Türkiye aylardır Fırat’ın doğusuna yapılacağı açıklanan operasyonu konuşuyor. ABD, Türkiye’nin kararlılığını göstermesini müteakip Ankara ile yeni bir mutabakat yaptı. Öte yandan Türkiye ile “Astana Üçlüsü”ndeki diğer iki ortağı Rusya ve İran arasında bölgeyle alakalı pürüzler ciddiyetini koruyor. İsrail sorununa karşı her iki ülkenin gösterdiği tutum dikkatlerden kaçmıyor. Bölgeyle ve bazı iç gelişmelerle alakalı önemli hususları Gazeteci Murat Akan ile konuştuk...
 
ABD ile varılan Fırat’ın doğusuyla ilgili son mutabakat yeni bir oyalama olarak görülebilir mi?
Suriye meselesinin en başına baktığımız zaman şöyle bir durum vardı. Türkiye, 2011’de başlayan Suriye iç savaşından önce Esad’la tam 6 kez görüştü. “Arap Baharı”nın yaşandığı bir dönemde yaşanan isyan hareketlerinin Suriye’ye de sıçrayacağı ve Suriye’de farklı etnik unsurların barınmasından dolayı aynı ateş çemberine yakalanacağını Esad’a defalarca söylemişti Türkiye Dışişleri... Ancak Esad her seferinde bu ikazları dinleyip gereğini yapacağını söylemekle beraber rejimde herhangi bir anayasal değişikliğe gitmedi, oradaki bütün etnik unsurları yönetime ortak etmedi. Yine o yüzde 12’lik Nusayrî kesime rejimin kontrolünü bırakıp devam etti. Böylece Türkiye o dönem “uluslararası koalisyon”la devam kararı aldı. Bu koalisyon, yani ABD-Batı ittifakı önce Esad’ın devrilmesi gerektiği görüşünü Türkiye ile paylaştı. Daha doğrusu Esad’a karşı Türkiye lehine çaba sarf edeceklerine dönemin Dışişleri’ni inandırdılar.
 
“Ortadoğu ve Akdeniz Enerji Kaynaklarına Giden Yol Engelleniyor”
 
O da bir oyalama değil miydi?
Kesinlikle... Türkiye bu vaade kandı ve pozisyonunu ABD-Batı ittifakı görüşü çerçevesinde konumlandırdı. Ancak bir müddet sonra kendi laboratuvarlarında ürettikleri DAİŞ etkisini arttırınca, “Arap Baharı” neticesinde halktan daha dindar, ABD ve İsrail karşıtı olanların destek bulduğu temsilciler olduğunu gören güçler çark etti. Şöyle bir tez ortaya attılar; “Esad giderse, Suriye’de de aynı şey olacak. Bu, Türkiye’nin de işine gelecek ve Ortadoğu’da ABD-Batı ittifakı lehine uzaktan kumandalı çalışan temsilciler gidip antiemperyalist topluluk yeni güç olacak...” Bundan korktular. O tespitlerinden sonra Türkiye yalnız kaldı, kendi başına bırakıldı. Daha sonra ABD kendi gizli gündemini oluşturup dayatmaya başladı. Bir yandan DAİŞ’i besledi, diğer yandan Esad’ı devirmekten vazgeçti. Ayrıca PKK-YPG-PYD ile iş tutarak Fırat’ın doğusunda “özerk bölge” yani “Kürdistan” kurma girişiminde bulundu. Böyle bir hayale kapıldı. İşin garip tarafı İsrail bunu ABD-Rusya ile kapalı kapılar arkasında görüşürken Rusya buna göz yumdu, İran da ses çıkarmadı. İsrail zaten istiyordu. ABD, PKK-PYD’ye binlerce TIR ve uçakla silah ve mühimmat desteği verdi. Türkiye, bu durumda kendi politikalarını uygulamaya koyuldu. Neye karşı? Türkiye’nin Ortadoğu ve Akdeniz enerji kaynaklarına ulaşmasını engelleyen “koridor”a karşı... Bu proje aynı zamanda Türkiye’yi Ortadoğu enerji kaynaklarından mahrum etmektir. Enerji yollarının yönünü değiştirmektir. Fırat Kalkanı ve Zeytindalı harekâtlarıyla birlikte bu plân engellendi. ABD, Türkiye’nin geri adım atmayacağını görerek Fırat’ın doğusunda aynı örgütü güçlendirmeye başladı. Nitekim Türkiye, ABD’yi Münbiç’te defalarca uyardı. Türkiye’nin kararlılığını gören ABD hemen gelip “ortak devriye, gözlem noktaları...” şeklinde Türkiye’yi Münbiç’te oyaladı. Bu açıktır. Türkiye akabinde bölge sınırına büyük bir yığınak yaptı. Tüm hazırlığıyla Fırat’ın doğusuna operasyon yapacağı sinyalini verdi. Buna mukabil ABD “güvenli bölge” anlaşması üzerinden bana göre yeni bir oyalama moduna geçti.
 
