2013’ün sonunda Yazarımız Tayyar Tercan’ın, Salih Mirzabeyoğlu’na özgürlük kampanyaları çerçevesinde belgesel çekimi için yapmış olduğu, daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan röportaj...
 
Nazif bey, Salih Mirzabeyoğlu’yla ne zaman, nasıl tanıştınız? 
1975’de... Gölge dergisi çıktığında tanıştım; fakat ben Salih Mirzabeyoğlu mevzuuna girmeden önce o zamanki şartlardan; dünya ve Türkiye’deki şartlardan biraz bahsetmek istiyorum. 

O zamana kadar Batılı sömürgecilerin gözünde İslâm bir tehlike olarak görülmüyordu. Sadece Batılı modernleşmenin bir aracı gibi; yani demokrasiye bir meşruiyet kazandırmak için vasıta gibi ele alınıyordu. 

Mesela Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın Arap ülkelerindeki durumu veya Ziya ülHak Pakistan’da darbe yaptı oradaki İslâm alimlerine “Buyrun şeriatı kurun.” dedi, hiç kimse bir şey yapamadı. Niye? Ellerinde mevcut bir dünya görüşü, gerekli olan dünya görüşü olmadığı için bunu başaramadılar. Salih Mirzabeyoğlu’nun mânâsı burada... 

O devirde ben yayıncılık da yapıyordum. Siyasalda da öğrenciydim. “İslam En İyi Demokrasidir” tarzında bir sürü kitapçıkıyorduİslâmîçevrelerde. Sol biraz eylem yapınca, “İslâm’da işçi hakları, İslâm’da sosyal haklar” falan diye, ne dediğini bilmeyen, Batı’nın ağzıyla, konuşanlar vardı. Hâlbuki Salih Mirzabeyoğlu, Gölge dergisiniçıkardığızaman herkes sanki“Aradığım buydu!”, “Bana bu lazımmış!” şeklinde bir heyecanla dergiye akın etti. Akın edenlerden bir tanesi de bendim. Gittim... 

Dediğim gibi Batı’nın gözünde Müslümanlıkbir tehlike değildi, sadece İsrail’in güvenliği açısından endişe duyuyorlardı. Batı, İslâm’ı oryantal bir dille sunuyor; Müslüman aydınıgeçinenlerde oryantal bir dille İslâm’ı anlatıyor ve dolayısıyla Batı’nın gözünde İslâm modernleşmenin bir aracı; yani Ortadoğu ülkelerine demokrasiyi götürmek için vasıta olarak görülüyordu. 

Ne zaman ki Gölge dergisiçıktı, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ortaya çıktı; Batı bunu çok iyi tahlil etti ve en büyük düşman olarak onu seçti. Nitekim bu düşmanlıklarını 28 Şubat’ta gösterdiler. 28 Şubat’ı bizim (!) generaller; yani İsrailli generaller nasıl görürlerse görsünler, ABD ve Avrupa’nın gözünde 28 Şubat’ın gerçekleştirilmesinin esas nedeni Salih Mirzabeyoğlu’dur!

ÇünküSalih Mirzabeyoğluİslâm’a muhatap anlayışın dünya görüşünü kurmuştur. Demokrasi veya sosyalizm dedikleri şeyin, kitleselleşme olmadan olmayacağını söylüyor kuralcılar. Yani insanlar koyunlaşmadan,sürüleşmeden demokrasiolmaz.İnsanlarıkandıraraktakâtini yok ediyor. Sosyalizm ne yapıyor? Sosyalizm, insanı toplumsallaştırıyoruz diye, herkesi zorla aynı kalıba sokarak insanı insan olmaktan çıkartıyor.Hâlbukiburada Salih Mirzabeyoğlu’nun getirdiği yaşanmaya değer bir dünya düzeninde, İslâm’a nisbetle kurduğu bir dünya düzeninde insanın takâti var. İnsanın insanca yaşaması var; dolayısıyla insanın yok edilmesine karşı haykıran bir ses var. Hatta ben daha da öteye götüreyim, Karlofça yenilgisinin üzerindenaşağıyukarı400 küsur sene geçti. O zamandan beridir ilk olarak Batı’nın düzenine karşı yeni bir dünya görüşü, yeni bir dünya düzenini getirmiş olmasıdır. 

