Bağlılık ve hizmette ölçü nedir hocam?
İslâm’a hizmet edenlerin kölesi olurum. Ama en ufak bir yamuklukları varsa, onları ya düzeltirim yani düzeltmek isterim yahut da ilgiyi keserim. Babam da olsa... Öyledir ya. Ben, İslâm’a aykırı bir şey yapsam, kendi kendimi reddederim!

En son Saadet Partisi’nin hareketini de bu açıdan mı değerlendirdiniz? Saadet Partisi CHP ile ittifak hâlinde olması meselesi? 
Uygun bulmadım. Bugüne kadar Cumhuriyet Halk Partisi’nin gösterdiği tutum nedir? Ben bu ittifaka nasıl destek olurum? Partiye tavır koyduğum doğrudur. 

Ne dediniz hocam?
Benden daha bir şey beklemeyin dedim. 

Hangi hesapla böyle bir harekette bulundu Saadet Partisi?
Bana sormadılar ki, sorsalar cevabımı verirdim! Sormadan hareket ediyorlar madem, ben o davayı-görüşü destekleyemem. 

Yani şöyle mi demek istiyorsunuz hocam: “Bizim davamız belli, bu davaya uyduğu nisbette siyaseti destekleriz. Takım tutar gibi, bir partinin yandaşı olmak zorunda değiliz. İslâm gâyesine fayda neredeyse, biz oradayız.”
Geçmişten bir misal vereyim. Mesela 1977 yılında Yüksek İslâm Enstitüsündeki boykotları bazıları aşırı kabul ettiler. O aşırılıktan dolayı bana bile neler söylediler. 

Bizim yaptığımız boykotlardan dolayı mı? 
Boykotların dışında. Yaptığın boykotlarda haklıydın. 

Boykotun dışındakiler derken?
Sizin vurucu-kırıcılığınız da vardı. Nereye gitti onlar?

Bazı yerlerde gerekiyordu.
Tamam, evet. Ben sizin yaptıklarınızın gerekli olanlarına muhalefet ettim mi? Yahut başka yerde, “Boykotçular bu işlerde haksızlık yapıyor” diyebildim mi? Hayır! 

Yüksek İslâm Enstitüsü’nde boykot hâdiseleri yaşanırken müdür muavini idiniz hocam?
Baş muavindim işte. “Araya ben gireyim, boykotu beraber yapalım, neyi istiyorsak yerine getirelim; ama vurucu-kırıcı olmasın” istiyordum. Ben de muhaliftim idareye. 

Ne açıdan?
İdarî ve eğitim yönüyle idareye muhaliftim. Sen ne istiyordun da boykotlar yaptın?

Akademi... 
Ben de öyle! Akademiyi istiyordum: Ankara’ya ben gittim bunun için. 

Peki, okul idaresindeki bazı hocalar bize niye tavır aldı? 
“Boykotçular onlara karşı muhalefet etti” diye. 

Yani güdümlü öğrenci istiyorlardı. Nesil Vakfı’yla birlikte güdümlü öğrenciler istiyorlardı.
Tabiî, tabiî. Kendi emirlerinde hareket edilsin istiyorlardı. Ankara’ya gittiğimde, akademinin olması gerektiğini söyledim. Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’nden bizzat fiilen istedim.

Onlar istemedi mi?
Onların istediği değişik yönüyle oluyor. 

“Talebeler bizim çizgimizde olsun” istiyorlar.
Evet.

Ehl-i Sünnet vel Cemaat dışında, Selefî bir çizgi değil mi? Boykotlar esnasında ve YİE müdürü darp edildiğinde Millî Gazete manşet atmıştı, “mezhepsizlik cereyanı infiale yol açtı” diye. Diyanet teşkilâtının desteğiyle Üsküdar Din Görevlileri Derneği’nde toplanan, o zaman düzenbaz ve reformistlerin elinde olan Yüksek İslâm Talebe Federasyonu “İslâm’da boykot yoktur” kararı aldılar. Bu ertesi gün Yeni Asya gazetesinde de manşet oldu. Yüksek İslâm Enstitüsü idaresi boykotçu beş öğrenciyi okuldan uzaklaştırırken, “din adamı olma vasfını yitirmiştir” diye garip bir gerekçe yazıyordu. Bu saçmalıkları da hatırlatalım ve tarihe not düşelim. Danıştay’a müracaat eden öğrenciler ise tekrar okullarına dönüyor, öğrencilerin yek vücud olmasıyla da bütün cezalar kaldırılıyordu. Federasyon ve dernek yönetimi de mezhepsizlerden temizleniyordu.
Benim istediğim İslâm’a uygundu. Yanlış yaptılar; ne yaptılarsa işte! Yapmak istediler...

