Dünya bir değişim sürecinde. Her gün yeni bir işbirliği veya çatışma ile karşı karşıya geliyoruz. ABD eski gücünde değil, Avrupa’da güç dengeleri değişiyor, Rusya Soğuk Savaş sonrasında etkin olmaya çalışıyor ve Çin son süreçte boy gösteriyor. Şekillenen yeni dünya düzeninde Türkiye’nin rolü ne olacak?

Global çekişmede, yeni dünya dengesinin kurulmasında en fazla etkilenen ülke Türkiye. Eğer biz eski Türkiye’den bahsediyor olmuş olsaydık, eskiden bize verilen birtakım roller vardı ve o rolleri oynuyorduk, kimseyle başımız derde girmiyordu. Yeni dünya düzeninde güç dengeleri oluşuyor, doğru. Soğuk Savaş’ta Doğu-Batı bloku denilen iki blok vardı. Yeni dünya düzeninde bu iki blok kalmadı. Batı’nın bizzat ortaya koyduğu globalleşme süreci, aslında yanlış bir süreç, Batı da bunu anladı. Yanlış bir proje, neden? Yeni dünya düzeninin oluşmasında bir sürü sebep var. Bunu anlatmak için kitap yazmak lazım. Ana başlıklarıyla anlatmam gerekiyorsa; bundan on sene evvel Dünya Ticaret Örgütü’nün Çin’e kotaları kaldırmasından önce, Çin dünya ekonomisinde yoktu! Şu anda dünyadaki ikinci ekonomik güç, Çin’dir. Bu gidişatla belki de 2030’lardan sonra dünyanın en büyük ekonomisi Çin olacak. Keza Hindistan, ekonomisi ve bilişim teknolojisi ile dünyaya meydan okuyor. Batı ve Doğu bloğu kalmadı. Yeni dünya düzenini oluşturmak maksadıyla yola çıkan kişiler, dünyayı tek bir köy olarak planlıyordu; globalleşme. Emperyal güçler, teknolojiye sahip olan, askerî ve teknolojisi güçlü olan ülkelerin, diğer ülkelere hükmedeceğini zannediyorlardı. Dünya teknoloji ile küçüldükçe, ticaretin kolaylaşması, kotaların kaldırılmış olması hesapladıkları gibi olmadı. Yeni dünya düzeninde az gelişmiş, ekonomisi tarıma dayalı, şuna buna dayalı ifadelerle bu işler bitmiyor. Dünyanın bir tarafında yapılan teknoloji, saatler içerisinde diğer tarafına gidebilecek durumda. Eski dünya düzeninde böyle bir imkân yoktu. Sanayi casusluğu, filmlerdeki gibiydi. Birtakım bilgiler evraklar ve kâğıtlarla taşınıyordu, yıllar içerisinde teknoloji başka ülkelere taşınırdı. Siz Türkiye olarak atom bombası yapmak istiyorsanız, Kazakistan’dan getirtebileceğiniz bir profesör size reaktör de yapabilir, nükleer başlık da yapabilir. Bu tüm dünyada kartların karılması demektir. Doğu-Batı bloğu da yok. Rusya-Amerika çekişmesi de yok. Bu şartlar altında Batı’da da bir süreç başladı. Avrupa Birliği de beka sorunu yaşıyor. İki sene sonra Frexit yaşanmayacağını kimse bilemez.

Konuşuluyor zaten.

