Koronavirüs salgınıyla birlikte küresel çapta yaşanan insanî trajediler dışında uluslararası ilişkilerin geleceğinden, küresel sistemin çökmeye yüz tuttuğundan bahsediliyor. Amerikalı stratejist Zbigniew Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında, ABD’nin Çin’i sadece küresel güç olarak değil, aynı zamanda bölgesel güç olarak bile ana engel gördüğünü ifade ediyor. Tarihin, Çin elitlerini Çin’in dünyanın merkezi olduğu düşüncesine ittiğini, Çin için en büyük sorunun ABD ve Japonya olduğunu söylüyor. Çin’in küresel güç olup olamayacağını ABD-Japonya arasındaki etkileşimin belirleyeceği görüşündeydi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Asya’nın zenginliklerini başta Arap ve Yahudi tüccarların elinden alıp Hint ve Çin ile aracıları devreden çıkarıp direkt temas kurarak, sınırsız siyasal ve ekonomik güce ulaşmak, Sezar’ın en büyük amacı idi. Bu amacı Zbigniew Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” adlı çalışması ile başı sonu belli bir Avrasya jeostratejisine dönüştürerek, olacakların ön listesini bir nevi deklare etmiştir. Batı’nın Doğu’ya doğru bu uzun soluklu hasretinin sebepleri üzerinde tarih yeterince durduğu için tekrar girmemekte fayda var. Yakın tarihlerde de Asya’nın önce Japonya sonra Çin, Kore ve Vietnam ile Batı gündemini ticari, siyasi, ekonomik ve askeri gibi makro ve mikro birçok başlık altında sürekli “meşgul” etmesi sıradan bir olgu haline geldiği için şaşırtıcı değildir. Asıl şaşırtıcı olan ise, önce Sars sonra da koronavirüs söz konusu olunca yapılan inanılmaz analiz, yorum ve haberlerdir. Sars ve koronavirüs gibi salgınları “biyo-savaş” parantezine almak, Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” adlı çalışmasının hedefleri ile bir hayli uyumlu olsa da, tüm veri eksikliklerini göz önüne alarak, daha geniş açıdan bakıldığında Çin veya Asya kadar tüm dünyanın tehdit altında olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Unutulmaması gereken önemli bir konu Çin’in; New York’a, Londra’ya, Paris’e ve Berlin’e, Şanghay kadar yakın olduğudur. Koronavirüs ile ilgili Çin ve diğer devletlerin elde ettikleri verilerin neleri işaret ettiği tam bilinmemektedir. Ancak olayı salt ve basit bir indirgeme ile Çin-ABD ticaret savaşları bağlamında ele almak ciddi bir analiz hatası olacaktır. Koronavirüsün sebep olduğu hasarlara sadece Çin’in küresel hedefleri ve ABD’nin küresel hegemonyası başlığı altında mercek tutulması, yapılabilecek en büyük karartma olacaktır.

Brzezinski’nin kitabında ortaya koyduğu pencereden bakıldığında ve buna ek olarak güncel parametreler açısından da konuya yaklaşıldığında, görünür “fail” ya da “failler”in şüphelenilen aktörlerin olmayabileceğini de hesaba katmak gerekmektedir. Aşırı ticarileştirilmiş ve ideolojize kişilikler olarak meydana gelen ya da getirilen olayları ele almak, gerçek sebebi gözden kaçırmaya neden olmaktadır. Sezar ve Batı açısından Asya, “zenginliklerin ve gücün kaynağı” olarak hep siyasal, ekonomik ve askeri iştah açıcı olarak değerlendirilmiştir, bu ilkel ve basit değerlendirme “insan” denen varlık için yanlış ve şaşırtıcı da değildir. Ticari insan ve siyasi insan olarak koronavirüs değerlendirmeleri yapmak, analizleri ortaya koymak, insanlığın Çin ve Asya emtia çıngıllarında kaybolması demektir. Ne yazık ki olan da budur. Eş zamanlı daha hazin olan ise, Asya’nın, Batı’nın dolar ve değerler anaforu çıngıllarında kaybolmaya aşırı teşne olmasıdır. Böyle bir durumda “Koronavirüs nedir” sorusuna çok yönlü yanıt aramak ve çok politik bir söylemle her olasılığı masaya yatırmak, küresel bir sorumluluktur. Böylesi bir görev de öncelikle Çin’e ve diğer küresel güçlere düşmektedir. Koronavirüs ile Çin bağlamında Çin’e ve dünyaya hem ne olduğu hem ne olmadığı bilinmemektedir. Bu yalın gerçeğe tüm aktörler ve hatta bireyler istediği "elbiseyi" giydirmektedir. Bu bağlamda Brzezinski “Büyük Satranç Tahtası” kitabı ile bu ilkel ve yalın isteği, strateji kavramı ile daha üst bir lige terfi ettirmiş gibi görünse de küresel hegemonyanın yolunun geçtiği coğrafyadan bir gün mal, hizmet ve teknoloji akışının yani zenginlik akışının kesilebileceği olgusu ile yüzleşmek, koronavirüs ile yüzleşmek kadar ve hatta ondan bile ürkütücü olabilecektir. Brzezinski’nin öngörmediği de budur. Beslendiği ve yaşama bağlandığı alanı “tahrip ederek egemen olayım” derken intihar etmek, Büyük Satranç Tahtası adlı kitapta ihmal edilmiş duruyor.