Bizim önümüze düşselerdi!
O kabiliyet var mı? 

Bir delikanlı sizmişsiniz demek ki hocam. 
Kâzım, bu işi beraber götürelim istedim. İhtilafla olmaz. İhtilaf oldu mu, oluyor. Baran Dergisi çıkmaya devam ediyor değil mi?

Evet, Allah’ın inayeti ile, 11 Ocak 2007’den beri aralıksız, size son sayıyı (609. sayı) getirdim; buyurun. Benim de fıkıhçı bir hocayla yaptığım mülakatım var, bakarsınız inşallah.
Olur, olur.

(Bu sırada Nedim Hoca, Baran Dergisi’nin sayfalarını karıştırıyor.) 
Mülakat yaptığım Ahmet Hamdi Yıldırım Hoca’ya, Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eserini verdim, Ahmet Hoca diyor ki: “İdeolocya Örgüsü hikmet-i teşri –şeriatın hikmetleri- mevzuunda en başta okutulacak bir kitaptır!”
Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü için değil mi?

Evet hocam.
İlim adamı söylüyorsa tamamdır. Ancak öyle diyor da, o iş öyle yürümüyor işteÇünkü birlik-beraberliğimiz yok.

İdeolocya Örgüsü’nün fıkıhta hikmeti teşri dersinde görülmesine kim mani oluyor?
Devlet olur, diyanet olur. 

Diyanet olur mu?
Şeriatı, adaleti kabul etmeyenle aynı yolda yürüyemezsin.

Diyanet şeriatı kabul etmiyor mu yani?
Baran Dergisi neyin mücadelesini veriyor, şeriat davasının... Şimdiye kadar dünya malını önemseseydiniz, yürürdünüz. Ancak davanız ve dik duruşunuz olmazdı.

Diyanet’te reformistler ve Selefîler çok, ondan mı?
Neler yok ki? Şunlar şeriatçıdır, şu kadardır diyebilecek biri var mı? Bu kadar müftü, vaiz, imam, müezzin var hâlbuki. 

FETÖ’yle alâkalı sesi çıkmadı Diyanet’in. En son 15 Temmuz’dan sonra bir toplantı oldu, orada da tasavvufa ve cemaatlerin aleyhine karar çıkarmaya çalıştılar. FETÖ’ye sesini çıkarmadılar. Ancak FETÖ vesilesiyle diğer Ehl-i Sünnet cemaatlere yüklenmeye çalışıyorlar. 
E, doğrudur. Kimse ses çıkarmıyor ama, nerede bu tarikatlar? Tarikatlar da FETÖ’ye pasif kaldı.

Aslında Diyanet’teki bazı kesimin cemaatlere karşı olmalarının sebebi, tasavvufa karşı oldukları için. Bunu da televizyonda anlatan tasavvuf hocası Profesör Mahmut Erol Kılıç. Kendileri de o toplantıya katılmış. 
Bu iş, bir Mahmut Erol ile de olmaz. Diyanet’in altyapısındaki, hizmetindeki kişiler, beklediğimiz vasıfta değiller.

Yukarıdakiler? 
Kimdir yukarıdaki, Tayyip Erdoğan mı?

Diyanetin kadrosundakileri söylüyorum.
Yok ki kadro. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın reisi (Ali Erbaş) bildiğiniz bizim talebemiz. Diyanet işleri reisi adam olsa, kaliteli olsa, yapacağı hizmetlerin altyapısını nereye uygun yapar? İslâm’a... Bugünkü Diyanet’in yaptığı hizmetler şeriata uygun mu? 

Diyanet’in mezhebinin ne olduğu belli değil.
Yani!.. Mezhebi belli olmayan yerin, davası belli olur mu?

Mezheb, dine ulaştıran yol...
Mezhep bir disiplindir... Ehl-i Sünnet vel Cemaat dediğimiz en kaliteli yol olduğu için ona hizmet ediyoruz. 