“Türkiye Bu Operasyonu Yapmak Zorunda, Yapacak...”
 
Savunma Bakanlığı bu hususta üç başlık bildirdi. Ancak Batı propagandasına bakıldığında anlaşmanın Türkiye aleyhinde olduğu sonucu çıkarılıyor. Gerçekten böyle mi?
“Güvenli Bölge” aslında Türkiye’nin teziydi. Daha önce “tampon bölge” deniliyordu. Yani Türkiye hem Rusya ve İran’a hem ABD’ye bu teklifi götürdü. Ancak o zamanki şartlarla bugünkü şartlar farklydı. Şöyle; Türkiye’nin daha önceki teklifteki kasdı, “40-45 km derinlik” idi. Uçuşa yasak ve Suriye’de yeniden yapılanma amacıyla TOKİ’ye konut yapma imkânı da tanıyordu. Böylece bölgedeki PKK’lıların uzaklaştırılıp, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi içindi. İkincisi Türkiye’ye füze atışlarını engellemek maksatlıydı. Bugün ise ABD, söz konusu derinliği 10-15 km’ye çekip öyle lanse ediyor. Bu darlıkta bir şeritle şu mesajı vermek istiyor. “Sen burada PKK-YPG’ye dokunma, ben onların Türkiye’ye dokunmama garantisini veriyorum.” Anlaşmanın özeti bu.

Bu da ileride bozulabilecek türde bir anlaşma olabilir, öyle değil mi?
Evet. Türkiye bu anlaşmayı bu şartlarda uygulamaya koyarsa, yani 15-20 km bandına “ortak devriye” ile girerse, burada PKK-YPG’nin varlığı meşru kabul edilmiş olur. Bu da ilk başta savunulan teze ters bir tezdir; çelişkidir. ABD’nin “barış koridoru” dediği neyin barışını kastediyor? Ben şunu anlıyorum; ABD Türkiye ile PKK’yı barıştırmak, bir masada buluşturmak istiyor. Türkiye bu noktada oyalama taktiğini görüyor ancak Dışişleri’nin de açıkladığı “derinlik” hususunda bir anlaşma henüz yok. Daha önce varılan mutabakatların yapıldığı tarihlere dikkat edilirse, daha sonrasında ABD tırlarla silah göndermeye devam etti. ABD bu kadar para yatırdığı projeden vazgeçmez. Ben bu defa şu hususu da ekliyorum; Türkiye ABD’ye şunu diyor. “Ben milli güvenliğim hususunda kararlıyım. Şayet siz üzerinize düşeni yapmazsanız ben kendi imkânlarımla yapacağım...”

Yani Türkiye ABD’yi bu yolla “bağlama”ya mı çalışıyor?
Kesinlikle... ABD’ye daha önce denilmişti. “Münbiç’te verdiğiniz sözleri tutmadınız. En ufak çelişkinizde anlaşmayı bozar ve Fırat’ın doğusuna gireriz. Ben şunu da iddia ediyorum. Türkiye her ne kadar bu anlaşmayı imzalamış olsa da, eninde sonunda Fırat’ın doğusuna operasyon yapmak zorunda ve yapacak.