Buradan nasıltanışğımıza dönecek olursam, Gölge dergisiçıktığında herkes akınetti, ben de akın edenler arasındaydım. Yalçın Turgutları falan önceden tanıyordum. Gittim,içerde gençbir insan ateşgibi konuşuyor; ama kim olduğunu bilmiyorum ben. Salih Mirzabeyoğlu’nu da bilmiyorum, dergiden falan duyuyoruz ismini; ama konuşan gencin o olduğunu da bilmiyorum. Kimse de tanıştırmadı. Direkt sohbetin içerisine girdik. Kafamda kurguluyorum, kalıba sokmak istiyorum, diyorum ki “Bu, geleceğin büyük edebiyatçısı.”, sonra bakıyorum, “Ondan öte bir şey bu, bu adam geleceğin büyük siyasî lideri.” diyorum, o da olmuyor “Geleceğin büyük lideri.” diyorum, “Geleceğin büyük mütefekkiri.” diyorum... En son şunu anlıyor insan: Aklı ve zekayı ne kadar zorlarsan zorla, ne kadar tetkik etmeye çalışırsan çalış, neticede gönül ve ruh dünyanı,yüreğini zorlamadığın zaman, onun kim olduğunu anlayamıyorsun. Bir nevi ufka arabayla gitmeye çalışmak gibi... Arabayla gidersin, ufka 500 metre var gibi görünür. Hâlbuki o 500 metre bir türlü bitmez. Ve tarihte biz bunun çok örneklerini gördük. Mesela İmam-ı Gazâlî Hz.döneminde ortalıko kadar sapıkakımlarla dolmuş ki, Cenâbı Allah bir İmam-ı Gazâlîgöndermiş. O dönemdekibütün bozukluklarıdüzeltebilecek tek insan... 

Nizamülmülk, İmam-ı Gazâlî’nin kim olduğunu anlıyor. Bütün bunları kavrıyor,yüreğinin ve kalbinin gözüyle kavrıyor onu ve hemen NizamiyeMedreseleri’ni kuruyor. Gazâlî Hz.’nin emrine veriyor. Tekrar günümüze, Türkiye’ye dönecek olursak, son 400-500 yıllık tarihimize baktığımız zaman, teoride de, pratikte de İslâm’a nisbetle bir dünya görüşü örgüleştiren ve insanlara yaşanmaya değer hayatı vaad eden kimse yok. İlk defa ÜstadNecip Fazıl ve onun devamı olan Salih Mirzabeyoğlu dert ediyor bu meseleyi kendilerine. Onlardan başka ne bu meseleyi kurcalayan var, ne de kendisine dert edinen... Hatta bunun eksikliğinden dolayı çok yanlışlarımız oldu. 

Mesela Elmalılı Hamdi... Tefsirini hâlâ okuruz; ama bu Kur’an tefsirini yazan adam, aynı zamanda Abdulhamid Han’ın  hâl edilmesine destek veren adam. Dolayısıyla Salih Mirzabeyoğlu, Batı’nın birinci dereceden düşmanı. Hatta iddia ediyorum ki; 28 Şubat sadece Salih Mirzabeyoğlu’nun önünü kesmek içindi. Diğerleri hepmizansen.

