapılmayacağının garantisi var mı?

Kesinlikle yok. Zaten zaman zaman belli paylaşımları yapmakta ısrarcı olan sosyal medya hesaplarına bu şirketler tarafından çeşitli cezalar kesiliyor. En başta da belirli bir süre sosyal medyadan uzak durma cezası. Dikkat ettim, ceza kesilenlerin hemen tamamına yakını küfürlü konuştukları, gayr-ı ahlâkî bir paylaşım yaptıklarından değil, dokunulmazlara dokundukları için bu cezayı alıyorlar. Yani herkes bunların iki dudağı arasında… Yarın aynı şeyi bizim devlet adamlarımıza yapmayacaklarının bir garantisi yok.

Ben böyle bir sürecin yaşanmasını olumlu buluyorum. Geçen hafta Yörünge Dergisi’nde yayımlanan “İyi Ki “Kral Çıplak” Diyen Bir Trump Var!” isimli yazımda da buna işâret etmiştim zaten. Bir başkana revâ görülen bu muâmele, bugüne değin yaşanmamış bir durum. Adeta bir tür terbiye etme ve gözdağı verme tavrı ile karşı karşıyayız. Fakat hâdisenin daha ilginç olan yanı ise medya ve siyâsiler arasından -Cumhuriyetçi senatör Lindsey Graham hâriç- hiç kimsenin bu duruma tepki göstermemesi. Dahası buna çanak tutuyorlar. Yani ABD’deki siyâsî oligarşi bunu çoktan içine sindirmiş. Küresel sermaye bir haymatlos. Devlet erkini elinde bulunduran güçse, hiçbir siyâsî organizasyona mensubiyeti olmayan, dinsiz, milliyetsiz, vatansız bir güç odağına kayıtsız-şartsız teslim olmuş durumda. Bence öncelikle bunun çok iyi analiz edilmesi şart. Zîrâ bu muâmele, başkanın şahsında devlete ve onun temsilcilerine karşı yapılmış açık bir hakaret. Buna rağmen etkili ve yetkili hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Hattâ Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi tarafından bu durum alkışlandı bile. Devleti temsil mevkiinde olan şahıslar devletin itibarının kerameti kendinden menkul bir güç tarafından çiğnenmesini önemsemiyor görünüyorlar. Ya da bilinmez bir sebepten dolayı buna mecburlar…

Ben bunun arkasında başka şeyler ararım. Bence bu sosyal medyayı elinde tutanların gücünü değil, siyâsî elitlerin kirlenmişliğini gösteriyor. Bir gizli el, iplerinizi elinde tutuyor ve sizi istediği yöne sevk ediyor. Tabiî bu, öncelikle sizin kabahatiniz. Bir yığın kirli ilişki içine girerek bu fırsatı onlara veren sizsiniz. Gerisi malûm…

Ben ulus-devletlerin küreselcilerden daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Ama ulus-devletlerin siyâsî kadroları büyük bir kirlenmişlik içinde. Çoğu nefis emniyetini kaybetmiş kişilikler… En kirli olanları da Amerikan elitleri… İşin düğüm noktası da burası… Eğer bu kadrolar temizlenebilirse, ülkelerin siyâseti de daha bağımsız hâle gelir. Trump’ın ise defolarına rağmen o yapının kurduğu tezgâhın içinde olduğunu düşünmüyorum. En azından organik bağı yok, onların tuzağına düşmemiş. Yoksa bu kadar pervasız ve rahat davranamazdı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma bile küreselcilere yönelik açık bir meydan okuma…

Doksanlı yıllarda İtalya’da olduğu gibi Amerikan devletinin de Di Pietro gibi çok geniş yetkilere sahip bir savcı ile bir temiz eller operasyonunu başlatması gerekiyor. Bu en başta kendi hayrına olur. Ben bunun kısa vadede olma ihtimâlini yüksek görüyorum. Çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor. Tabiî bu ABD’nden başlamak zorunda. Orada başlarsa, bu yapının dünyadaki uzantılarını deşifre etmek de daha kolay olur.

