Dünya tarihinde görülmemiş ölçekte bir salgınla başbaşa kaldık. İnsanlar cami, kilise, ulu şahsiyetlerin önünde dualara koştu. Hatta ABD’nin Evangelik cemaat kanalları virüsü kovma ritüelleri düzenliyor. Salgın bir yandan din-bilim merkezli olarak da konuşuluyor. 21. Yüzyıl teknolojisinin verdiği güven de o kadar güçlü olmadığı test edilmiş oldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle herkesin kabul ettiği bir gerçek var; insanoğlu azmış. Belki de tarihin gördüğü en azgın merhalede görülüyor. Cenab-ı Hakk da en küçük, göz görünmeyecek kadar küçük şeyle insanları imtihan ediyor. Diyorlar ki, dünyaya yayılan bu korona virüslerini toplasan beş gram etmez. Uzaya gidilen, muazzam silahlar yapılan bir dönemde zamanın insanına böyle bir “meydan okuma” var.

Görünmeyen “düşman”...
Tabiî… Bu da insanoğlunun kırılganlığını, acizliğini gösteriyor. Cenab-ı Hakk en küçük şeyle imtihan eidyor. Birinden dinlemiştim; Nemrut çok ceberrut hâle geliyor ve Cenab-ı Hakk onu çok küçük bir şeyle, bir sinekle imtihan ediyor. Biliyorsunuz sıtma hastalığının sineklerden, koronavirüsünün de bir kemirgen olan yarasadan bulaştığı söyleniyor. Nemrud’u bir sivrisinek mahvetmişti. Bu hadise çok geniş boyutları olan tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu virüsün kaynağı insan işi midir, yoksa ilahi bir tecelli sonucu gelen musibet midir? Kaderde bunun da cevabı var, o da şu; Cenab-ı Hakk’ın tasarrufu dışında insanoğlu da bu işi yapamaz. Yani ancak Cenab-ı Hak izin verirse gerçekleşebilir.