Macron yerine Le Pen olsaydı, “biz çıkacağız” diyordu. Keza diğer Akdeniz ülkeleri, İtalya mesela. Bunlarda da bu süreçler tartışılmaya başlandı. Bir zamanlar yıllarca düşmanımız olan bir Yunanistan vardı, “savaş çıkar bunlarla” deniliyordu. Şimdi Yunanistan’a bakıyorsun, ekonomisi tamamen Almanya’ya bağlı. Almanya batan bir ekonomiyi satın almış durumda. Bu ekonomiyi Türkiye’ye karşı kullanıyor, FETÖ kaçakları için “bunlar hainler, biz vereceğiz Türkiye’ye bunları” diyen Çipras’ın bir anda karar değiştirmesi bununla alâkalı. Gelelim Türkiye’ye. Türkiye yeni dünya düzeninde bir bloğa sahip değil. Dünyadaki güçler dengesi, ekonomiler üzerinden yürüyor ve bölgelerindeki etkin ülkelerin güçleri üzerinden yürüyen bir denklem var. Türkiye değişti. Yeni dünya düzenine girerken, öngörülemeyen bir ülke var. Türkiye bölgesinde aktif ve etkin bir politika üretiyor. Türkiye bağımsız politika üretince, başı derde giriyor. Batı, Türkiye’yi arka bahçesi gibi görmek istiyor. İstediği zaman darbe yaptırdığı bir ülkeydi Türkiye. Şimdi Türkiye’de üssü olan Almanların vekili buraya geldiği zaman biz onu üssüne sokmuyoruz. İncirlik olmaz, istersen Konya’ya gel diyoruz, onlar da uçaklarını geri çekiyorlar. Artık Türkiye’nin bağımlı olduğu bir blok yok. Büyük bir Avrupa Birliği denilen bir medeniyet de yok. Diğer tarafta Amerika, aynı zamanda Asya ülkelerinin devleşmesi; Doğu-Batı, Avrupa-Asya bloku görüntüsünü ortadan kaldırdı. Artık herkes her teknolojiyi üretiyor, üç beş sene içerisinde herhangi bir devlet dünya sıralamasında ilk beşe girebiliyor. Türkiye de “ben dünyanın en büyük on ekonomisinden biri olacağım” diye yola çıkıyor. Türkiye’nin başına gelen bütün musibetler de bundandır zaten. Onlar 1960 darbesi, 1980 darbesinde olduğu gibi, ara rejimlerde olduğu gibi Türkiye’ye rol biçmek istiyor. Türkiye dış politika uygulayamaz, birkaç düşman oluşturulurdu. İran gelirse rejimi değiştirir gibi absürd birtakım politikalarla idare edilen bir Türkiye vardı.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, “ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın” diyor. Devletler açısından düşman algısı çok önemli. Türkiye’de bugüne kadar topluma karşı yapılmış operasyonlar hep aynı merkezden yönetildi. Bunu siz bir yazınızda da belirtmiştiniz.

Doğru.

Bu merkez okyanus ötesi Amerika Birleşik Devletleri. Buna mukabil, siyasi iradeler hep Batı ve ABD’nin takipçisi konumunda oldu. Müttefik gibi gördüler, toplum içerisinde sunî düşmanlar üretildi. Yunanistan ve İran’dan bahsettiniz.

Evet.

Gerçek düşmanlar gün gibi ortada dururken, onlara dostmuş gibi davranmanın sebebi nedir? Yahut bu düşman algısını ne zaman gerçek mihrakına oturtabileceğiz?

Bir ifadem var, çok ekstrem olabiliyor; Batı medeniyeti diye bir şeyi bize yutturdular. Çağdaş medeniyetler seviyesi diye kıyaslama yaptık. Bu ülkeyi böyle kurdular, dediler ki, “bir çağdaş medeniyet seviyesi var. O sebeple Türkiye Cumhuriyeti inşa ediliyor.” Bütün taşlar bunun üzerine oturtularak devam etti. Ben buna faşizan statüko diyorum. Batı medeniyeti dediğiniz şey, İngilizler ile Siyonistlerin bir arada kurduğu bir dünya düzenidir. Batı medeniyeti İngiliz aklı ile Siyonistlerin kurduğu bir medeniyettir. Tüm dünyaya “demokrasinin nirvanası” dediler. Demokrasi tartışılacak olan bir şeydir. “Sonsuz özgürlük” diye bir şey yoktur. Lafa böyle başladılar, çok hoşumuza gitti o zamanlar.

Başıboşluk esasında.

Sonsuz özgürlük delilere mahsustur. İfade özgürlüğü diyorlar ya, her şey söylenmeli mi? Ben dümdüz ana avrat küfretsem, o bana küfretse yahut çırılçıplak dolaşsak? Bu ancak delilerde mazur görülür. Çağdaş medeniyetler seviyesi klişe ama doğrudur; ya Afrikalı kanı üzerinde kurumuştur, Güney Amerika’nın, Uzak Doğu’nun da öyle. Afrika’daki zümrütler, altınlar, madenler sürekli Batı toplumları tarafından tüketilmiş, aynı zamanda Amerika gibi bir “medeniyet” de bedavadan kölelerle inşa etmiştir ülkesini. Çağdaş medeniyet seviyesi denilen şey, insanların kanlarının döküldüğü, yıkımların olduğu bir medeniyettir.

Kendisinden başka kimseyi insan yerine koymayan bir anlayış.