1970’li yıllar çok hareketli dönemlerdi. Siz Salih Mirzabeyoğlu’yla tanıştınız ve o zamandan beri de kesintisiz bir şekilde onunla birlikte yürüdünüz. O dönemlerle alâkalı hatıralarınızdan bahseder misiniz biraz? 
Tabiî... Mesela bir otobüs yolculuğumuz olmuştu; orada Hasan Bey’le beraberdik. Avukat indi meyve suyu almaya gitti. Hasan, üç tane meyve suyu ile geri döndü. Bir tane bana, bir tane Salih Mirzabeyoğlu’na, bir tane de kendisine... Kumandan Hasan’adöndüve dedi ki: “17 tane daha al.” Hasan şaşırdı... “Sen” dedi, “17 tane daha al, gel.” Hasan gitti 17 tane daha meyve suyu aldı geldi. Kumandan dedi ki: “Çocuklara dağıt onları.” Hasan bütün çocuklara meyve sularını dağıttı. Geldi, dedi ki: “Tam 17 tane çocuk varmış.” İnsanîyönü,insanlarla hemhâl olmak, insanın derdini anlamak, hâl sahibi olmak; yani bir tarafta o, çokince bir merhamet sahibi... Diğer taraftan da yiğitliğiyle yerini dolduran bir numaralı insan.

Geçmişte yine sizin gibi bir büyüğümüzden şunu işitmiştik: “Haksızlığa tahammül edemeyen yapısından dolayı, biz onunla sokakta yürümeye zorlanırdık.”
Evet, aynen öyle. Sokaktan geçerken bir kavga olsa, isterse yüz kişi bir kişiye saldırsın; amayüz kişilik gruphaksız olsun. O hemen tek başına oraya müdahale eder, haklı olanın yanında dururdu. 

Akıncı Güç kadrosunun Üstadınyanına gittiği dönemlerde siz Kumandan’ın yanındaydınız. Gölge dergisinden sonra ortaya çıkan Akıncılar ve Akıncı Güçayrımına dair aklınızda kalanlardan anlatırmısınız? 
Bir defa şu var: Gölge dergisi Türkiye’de siyasî dergide bir uç noktadır. Ne solda ne de İslâmî cephede ikinci bir örneği olmayan dergidir ve bütün kesimlerde onun bu özelliğini kabul ederler. Kumandan hepimize bir şeyler, hep bir şeyler  öğretiyor. Yazı yazanlara yardımcı oluyor. Kendisi yazıyor... Tek kişilik bir ordu gibi... Etrafında da bir sürü insan barındırıyor. Bir yerde çalışıyordu o zamanlar. Aldığı mütevazi maaşıyla da gelip Sultanahmet’te, İBDA Yayınevi’nde devamlı çorbayı kaynatıyordu. 20-30 kişiye yemek veriyordu. Cebinde parası  olmadığını hissettiği kişiye, cebindeki son parasını verebilen bir insandı.

Sultanahmet’te yazıhane dönemi vardı. O yazıhane döneminden bahseder misiniz? Gençler vardı galiba gelen giden, bir de orada kum torbaları olduğunu biliyoruz. 
Evet, Sultanahmet’te... Orada belli bir müddet, meydan yerine çıkmadığı bir dönem var. Ondan sonra Üstad ısrarla Kumandan’ı, “Görünmen lazım! Çıkortaya!” diyerek bizzat zorlamıştır.

Üstad’ınzorlamasıyla meydan yerine çıkmıştır. Sultanahmet’teki o yazıhanede devamlı bulunmuştur. Kitaplarını orada yazmıştır. Orada dergiler çıkmıştır. Akıncı Güç1978-1979’da orada çıkmıştır. 