Trajik açıdan nasıl bakıyorsunuz? Toplumlar neyle yüzleşiyor?
Kahramanlarını utandırmayı ve “kahramanlık eşittir, enayilik” denklemini her zaman kurdurtmayı başarmış Âdemoğlu şüphesiz yaşanan trajedinin failidir. Dövüşmeye mecbur bırakılmış ve galip gelenin yaşama şansı bulma olasılığı üzerine kurulmuş toplum ve uluslararası ilişkiler ağı, evrensel açmazları da algılamayı zorunlu kılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında da “gemisini kurtaran kaptan” aforizması, tüm küresel vahşet ve dehşetleri “normal” karşılayan “insan”a dönüştürüyor Âdemoğlu’nu… Bu bakımdan Koronavirüsün yıkıcılığı ve dehşeti, “insanların” şu ana kadar ürettiği yıkımların ve dehşetlerin yanında çok da komiktir. Her ne kadar düşünülenin bin misli ve hatta milyon misli sonuçlara yol açacak olsa da koronavirüsün yıkıcılığının, “insan” zihnindeki yıkıcılığın yanında sembolik kaldığını görmek daha da acıdır. Tüm bireylere, şirketlere, toplumlara devletlere zarar verdiği kadar konsolidasyon sağlama olanağı ile yarar da sağlama potansiyeli, koronavirüsün yıkıcılığını daha da katlayacaktır. Nietzsche’yi çıldırtan “insan”lığın, bizzat onu yaratan tarafından da iyi bilindiğini unutmamak gerekir. Ezoterik çevrelerde Tanrı’ya en yoğun imanın Yahudilerde olduğu bu nedenle de en ciddi ve önemli ateistlerin de Yahudiler arasından çıktığı ifade edilir. Çünkü çok güçlü imana sahip bireyin Tanrı’nın “kayıtsızlığı” karşısında onu yok sayması da an meselesidir. Bunun için İslam, tevekkül ve sınav kavramları ile aşırı imandan ateizme kayılabilecek alanı epey daraltmıştır. Bununla beraber Allah veya Tanrı olgusunun arızalı algılanışı, insanı da sürekli arızalı hale getirmektedir. Koronavirüsün, bu arızalı insana, bir defa daha çok yoğun bir şekilde mercek tutma olanağı vermesini de yine sonsuz nimetlerden biri olarak görmek akıllıca olacaktır. Yine ezoterik okullarda “insan” gerçeğini ve beynini anlatmak ve algılatmak için kullanılan yöntemler, geniş kitlelerin bu iki gerçeği bilmediği olgusunu sürekli teyit eder. “Olmak ya da olmamak” aforizması, yani “bir” ve “sıfır” rakamıyla ifade edilen gerçeğin ezoterik karşılığı, insanın beyinli fakat akılsız bir varlık olduğu olgusuna vurgu yapar. Koronavirüsün bir kez daha teyit ettiği evrensel gerçek budur.

Dünya ekonomisindeki gidişatı nasıl görüyorsunuz? Bir belirsizlik mi var, yoksa hep söylendiği gibi “kaostan düzen çıkarma” hamleleri mi sözkonusu?