Kesinlikle. Sonra bunu da gelişmiş teknolojisiyle dünyaya “çağdaş medeniyet” diye yutturuyor. Bunun böyle olmadığının somut örneklerinden birisi Türkiye’dir. 15 Temmuz yaşadık, çok konuşuldu, bugünlerde daha da fazla söyleniyor. Konferanslar, televizyonlar, dergiler, gazeteler vs. her yerde. Söyleyeceğim şey şu; Batı’nın anlamadığı bir şey var Türkiye’de. Batı diyor ki, “100 yıldan beri biz bunları yönetiyoruz. Bize benzesinler diye çabalıyoruz. Ortadoğu’da birer kral ve sultan koyduk. Halkları ikna etmek zorunda kalmadık, böylece bütün Ortadoğu’yu yönetiyoruz.” Ama Müslüman Anadolu, ta Selahaddin Eyyubi’den bu yana Haçlılarla savaş hâlinde. 15 Temmuz Haçlı seferlerinin son versiyonudur. “Bu milleti bir kral, despotik bir rejim ile idare edemeyiz. Başlarına koysak da kabul etmezler. Bu insanların topluca bize benzemesi gerekiyor. Bize benzeyecekler mega ideallerinden –yani İslâm’dan- uzaklaşacaklar ki, bir daha karşımıza tehdit olarak gelmesin” diyorlar. Bu inanç meselesi değil, Batı’nın Türkiye Cumhuriyeti’ne bakışı budur. Ancak Cihatmış, Allah’mış, kitapmış bu tür kavramların maneviyatını alırlarsa, başarılı olabileceklerini biliyorlar. Harf devrimi, kıyafet devrimi budur. Dönüştürme projesidir. Türkiye’deki İnkılaplar halk devrimi değildir, dikey devrimdir.

Tepeden inme…

Evet. Sabah kalktığında kıyafetini değiştirmek zorunda kaldın. Halk devrimi değildir çünkü. 15 Temmuz ile alakalı şunu da söylemek istiyorum, bu süreç Batı’nın anlayamadığı bir süreç. “Biz bunlarla bu kadar çalıştık. Alo Kenan Evren.” Amerikan Büyükelçiliği ile konuşması.

Paul Henze.

Evet. Buradan baktığın zaman 1960 darbesi de olur, 28 Şubat da olur. 28 Şubat’ta Batı çalışma grubunun arkasında İsrail vardır.

Evet.

Net belgeleriyle mahkemelerde sunulmuştur. Kayıtlarda vardır. Böyle bir ülkeden, bir anda içinden beklemediğiniz bir şey çıktı. 1960’da direnmedi bu millet. 1980’de çatapat patlamadı, millet sokakta alkışlıyordu. 28 Şubat’ta başörtülü kızlar başlarından tutup sürüklenirken, bir Müslüman evladı kaldırıp bir taş atmadı. Tekbirler getirdi, ama sokaklar karışmadı.

Direnenler bir elin parmaklarını geçmiyordu, onlar da cezaevlerine kapatıldı.

O kadardı. 16 yaşında çocukları; “anayasal düzeni bozmaktan” Halil Kantarcı ve meslektaşım Yakup Köse gibi insanları cezaevlerine kapattılar. Şu anda ben Baran Dergisi ile konuşuyorum ama şunu da söyleyelim; Hayreddin Soykan içeri alındı. Kendisi benim sınıf arkadaşımdır, 1986 mezunlarından Kadıköy İmam Hatip Lisesi’nin. Bir dava insanıdır. Salih Mirzabeyoğlu, o dönemlerden beri saygı duyduğum büyük bir düşünürdür. Yazar demiyorum, çağdaş ifadeyle düşünürdür. Yani mütefekkir! Salih Mirzabeyoğlu bir bilim, irfan insanıdır ve hakikaten büyük Kumandan’dır. Bakıyorsun o dönemde kimseye kurşun sıkmamış, elinde Kalaşnikof olmayan insanlar dava adına bir köşe yazısı, bir ifade yüzünden içeri tıkıldılar. Biz bunları Sultan Palamut devrinden anlatmıyoruz. Orta yaşlı adamların gençlik dönemleri bunlar.

20 sene evvel.

Evet. 30 yaşındaydım o zamanlar. Bu kadar yakın bir zamanda bunları yaşadık. Batı şaşırıyor 15 Temmuz’a. Şunu anlamıyorlar, onlar Materyalistler ya, onlar için demokrasi var, onların nirvanası Fransız İhtilâli. Onlar için Pulitzer ödülü alan, 1986 Tiananmen Meydanı’ndaki asi Çinli fotoğrafı var. Her gün duyuyorsunuz, top-tank-tüfekle neler yaptığımızı bütün dünya görüyor. İnsan zekâsının algılayacağı şey değil bu.

Nasıl bir ideal bu?