Hakk’a götüren yol-disiplin.
Tamam inşallah. Bu işler kolay değil, bu kadar tarikatlar var, şeriata götürüyorlar mı acaba?

Götüren makbul, götürmeyen makbul değil hocam... 
Götüren makbuldür de, kimler var ki? Şu tarikatlardan Ehl-i Sünnet olmayan makbul değil de, bu yolun bir sürü kaidesi var. 

Ehl-i Sünnet’in içerisindeki tarikatlar hakkında ne söylemek istersiniz hocam?
Kim mesela sayar mısın?

Bol bol sofuluk yapıyorlar, cemiyetten uzaklar, bir çoğunda nefs tezkiyesi adı altında, nefsi yellemek söz konusu. İçlerinde samimi iyi hocalar var, azınlıkta maalesef. 
Heyetin içerisinde din adamı, ilim adamı, şeriat adam var ise tarikat güzeldir. Bunun başkası yok. 

Müslümanlar olarak, genel seviyemizi yükseltmemiz gerekiyor. Dünyaya bir nizam teklifi olan Müslümana yaraşır şekilde.
Eğitim, eğitim, eğitim lazım. Ehl-i Sünnet vel Cemaat tabirini kullanan bile neredeyse yok. 

Evet, maalesef öyle bir garip olmuş.
Hiç olmazsa, söz ile ikrar etmesi de bir fedakârlıktır.

Neden bundan imtina ediyorlar? 
Keşke bilsem.

Sadece kullanmak yetmez, içini doldurmak lazım.
Ehl-i Sünnet dedin mi, içini doldurmazsan, o zaten Ehl-i Sünnet olmaz.

Bilhassa akademisyen ve hocalar neden Ehl-i Sünnet demekten imtina ediyorlar ki? Tarafsız gözüküyorlar, bir insan renksiz olabilir mi?
Şeriat olmadan, şeriatı kabul etmeden, tarafsız olmak nasıl mümkün olabilir ki?

Şeriatı kabulde sorun var öyleyse, teslimiyet mevzuunda. Kendi aklını ölçü alarak Selefî ve reformist kafaya başvuruyorlar. Bu hastalık yaygın “ben kafama göre giderim, Ehl-i Sünnet’e de teslim olmam, İmam-ı Azam da âlim, ben de âlimim, onun da aklı var, benim de aklım var” gibi bir zihniyet söz konusu. 
Mezheplerin önünü körleştirmeye çalışıyorlar maalesef. Biz de sahip çıkamadık. Evet sahip çıkamadık. Bunu söylüyorum işte. Davayı korumak için birlik-beraberlik içerisinde olsaydık, böyle yürümezdi. 

Hem birlik beraberliğe, hem de eylemliliğe bir misal vereyim. Şu anki İlahiyat camii yeri işgal edilmişti tâ boykot döneminde; hatırlarsınız... Yüksek İslâm’ın yanındaki arsayı, gecekonducu birisi işgal etmiş, çetelik yapıyordu hatta. 
Evet, biliyorum.

Evet, okul orayı alamadı. Ali Murat Daryal Hoca dedi ki bana, “boykot yapıyorsunuz, eylem yapıyorsunuz, bir eylem de buraya yapın.” 
Ali Murat Daryal, deliliğinden dolayı Hakk’a kadar haklı. 

Ben de, “ne demek hocam” dedim. Tüm öğrencileri topladım, gidip bastık orayı. Olaylar çıktı, adam da biraz pislikti. Zaten onun için bizden talepte bulunulmuştu. 
Ben geldim karşınıza işte. 

Siz aracı olmuştunuz, sizden de yeşil ışık aldık. Polis geldi, olaylar büyüdü, adam sonra atıldı oradan. Şimdi o eylemle kurtardığımız yerde cami var.
Az mı himaye ettim onu, bir de o var. İdareciydim biliyorsun. 

Bu eylem caiz mi, değil mi?
Haklı olunan yerde ben de eyleme girmişim ya hu!.. Boykota girmişim, boykotu yaptırmışım. Boykotu yaptıran Nedim Hoca orada. Sabri Akdeniz önüne geçiyordu boykotun, döveceklerdi onu. Ben engel oldum Sabri Akdeniz’e, “ya dövülürsün, onunla da yetinmezler” dedim.

Boykotu kırmaya kalktı.
Evet, neler yaptı. “Yapma” dedim. Yedi dayağı. İlla da aleyhte olacaktı, oldu da. 