Yine O’nun mutlak ilmi dahilinde?
Elbette. O’nun ya emri veya halketmesi neticesinde, ilahî tasarrufuyla hadiseler olur. Yani Cenab-ı Hak ya yaratacak veya izin verecek. Bunun dışında beşer ne yaparsa yapsın, kendi iradesiyle bir şeyi başarması veya tesir etmesi asla mümkün değildir. Kader ve kaza cihetiyle böyle inanmamız lazım. Hadislerde de var; salgında “Sağlam olanınız oraya girmesin…” şeklinde Hatta karantinayı tarif eden hadisler var. Diyelim ki bir yerde taun, veba olduğu zaman oraya girilmemesi veya orada olanın da dışarı çıkmaması gerekiyor. Malum; Hz. Ömer de bunu uyguluyor. Hicrî 18’de ilk görüldüğü yer Kudüs’ün 33 km kuzeybatısındaki Amvâs vebası Urfa’dan Şam’a, oradan Ürdün ve Filistin bölgesine kadar geniş bir coğrafyada etkili olmuş. Bu salgında 25 bin Müslüman vefat etmiş. Hicret 18’de, (m. 639) bölgenin başkomutanı Ebû Ubeyde b. el-Cerrah 58, onun yerine geçen Muâz b. Cebel’in ise 38 yaşında bu hastalıktan vefat etmiş. Hz. Peygamber’in (as) amcasının oğlu el-Fadl b. el-Abbas da Amvâs salgınında vefat edenler arasındaydı. Şurahbîl b. Hasene, Süheyl b. Amr, Utbe b. Süheyl, Hâris b. Hişam ve –Hazret-i Muâviye’nin ağabeyi, Şam valisi- Yezîd b. Ebû Süfyân da vebada ölenler arasında... Müminlerin Emiri Hz. Ömer, hastalığın etkili olduğu günlerde Şam bölgesine seyahate çıkar. Başkomutan Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh ile bölgedeki ileri gelen komutanlar kendisini karşılayıp kötü haberi verir. Hz. Ömer haberi alır almaz Abdullah b. Abbâs’a ilk muhacirleri toplantıya davet ettirir. İstişareler sonucu bazıları Hz. Ömer’in belirli bir gaye için yola çıktığını, bölgeye girmeden geri dönmesinin uygun olmadığını, diğerleri ise vebalı bölgeye girilmemesi gerektiğini söylüyor. Hz. Ömer, Ensâr’ın ileri gelenleriyle de bir toplantı yapıyor fakat bir sonuç çıkmıyor. Bu defa Mekke’nin fethinden sonra hicret eden yaşlıların çağrılmasını istiyor. Onlar da hep bir ağızdan salgın bölgesine girmemesi, hemen geri dönmesi gerektiğini söyleyince, “Sabah yola çıkıyorum. Siz de yola çıkmak üzere hazırlıklarınızı yapın” talimatını veriyor. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sitem edince Hz. Ömer, “Ey Ebû Ubeyde! Keşke bu sözü sen değil de başkası söyleseydi! Evet, Allah’ın kaderinden, Allah’ın kazasına kaçıyoruz! Bir deve sürün olsa, bir tarafı çorak, bir tarafı verimli bir vadiye götürsen, onları verimli yerde de çorak yerde de otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?” O sırada Abdurrahman b. Avf geliyor. Konuşmaya dahil olup diyor ki, “Ben de bunun cevabı olabilecek bir bilgi var.” diyor ve Allah Resulü’nün, “Bir yerde veba olduğunu işitirseniz oraya girmeyin. Eğer bulunduğunuz yerde veba ortaya çıkarsa oradan ayrılmayın.” Hadisini söylüyor. Hz. Ömer de Allah’a hamd edip oradan ayrılıyor. Tabiî salgından dolayı ölenler hadislerde belirtildiği gibi şehit sayılıyor. Burada iki boyutlu bakmak gerekiyor.

Nedir o boyutlar?
Biri kader ciheti, diğeri insan iradesi ve fiili. Kader cihetinden hiçbir şey değişmez. Her şey Allah’ın takdiri dahilindedir. O zaman karantina nereden çıkıyor? Bu noktada Muhyiddin Arabî’nin yaklaşımını irdelememiz lazım. Biliyorsunuz; o “vahdet-i vücud” meşrebinden bir zat. O, amelle itikadî boyutu birbirinden ayırıyor. İtikatta her şey Allah’ın tecellisi. Ama hukukta bunu ayırıyor. İnsan ameli de sözkonusu çünkü. Bir hadiste geçer ya, “Deveni bağla sonra tevekkül et.” buyurulmuş. Dolayısıyla burada amelî olarak, hukukî olarak karantina uygulaması kaçınılmaz. İbn-i Arabi’den nakille bir söz daha var, “Kader en çok gayreti sever.”

“Kader gayrete aşıktır” şeklinde de ifade ediliyor…
Sonuç itibariyle biz de amelle, tedbirle mükellefiz. Esbab dairesinde hareket edeceğiz.