Kadim bilgiler ve bilimlerle ilgili ciddi bilgi birikimine sahip olan Batılı uluslarüstü organizasyonlar, Doğu Akdeniz başta olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinde ortaya çıkan jeopolitik ve jeostratejik sorunlara yine tarihteki bilindik yöntemleri kullanarak farklı getiriler üretmek için “çözmeye” devam ederlerse, kürenin kayan ekseninin vereceği yeni profil, tüm öngörü ve beklentileri boşa çıkarabilir. Bu bağlamda İngiltere’nin Brexit operasyonunun sonuçları, AB’nin Fransa ve Almanya ayakları, ABD-Çin denklemi, Doğu Akdeniz’deki çok bilinmeyenli ve çok sonuçlu denklemler, Latin Amerika’daki mücadele, Ortadoğu'daki yeni haritalandırmalar, tümü ile Batı’nın aslında iç sorunlarıdır. Yukarıdaki, aslında klâsik hale gelen Batı'nın ekonomik, siyasal, sosyal ve dinsel dönüşümü ve döngüsü ile ilgili sebep ve sonuçlar panosunu, finansal hareketler, girişimler, tasarılar ve deneyler, önemli oranda öngörülebilir hale getirmektedir. ABD dolarından arındırılmaya çalışılan coğrafyalar ve hazineler olgusunun ve bu bağlamdaki arayışların siyasal ve askeri sonuçları belirleme potansiyelinin güç kazanması, daha yaşanılır coğrafyalar arayışı, askeri çözümü sürekli gündemde tutmakla birlikte insan “malzemesi”ndeki değişimler, olağanüstü radikal kararları devletlere dayatma noktasına itmektedir. Bu noktalarda oluşacak yeni siyasal ve finansal zihniyet, 1930-1940 döneminden daha ağır bir tabloyu da üretecek görünmektedir. Tüm dünyadaki değişimleri sadece finansal veriler ile elde etmek ve oluşacak yeni küresel sistemi yine sadece finansal hareketleri izleyerek görebileceğimizi ileri sürmek, doğal olarak yetersiz ve hatta saçma olarak değerlendirilebilir. Fakat tarihe baktığımızda finansal hareketlerdeki gelişme, değişme ve oynamaların, tarihin yeni fotoğraflarını verdiğini de teslim etmek gerekmektedir. Kripto paralar veya sanal finansal piyasalar olgusu bile bu konuda inanılmaz veriler üretmektedir. Her finansal hareketin güç artışı veya artırma girişimi veya güç yitimi ile ilgili olduğu kuralı, siyasal ve askerî vizyonu da vermektedir. Dolayısıyla küredeki siyasal, diplomatik, askeri ve bağlı hareketleri analiz etmekte yeni yaklaşımlar üretmek de stratejik bir ataktır. Yani değişim ve dönüşüm asıldır. Batı iktisadi zihniyetinin son dönemdeki önemli teorisyen ve pratisyenlerinden Milton Friedman, “travmatik ekonomi” gibi önemli bir uygulama alanı geliştirmiştir. Keynes’in onarıcı ekonomik yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkan “travma ekonomisi” uygulaması, küresel uygulama alanlarına tatbik edilerek yeni bir küresel ekonomik zihniyet üretti. Bugünkü küresel ekonomik zikzaklar, Milton Friedman ekolünden önemli oranda etkilenmektedir. Dolayısıyla başta ABD olmak üzere Batı, “Milton Friedman mı yoksa Keynes mi?” tercihine doğru evrilmektedir.

Şu sıralar herkes evinde ve dijital platformlar üzerinden yoğun propaganda ile karşı karşıya... Bir yandan bilgi akışı ve dezenformasyon, bir yandan salgın filmleri pompalanırken, ekranlar kitleleri ikna çabasında olan uzmanlardan geçilmiyor. Salgının ne zaman sona ereceği belirsiz. Nasıl bir süreç içinde insanımız?