Şöyle görüyorum ben: Moğol istilasınauğramışbirAnadolu düşünün,taş üstünde taş kalmamış… Hiçbir şey yok; ama bir şey var ki; o da cins kafalar… Büyük, veli zâtlar… Mesela Mevlânalar, Hacı Bektaş-ı VelîlerHacı Bayram Velîler, Edebaliler, Yunus Emreler gibi… Bu toprakların yetiştirdiği en büyük beyinlerden, maddîhiçbir şeyleri olmamasına rağmen Osmanlı imparatorluğu doğdu. Baktığında şunu görüyorsun: Maddîimkânşu-bu devletleri doğurmuyor. Devletleri var eden ve büyük yapan onların büyük fikir adamları, cins kafaları, dâhileri… Bizim 500 yıllık tarihimiz de kısır bir döngü. Düşününmesela Osmanlı batıyor, batarken bizim ulema hülleyi tartışıyor. Şimdi böyle bir imparatorluğun batmasından daha tabiîbir şey olabilir mi? Bizans batarken “Melekler erkek miydi, dişi miydi?” konusunun tartışıldığı gibi… Dolayısıyla Kumandan bizim son 500 yıllık tarihimizde büyük ihtiyaç duyduğumuz kurtarıcı. Sadece İslâm âlemi için de değil,bütün dünya için

Kumandan, devleti İslâm’a bağlıyor. Bunun sebebi ne? Zaten İslâm’dan önce sistemli devlet anlayışıyok.Biz bunu Kumandan’lagördük, Kumandan’da okuduk. Amerika’yıdüşünün.Amerika’da altı “çete”, yüz yılboyunca birbirlerini hayvan boğazlar gibi öldürmüşler... Sırf maddî çıkar yüzünden. En son George Washington liderliğinde çıkar merkezlerine ayrılmış bir devlet kuruluyor. Beyanname yayınlıyorlar. Amerika Birleşik Devletleri doğuyor. ABD oradaki haydut yapısına uygun haydut bir devlettir. 

Avrupa Birliği dediğimiz şey de; 200 sene kiliseydi, burjuvaziydi, birbirlerini boğazlıyorlar, yiyorlar. En son, “toplumsal sözleşme” denilen şeyde mutabık kalıyorlar; fakat mutabakatta kalıyor her şey. Devletin bir hukuku olur. Devlet, halkını korur. Bir hakkaniyet olur devlette, devlette adalet olur. Dolayısıyla bunlar da İslâm’ındışındaöngörülenhiçbir devlet modeliyle sağlanamaz. Belli bir grubun, başka bir grup üzerinde hakimiyet kurmasından ortaya çıkmıştırbu devletler. Buna devlet demişler; ama bunun yalnızca adı devlet. Böyle bir devlet anlayışı olamaz; zira bu bir eşkıyalıktır. 

Kumandan’ınsözüvar. Diyor ki “Bir insanıniradesini, başka bir insan iradesinin üzerine hâkim kılmaktan daha zalimce bir şey olamaz.” Şimdi burada bütün dünya, insanlık tarihi için Kumandan’ınönemi, emperyalyönetimlerin,sömürgeci yönetimlerin kurduğu, insanı yok ederek yönetme yöntemine karşı ilk defa dur diyen ve onun alternatifi olan, insanca yaşamanın düzenini kuran, insanlığa yaşanmaya değer hayatı teklif eden ilk insandır Kumandan. Kumandanın bendeki en büyük yeri budur.

Kumandan deyiş sebebiniz nedir?
Kumandan hakikaten bir kumandan… Yani o mizacıyla, kişiliğiyle, merhametiyle, yiğitliğiyle, hayatıyla örnektir. Türk toplumunda da “kumandan” denilince akıllarda hepgüzelhasletler canlanır. O bütün bu güzellikleri şahsında toplayan ve etrafındakilere de bu şekilde tesir eden bir insandı. Bir de  babasından doğru gelen “kumandan” lakabı da var. Malûm Salih Mirzabeyoğlu’nun babasına da “Kumandan Baba” diyoruz. Onun mesleği de zaten askerlikti.