Bir yandan da seküler zihniyetin ileri sürdüğü bilimsel açıklamalar, bir yandan Bill Gates’in vakıf çalışmalarıyla öne çıkması. DSÖ’nün çelişkili açıklamaları, “bilim adamları”na olan güvenin sorgulanması. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bazıları bu virüsün laboratuvar ortamında üretildiğini iddia ediyor. Saddam Hüseyin’den menkul bazı videolar var. O videolarda yaptığı konuşmalarından birinde, “ABD beni korona ile tehdit etti.” diyor. İkincisi, meşhur Mısırlı doktor Mustafa Mahmut var. Bu zat, imanî, itikadî meselelerle bilim, teknoloji vesaire meseleleri bir arada konuşan çok önemli adamlardan biri. Bundan 20-30 yıl önce bu koronadan bahsetmiş. Bill Gates de 2015’te bahsetmiş. Bu salgınla ilgili artık arşivimiz de var. Virüsün zaman zaman mutasyon geçirdiği, SARS grubundan bir virüs olduğu da kaydediliyor. Bir yandan insan bünyesi adapte olup bağışıklık kazanıyor. Bunun bir de hava ila alakası var. Bu süreçte birçok faktör görünüyor. Bazıları diğer faktörleri öne çıkarıyor, bazılarını göz ardı ediyor. Deniliyor ki, bu tür salgınlar özellikle kıştan sonra, ilkbaharda olur. Yaza girerken sıcak havayla birlikte çekilirler. Hatta şöyle deniliyor; Ülker, diğer adıyla Süreyya yıldız kümesinin görünme dönemi var. Ayın görünme dönemleri gibi. O da aşağı yukarı 20 Mayıs işaret ediliyor. Alimler bazı hadislere dayanarak, havaların ısınmasıyla salgının hafifleyeceğini, kendiliğinden ortadan kalkacağını belirtirler. Mevsimlik vakalar olarak gösterilir.

Bir yandan Batılı toplumların ritmi, maneviyatı da iyice sarsılmış görünüyor. Salgını umursamayanlar dışında, düne kadar cami kundaklamasıyla haber olan Avrupa’nın bazı ülkelerinde cami önlerinde ezanları dinleyen, dualara katılan topluluklara şahit oluyoruz. Bundan sonrası için bir değişime işaret olabilir mi?
Doğrusunu söylemek gerekir; 500 yıllık tarih tersine dönüyor. Doğu-Batı arasındaki husumetlerin görüldüğü bu zaman diliminde neler yaşandı neler. 11 Eylül sonrasını düşünün. İslâm terör dinidir, şiddet dinidir. Bundan sadece ABD değil, Çin Doğu Türkistan’da, Rusya Çeçenistan’da kendi istifade edeceği fırsatı buldu mesela… Hristiyanlığın da tasaddi sürecine girdiğini gösteriyor. Bu büyük bir meydan okuma, insanoğlu acizliğini idrak etmeli. Batı medyası bu salgınla birlikte İslâmiyet’in temizliğe verdiği öneme dikkat çekiyor. Günde beş defa abdest aldığımızı anlatıyorlar. Ne diyorlar? Dezenfeksiyon. Şimdi bu hastalıkla mücadele metodlarının başında ne geliyor; temizlik. İslâmiyet, “temizlik imandandır” diyor. Her şeyiyle, misvak, koku, taharet, gusül vs. İslâmiyet Yahudilikten farklı olarak orijinali korumakla birlikte helal gıdayı esas alıyor. Ahir zamanda, “Hz. İsa geldiği zaman domuzu öldürecek” deniliyor. Manevî bir öldürme, yani domuz yemek yasak olacak. Hristiyanlar da buna tabi olacak. İşte bu ittiba dönemi başladı. Hristiyanlığın İslâmiyet’e ittiba dönemi…

Batı medyasının onca “İslâmofobi” propagandasına rağmen tam bir savrulma…
Evet, İslâmiyet’in güzelliğini görmek için Müslüman olmaya gerek yok. Apaçık yani… Yenilmesi haram hayvanların insan mizacını da bozan tarafları biliniyor. Bu salgını ahir zaman alametlerinden biri sayıyorum. Arap alimler arasında Müddessir Suresi’nde koronanın işaret edildiğini söyleyenler var; bir yandan buna karşı çıkanlar da var. Ezher Üniversitesi mesela... Sonuç itibariyle doğrudan veya dolaylı olarak dinlerin haber verdiği hususlardan bir tanesi de bu. Kur’an’da, “Müslümanlara düşmanlıkta en fazla ileri gidenler olarak Yahudileri ve müşrikleri görürsün” deniliyor. Hristiyan toplumlar da şirk üzerine ama onların düşmanlığı ile Hindu müşriklerin düşmanlığının şiddeti arasında fark olsa gerek. Hindistan’da bu salgınla ilgili şu söylenti yayılıyor; “bu virüsü cemaat halinde ibadet eden Müslümanlar yayıyor.” İsrail’de de bu düşmanlık en önde…