Sosyal medya ve onun arkasındaki küresel sermayenin gücü karşı konulamaz bir güç değil. İşe nereden başlanacağını bilmek gerekiyor. İşe kirlenmiş olan siyâsetçilerle onların hempâlarını diskalifiye ederek başlamak şart. Düğüm ancak o zaman çözülmeye başlar.

Sadece Twitter ya da Instagram boykot uygulamıyor Trump’a. Bütün sosyal medya kanalları tarafından sakıncalı vatandaş ilân edilmiş durumda. Bu da sosyal medyanın tek bir gücün elinde olduğunu gösteriyor. Yani tam bir kartelleşme var burada. Trump, başkanlığı bıraktıktan sonra kendi sosyal medya ağını kuracağını söylüyor. Bunu, hiç vakit kaybetmeden bizim de yapmamız lazım. Ortadoğu’dan Orta Asya’ya uzanan geniş bir sahada Türkiye merkezli kendi sosyal medya şebekemizi kurmamız artık bir zarûret. Tabiî buna, küresel sermayenin ülkemizdeki acentesi olan kuruluşların değil de, devletin öncülük etmesi lazım.

Son günlerde Whatsapp tarafından bize dayatılan kurallar, işimizi kolaylaştırdı kanâatimce. Whatsapp’ın gizlilik ilkesini kaldıracağına dönük kararı, toplum nezdinde bir mutabakat zemininin oluşmasına yol açtı. Kısacası, krizi fırsata çevirmenin tam zamanı…

Kongre baskını Amerikan siyasî tarihi ve geleceği bakımından nasıl bir ehemmiyete sahip?

ABD Kongresi’nin 1814’den beri ilk defa basıldığı söyleniyor. Evet, bilgi doğru ama eksik. Zîrâ Kongre’yi o târihte basanlar İngilizlerdi. Yabancı bir kuvvetin devletin yasama organını işgâl etmesiyle kendi vatandaşınızın baskın yapması aynı şey değil. Ne 1814 işgâli, ne Pearl Harbor baskını, ne de 11 Eylül saldırıları… Hepsinden daha farklı bir durum var bugün ortada… Diğerleri bir dış tehdide işâret ederken son Kongre baskını tümüyle dâhili bir sıkıntıdan kaynaklanıyor. Burada hiçbir dış etki yok…

Her şey Kongre baskını ile başladı diyemeyiz. Baskın tek başına bir şey ifâde etmiyor. O bir sonuç, bundan sonra olacakların sebebi değil. Fakat burada önemli bir nokta var: “Şüyûu vukûundan beter!” denir. Bir kez olsun şüyû bulmadan vukû buldu bu hâdise. Yani bugüne kadar tasavvur ve tahayyülü bile mümkün olmayan bir eşik birden aşıldı. Ve artık bu durum içtimâi hâfızaya da eklendi. İşte bu çok önemli… Tekrarının olmayacağını artık kimse söyleyemez.

Her şeyden evvel bir toplumsal kutuplaşmaya işâret bu… Yani cumhuriyetçi-demokrat ayrımının çok üzerinde sosyolojik yönü ağır basan bir olgu ile karşı karşıya Amerika… Gördüğüm kadarıyla Trump’ın kendisi ve temsil ettiği anlayış, Cumhuriyetçi Parti’nin kurumsal yapısı açısından da büyük bir tehlike arz ediyor. Dikkat ederseniz kendisini sadece Demokratlar değil, Cumhuriyetçiler de dışladılar. Tabiî burada siyâsî elitleri kast ediyorum, seçmen kitlesini değil.

Eğer Trump yeni bir parti kurup sahneye çıkacak olursa, büyük bir kitleyi arkasından sürükleyebilir ve bu durum mevcut siyâsî düzeni kökünden sarsabilir. Bunun örneği de yok değil. Doksanlı yıllarda Ross Perot, Reform Partisi’ni kurarak ciddî bir başarı yakalamıştı. Bugün ise durum daha kritik. O günlere göre toplumsal çelişkiler daha da artmış durumda. Bunun netîcesi olarak da toplumsal kutuplaşma had safhada. Bu durum iki partili siyâsî düzeni tehdit ediyor. O itibarla Trump’ı klasik bir cumhuriyetçi olarak da görmek mümkün değil. Apayrı bir fenomen bu adam. Perot’ya göre çok daha karizmatik bir kişilik olan Trump, böyle bir hamle yaparsa siyâsî dengeleri sarsabilir.