Nasıl bir inanç bu? Apartmanın üçüncü katının seviyesinde geçen bir helikoptere levye fırlatılıyor. Hangi kafa “tankın şurasını tıkayalım da, tank dursun” der. Hangi zihniyet bir tank üzerinden geçtikten sonra, bir tanesi daha üzerine gelirken altına girer. Sanki o tankı omuzlarıyla kaldırıp yıkacakmış gibi! Bunlar iman ve maneviyatla olan şeyler. Batı Materyalist olduğu için, bu halkın ne yaptığını hâlâ anlamlandıramadı. “Bunlar deli olmalı” diye düşünüyorlar. Örtülüsü, açığı hepsi bir arada. Bir hanım, gazi olmuş, tek bacağı yok ifadeye bak; “Yapmayın vurmayın dedim, ikinci kurşunu bacağımda hissettim. Bacağımı kestiler, olsun bir bacak vatan için ne olacak ki, feda olsun” söylerken dinlerken bilim kurgu filmi gibi. Kamyon süren kadın... Bu örnekleri unutturmayacağız. “Ya kadın o kamyon o sokaktan geçmez, sen ne yapıyorsun” diyor kocası. Çarşaflı bacım “atlayın ulan hepiniz buraya!” diyor. Gidiyorlar, korku yok… Peki bu nereden çıktı? Beğenin-beğenmeyin, doğru-yanlış neticede ülkenin lideri Allah’ın kuludur yanlışlar yapar, doğru da yapar. İdeolojik düşüncesini beğenirsin-beğenmezsin. Bu lider 100 sene sonra millete bir şeyler hatırlattı, genetik kodlar! Sen 100 sene “Batı medeniyeti” diye uyutsan da, 100 sene sonra “bir dakika kardeşim. Biz Osmanlı evladıyız. Viyana’ya gitmiştik, Afrika’ya da gitmiştik, Asya’ya da uğradık. Hindistan’ın güney bölgesine de gittik” diyebildik.

Sertaç Hat diye bir Müslüman Hintli “bize Türko derler” dedi. “Niye” dedim. Müslümanlara “Muslim” demezlermiş. Kısa ifadeyle Türko derlermiş. Tarihimi bana anlattı, utandım. Hindistan’ın Güney bölgesinde şöyle bir hadise olmuş; Hindular ülkenin güney bölgesinde Müslümanları baskı altında tutuyorlar. Müslümanlar Kanuni’ye mektup yazıyorlar. Diyorlar ki “Halife bize ne gönderebilir ki?” Hintli Müslüman Âlim Molla yine de Kanuni’den yardım istiyor. Kanuni de, içinde on tane Molla, yirmi tane de Levent olan bir kadırga yolluyor Hindistan’a. Osmanlı dünyayla savaşıyor, vakti yok. Tek bir ferman gönderiliyor Padişah’tan, “Ben Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman, buradaki Müslüman kardeşlerimizin yerlerine göz dikmişsiniz, bunlar benim himayemdedir, halifeleri benim! Bunlarla mücadele etmeyin bu ilk kadırgamdır. Vakit bulduğum zaman bunlardan göndermeye devam edeceğim” diyor. Pala bıyıklı, Osmanlı askerleri hakikaten gelmişler. “Hindu görürseniz savaşın, ölürseniz orada gömülürsünüz” demişler. Böyle bir milletin torunusun sen ya. Bir kıtaya gidiyorsun, şu anki nüfusu bir milyarın üzerinde. Yirmi Levent savaşmaya gitmiş oraya! On tane de hoca var orada. “Siz İslâm’ı irşad edin. Velev ki Hindulardan Müslüman çıkartırsınız” demiş Kanuni. Evet bu tarihî bir vakadır. Belgeseli bile çekilir. Kût’ül-Amâre’yi elli yaşında öğreniyorsun.

Topyekûn Batı’nın Anadolu’yu niçin kontrol altına almaya çalıştığını görüyoruz.

Elbette. 15 Temmuz meselesinde “yeniden diriliş”ten kasıt bu. Anadolu topraklarında genetik kodları hatırlatan bir lider var. Hiç kendimizi küçük görmeyelim, görmeyelim. Burada 19 yılını yurtdışında yaşamış, uzun süre Ortadoğu ve Batı’yı görmüş bir vatandaş olarak konuşuyorum. Mukayeseyi de yapıyorum. Türkiye yeniden diriliş sürecine girdi, diz çökmedi. Şu anda o üst akıl, sözde “çağdaş medeniyet seviyesi” bizimle anlaşmak zorunda. Ortadoğu bizim arka bahçemiz. Kürtler, Türkler, Araplar hangisi varsa orada, onlarla kardeşiz. 1096 ilk Haçlı Seferi’nde Alman Papa Über emir veriyor, “Filistin topraklarına sefer yapacağız” diyor. İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman vardı ya sefere çıkan, bin sene sonra yine bir araya geldiler; Halep’te ve Şam’dalar. Değişen bir şey olmamış. Bin sene önce çıkan Haçlı ordusunda ne varsa, bugün de “Koalisyon Güçleri”nde o var.

