Fransa’da İslâm karşıtı yasa tasarısı onandı. Bu hususla birlikte Müslümanların Avrupa’daki durumu hakkında neler söylemek istersiniz?

Fransa, Avrupa ülkeleri arasında İslâm’a en yoğun düşmanlık gösteren ülkelerin başında geliyor. Sebebi şu; uzun bir sömürgecilik geçmişi var. Sömürgecilik geçmişinde özellikle 1954 ile 1962 yılları arasında Cezayir’de büyük bir darbe aldı. Ama buna rağmen hâlâ Afrika’da sömürge geçmişine dayalı ilişkileri olan bir ülke. İngiltere ile bazen mukayese ediliyor, İngiltere de tabiî çok zulüm ve irtikâp etmiş ama Fransızlar için söylenen bir söz var; “Çekilirken geride çok büyük zayiat veriyorlar, çok büyük katliamlar yapıyorlar.” şeklinde. Ruanda, Cezayir vs. Afrika’da bir sürü katliama imza atmış bir ülke. Neden? Çünkü Müslümanlar en çok Fransız sömürgeciliğine karşı çıktılar. Fransa ne yaptı? Önce Cezayir, ardından Tunus’u, kısmen Fas’ı ve bölge ülkelerini işgal etti ve buralarda direnişle karşılaştı. Bir taraftan Müslümanları kazanmak için onlara zaman zaman şirin görünmek istese de, zaman zaman da baskılamak için zulümler icra etti. Bugün de baktığımız zaman Fransa kendisini İslâm’a karşı konumlandırıyor. Fransa’ya bugün “Dünyada en büyük düşmanınız kim?” diye sorulsa herhalde “İslâm” yahut “Müslümanlar” diyecekler. Hâlbuki dediğimiz gibi Fransa’nın Müslümanlar ile ortak bir geçmişi var. Buna rağmen Fransa kendisini potansiyel olarak Müslümanlarla çevreli şekilde görüyor. Bu politikaya, İslâm düşmanlığına rağmen Avrupa’da İslâm’ın hızla yayıldığı ülkelerin başında Fransa geliyor.

İslâm, diğer ülkelere nazaran neden Fransa’da daha hızlı yayılıyor.   

İslâm ile ilgili araştırmalar Fransa’da çok fazla. Ayrıca Fransızların İslâm ülkeleriyle temasları var ve belirttiğimiz gibi bir sömürgecilik geçmişi var. Bundan dolayı etkileniyorlar. İslâm dünyasından Fransa’ya gelenler olduğu için. Özellikle tasavvufi akımlardan. Fransa bu noktada şanslı bir ülke, Müslüman entelektüellerin fazlaca bulundukları ülkelerden bir tanesi. Bu da Fransa’da İslâm’a olan ilgiyi artırıyor. Bu durum Fransız idarecileri ürkütüyor. İslâm’ı kendi kayıtları altına almak istiyorlar, kendileri yön vermek istiyorlar. Müslümanların kendi yönünü tayinine de karşı çıkıyorlar. Son olarak imamları ayet okudular diye “Cumhuriyet ilkeleriyle bağdaşmadı” diyerek görevden alıp, sınır dışı etme kararı alıyorlar. En çok Fransa başvuruyor İslâm düşmanlığına. Diğer ülkeler de yapıyor bunu zaman zaman Almanya gibi; ama Fransa’ya kıyasla daha az sayıda gerçekleşiyor. Dünyada bugün İslâm’a en büyük düşmanlığı Fransa gösteriyor. Bunu hukuk düzenine de yansıtmak istiyorlar. Bir de işin iç siyaset boyutu var. Ne kadar İslâm düşmanı olursan o kadar prim yapıyorsun. Ulusalcı cephe bu yönde başı çekiyor. Ulusal cephenin yükselişini engellemek için Macron ve diğer sağcı siyasetçiler İslâm düşmanlığı siyaseti güdüyorlar. Böylece İslâm’ı kötülemekte bir yarış başlıyor. Fransa’da siyasî yükseliş için İslâm’ı kötülemek, karalamak lâzım. Bundan dolayı da maalesef bu tür kanunlar ihdas ediliyor. Fransız İslâm’ı dedikleri bir İslâm çeşidi uyduruyorlar, bunu gündeme getiriyorlar. Bütün bunlar hazımsızlıklarının bir göstergesi. Almış oldukları tedbirler makul tedbirler olmadığı için ters tepiyor. İslâm’a olan ilgi daha da artıyor. 11 Eylül’den örnek verelim. 11 Eylül’de İslâm dünyasına karşı sıkı yönetim rejimi uygulandı. Fakat bu durum İslâm’a ilgiyi artırdı. İnsanlar, “İslâm ne diyor, Kur’an ne diyor?” diye bakma ihtiyacı hissediyor. Bu düşmanlıklar İslâm’a olan ilgiyi artırıyor. Bu ilgi de İslâm’ın gücünü daha da artırmış oluyor.

