Araştırmacı gazeteci Murat Akan, dünyadaki son gelişmelerle ilgili Baran’a değerlendirmelerde bulundu. II. Dünya Savaşı sonunda kurulan uluslararası düzende, dünyadaki çeşitli güçler arasında yeni bir paylaşıma gidilirken kaosların patlak verdiğini belirten Akan, şöyle konuştu;
“Birinci Dünya Savaşı’nda I. paylaşım gerçekleştirilmişti. Amaç, bu savaş sonunda imparatorlukların paylaşımını sağlamaktı. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte, sudan bahanelerle dönemin büyük güçleri dünyada ikinci bir paylaşıma gitti. Şimdi üçüncü paylaşımı yapmak için dünya ateşe veriliyor. Fitil, yeni bir dünya düzeni kurmak için öncelikle Ortadoğu’da ateşlenmişti. Ortadoğu’daki ateşin temel nedeni ise “İsrail’in güvenliği”dir. İsrail’in güvenliğini sağlamak için daha önce Irak parçalandı. Akabinde Libya parçalandı. Suriye de aşağı yukarı parçalandı. Sıra İran’da... İran’a daha önce koydukları ambargolarla, uyguladıkları yaptırımlarla ülkeyi ekonomik olarak köşeye sıkıştırdılar. Şimdi de halkı isyana teşvik ederek burada bir rejim değişikliği istiyorlar.”

“Devletler Arasında Dostluk Yoktur, Çıkar İlişkileri Vardır”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyaretine de bu çerçevede temas eden Akan, Suriye’nin kuzeyini hedef alan Barış Pınarı Harekâtı sonrası yapılan mutabakatlarla gelinen son durum hakkında şunları söyledi;

“Bütün bu ateş çemberinin içerisinde Türkiye de var. Türkiye de bu ateş çemberini gördüğü için, kendi çapında önlemler almaya başladı. Daha önce Fırat Kalkanı ve Zeytindalı ve en son Barış Pınarı Harekâtı’nı yaparak bu çemberden çıkmaya çalışıyor ki, şu ana kadar büyük ölçüde başarılı oldu. Sahada kazandığı güçle ABD ile masaya oturup 444x32 Km’nin dışına itmeyi başardı. Askeri başarıyla birlikte diplomatik başarı gerçekleşti. Suriye’nin kuzeyinde oluşan bu boşluğu Türkiye kendi inisiyatifiyle doldurmak istiyor. Fakat Suriye’de birçok aktör var. Suriye’nin “davet”i ile buraya girmiş Rusya ve İran gibi güçlü aktörler var. Dolayısıyla Rusya ile de masaya oturuldu. Güvenli Bölge’ye Suriyelilerin dönüşünü sağlamak amacında olan Türkiye belli hususlarda anlaşabildi. Yapılan mutabakatlar başarılı olmakla birlikte Sayın Cumhurbaşkanı ve Dışişleri’nin açıklamış olduğu gibi, her iki mutabakata da uyulmadığı ifade edildi. Sayın Cumhurbaşkanı’nın Washington ziyaretini önemsiz göstermeye çalışanlar olsa da, çok önemli bir diploma hamlesini gerçekleştirdi. Çünkü ABD Başkanı Trump seçimlere giderken, Pentagon gibi bir yapıyla arasındaki çekişmede etkisi son derece düşük. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibinin dünya medyası karşısında Türkiye’nin tezlerini dile getirmesi, oradaki lobi temsilcisi senatörlere doğrudan hitap etmesi, bazı sonuçların erkene alınmasını sağlamaya başladı. Bunlardan biri sözde Ermeni soykırımı tasarısının Temsilciler Meclisi’nde görüşüldükten sonra Senato’ya gelme aşamasında, senatör Lindsay Graham’ın araya girerek Türkiye’nin baskısıyla söz konusu girişimi dondurması oldu. Bununla birlikte Türkiye, elindeki PKK ile ilgili belgeleri muhataplarına sunup oradaki çevreleri belli ölçüde etkiledi. ABD sürekli Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu hatırlatırken, Türkiye-Rusya ilişkilerinde şunu gözetiyor; NATO’nun ikinci büyük gücü olan Türkiye’yi yanına çekerek NATO’da bir çatlak oluşturmak. Devletler arasında çıkar ilişkileri söz konusudur; dostluk yoktur. Dolayısıyla Rusya’nın da bu bölgede Türkiye ile birlikte hareket ederken gözettiği çıkarlarını biliyor.