Bazen bir kitap, bir makale, bir film, zamanın ruhunun tercümanı olabilmektedir. Jurassic World de böyle filmlerden… Bu sebeple bu filmi son dönemin siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, finansal, biyolojik, kimyasal, gensel, ekolojik, askerî, ideolojik ve liberal akımlarına bir ikaz olarak değerlendirmek gerekmektedir ki, film bunu çarpıcı şekilde yapmaktadır. Filmin, gen bilimi ve liberalizmin sentezinin tehlikelerine çıplak şekilde çektiği dikkati bir yana bırakırsak, “dinozor” ve “dinozorlar” kavramı üzerinden gitmek daha rasyonel durmaktadır. Jurassic Park ve devamlarındaki “dinozor” ve “dinozorlar” kavramlarının yerine son dönem tüm dünyayı korkutan radikal dinî ve siyasi örgütleri, radikal ve militan milliyetçiliği, radikal ve militan küreselciliği, radikal ekonomik ve finansal işgal hareketlerini ve aşırı korumacılık eğilimleri ile yine aşırı ekonomik yayılmacılık eğilimlerini, teknolojinin ve bilişim bilimlerinin yapay zekâ uygulamaları ile insan neslini köleleştirme olasılıkları, cinsiyet çeşitliliğini doğallaştırma çalışmaları, yeni kültürel ve yazınsal tekniklerle kitlelerin binlerce yıllık zihinsel statülerini yüksek ivmelerle rahatsız etmek, psikoloji ve propaganda tekniklerini bilimle ve bilimsel verilerle farklı şekillerde argümanlayarak Ademoğlu’nu sürüleştirme branşlarında alınan mesafeler göz önüne alınınca kadim tarihlerde de bu işlemlerin “başarı ile gerçekleştirildiği” de bu arada anımsatılmaktadır. Çeşitli ezoterik ve okült örgütlerle ilgili dokümanter romanlar serisi, tarihteki “dinozorlar” dönemini ciddi bir katkı ile gündeme taşımaktadır. Jurassic World bu bağlamda kadim ezoterik ve okült örgütlerin, “dinozorlar”ın bir bakıma hegemonya, savunma, ticaret, siyaset, finans, istihbarat, terör, bölgesel ve küresel üstünlükler ve rekabetler için “kaza sonucu salıverilmesi” ile sonuçlanan durumu izah etmesi açısından çok değerlidir. Filmde, bilim adamının ABD’nin ulusal temsilcisi karşısında söylediği, “bütün kırmızı çizgileri aştık” ifadesi aslında hem bilimsel, hem de siyasal, askeri, ekonomik ve kültürel bir itiraf olarak ortada durmaktadır. Jurassic World filmine bir de bu açıdan bakınca siyasal, stratejik, bilimsel, askeri, genetik, ekonomik, kültürel, zihinsel, ideolojik porno muamelesi de çekilmelidir. Zamanın ruhunu Matrix kadar veren bir film olarak değerlendirdiğimizde Jurassic World filmi, küresel sistemdeki tüm savruluşları, çözülmeleri, ideolojik, siyasal, dinsel, kültürel, jeostratejik ve jeopolitik ve ekonomik dağılışları, ittifak arayışlarını ve ittifak sonlandırmalarını çok cesurca ifşa ve itiraf etmesi ile yeni bir milattır da. “Dinozorlar”ın küçük bir kız tarafından “onlar da benim gibi canlı” aforizması ile “doğa”ya bırakılması, yani dünyaya salıverilmesi de yine ezoterik arka plânı vermektedir. Küçük kızın küreden kovulan “tanrıça” olduğu da filmde vurgulanmaktadır. Filmdeki kadim ve çağdaş bilimler tutkunu dedenin torunu değil, genetik üretim sonucunda “kızı” olduğu vurgulanmakta ve aslında Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi kitabındaki Venüs olgusu kola alınarak “Tanrı” ve “Tanrıça” kavramları ve kadim metinler (dinozorlar), yeniden canlandırılmaktadır. Jurassic World aynı zamanda o kadar güncel ki, tüm dinozorların -bunu devletler, büyük şirketler, bireyler olarak da kodlayabilirsiniz- bundan böyle “doğada” kendi başlarına olacakları, yani dünyada yeni bir siyasal, etnik, dinsel, askeri, bilimsel, kültürel, ekonomik ve zihinsel ekoloji oluşacağı ve bunun da inanılmaz bir rekabet ortamı oluşturacağı “ifşa” edilmektedir. Yani örgütlü, ittifaklı, birlikli, paktlı, birleşik, konfederal, federal gibi ne kadar “eski” model yapı varsa, “modifiye dinozorlar”, yani yeniden yaratılmış kadim teknikler tarafından önemli oranda tahrip edilecektir. İngiltere’nin Brexit’i, NATO tartışmaları, Doğu Akdeniz ihtilafları, Çin ve ABD ticaret savaşları, Ortadoğu, Asya ve dünyaya bir de Jurassic World penceresinden ve vizyonundan bakarsanız, “yeni dünya düzeni” denen olgu için startın aslında yeni verilmekte olduğu da bellidir. Jurassic World’deki modifiye veya yeniden üretilmiş genetik mucize, dinozorların yerine kadim tarihin karanlık sayfalarından fırlamış gibi duran örgütleri koyarsak aslında filmin hem ciddi bir deşifrasyon hem de yeni dönemin startını veren işaret fişeği olduğu artık açıktır. Jurassic World, bilim kurgu ve fantezi olarak nitelendirilebilirse de aslında bir küresel siyasal manifestodur.



Baran Dergisi 690.Sayı