1991 Amerika’nın Irak’a müdahalesinden sonra şuurlu bir istikrarsızlık pompalandı bölgeye. İsrail bu projenin neresinde?

Bin sene önce başlayan bu misyonun arkasında iki bin yıllık tarih yatıyor. Dünyanın koalisyon güçleri dediği yerde, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya tüm dünya güçleri ve özellikle Hıristiyan âlemi var. Zimbabve yok, Eskimolar yok, Hindular, Mecusiler de yok. Batı medeniyeti, Siyonist aklı var. Bunların Ortadoğu’da ne işleri var? Sykes-Picot gizli anlaşması; Fransız generali Picot, İngiliz generali Sykes’in yaptığı, İngiltere’de hala tez konusu olan, bizim ise yeni yeni öğrendiğimiz anlaşmalar niçin yapıldı? Kutsal savaş; Filistin civarındaki onların değimiyle “Jerusalem”... Batı 1090’larda bunun için Haçlı seferi yapıyordu. DAİŞ, PKK, diğer örgütler, savaşlar neticesinde otoritelerin kırıldığı bölgeler oluşturdular. Sırtımızı İsrail’e çevirelim, önümüze bakalım. Ta Musul’a kadarki bölgeye bir göz atalım. İsrail’in ve Siyonistlerin haritasına bakalım. Orası İsrail için Arz-ı Mev’ud’dur. Arz-ı Mev’ud tüm dünya güçlerinin savaştığı bir yerdir bugün. Bunu söyleyince “ay ne kadar bilim dışı konuşuyor” deniliyor. Baba biz Sibirya’da değiliz ki, orada olsak Eskimo köpeklerini konuşalım, Mecusileri konuşalım. Veya Zimbabwe’de Oko Moko Kabilesi’ni konuşalım. Arkadaş buradasınız. Amerika Başkanı Trump koltuğa oturdu, ilk ziyaret Suudi Arabistan, ikinci ziyaret Ağlama Duvarı. Arkadaş anlamıyor musunuz? Bunda derin analize gerek yok. Ortadoğu ve vaat edilmiş Arz-ı Mev’ud denilen bu topraklar İsrail’in kıyamete kadar hedeflediği topraklardır. İşgal etmek istediği topraklardır. Ne dedim Batı medeniyeti için? İngiliz aklıyla, Siyonistlerin kurmuş olduğu medeniyettir. Netice, hedef, bilmem ne, Türkiye ve diğer şeyler onlar için bir araçtır, amaç ise o topraklardır!

Odet Yinon Plânı var, bunu işletmişler bir tek Türkiye kalmış.

Evet. Çok enteresan bir azaltma yaptın. Mısır’da Mursi, yüzde elli iki ile cumhurbaşkanı seçildi değil mi? Filmlerden replik, “bu da mı gol değil ulan!” dersin ya. Anlamayan anlamıyor işte. İki tane adam çıkıyor ortaya, “hayda nereden çıktı şimdi bunlar?” diyorsun. Birisi Recep Tayyip Erdoğan diğeri Mursi, ikisi de aynı şeyi söylüyor. “Refah Kapısı açılacak. Filistinli kardeşlerimize eziyet bitsin.” İsrail’in Yahudi merkezlerinin genişletilmesine karşı duran iki adam… İktidara geldiği günden beri bağıran bir Erdoğan var. Bir de arkasından Mursi çıktı… Bu da mı tesadüf ya arkadaş? 2013 Gezi olayları. Yaktılar yıktılar ortayı, “milyonlarca insan sokakta, devrim oldu, Erdoğan yıkıldı” dediler. Aynı yılın Ramazan ayında Mısır’da darbe oldu yanlış hatırlamıyorsam doğru muyum?

Evet.

İkisini de susturmaya çalıştılar, bir buçuk ay farkla. Neden? Tam bunlar oldu derken, pat darbe oluyor. Sisi geçen sene 2015-2016 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde geçici üye seçildi. Almanya bir dünya markası üzerinden Mısır’a beş buçuk milyar lira para aktardı. Dünya bunu görmedi. Aynı zamanda Suudi Arabistan ABD’ye para aktardı. Katar karşı koydu buna! Çibanlar ortaya çıkıyor. İhvan Katar’da güçlüdür. Yeni bir şey değil bu, son yüzyılda böyle. Katar “olmaz arkadaş!” dedi. “İtirazın mı var?” diye karşılık verdiler Katar’a ve durumu görüyorsunuz!

Katar’a diz çöktürdüler mi şu anda?

Türkiye olmasa çoktan çökmüştü. On dört sene Ortadoğu’da bu ülkelerde gezdim. Çoktan çökmüştü. Bir altın vuruşla bitirirlerdi işini. “Çok büyük sermaye” diyeceksin. Hayır, sermaye ile alâkası yok.

Suudi Arabistan’ın da çok büyük sermayesi var ama Amerika ile 300 milyar dolarlık silah anlaşması imzalıyor.

Suudi Arabistan’ın sermayesi kalmadı. Katar son on iki yıl dünyanın en zengin ülkesi, son dört yılda 142-148 bin dolar kişi başı millî gelir ile dünyanın en büyük zengini. Sıkıştırılmış doğalgazda dünyanın en zengini ve yüzde otuzunu üretiyor. Rakibi Amerika. Kaya gazından elde ettiği doğalgaz ile dünya doğalgaz üretiminde Amerika var. 2020’ye kadar yeni rezervleri ile sıkıştırılmış doğalgaz tankerleriyle naklettikleriyle dünyanın en büyüğü olmak istiyor Amerika. Trump geldi, parası bitmiş Arabistan’a 300 milyarlık malı sattı, on yıl içerisinde alacak onları ve dedi ki, “bunlara haddini bildirin, bunlar Türkiye’ye destek çıkıyor. Bunları terörle ilişkilendirin”.