Tehlikenin farkında olan iki partili müesses nizâm, o yüzden başkanlık koltuğunu terk etse bile Trump’ın yakasını bırakmak istemiyor. Trump’ı sıkıştırmaya dönük hareketlerse, O’nu hep gündemde tutacak ve kendisine daha fazla puan kazandıracaktır. O yüzden başkanlık koltuğunu bıraktıktan sonra, bir siyâsî tavır içine girmezse, Biden’ın kendisini affedeceğini düşünüyorum.

ABD’de isyan zencilerden beklenirken kendisini Amerika’nın sahibi olarak gören beyazların sahneye çıkmasının sebebi nedir?

Orta tabakası güçlü ve şişkin olan bir toplum, nispeten sağlıklı bir işleyişe sahiptir. Bugün ABD’de ezilenler yalnızca zenciler değil. Beyazlar da bu çarkın dişlileri arasında ezilmekteler. Ve orta tabaka da gittikçe kan kaybediyor. Toplumun %15’inin aşevlerine mahkûm olduğu bir yer Amerika. Hattâ düşük gelir grubuna mensup insanların açlıklarını bastırmak için üst üste demli çay içtikleri bir ülke. Yani bir yüzü rüya olsa da öbür yüzü kâbus…

Geçen senenin ortalarında meydana gelen hâdiseler, bir zencinin öldürülmesiyle başlamıştı. Yani itilmişliğe ve hor görülmeye karşı bir başkaldırıydı. Fakat o isyan hareketlerine zencilerle birlikte beyazlar da katıldı. Yani geçen yıl yaşananları bütünüyle siyah öfkenin isyanı olarak görmek yanıltıcı olur. Sözün özü, olayları sadece ırk ayrımcılığı üzerinden değerlendiremeyiz. Geçen yıl yaşananlar, sosyal yönü daha ağır basan olaylardı. Ayrıca dikkatten kaçırılmaması gereken bir nokta da şu: Yakın zamanda bu zenci isyanları Obama’nın başkan olmasından sonra başladı. Yani bir zencinin başkanlık koltuğuna oturmasının sosyal barışa katkı yapması beklenirken tam aksi oldu. Demek ki problem çok daha girift ve derinlerde…

Zencilerin isyanı, ezilmişliğe ve itilmişliğe karşı bir başkaldırıydı. Burada ise başka sâikler söz konusu. Fakat hem Kongre baskınını hem de geçen yılın ortalarında George Floyd’un ölümüyle başlayan olayları bir noktada buluşturan ortak bir payda var: Gasp edilen hakkın gerekirse zorla alınması.

Bütün bunlar siyâsî sistemin tıkandığını, çözüm üretemediğini gösteriyor. Çözümsüzlüğün müzminleştiği ve kaybedecek bir şeyi olmayan insanlarının sayısının her geçen gün arttığı bir ülkede bu tür olayların patlak vermesi son derece normal. Hem oy kullanan seçmen ve hem de ezilmiş kitleler kendilerine haksızlık yapıldığına inanıyorlar. Fakat ilginçtir, Trump’ın gördüğünü, asıl görmesi gerekenler görmüyor ya da görseler bile gündemlerine almıyorlar.

ABD bu süreçten tek parça olarak çıkabilir mi?

Öncelikle tek parçadan neyi anladığımıza bir bakmak lazım. Eğer kast edilen toprak bütünlüğü ise üç-beş yıl içinde ne olabileceğini söylemek zor. Birkaç eyalet birlikten ayrılacak olsa bile, ABD’nin büyük devlet olma vasfı devam eder ama artık bundan önce olduğu gibi dünyaya nizâm veremez. Toprak kaybına uğramış bir devlet, dünyanın en büyük gücü olma iddiasını taşıyamaz.