Salih Mirzabeyoğlu’nun en büyük özelliği yeni bir dil oluşturması; yani Müslümanların kendine mahsus bir dili olması gerektiğini tespit etmesi ve bu dili kurmasıydı. Zaten Batı’nın, emperyalizmin dilini konuşarak veya onun diliyle hareket ederek ona muhalefet edemezsiniz.
Tabiî ki. Mesela şunu söyleyeyim: Lisede Seyyid Kutup’un “Yoldaki İşaretler”ini okuduğumda hüngür hüngür ağlamıştım. Böyle günlerce ağlamışımdır.Ama sonradan ben orada bir şey fark ettim ki, bu oryantalist bir dil. Batı’nın sosyolojik dili. Dil nedir? İnsanların dünya görüşlerinden doğan kelimelerdir. Hissiyatıdır, duygularıdır. Mesela Anadolu’da biri “bağrım yandı” demiş. “Bağrın”dünya dillerinin hiçbirisinde bir mânâsı yoktur. Mesela gönül kelimesi; bize ait bir şey. Bu bizim toplumumuzun ürettiği, kendi içinden çıkan bir kelime. Burada Kumandan’ınönemi de İslâm’ıilk defa kendi diliyle, kendi orijinaliyle esas alan bir dünya görüşü terkip etmesi. Bunu ortaya koyan, hiçbir şeyinantisi olmayan… Çünküantı; yani reaksiyon olarak ortaya çıkan hiçbir hareketin orijinal bir tarafı yoktur. O, sadece birisine karşı olmaktan dolayı varlık kazanır. Yeni bir şey kuramaz, ortaya koyamaz. Bir şeye karşı olmak ayrı bir şey, yeni bir şey kurmak ayrı bir şey... Yani reaksiyon değil aksiyon hâlinde olmak. Salih Mirzabeyoğlu ve örgüleştirdiği Büyük Doğu-İBDA dünya görüşübudur. Aksiyondur!

“Allah” demenin yasak olduğu zamanlarda ÜstadNecip Fazıl kimseden çekinmeden “Allah” dedi ve topluma da öncülük yaptı… YürüyenBüyükDoğu olarak İBDAnınMimarı olarak hep öncülük yapmıştır. Günümüzün verdiği rahatlıkla herkes rejim ve sistemi sorgularken çok rahat. Bundan 10 yıl önce, 15 yıl önce ortada olmayan insanlar şimdi sistem eleştirisi yapıyorlarSalih Bey bu noktada da öncüdür. Bugün rahat rahat konuşabiliyorsak ÜstadNecip Fazıl’ın ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun sayesindedir.

15 sene önce bunların konuşacağı bir dil yoktu. İslâmîcamia sekülerdi. Yaşadım ve biliyorum o günleri. 70’li yılları biliyorum. 

Nasıl seküler? 
Bugün “Türkiye laiktir laik kalacak!” diye miting yapanlardan daha sekülerdi. Daha laikti. Ahiretlerini bir tarafa ayırmışlar,dünyalarınıbir tarafa ayırmışlar. Hiçbir şey yok hâlbuki. Kumandan geldi dedi ki: “Güzel olan her şey İslâm’ındır.” Yani ahiretle dünyayı ayırmadan, yaşanmaya değer,güzel olan ne varsa hepsiİslâm’ındır. Kumandan böyle deyince bunların dili çözüldü. 

Devlet tiyatroları yıllardan beri ellerinde, bugün devlet tiyatrolarıyla kavga ediyorlar. Kendi ekibini kuramamış bu adamlar. Üstad’ınyetiştirdiği bostan vardı, o bostandaki bütün fidanları söktüler,götürdüler. Onu genel müdür, bunu müdür muavini, şunudaire başkanı yaptılar. Yeni bostan yok, yeniden yetişen bir fidan yok, bunlar hiçbir fidan dikemediler. Üstad’ınhazır mirasınıyediler. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin, Süleymanı Hilmi Tunahan Hazretleri’nin, Üstad Necip Fazıl’ın kan ter içerisinde kazandıklarını harcadılar ve tek bir fidan bile dikemediler.