Asıl hedef yine Türkiye.

Tabiî. Namlu dönüyor. Merkez Türkiye. MİT Tırları davasında Can Dündar’ın gazeteciliğini anlatacak kişi ahmaktır, beni de ahmak yerine koymaya çalışıyordur. Adam “aha bu mudur” diye silah gösterip, arkasından “IŞİD’e giden silahlar bunlardır” deyip Türkiye’yi sözde gammazlıyor. Türkiye aleyhine Batı’da ve dünyada blok oluşsun, ittifaklar ortadan kalksın ve Türkiye sıkıştırılsın istiyorlar. Enteresan bir şekilde bunu CHP de yapıyor.

15 Temmuz sonrasında iki kutup oluştu Türkiye’de. Birisi İslâm’ın dolayısıyla halkın yanında olanlar, diğeri de karşısında olanlar. Görüntü bu.

Evet. 16 Nisan’dan sonra Kılıçdaroğlu, “biz iktidarda olsaydık, Türkiye’ye bu savaşta hiçbir şey olmazdı” diyor. Aynen öyle! Altına imzamı atarım. Eğer CHP iktidarda olsaydı, 15 Temmuz da olmazdı, Türkiye’nin Ortadoğu ile mücadelesi de olmazdı. Amerika ile aramız hiçbir şekilde gerilmezdi. Avrupa Birliği bizi hâlâ ‘askıya’ almıyordu. Elli yıldır nerede duruyorsak? Yani Kılıçdaroğlu doğru diyor. Baba, adamın dediğini yaparsan zaten olmaz! IMF’den neden borç almıyoruz kardeşim? Türkiye’de Batı’nın baronları var, koçu var, kuzusu var, koyunu var. Bu adamlar senden para alacak, borçlanacaksın, vatandaş da, bir Türk dünyaya bedel ya, ayağında lastikle tarla çekecek, sonra “yurdun malı, yerli malı herkes bunu kullanmalı!” 1981-1982 Tercüman haberi neydi? “Anıtkabir’deki direğin telini biz yaptık” diye dünyaya duyuruyoruz. Hasılı ülkeyi teslim ettiğin zaman, “geldikleri gibi giderler!” “15 Temmuz’a ihtiyaç kalmazdı ki o zaman. Gezi, 17-25 Aralık, tutmazsa, altın vuruşla kelleyi alırız” diyorlardı. O yüzden diyor CHP “biz iktidarda olsak bir şey olmaz” diye. Tabiî ki bir şey olmaz baba. En fazla Kardak’ta Yunanlılarla sirtaki yapılırdı. Bizimkiler Mikonos’a gider içerlerdi. Onlar da buraya gelir Kıbrıs Müzakeresi yapardık.

Düşman” onlar ya zaten…

Evet. IMF’den borç alınır, halkayı takarlardı Türkiye’nin boynuna. O zaman uğraşmaya gerek kalmazdı, Türkiye zaten senin kölen olurdu. O zaman istersen Musul’u da indirirsin. DAİŞ’e de gerek kalır mıydı? Bütün musibetler Türkiye’nin bağımsızlık iddiasıyla ortaya çıkmıştır. “Ben Osmanlı torunuyum. Bana hükmedemezsiniz, ben hükmederim” dediği için. CHP’ye versen anahtarı, altını çizerek söylüyorum “geldikleri gibi giderler”.

Eyvallah. Peki, bu mücadelede muvaffak olabilmek için bir takım adımlar atmak gerekmez mi? Mesela az önce bahsettiğiniz oligarkların tasfiye edilmesi gerekmez mi?

Çok doğru.

Piyasadaki akarın yarısı bir zümrenin elinde. Gezi’de, 17-25 Aralık’ta ve sözde Adalet Yürüyüşü vb. her fırsatta çıkıp destek veriyorlar.

Bu oligark baronları küresel sermayeye kuyruğundan bağlı. Gerekli hâllerde operasyon çekmek isteyen ve her darbeden zengin çıkan adamlardan bahsediyoruz. Biz iki Müslüman kardeş seninle burada oturup tartışmıyoruz. Bizi şu andan itibaren bu sayfaları okuyanlar, daha dikkatli dinlesinler; bu bir hikâye değil! Belgeleri var. TÜSİAD’ın ta 1960-1970’li çalışmalarıyla ayan beyan ayyuka çıkmış birtakım gerçeklikleri var. Gezi olayları buzdağının ucu, görünen yüzü de değil.