Müdür polisi çağırıp üzerimize kışkırtmıştı.
Üsküdar’da karakola gitmesem, birçok talebe atılacak, ceza görecekti. Şahidlik yapmasam bir çok talebe ceza görecek okuldan atılacak. Hâkime dedim ki, “beyefendi kusura bakmayın bir şey söyleyeceğim; hep talebe mi suçlu? Hiç suçu olan hoca yok mu” dedim. Durdu, öylece baktı; oradaki hâkimlere dedi ki, “haklı değil mi? Hep talebe mi suçlu?” Yoksa sürgün gidecektik. 

Hangi mahkemeydi? Boykot mahkemeleri miydi?
Tabiî... Müdürün dövülmesi tespit edildi. Müdür Nuri Ünlü talebelerin haklı isteklerinin hiç birini kabul etmedi. Etmediyse cezasını çekti. Mahkemede buna dikkat çektim. 

Boykotlar 55 gün sürdü. Boykotların ortasında Fetullahçı bir grup geldi. 20-30 kişilik. Boykot kırmak için. Nurettin Veren televizyonda anılarında anlatıyor. Fetullah da grup halinde dışarıdan desteklemek için gelmiş. Yanlarında istihbarattan olanlar da var. 
FETÖ her şeyi yapar. Hayırlı bir işin içinde olmaz. 

Yıl 1977 idi. Okurlarımızın bir kısmı o günleri bilemeyebilir. Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okuyan Müslüman öğrencilere karşı harekete geçiyorlar. Binin üzerinde talebenin yer aldığı okulda 30-40 kişilik grup halinde dolaşıyorlardı. Polis kordonu altında derslere giriyorlardı. Fetullah Gülen’in geldiğini bilseydik o yöne harekete geçerdik tabii... 
Kazım Bey, istişareli hareket içinde olmadınız. O da var. Boykottan fayda devşirmek mi istiyoruz. Sadece boykotla olmaz.

Hareket olan yerde hata olabilir. Ancak harekette de bereket vardır. Müsaade ederseniz şu bilgi notunu da ilave edeyim: Boykot kırıcılar polis kordonu altında ders sonrası götürüldüler. Onları takip eden arkadaşlar Mecidiyeköy’de indiklerini görüyorlar. Bizden beş kişilik bir öğrenci grubu onları orada yakalıyor ve meydan kavgasına giriyorlar. Boykotlarda Salih Mirzabeyoğlu’nun çıkardığı Gölge dergisi kadrosunun başından beri inşa edici bir tavrı vardı. Sürdürülmesinde ve netice alınmasında Gölge ekibi etkili idi. 
Onları öğrendim, idareciyim, bilmez miyim? Sabri Akdeniz’i linç edeceklerdi okulun önünde. Boykotçuların elinden aldım odama götürdüm. Akdeniz’e dedim ki, “seni bu müesseseden kötülüklerle kapatılacak veya hizmetini kötü verecek bir duruma getirilmesin diye sana bir şey dedirtmiyorum, yoksa senin linç edilmen lazım”... Akdeniz zaten kirli ilişkileri olan bir adamdı. Hocaları ayarladı. Dışarıdan adam getirdi. Kıbrıs göçmeni. 

Hayrettin Karaman’ı hatırlıyor musunuz o dönem?
O bu olaylar sırasında sindi, saklandı. Onu da linç edeceklerdi. Çok korktu Karaman. Allah’ın lütfuyla bendeki idarecilikle fakülteyi tehlikeden kurtardık. O işlerin içinde 6 kişi vardı. Talebeler onları da linç edecekti. Onların da önüne geçtim. Makamıma getirdim fakat gelmeye korkuyorlardı. Kapılarına, “buradan sürüleceksiniz” şeklinde kağıtlar asılmıştı. Fakültemi zulümden kurtardım oysa...

Ama sizin hakkınızda “boykotçulardan yana” iddiaları sürdü.
Öyle dediler. Nuri Ünlü’ye, “bu yaptıklarınızın cezasını çekeceksin.” dedim. Onun da hatasını müessese sahiplenecek gibi olacak. Orada biri ölseydi okul açısından daha kötü olurdu. Olayları başıboş bırakamazdım. 