Bu salgına “merkez” olan hiçbir İslâm ülkesi olmadı. Batılı ülkeler ve bir ara İran oldu.
Bakın çok enteresan, İslâm dünyasında İran merkez, en çok vaka İran’da. Merkez üssü de Kum şehri. Kendileri ifade etti. Bunun sembolik bir tarafı da var. İran’ın İslâm ümmeti içindeki tahripçiliği. Yüzyılların tahribatı 1979’dan sonra tarihi makasına geri dönmüştü. İtalya da sebepsiz olmasa gerek. Katolikliğin, karanlığın merkezi. Şirki tecsim ediyor. Notre Dame kilisesinin yanması da tesadüf olmasa gerek. Öte yandan İtalya, İspanya toplumlarında, bazı Avrupa ülkelerinde İslâm’a karşı daha sıcak tavır görülüyor.

Batı’da ilim ve medeniyet merkezi kabul edilmiş Müslüman Endülüs’ü hatırlattı…
Aynen… Papalardan bazıları gençken Endülüs’te bulunmuş. Garaudy’nin bir projesi vardı; Kurtuba Projesi. Yani Batı’yı bu projenin kurtaracağını söylüyordu. Bugün Garaudy’nin dediği noktadayız. İnşallah hayra tahvil eden gelişmelere gebedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de geçer; bazı şeyleri hayır görürüz şer çıkar; bazı şeyler de hayırla sonuçlanır. İnşallah bu salgın süreci de Müslümanların lehine sonuçlanır. İslâm akaidinde şu vardır; mutlak şer yoktur. Şer hayra dönüştürücüdür. Şer köprüdür, hayrı idrak için izafi olandır.

15. İslâm asrındayız, büyük müjdeler beklemeliyiz o halde?
İnşallah. Cenab-ı Hakk ne diyor; “O peygamberini hidayet ve hak dini ile gönderdi ki, bütün dinler üzerine hakim çıksın…” Bu hakimiyet, İslâmiyet’in ilk çağında yaşandı; bir de ahir zamanda inşallah müjdelenmiş. İnşallah bunun mukaddimesi olur. Bu salgın olayını Hz. Süleyman ile bildiğimiz kıssa ile birlikte düşünüyorum. Biliyorsunuz; Süleyman peygamberin bir asası vardı. Bir gün ansızın ruhunu teslim eden Süleyman peygamberin öldüğünün emrindeki cin toplulukları farkına bile varmıyor.
Süleyman peygamber vefatı esnasında asasına yaslanmış, öylece kalmış. Aynı asayı kemiren güveler, bir süre sonra asanın kırılmasına sebep oluyor, ancak a sa kırılacak kadar süre geince peygamberin vefat ettiğini anlıyorlar. Peygamberin naaşı yere düşünce… Cinler bunun üzerine “artık serbestiz” diyerek dağılıyorlar. Koronadan sonra dünyanın eskisi gibi olmayacağını birçok kişi söylüyor. Bunlardan biri olan Kissinger, yeni bir düzen çağrısı yapıyor. Bu salgın Batı’nın bütün zaaflarını ortaya çıkardı. Bundan sonra ya Çin merkezli şekillenecekler veya İslâm medeniyetini dikkate alacaklar. İslâm değerlerini benimsemek durumundalar. Yaşlılarından ümidini kesmiş, öldüren bir Batı var. Ölülerini de saymıyorlar, umurlarında değil. Bu da onların bencilliğini, insanlığının bittiğini gösterir.



Baran Dergisi 695.Sayı