Bugünkü tüm siyasî mühendisliklerin içerisinde bu adamlar var.

O belli. Yerleşik düzen sermayesi ile ülkeyi yönetiyorsun. Aydın Doğan vatandaş görüntüsü çizmeye çalışıyor. “Ben milliyim, Kelkitliyim” falan diyor ya. O mezkûr görüşme hakkında Star Gazetesi’nden Nuh Albayrak’ın bir ifadesi vardır: “Arkadaş biz de oradaydık” dedi ve meydan okudu. Cevap verilmedi ona. Düşünebiliyor musun? Bir medya grubu talimat veriyor, Aydın Doğan geliyor, “Bakanlar Kurulu’nu şöyle kuracaksın” diyor ve gidiyor. O bakanlar seçiliyor.

28 Şubat nasıl oldu? Geriye doğru bir soru sordular, apışıp kaldım. Zorluyorsun zorluyorsun, bir şey bulamıyorsun. Uğur Dündar: “Öğrenciler Cumaya gittiler”. Baleye gitse sıkıntı yok yani. Yine soruyorsun “Bu mu ağabey?” Cevap: “Yok, yok bir de başka bir adam vardı, Kaplan mı nedir kafalarını sallıyorlardı.” Komedi gibi ama bunlar oldu.

Halk TV’de Uğur Dündar ve Tuncay Özkan 28 Şubat’ı tartışıyorlar. Hayatımın en parlak analizini gördüm baba. “Ulan bunu bilseydim anlatırdım!” dedim. CHP’li milletvekili Tuncay Özkan itiraf ediyor. Medya mensubudur kendisi, gazetecilik-televizyonculuktan gelme. Sağında Uğur Dündar, yanında bir sürü Kemalist yobaz takımı oturuyor. Dedi ki, “28 Şubat’ı FETÖ’cüler yaptı.” Biz şok! Adam savcının ismini verdi, haber veren polis şefleri, isim isim var. Programı seyredin, ne demek istediğimi anlarsınız. “O haber verdi, şu çağırdı, biz de bastık” diyor. “Savcısı, 28 Şubat hâkimi, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı, bilmem necisi hepsi içeride şu anda” diyor. Tuncay Özkan itiraf ediyor bunu. En komik figür Uğur Dündar, o da ne dese iyi; “Allah Allaaaah” diyor. Çok şaşırıyor. Hiç bilmiyor. Ulan sen salak mısın! Sen de televizyon kanallarında “kimde takke vardı, kimde yoktu, çorabı ıslak, galiba abdest aldı” diyen adamdın ya! Pardon “adam” dedim.

Ak Parti’nin iktidara geldiği dönemden bugüne müsbet yönde değişiklikler oldu. Kumandan’ın ifadesiyle “olmaz denilen nice şeyler oldu!” Bu değişikliklerin merkeze alınacak bir manevi ideal etrafında yapılması gerekmez miydi? Maddî birtakım değişiklikler yapıldı. Bizim bu zorlu şartları en az kayıpla atlatmamız için, bir manevî hedef etrafında toplanmamız, devletin de bunu topluma aşılaması gerekmez mi?

Kocaman ve çok kıymetli bir soru sordun. Ülkenin geleceğiyle alâkalı. Bu deminden beri bahsettiğimiz Haçlılardan bugüne anlatarak geldiğimiz o büyük mücadele. Erdoğan da söyledi, biz de zaman zaman ifade ediyoruz. En büyük eksiklerden birisi, milli eğitimde yapılamayan devrim. Biz yeni bir nesil yetiştirmekte ciddi sıkıntı yaşıyoruz. Maneviyatı güçlü, hedefi idealleri olan bir Asımın nesli yok maalesef. O insanlara bunu vermek için birçok kişi bir araya geldi, birçok kanaat önderi bunu tartıştı. 15 Temmuz insanları bu meselede tekrar düşünmeye sevk etti. İnsanlar beka sorunu yaşadılar. Meydanlarda tekbirler getirdiler. Bugün Türkiye’de Müslümanlara böcek gözüyle bakan, statükocu Emperyalist uşakları, İttihatçı kafa, görmesi gerekeni gördü ve tıs diye oturdular yerlerine. Allah-u Ekber ile kurtardık bu ülkeyi. Nasıl ki bin yıl önce Allah-u Ekber ile girdik, 15 Temmuz’da da yeniden dirildik. Batılıların dediği gibi, “mega idealler”deki çatının oluşması için, her şeyden önce gerekli olan şey toplumun eğitimi. Bunun için de devletin ön ayak olması gerekiyor. Bu kuru kuruya imam hatip açmak ile olmaz. İmam hatip neslini destekliyorum, seviyorum. Türkiye’nin çorbasında tuzu olan birçok imam hatipli var. Ama o büyük davayı, insanlara anlatmak başka.

Ruh işi.