İslamofobi denen bir kavram ortaya çıktı. İslâm dini şiddet içeren, korkutucu bir din olarak görülmeye başlandı. Özellikle Avrupa bu işin başını çekiyor ve bu algının yerleşmesi için baskı rejimi uyguluyor. İslâm’ı insanlara bu şekilde tanıtmaya çalışıyorlar. Bu hususta neler söylemek istersiniz?

Suudi Arabistan Prensi M. bin Selman 1979’u bir milat olarak değerlendirdi. 1979’da ne oldu? Kâbe baskını oldu veya Kâbe’de Cuheyman el-Uteybi gibi bir zevat mehdilik çıkışı yaptı vs. 1979 neyin miladı, İslâmî uyanışın miladı. 60’lı yıllardan sonra İslâm dünyasında bir uyanış başgösterdi, pik noktası da 1979’du. İran Devrimi, Kâbe baskını vs. Bunlar göstergelerdi. Batı’ya bu “İslamofobi” olarak yansıdı. Doğu’da sosyal düzeyde Sahva -Hristiyani uyanış- var. Buna mukabil Batı’daki yansıması İslamofobi oldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra şartlar değişti. Avrupa sağı Yahudi aleyhtarıydı. Yavaş yavaş Yahudi aleyhtarlığı Batı’da İslam aleyhtarlığına dönüşmeye başladı. Sebebi İslami eğilimin daha büyük potansiyelinin olmasıydı. Yani Yahudilik komplo iddialara ve tezlere dayanan bir dindi. Bunlar toplumun altını oyuyorlar gibi düşüncelerle oluşan bu aleyhtarlık İsrail kurulduktan sonra zaman zaman Batı’da bu tür şeyler olsa da son buldu. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Müslümanlarla Avrupalılar bir araya geldi. Onlar çok kültürlülüğe alışık değiller, başka bir dindeki unsurlara alışık değiller denilerek Yahudiler Avrupa’dan kaç defa dışlanmışlardır. Dolayısıyla ilk defa tarihte barışçıl bir şekilde işçi, öğrenci düzeyinde Müslümanlar Batı’ya gittiler ve potansiyel oluşturmaya başladılar. Batının, İslam’ın tesiri altında kalma korkusu veya nefretinden dolayı İslamofobi denilen olgu ortaya çıktı. Tekilci bir medeniyete alıştıkları için de başka bir medeniyete tahammül edemiyorlar. İslam ise baştan beri çoğulcu olduğundan, Yahudiliğe, Hristiyanlığa açık olduğundan beri, en azından eski statü gereği ehli kitap olduklarından dolayı onları tanıyor. Onlar ise ehli kitap olarak Müslümanları tanımıyor. Bu yüzden de oradan kalan bir düşmanlık var. II. Dünya Savaşı sonrası oluşan şartlar çerçevesinde bu düşmanlık daha da arttı ve İslamofobi olarak tezahür eti.

Fransa’nın Müslümanlara karşı kısıtlamaları çerçevesinde kamuya açık yerlerde başörtüsü takılması, çocukların evde eğitim alması, Müslümanlara ait dernek ve sivil toplum kuruluşlarının finansmanının denetim altına alınmasına karşılık Müslümanların ayaklanması gibi bir durum olabilir mi?