Yapmazsa, kamuoyu desteğini de yitirebilir?
Yavaş yavaş eriyor zaten bu destek. Hem “oraya girerim” denilip bir taraftan da anlaşma yaparsanız, PKK-YPG’yi “legal” kabul etmiş sayılırsınız.

“Astana Üçlüsü” arasında şekillenen mutabakatı ABD ile varılan bu son anlaşma bozmuş veya Rusya ve İran’ı rahatsız etmiş olmuyor mu? Ayrıca sabote edilebilir mi?
Sabote edilebilir. Şu anda İdlip’te yapılan şey budur. Elbette Türkiye, Suriye’de bir denge politikası uygulamaya çalışıyor. Hem ABD ile hem de Rusya ve İran ile... Bu çok ince bir politika...
 
“Rusya İdlip Üzerinden Türkiye’ye Mesaj Veriyor”
 
İsrail, İran bahanesiyle, Rusya İdlip’te barınan silahlı unsurlar bahanesiyle manevra yapıyor. İran zaten Şam’da... Bu aşamada ABD ile anlaşmayı İran ve Rusya kendi çıkarlarını tehdit olarak görebilir mi?
Rusya zaten amacına ulaşmış durumda. Tarsus ve Lazkiye’de üsleri var. Akdeniz’e, yani “ılık denizler”e inmiş durumda. Fırat’ın doğusuyla da pek ilgilenmiyor. Çünkü bütün derdi buydu.

İdlip’e neden saldırıyor o halde?
Şunun için; Türkiye’ye şu mesajı veriyor. “Sen Astana süreci ile birlikte bizimle beraber, garantör ülkesin ama diğer yandan ABD ile birlikte hareket ediyorsun. Suriye’nin kuzeyinde ABD ile birlikte Şam’ın egemenliğini tanımıyor, haklarını ihlal ediyorsunuz...” şeklinde tavır koyuyor. İdlip’te yaşananlar Şam rejiminin saldırıları değildir. En son 9. Gözlem noktasına giden bir konvoyumuz vuruldu. Doğrudan hedef oldu. Mesaj net. “Ya bizimle tam olarak birlikte ol yahut da ABD ile...” Bu durum Türkiye’nin denge politikasının parçası aslında... ABD’ye kızsak da Suriye’de bir “güç” bulunduruyor. Türkiye’nin İdlip’ten çıkmasını Rusya da, İran da istiyor. ABD de istiyor. Suriye’deki temel çelişki şudur; herkesin kendi hesabı var. Dolayısıyla burada en yalnız kalan ülke Türkiye. Burada bekâ meselesi yalnızca Türkiye’nin. Diğerleri çıkar meselesi güdüyor.

Bir yandan “geri göç”ün yolları temine çalışılıyor...
Suriye’nin “üniter yapısı” Türkiye için çok önemli ve Türkiye’nin çıkarınadır. Ancak gerçeği söylemek gerekirse, Suriye’nin tek devlet kalmak, bölünmemek gibi biri durumu yok. Aslında Suriye diye bir ülke yok. 1982’de İsrailli diplomat Odet Yinon’un ünlü raporunda çizdiği strateji açık net söylüyor. “Suriye ve Irak 3’e bölünecek” diyor. Buradaki denklemde “Nusayri devleti” de var. Çıkarların çatışması olabilir ancak asıl mesele “Büyük İsrail”... İsrail, adım adım ilerliyor. Bugüne kadar akademisyenler “Büyük İsrail” projesini ciddiye almadı. Komplo teorisi dediler.
 
“Rusya ve İran İsrail’e Karşı Suskun...”
 