Öyle! Televizyon programlarıyla, bilmem neyle kamu spotuyla anlatılacak bir şey değildir. Bu devlet devrimiyle, halkın da gönül verdiği bir şey. Dün meydandaydım (12 Temmuz Çarşamba). Meydanda üç kelimeden sonra, tekbirlerle sözümüz kesiliyordu. O inançtaki insanlar bir şeyi hak ediyor. Daha anaokulu çağındaki çocuğun toprak, vatan ve Allah’ın onu niçin yarattığını bilmesi lazım… Logocu eğitimler Batı’da şu anda beka sorunu yaşıyor. Materyalizmin sonu geliyor. Göz göre göre geliyor. Aramızdaki fark bu. Biz atomlarla bilmem nelerle dünyaya meydan okumadık, gene okumadık. Ama elimizle bile tank durdurabilecek bir millet olduğumuzu anlattık. Bu iman ve itikadla oluyor. Silmeye çalıştılar, yapamadılar. Ne diyor şair, “o iman ki cevher ne büyüktür, imansız paslı yürek sinede yüktür.” Herkes “mücadele ettik” diyor; ama kusura bakma ben Müslüman kardeşimin hakkını yemem, yedirtmem de. Benim yaşadığım bölgede, evin oraya doğru giderken bütün ATM’lerin önü doluydu. Bağdat Caddesi, Erenköy doluydu. “Birçok kişi katıldı” diyorlar. Doğru, tamam. Şehadet ve tekbirlerle meydanlar doldu, bu bir şeyin göstergesiydi aslında. Yapılması gereken devrimin karşılığı bu; biz inanç ve imanla bir şeyler yapabiliyoruz. “Çağdaş medeniyetler seviyesi” bir kız çocuğuna kurdele takacaksın, yakaları işlemeli, patates baskı “yerli malı yurdun malı, yaşa Mustafa Kemal Paşa” bir de “köylü milletin efendisidir” diyeceksin. Böyle diyen adam da Maçka’nın tepesinden viskisini yudumlayacak, ne güzel Türkiye! O Türkiye 28 Şubat’taki Türkiye’ydi. “Kafa salladı baba, darbe yapalım” Türkiye’si. Eğitim vermezsen, maneviyatı boşaltırsan olacak olan bu. Batılılar için diyorum ki, maalesef boşaltamamışsınız.

15 Temmuz’daki ilk kapağımızda, “15 Temmuz Halk İhtilâli” dedik. İkinci kapağımız ise “Şimdi İş İnkılapta” idi.

Çok güzel yapmışsınız. Aziz dostum, konuşurken çok çekinen, ayıp olmasın diye “şunu söylemeyeyim” diyen bir insan olmadığım için hayatım boyunca “adam” olamadım ben. Bu yüzden siyasetçi de olamadım. Gerçeklerden kaçtık, tekrar geldik. İnanarak söylüyorum, yürekten söylüyorum. Bir devrimden bahsediyoruz. İyi niyetlere ihtiyacımız var, dava ve gönül hepsi tamam. Üzerimize geliyorlar o yüzden bir şeyler gecikiyor; fakat bu mazeret olamaz, ona da eyvallah. 2012-2013’te milli eğitime itiraz ettik. Ana okuldan başlayarak bu millete bir şeylerin verilmesi lazım. Alınan şeylerin geri verilmesi lazım. Batı’nın çaldıklarını çocuklarımıza geri vermeliyiz. O fidanların sulanması lazım. Ama biz yukarıda kaya, toz, sopalarla uğraşıyoruz. Fidanın bir damla suya ihtiyacı var hâlbuki. Yok, o olmuş, yok 2007 gece yarısı, yok kapatma davası, arkasından Gezi olayları, MİT krizi, 7 Şubat krizi. Geçen sene 15 Temmuz yaşandı. Ya herro ya merro yaptı adamlar! 2020’de şunu hesaplıyor herifler, “New Turkish Republic (Yeni Türkiye Cumhuriyeti)” Ankara-İzmir-İstanbul merkezli. Kuzey bölgesi ayrılıkçı gerillalar, güney bölgesinde bir PYD butik devlet. Reuters’den haber geçiyor. Ankara merkezli Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nden kalkan Recep uçakları, Trabzon-Rize ve bilmem ne taraftaki gerillaları vurdu, 200 terörist öldürüldü. Yemin ediyorum hedef buydu. Bunu Allah-u Ekber ile atlattık. Bunun kıymetini bilelim.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Teşekkür ediyorum, bütün Baran Dergisi çalışanlarını saygı ve sevgiyle kucaklıyorum. Hepinizi seviyoruz, dava insanlarısınız, hiçbir şeyden korkmayın, bildiğiniz yoldan ayrılmayın. Ben gençlikten umutluyum. Madem umuttan bahsettik, “Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak... Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.”

Eyvallah. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ediyorum.

Baran Dergisi 549. Sayı