Salih Mirzabeyoğlu’nun geçen Mayıs ayında vefat ettiğini biliyorsunuz? Mirzabeyoğlu hakkında daha önce de konuşmuştuk. 
Mirzabeyoğlu, fikri altyapısı sağlam olan bir fikir adamı. Onun gibi insanlar kalmadı. Bu hususta bir şey diyemem. İslâm davasını yürütmek isteyen bir insandı. Her şeyi bırakmış, dünyalığı istese hemen elde edebilecek biriydi. Neden istemedi? Benim elimdeki imkânları bilseniz... Ben bu binayı o dönem 5 liraya aldım mesela? İstesem 15 belediye başkanı bana, “Allah rızası için bir şey söylese de yapalım” diyordu. Üsküdar’ın yarısı benim olurdu diyebilirim. Güya karşılığında bana ne isteseler yaptıracaklardı.

O zaman da siz Nedim Hoca olmazdınız. 
Maaşımla kanaat ettim. Bir 18 sene başkasının tesiri altında idarecilik yapmadım.

Haklısınız! Tabiî ki. İhlas olmayan yerde bereket ve tekamül de olmuyor. Dalkavukluk ise İslâm’ın yükselişi önünde ilk ahlâkî engel. 
Hastalık, adaletsizlik, huzursuzluk bunun peşinden gelir. Ben idareciyken ne kadar çok kişi tayin istedi. Vazife istedi. “Ehil olmadıkça siz buraya gelemezsiniz” dedim, bitti. Öte yandan Erbakan döneminde öyle bir devir açıldı ki, bu davayı benimseyen insanların hareketleri kendilerini de kurtardı.

Millî Görüş geleneği... AK Parti’de de iyi bir pratik varsa oradan geliyor. Her ikisi de Büyük Doğu geleneğinin etkisi altında bugüne geldi. Öyle değil mi hocam?
AK Parti “millî görüş”ü kaybetti. 

Millî Görüş de Büyük Doğu’yu mu kaybetti?
Kaybedenler olabilir. Yine de davanın içinde olanlar var. Ancak CHP ile ittifakları sonrası il başkanlarına, “sizin tamamınız sıfırdır artık” dedim. Yanlışlar düzeltilebilir. Çok eksiklerimiz var.

Anadolu Gençlik hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eksikleri varsa düzeltilmeli. Dava adına söylüyorum. Ben Dar’ül Erkam’ı kuran biriyim. Anadolu Gençlikle aynı minvalde bu harekette şeriatı benimseyenler olmalı. Bir adam şeriatı kabul etmezse imanı ne olur?

Nedir o halde mevki-makam derdi mi?
Teşkilâta neden dolayı gelmiş bilemiyorum ama dava görünür değil.

İlk başta ABD ve FETÖ ile birlikte yürüyordu. Ama şimdi iş tamamen değişti?
Şimdi öyle. 

Köklerine döndü. Daha önce diyorsanız Fetullah ile birlikteydi. Onların attığı kazıkları bilen ve o kesim içinden onlarla mücadele edecek tek kişinin o olduğu kanaatindeyim. Üstad ve gençlik üzerine düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?
Üstad ayrı, Necip Fazıl ayrı. Necip Fazıl’da eksikler var. Mirzabeyoğlu ise apayrı. Anadolu Gençlik’i destekliyorum ama başındaki idareciler davaya sahip olurlarsa. Saadet Partisi’yle bağımı kopardım. Mecbur kalmışlarmış! Neye mecbur kalınmış? Altyapı nitelikli eğitim almamış demek. Ufak bir şeyde dava kaybediliyor.

Dava ahlâkı ve estetiği?..
Eksiklerimiz var Kâzım Bey. Elif gibi dimdik olmalıyız. “Emrolunduğumuz gibi istikamet üzere olmak...”  Ama sağlam bir nefs muhasebesi yapılmıyor. Parti vs. ne varsa dava içinde olmalı. Eski hizmetlerinin devamını bir yere oturtmuş olsaydık; ama olmadı. Bir ekip olacak, bu ekip cemaatin karşısında kendini gösterecek. Pazarlıksız olmazsa olmaz. Birbirlerine sırtını dayamış inanmışlar kadrosu. Erdoğan’a güvenerek olur mu? İktidara değil, Allah ve Resûlü davasına güvenerek yürümeli!

Amenna ve saddekna!




Baran Dergisi 612. Sayı