Şimdi bakıyorum ben, okullarda ne değişmiş? Hiç bir şeyin değiştiği yok… Değişen hiçbir şey yok. Tiyatroyla alâkalı krediler veriyorlar. Ferhan Şensoy’a vermişler 380 bin lira. Herkese destek, herkese kredi; ama Müslüman’a sıra gelince veriyorlar 18 bin lira! Geri almak kaydıyla!

Mirzabeyoğlu, kendisine yapılanların uluslararası bir boyutu olduğunu söylüyor. Siz bu hususta neler söyleyebilirsiniz?
Basit bir misal vereyim,düşünün;“Bilim ve Ütopya” diye bir dergi var. Bundan 2-3 ay önce  kapağında iki tane mektup yayınlamış. Birisi Batı’ya diyor ki: “Bak siz Abdullah Gül’e, Tayyip Erdoğan’a bakmayın, bunlar  BüyükDoğucudur, ılımlı Müslüman falan değiller, bunlar Necip Fazıl Kısakürek bağlısıdır, Necip Fazıl da Başyücelik devlet modelini kuran ve esas alan bir fikir adamıdır.” 

Dönüyor orduya da bir ispiyon mektubu yazıyor aynı o dergi içerisinde. Üstad’ıinceliyor, diyor ki: “Bak bunlar orducudur, hepinizi atacaklar, yerimize kendi adamlarını koyacaklar, şimdiden harekete geçin!” Sonra bir bakıyorum 1-2 ay sonra Gezi olayları çıkıyor. Böyle birşey var yani… Bu çevrelerinhükümetkarşıtlığıyla bizim muhalefetimiz çok farklı şeyler. Bunlar Müslüman olduğu için vuruyorlar hükümete. Hâlbuki biz de tam aksine gerekeni tam anlamıyla yapamadıkları için eleştiriyoruz. İslâmîolmadıkları, İslâmîdavranış göstermedikleri için. Dolayısıyla onlarla bizim hükümet karşıtlığımızın arasında çok fark var.

Üstad’a gidilen döneme dair hatırladığınız şeyler var mı? Salih Mirzabeyoğlu birlikte Üstadınyanına gittiniz mi hiç?
Bir defa gittik Erenköy’deki evine. O zaman bizim önde gelen malumatfuruş diyebileceğim kişiler vardı. Çünküdüşünürlük, yazarlık bir terkip gerektirir; yani malzemeyi alırsın, onun “sence”sini koyarsın ortaya. Bütün fikirleri alırsın, onun içinde bir de sen varsındır. Bu yazarlıktır; ama bilgileri toparlayıp da bunları kurgusuz, terkipsiz şekilde bir araya getirip başkalarına satmak yazarlık değildir. 

En son nerde ip kopuyor? Üstad hepsini topluyor, Kumandan’ıda çağırıyor. Diyor ki: “Artık benim güvendiğim genç budur, benim peşimden gelmeyeceksiniz, onun peşinden gideceksiniz.” Burada kıyamet kopuyor. Ertesi gün hemen başlıyorlar Üstad’ınaleyhinde yazmaya, dedikodu yapmaya. Hâlbuki Salih Mirzabeyoğlu bizim babamızın oğlu değil, yakınımız da değil. Niye biz ona bu derecede bağlıyız? Biz ona İslâm’a nisbetinden dolayı bağlıyız. İslâm’dan dolayı bağlıyız. Bir mü’min olmanın hassasiyetiyle bağlıyız. Biz ona olan nisbet unsurunu kaybettiğimiz zaman her şeyimizi kaybetmiş oluyoruz.

