Son dönemde Türkiye’de fiyatlar genel düzeyindeki artış insanımızı son derece bunaltıyor. Enflasyonun bu denli yüksek olmasının sebebi nedir?

Türkiye’de enflasyon her zaman yüksektir! Oldum olası yüksek.

Fakat son süreçte enflasyonun yüzde 20 dolaylarında olduğu iddia edilse de yüzde 100, hatta yüzde 200’lere varan zamları görüyoruz.

Zaman ve zeminle ilgili mukayese edilmesi lâzım verilerin. Türkiye’de ekonomi kayıt dışıdır. Kayıt dışı bir ekonomide alış-satış belli değildir. Kâr-zarar ortada değildir. Envanter belli değildir. Dolayısıyla Türkiye’deki ekonomik göstergeler gerçeği yansıtmaz. Enflasyon olduğunu bırak, enflasyonun ne olduğundan haberimiz bile yok. Enflasyon zarardır… Zarar! Ama onu karartmak için zarar demezler, “zarar” hoş gelmez kulağa. Enflasyon deyince millet anlamaz sanıyorlar. Yâni Türkiye zarar ediyor. Enflasyon bu. Zararın hesabı doğru mu? Yanlış. Matematik olarak yanlış… Niye? Bir malın bedeli neye eşittir? Mal miktarı çarpı fiyat değil mi? Bu matematiktir. Denklemdir. Bu denklemde biz, sadece malların fiyatlarını topluyoruz. “Sepet” diyorlar ya… Sonra da diyoruz ki, “Geçen ay fiyatların toplamı şu kadardı, bu ay bu fiyatların toplamı bu kadar.” Dolayısıyla, “Bu ayki toplam, geçen ayki toplamdan daha az büyük, o halde enflasyon şu kadardır.” diyoruz. Malın miktarı var mı? Yok! Kaç ton hıyar üretmişiz, kaç ton tüketmişiz belli değil. Hanımefendilerin kaş aldırma fiyatları dahil, bu “sepet”in içinde var. Kaç milyon hanımefendi kuaföre gitmiş, kaşlarını aldırmış? Belli değil. Miktarın olmadığı hiçbir hesap, gerçeği yansıtmaz. TÜİK’in verileri gerçek değil. Dolayısıyla Türkiye’nin hesapları da gerçeği yansıtmaz. Enflasyon zarar demek, dedik. Peki, herkesin enflasyonu aynı mı? Yok. Parası olanla, olmayan adamın arasında enflasyon aynı mı?

Değil.

Gelir dağılımında Türkiye’de adaletsizlik var mı?

En yükseğinden…

Evet. O halde, enflasyonun dağılımında da adaletsizlik olması mukadder. Altta kalanın canı çıksın. Gerçeği konuşmuyoruz biz. Her ay enflasyon makamında şarkılar dinliyoruz. Yeni bir “makam” bu. Zaten biz millet olarak, şarkı ve türküyü çok seviyoruz!.. Kovid salgını dolayısıyla “aşı olun” kampanyası var. Kampanyayı Sağlık Bakanlığı yönetiyor. Bilim adamlarından bir birlik oluşturmuş, gayet doğru. Bakan diyor ki, “aşı olun.” Uzmanlara da “aşı olun” dedirtiyorlar. Tamam. Sonra Sağlık Bakanlığı sanatçıları topluyor, onlar da “aşı olun” diyor. Millet uzmanları, profesörleri, Sağlık Bakanı’nı dinlemiyor; ama falanca sanatçı “aşı ol kardeşim” derse, onu dinleyecek gibi varsayım içerisinde. Eğlenceli değil mi!?

Trajikomik.

Artık ne dersen…

TÜİK’in verilerinin gerçeği yansıtmadığını söylediniz.

Evet.

Orada deniliyor ki, “Türkiye’nin makro-ekonomik açıdan verileri müsbet.”