“Astana Üyesi İran Kaosa Sürüklenmek İsteniyor”
Akan, Türkiye ile Rusya arasında Suriye’nin kuzeyini ilgilendiren mutabakatı değerlendirirken, “Astana Üçlüsü”nden Rusya ve iç karışıklık yaşayan İran hakkında şunları söyledi;
“Rusya, Suriye’de Türkiye’siz hareket edilemeyeceğini biliyor. Türkiye ile siyasi-ticari-bölgesel işbirliğini zorunluluk olarak görüyor. ABD’nin Türkiye’ye vermediği hava savunma sistemleri, nükleer santrallerin tesisi Rusya aracılığıyla sağlanıyor. Birtakım teknolojik transferler vaadediliyor. ABD ve İsrail bundan rahatsız; Avrasya blokunun, “Astana Üçlüsü”nün parçalanması için bütün argümanlarını kullanıyor. Garantör devletler olarak Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye’deki varlığına son vermek istiyor. Mesela İran’daki gösterilerin boyutuna baktığımızda, ekonomik sıkıntılardan ötürü haklı bir gerekçeyle başlamış görünen ayaklanmaların yayılma şekline baktığımızda, göstericilerin stratejik binalara saldırmaları işin arkasında plânlı bir desteğin olduğunu gösteriyor. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, bunu açıkça ifade edip, “İran halkının yanındayız” dedi. “Gösterilerin arkasındayız” demek bu. İran’ın istikrarsızlaştırılması söz konusu. İran üzerinden bölgeyi istikrarsızlaştırmayı planlıyorlar. Daha sonra bu istikrarsızlığı Türkiye’ye taşıyacaklar. “Aklınızı başınıza alın” diyorlar. Bu oyuna gelmemek için Türkiye’nin kendi içerisinde birlik ve beraberliğini mutlaka sağlanması lazım. Lübnan, Irak ve İran’daki gösterilere baktığımız zaman haklı talepler dile getiriliyor görünse de, gösterilerin belli aşamalarında kontrolden çıktığı da görülüyor. 

“Üçüncü Paylaşım Savaşı Emperyalist Güçlerle Yerli-Milli Direnişçiler Arasında...”
ABD basınında çıkan, İran istihbaratının özel arşivinden sızdırıldığı iddia edilen, 2003 sonrası Irak’ta iktidara gelen Şii yanlısı yapılarla İran’ın yakın ilişkilerini kaydeden belgeleri dünyadaki sokak gösterileriyle birlikte değerlendirilmesini ifade eden Akan, şu uyarılarda bulundu;

“Bu belgelere baktığımızda, DAİŞ’in nasıl bir casuslar topluluğu olduğu net bir şekilde görülüyor. Bir casus öğleden önce başka, öğleden sonra başka grupların mitinginde. 700 sayfalık belgenin yayımlanma zamanlaması da manidar. Bu noktada önemli bir sorumluluk da, bölge ülkelerinin halklarına düşüyor. Irak ve İran’da petrol fiyatlarının artışı, gelir dengesizliği söz konusu fakat bu gösterilerin arkasına bakılması lazım. Protesto hakkını kullanırken, insanların nereye götürüldüklerini araştırmaları, bilinçli ve milli direniş geliştirmesi gerekiyor. Üçüncü paylaşım savaşı, emperyalist güçlerle yerli ve milli direnişçiler arasında gerçekleşiyor; bunu dünya çapında düşünmek lazım. Fransa’daki “sarı yelekliler” olayı bir yılını doldururken de, İspanya’da Bask bölgesinde de, Bolivya’da ve tüm Latin Amerika’da da bu durum söz konusu. Memnuniyetsiz, geniş kitleler üzerinden şekillendirilmek istenen bir düzen dayatması ve buna karşı yerel ve milli güçlerin karşı koyuşu var. Mücadele bu kutuplar arasında sürüyor. Kaosu çıkaran güç, II. Dünya Savaşı sonunda kurulan düzenin çatırdadığının farkında. Bu düzenin yerine başka bir düzen ikame etmek istiyorlar. Bu düzen kurulurken, yolsuzluklar, zamlar, fakirlik bahane edilerek sokağa mı dökülecek, yoksa vekalet savaşlarıyla üçüncü dünya savaşı mı çıkarılacak bunun hesapları yapılıyor. Ülkelerde büyük kaos oluşturarak, her ülkenin kendi insanını sokağa döküp mevcut yönetimleri alaşağı ederek belirsizlik ve güvensizlik ortamı oluşturulmak amacındalar. Bu oyuna gelmemek lazım. Rahmetli Erbakan’ın bir sözü vardı; “Kanlı mı olacak kansız mı...” şeklinde. O başka bir saikle söylemişti ama şimdi gördüğümüz dünya çapındaki kaynamalar da kanlı mı kansız mı sonuçlanacak; bunun tartışması yapılıyor. Bir yandan nükleer silah tehditleri de yedekte tutuluyor. Mesela, orta menzilli füzeler anlaşmasından ABD’nin çekilmesi, Rusya’nın yeni nükleer silah üretimine geçmesi, yeni dijital para sistemine geçilmesi, Türkiye Merkez Bankası 2020’den itibaren bu paraya geçilmesi için altyapı hazırlığında...”

Baran Dergisi 671. Sayı