İslami gelişimin kaynaklarını kurutmaya çalışıyorlar. İslam dünyasında Batılıların tavsiye ettiği bir şey bu. Bugün Batılılar İslam’ın görünür halini yasaklamak istiyorlar ve özellikle sembollerini ön plana alıyorlar. Mali kaynaklarını ve fonlarını hukuksuz biçimde denetliyorlar. Hatta 11 Eylül’den sonra mesela adam Arabistanlıysa, Hindistan’da bir eyalete para göndermek istiyor, alıcının adı Muhammed ise hemen Muhammed X işareti koyuyorlar bu kişi terörist olabilir diye. Bu kadar “İslamafobik” işler oluyor. Bugün Avrupa’da böyle bir İslam paranoyası var. Müslümanın varlığını hazmedemiyorlar. Onlar Türkiye’ye ne diyordu, “Biz Türkiye’yi hazmedemeyiz.” Müslüman olması hasebiyle... Fransa’da 10 milyon Müslüman olduğu ifade ediliyor. Müslümanlara tahammül edemeyen bir Fransa var. Şimdi, Fransa daha buna tahammül edemezken, İslâm dünyasında lider olarak beliren bir Türkiye’ye tahammül edebilir mi?.. Tahammülsüzlüğün tezahürlerini yaşıyoruz. Çeşitli kısıtlamalar var. Müslümanlara Allah yardım etsin. Garip hâldeler, İslâm düşmanları da Müslümanlara saldırmakta imtina etmiyor.

Müslümanlar er yahut geç muzaffer olacak; bu da tahammülsüzlüklerinin bir sebebi değil mi?

Elbette öyle. Eski âlimler de “Müslümanlar öldükçe, genişleyecek” diyorlar. Hatta Türklerin Orta Asya’dan, Orta Doğu’ya gelişleri için, “sopa yiye yiye geldiler fakat Orta Doğu’nun hâkimi oldular.” diye de ilave ediyorlar. Şimdi de Müslümanlar “sopa” yiyorlar; fakat adalet yerini bulacak, dünyanın efendileri olacaklar. Bunda hiç kuşku yok.

Son olarak Tunus’ta yaşanan hâdiselere de değinmenizi rica ediyoruz… Birleşik Arap Emirlikleri’nin de Tunus’ta yaşananlarda parmağının olduğu iddialar arasında.

Muhammed Mursi ile Raşid Gannuşi zaten hedefteydi. Sembol isimlerdi. Mursi’yi devirdiler, sırada Gannuşi vardı. Bunların yanında bir isim daha söylememi isterseniz; o zaman Recep Tayyip Erdoğan’ın ismini zikredebiliriz. Fakat Erdoğan, Arap dünyasından bir isim değil. Daha öncesine gidecek olursak, Hasan Turabi’yi sayabilirdik belki. O da, Ömer el-Beşir ile ihtilaflıydı. Vefat etti, tesiri de kalmamıştı. Her neyse, iki kişi hedefteydi, Mursi ve Raşid Gannuşi. Mursi’yi 2013’te devirmişlerdi. Gannuşi’yi de şimdi devirdiler. Böylece Arab Baharı sıfır noktasına gelmiş oldu. İşlerin sıfır noktasına gelmesi, her şeyin böyle gideceği anlamına gelmiyor tabiî. Yeni dalgalar tezahür edecektir. Kötü yönetim, yeni şekliyle insanlar tarafından daha iyi anlaşılacaktır, tepki çekecektir. Kimse zannetmesin ki, İslâmcılar tepelendi. Önümüzdeki süreçte yeni dalgalar olacaktır. Halkın iradesi bastırıldıkça yeni şeyler nüksedecektir. Kötülükler er yahut geç geri tepecektir. Gannuşi sembol bir isimdi, devrilmiş gözüküyor. Bu bir şeyin sonu değil, belki de yeni bir şeyin başlangıcı.