Ekonomik açı değil, kayıt dışı! Milli gelir hesaplıyorsun, alış, satış, envanter belli değil. Kâr-zarar da belli değil. Bunlardan oluşan bir makro-ekonomik bir “yapı”dan bahsediyorlar. GSMH’yi hesaplıyorlar. Çok eğlenceli. Bakın, Türkiye’de milli gelir var; ama milli gider yok! Hasılata, yâni gelire bakıyorsun! Ya arkadaş bu şirketlerin hiç gideri yok mu? Türkiye Cumhuriyeti’nin hiç gideri yok, GSMH var burada sadece. Sonra da makro diyorsun.

Çok fazla “ihracat yapmaya başladık” ya… Aşırı derecede ihracat yapıyoruz, iç piyasayı ihmal ederek, iç piyasayı doyurmadan temel ihtiyaç malzemeleri dahil ithal ediyoruz, piyasa içeride karışıyor. Fiyatlar da tabiî olarak yükseliyor…

Senin ihracatın, bir kere ithalata dayalı! Ne üretiyorsun da neyi satıyorsun?

Ara mal bile ithal.

Evet, geçelim bunları. Neyi üretmişsin, ne ihraç etmişsin?.. Boş verelim. 1897’de İstanbul’u aydınlatmak için yabancılardan, jeneratör almışsın. Onlar 1897’de patot tüpü bulup TV’ye, elektroniğe geçmiş. Adam, demiri jeneratör yapıyor, altın fiyatına sana satıyor. 1897’den beri böyle. Şu cep telefonlarını sen mi icad ettin? Sen mi üretiyorsun? Yok.

Sanayi üretiminin kültürü de yok bizde.

“Servet nedir?” diye soru vardır iktisatta. Bilenler bilir… Naylon iktisatçılar değil. “Servet üretilen bir değer midir; yoksa öylece servet midir?” Üretilen bir değer olması gerekir.

Ama şu anda ganimet.

Geçmişten beri ganimet…

Biz ne yapacağız peki?

Artık yeniden yapılanmak zorundayız. Ekonomiyi kayıtlı hâle getirmemiz lâzım, ne var ne yok bilmek gerek. Kayıt dışı ekonomi ile kalkınmış hiçbir ülke yoktur. Kibarca “kayıt dışı” diyorum ya, aslında mafya. Çünkü, kimse vergi vermesin diye vergileri artırıyorsun, sonra da af çıkartıyorsun. AB de bize bunu şart koşmuştu. 6 Mart 1995 tarihli Paris Sözleşmesi’nin 47-48-49. maddelerinde Türkiye’nin şöyle taahhüdü var: “AB’ye girişimizin ön şartı olarak, ülkemizdeki kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına almayı kabul ediyoruz.” Bütün iktidarlarda “kayıt dışı ekonomi ile mücadele” denildi. Hiçbiri de bu işi başaramadı. İslâm ekonomisi kayıtlı bir ekonomidir… “Borcunu-alacağını yazdır katibe.” diyor. “İki tane de şahit tut.” diyor. Kayıt yani. Biz ne yapıyoruz? Kayıt dışı ekonomi ile kalkınmaya çalışıyoruz. “Ganimet ekonomisi.” Üretmiyoruz ki! Çalıştırdığımız insanlar da yeteri kadar üretmiyor, üretenler de kayıt dışı yâni. Üretmeyen kesim de kayıt dışı tabiî. Diyorlar ki, “üret!” Onlar da, “iyi üretelim ağabey” diyor, bağ var, bahçe var. Peki gübre fiyatları? Dolara bağlı, felaket bir şey. Üretmek için mazot lâzım. Mazot ithal, dolar ile alınıyor. Bir de çaktırmadan almak için yeni bir dümen yapmışız, “Akaryakıt Tüketim Vergisi.” Oh, harika! Nasıl üretecek bu adam ya! Hayvancılık ölmüş, doğal gübre yok. Yapay gübre kullanıyoruz. O da ithal mal. Üretici üretiyormuş da araya aracılar giriyormuş, fiyatlar yükseliyormuş. Başka ne oluyormuş? Ne kadar buğday üretiyoruz Türkiye’de, bilmiyoruz. Kısacası böyle bir şey yok. Kayıtlı ekonomi şart.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 770.Sayı