En son İsrail Enerji Bakanı, “Gazze’ye büyük bir operasyon yapacağız” şeklinde konuştu. İsrail’in Golan Tepeleri bahanesiyle Şam’a saldırdığı da oluyor?
Gazze’yi işgale hazırlanıyorlar. Geçtiğimiz günlerde 10 helikopter ve tanklarla saldırı düzenlediler. Konjonktür el verdiği sürece Gazze’yi işgal edecekler. Mesela Türkiye’nin Afrin ve İdlip’e girmesini engellemeye çalışan, kınayan, çekilmesini isteyen İran, ABD ve Rusya, İsrail’in canı sıkıldıkça Şam’ı vurmasına hiç bir ses çıkarmıyor; dikkat edin... İsrail istediği zaman Şam’daki stratejik noktaları vuruyor. İran’ın Suriye’deki varlığından rahatsızlık bahanesiyle... Düşünebiliyor musunuz? İran da buna ciddi karşılık vermiyor. Burada bir “Ali-Cengiz” oyunu var. Türkiye ise burada bir şey elde etmekten ziyade topraklarının güvenliği peşinde... Yalnız, Ortadoğu’da da ilginç gelişmeler var “BOP”la ilgili... Suriye’de ABD ile aramız bozulunca Suudi Arabistan, Türkiye yerine Suriye’de devreye sokulmuştu. Ancak ABD, Kaşıkçı cinayetiyle tepki toplayan Selman’la çalışılamayacağını gördü. Bir de “Arap NATO’su” ortaya atılmıştı. BAE-Mısır-Ürdün-Suudî ittifakı üzerinden oluşturmaya çalıştılar. Bu yapıyı büyük bir ihtimalle Suriye’de, Türkiye’ye karşı kullanacaklardı. “Barış Gücü” adı altında Araplarla Türkiye’yi karşı karşıya getireceklerdi. Bunu yapamadılar. Mesela Sudan ve Libya’da, BAE-Suud ortak hareket ediyor. Fakat Türkiye boş durmadı. Katar’la birlikte karşı hamleye geçti. Libya’da Hafter güçlerine karşı oradaki yasal yapıyı destekledi. Sudan’da BAE-Suud karşıtı yapıyı destekledi ve başarılı oldu. Yemen’de BAE’nin desteklediği Husiler, Suud güçlerine saldırdı. Burada bir çatırdama söz konusu. Ürdün, Katar ve Türkiye ittifakına yaklaştı. Esad’ın ise hiçbir etkisi yok. Suriye’yi Rusya ve İran yönetiyor.

İran hangi “gerekçe” ile Şam’da?
İran, resmi Şia politikası nedeniyle mezhepçi politika güdüyor. Şia topluluklarını koruma, kollama bahanesiyle orada. Orada petrol ve doğalgaz da var. “En iyi savunma hücumdur” anlayışıyla, sınırlarına gelebilecek tehlikeyi sınır ötesinde karşılamak istiyor. İranlı şirketler ve “Devrim Muhafızları”nın karargâhları, üsleri var. Rusya ise 99 yıllığına yaptığı anlaşmalarla tamamen yerleşmiş durumda.
 
“Türkiye Bu Operasyonu ‘Oldu-Bitti’ye Getirebilir”
 
Fırat’ın doğusuna girdiğimiz takdirde Türkiye bölgede nasıl tutunabilir?
Stratejik açıdan da baktığımız zaman 911 km’nin 400 km’lik Afrin-Cerablus hattını çıkalım; aşağı-yukarı 500 km’lik sınır var. Korunması zor bir bölge. Türkiye sadece askerî kuvvetle burada olmayacak. Geçenlerde 200 bin kişilik üyesiyle Suriyeli bazı Arap aşiretler, “Türkiye’nin emrini bekliyoruz” şeklinde açıklama yapmışlardı. Orada rejimden memnun olmayan ciddi bir kitle var. Hatta Kürtler de var. Türkiye’yi orada bağrına basacak topluluklar olması gerek.