Her süper güç, bir ölçüde müdâhalecidir. Bunun aksini düşünmek biraz zor. Eğer ABD, bu sürecin sonunda kendi sınırlarına çekilmek zorunda kalır, dünyanın geri kalan kısmına çeki-düzen verme politikasından uzaklaşarak Monroe Doktrini’ne dönüş yapacak olursa, bu da ciddî bir kırılma ve kan kaybıdır zaten. Başkan Monroe’nun yaptığı gibi bunu açıktan söylemese de, bir tür iddiasından geri adım atma tavrıdır bu.

Ben önümüzdeki dönemde ABD’nin bölünüp parçalara ayrılmasa bile kendi iç problemleriyle boğuşmak zorunda kalacağını düşünüyorum. Birleşik devletler idealinin tek bir devlet idealinin önünde olduğu görülüyor. Bir toplumda derin bir siyâsî ve sosyal bölünmüşlük varsa o toplum tek parça değildir. Bu bile artık ABD’nin tek parça olmadığını gösteriyor.

Trump artık Amerika’yı yönetenlerin gözünde istenmeyen adam, bu durumda Türkiye Amerikan halkı üzerinde tesiri olan Trump’a siyasi sığınma hakkı teklif etse nasıl olur?

Enteresan olur. Baskından sonra Dışişlerimiz, sağduyu ve itidâl çağrısında bulunarak ABD’ye sözünü iade etti. Şimdi de Trump’a böyle bir teklifte bulunsa, ABD’nin karizması bir kez daha çizilir. Bir özgürlükler ülkesi(!) olan ABD’nin iyice foyası ortaya çıkar. Sâbık başkanına dahi tahammül edemeyen bir devlet imajı yerleşir zihinlere.

Kongre Baskınından sonra, siyâsîlerimiz ve birçok medya yorumcusu müstehzî bir edâ ile bu tür hâdiselerin üçüncü dünya ile az gelişmiş ülkelere has bir durum olduğunu söyleyerek ABD’yi yarı örtülü bir şekilde hicvettiler. Böyle bir gelişme ise üstüne tüy diker. Yıllarca azgelişmiş ülkelerin devrik liderleri, kapağı ya Amerika’ya ya da Avrupa’ya attılar. Şimdi bir Amerikan başkanının bize ya da bir başka ülkeye sığınacak olması, ABD’deki siyâsî irtifâ kaybının derecesini göstermesi açısından müthiş olur. Bence bunun vereceği mesaj hepsinden daha önemli…

Fakat hükümet kendisine böyle bir teklifte bulunmaz. ABD’yle bir yığın problem yaşayan Türk devletinin bu teklifi yapması uzak bir ihtimâl. Peki, Trump’tan böyle bir teklif gelse durum ne olur? O zaman üzerinde düşüneceğine eminim. Ve büyük ihtimâl olumsuz bir geri dönüş de olmaz. Netîcede biz, Demirbaş Şarl’ı bile yıllarca ülkesinde misafir etmiş bir millet olarak buna alışkınız. Ayrıca 1929’da devrik Afgan Kralı Emanullah Han da yine ülkemize sığınmıştı.

Tabiî biz Trump’ın aklına gelir miyiz? Trump gibi bir kişiliğin hem hayat standartları yüksek hem de sosyal yapısı kendisine daha uygun düşen İskandinav coğrafyasıyla Baltık ülkelerini tercih etmesini daha akla yakın buluyorum. Belki Doğu Avrupa ülkelerinden birine de yerleşebilir. Nitekim şu anki eşi de o coğrafyanın insanı. Fakat ben kendisinin ABD’den ayrılmak gibi bir niyetinin olduğunu düşünmüyorum. Halkın teveccühü ve derinlerden aldığı destek ölçüsünde mücâdelesine kaldığı yerden devam edecektir. Zîrâ dört yıllık başkanlık dönemi O’nun, konformist bir kişiliğe sahip olmadığını gösterdi.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 732.Sayı