Salih Bey’in özelliklerinden birisi de istikametinden hiç şaşmaması değil mi? 
Evet; hatta Eskişehir’de Üstad’ın verdiği bir konferansta onun resmi de var, merdivenin başında duruyor. Üstaddiyor ki: “Seni hiç unutmayacağım, muhakkak bekleyeceğim.” Daha sonra Kumandan Üstadınyanına gittiğinde o resmi çıkartıyor; Üstad. “Bu genç sensin değil mi?” diyor. Kumandan da “Evet, benim.” diyor. Diyorlar ya hani “Üstad çok mütevaziadamdı.”  falan diye. Üstad hakikatine inanmadığı bir şeye kibar, mütevazi davranmazdı. Üstad, bir hakikati ortaya koymak için Kumandan’a ısrarla “Çıkmeydan yerine,çıkve görün!” diyor. “Artık bu gençler (Akıncı Güç) benim peşimden değil, ben onların peşinden koşarak gideceğim.” diyor. Orada da bir kıskançlık zuhur ediyor. İnsanın yapısında vardır, “Onu ben yapayım, o olmasın da ben olayım.” gibi şeyler… Bizim camiada da var.

O dönemde Salih Mirzabeyoğlu’nun yanında birçok insan var. Şu anda makam-mevki sahibi olmuş, eli kalem tutan insanlar… Neredeyse İslâmî camiada eli kalem tutan ve siyasete giren herkes, Gölgeve Akıncı Güçdergilerinde yazmış veya bir şekilde istifade etmiştir. Nerede bu insanlar?
Şunu söyleyeyim: “Saddam Sen oradan biz buradan!” deyip ilk eylem yapan İBDAdır. Bu eylemden sonra ABD Büyükelçisi hemen Emniyet Genel Müdürü’nü çağırıyor. İçişleriBakanı’nı çağırıyor ve Başbakanla görüşüyor, gözetim altına alınması için. Amerika’nın hedefi, baş düşman olarak gördüğü Salih Mirzabeyoğlu’dur orada. Çünkübaşka birİslâm çıktı onların gözünde.

Salih Mirzabeyoğlu, tüm insanlığa yaşanmaya değer hayatı vaad eden yeni birdünya düzeni kuruyor.Birileri insanlığı öldürerek, yok ederek kendi düzenlerini devam ettirmeye çalışırken; o bir taraftan ölmemenin, bir taraftan da yaşatmanın, insanca yaşatmanın mücadelesini veriyor.
Bize yapılan operasyon, hiçbir örgüte, hiçbir topluma yapılmamıştır. Bizden birilerini koparmak için istikballer vaad edilmiş, maddî destekler vaad edilmiş, para teklif edilmiş… Kabul etmemişiz. Batılı sömürgeciler eski düzenlerini sürdürmek için birilerine de bunu kabul ettirdiler. Yüzlerce insanıbizden kopardılar.Kimisine istikbal vaad ettiler. Memurluk, bürokratlık vaad ettiler, para vaad ettiler… Bizden kopup şimdi büyük iş adamıolanlarvar. Parasına para demeyen yükümlüler var. Bir ara TÜSİAD’a başkanlık yapan biri vardı; şimdi ismini unuttum. O bile bize gelen insanlardandı. 
Türkiye’deki işbirlikçiler için en büyük tehdit Kumandan ve fikirleri. Fikirden daha büyük silah var mı? Dünyanın en büyük silahı fikir. Fikir de Salih Mirzabeyoğlu’nda var. Bu fikrin dışında marjinalleştirilip, basit bir terör örgütü veya marjinal bir grupmuş gibigösterildi. Bu algıyıoluşturmak için 50 türlü operasyon yapıldı. Başkalarına bizim kadar yapmıyorlar;çünkü“göz hasmını tanır” hesabı işin nereye varacağını biliyorlar. O yüzden üzerimize geliyorlar. Çünkükendi düzenleri tehlikeye giriyor.Kendi sistemleri, yaşam tarzları tehlikeye giriyor hepsi tehlikeye giriyor. İşte Kumandan Salih Mirzabeyoğlutüm bu unsurları fikirleri, yiğitliği ve kahramanlığı ile titreten bir insandır!

Teşekkür ederiz.
Rica ederim.

Baran Dergisi 665. Sayı