Türkiye’nin yapacağı operasyonun “oldu-bitti”ye getirilmesi mümkün mü, İran, Rusya gibi?
Zaten en büyük avantaj, doğrudan güvenlik gerekçesiyle operasyonun “oldu-bitti”ye getirilmesidir. Bu Türkiye’nin meşru hakkı. Güvenlik gerekçesi daha önce BM’nin de tanıdığı bir gerekçedir.
 
“Sahada Ne Kadar Güçlüysek Masada da O Kadar...”
 
Bu “oyalama” süreci neredeyse ilk yılını dolduruyor. TSK tahkim yapmış durumda fakat halihazırda bu bekleyiş moral-motivasyon açısından TSK’nın aleyhine sonuçlar doğurmaz mı?
Zaman kaybı yaşandığı doğru. Türkiye, 6-7 ay önce Fırat’ın doğusuna operasyon yapmalıydı. Hem sahada hem masada güçlü olmak durumundayız. Sahada ne kadar güçlüysek masada da o kadar güçlü oluruz. Afrin’de aynını yaptık. Türkiye’nin girdiği bölgelere baktığımızda, Türkiye’nin yönetimindedir. Fırat’ın doğusuna yapılacak operasyonun maliyeti ne olacak? Mesele bu. ABD ile mutabakatın uzun süreli olacağını sanmıyorum. ABD burada da Türkiye’yi oyalayacak.
 
Orman Yangınlarının Zamanlaması...
 
31 Mart’tan bu yana CHP-HDP ittifakının bu oyalamadan hareketle İstanbul’un göbeğine çeşitli unsurlarını soktuğu ortaya çıktı? 
Dış politikada Türkiye’ye saldırılırken mutlaka içeriyi de karıştırıyorlar. İçeriden destek topluyorlar. Mesela orman yangınları... Bayram’ın 1. ve 2. Günü 30 ayrı noktada yangın çıkıyor. 7-8 noktada eş zamanlı yangınlar çıktı. Bunların “güvenli bölge” ile zamanlaması bakımından üst üste gelmesi manidardır. “Kaz dağları meselesi” bir yandan... Türkiye’yi içeride birbirine düşürüp kafasını kaldırıp dışarı bakmasını istemiyorlar.

Bu bağlamda, Diyarbakır-Van-Mardin BB’ne yapılan kayyım atamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu doğrudan bağlantılı olmasa da açık ve net bir mesaj anlamına gelebilir. Bu her ne kadar halk tarafından seçilmiş olsa da PKK’yı destekleme hakkını vermez. Türkiye’de terörü normalleştirme faaliyetleri var. Burada partiler üstü davranışta bulunmak gerekir. PKK Türkiye’de “eylem yapmak” açısından bitme noktasına geldi. Bu mücadele sadece dışarıda değil, içeride de olmalı. Bu bir kombinasyon ve tüm ayaklarıyla bitirilmeli. İstihdam edilen şehid ailelerinin çocuklarını kapının önüne koyuyorlar. Türk bayrağını ortadan kaldırıyorlar. Belediye başkanları belediyenin imkânlarını PKK’nın emrine sunması olayları bu noktaya getirmiştir. Paris veya Washington’da bir DAİŞ’linin ismini herhangi bir caddeye verebilir misiniz? 

 “İsrail’in güvenliği” meselesiyle iç içe?..
Kesinlikle, bu bir “komplo teorisi” değil gerçek. “Kürdistan projesi”nin ilk ayağı Kuzey Irak’tı; kuruldu. 1990’ların “Çekiç Güç” adlı plânı, tıpkı bugün de gerçekleştirilmek isteniyor. Proje Türkiye, Suriye, Irak ve İran üzerinden adım adım dört parçadır...İsrail’in “arz-ı mev’ud” dediği projenin kilometre taşlarıdır. Uç noktası Türkiye’dir. Bu bakımdan ABD ile mutabakata varmış olsa da çok dikkatli olunmalıdır. 

Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ediyorum.


Baran Dergisi 658. Sayı