Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz aylarda, “Ekonomik buhrandan çıkışın anahtarı İslâm iktisadıdır.” Demişti hatırlarsınız. Kısaca soracak olursak, “İslâm iktisadı” nedir?

Bunu elli seneden beri konuşuyoruz. İslâm iktisadı, kul hakkını, emeği önemseyen, öz kaynak ekonomisi diye tanımlanabilir. Kanaat ekonomisi de diyebiliriz. Açgözlülük ekonomisi olmadığını vurgulayalım. İsrafa dayanmaz... Şunu da söylemek lâzım, günümüzde gelir dağılımı en bozuk ülkelerin başında “İslâm ülkeleri” var. Oysa, İslâm ekonomisinin esaslarından birisi gelir dağılımında adalettir. Dolayısıyla bugünkü problem bayağı büyük. Böyle bir ortamda İslâm ekonomisinin tatbik edilmesi mümkün değil. “Olsun” demekle yapılacak bir şey değil bu. İnsan ve toplumla alâkalı büyük sıkıntılar var.

Dünya çapında bir kriz yaşanıyor. Hâlihazırdaki iktisadî kriz salgından mı kaynaklandı, yoksa salgın vesilesiyle mevcut olan kriz mi ortaya çıktı?

Krizler ekonomilerde zaten olup-biten bir şeydir. İslâmî ekonomilerde de kriz vardır. Tarihte “sıvış yılı buhranları” vardır. Yâni, miladî yahut güneş yılı takvimiyle, ay yılı takvimi arasındaki farklılıktan kaynaklanan her otuz üç yılda bir meydana gelen İslâm dünyasının krizleri vardır. Bunlar olabilir. Kriz tabiatta varolan bir şey. Şunu da söylemekte fayda var, başkalarındaki problemleri görüp, kendimizi mesele dışı bırakırsak olmaz. Kendimizi haklı çıkarabilmek için, onlara örnek gösterebileceğimiz kanıtımızın olması lâzım. Var mı? “Biz size örnek olmalıyız!” diyebileceğimiz bir olgumuz var mı?

Bir teklif olması gerekiyor değil mi?

Evet. Pandemi var. Örnek olabiliyor muyuz peki? Hz. Peygamber, peygamber olmadan önce hangi sıfatla anılıyordu?

Emin...

Müslümanlar bugün bunu yaşayabilse, emin insanlar olabilse, problemlerin çoğu çözülmüş olacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemiş olduğu şeye atfen şunu sormak istiyoruz: İslâm iktisadı, mevcut krizler üreten iktisadî düzenin hangi problemlerine çözüm getirmektedir ki, çıkışın anahtarı olarak görülmekte?

Siyasî ifadeler bizi pek fazla bağlamıyor. İslâm ekonomisi hakkında aşağı yukarı elli yıldır yazılıp-çiziliyor. Bunun gerçekleşmesi için bir İslâm toplumu olması lâzım. Dolayısıyla bir İslâm devletinin de olması gerek. Bir yere dayandırılmadan konuşulan şeyler pek fazla anlamlı değil. Ciddiye alınması mümkün değil.

Bir sonraki sorumuz da tam bununla alâkalıydı, İslâm iktisadı yalnız ekonomik ilişkiler İslâm’a uygun hâle getirilip uygulanabilir mi? Yoksa başta hukuk olmak üzere insan ve toplumu alâkadar eden her şeyin, bir bütün hâlinde İslâm’a muhatap bir rejime göre işletilmesi mi gerek?

İnsanlar kendi hayatlarını düşünüp, ne kadar İslâm’a mutabık yaşadıklarını görebilirler. Şöyle diyelim, İslâmiyet’i ne kadar içselleştirdik? Hâl ve hareket tarzlarımıza bir bakalım... İlişkiler İslâm’a göre mi ayarlanıyor yoksa hâlihazırdaki sisteme göre mi? Burada verilecek cevap, büyük ölçüde belirleyici olur.

Yâni bu noktada İslâm iktisadına gidebilmek için toplumda değişen bir şeylerin olması gerek...

Tabiî ki. Birçok şey kültüreldir, daha doğrusu inançla alâkalıdır... Mesela israf meselesi, ekonomik gibi gözüküyor ama esasında kültür ve inançla ilgilidir. Bir Müslüman israf edemez!

İnsanın, anlayışının değişmesi noktasında devletin rolü nedir?

Devletin rolü ikinci plândadır. Bu aslında iman konusudur... “Ey iman edenler, tekrar iman edin.” buyuruluyor. Bu işi ciddiye almak lâzım. Toplumun anlayış seviyesinin üste çıkması lâzım. Eğer toplumun kültür-inanç seviyesinde artış gözükürse, ona uygun ekonomik ve siyasî yapı ortaya çıkar.

Sistem toplumun şuur seviyesine bağlı olarak değişir, diyorsunuz.

Evet. Emin insanlar olmazsa, İslâm ekonomisinin olması mümkün değildir. Yoksa lafta kalır. Müslümanlara güvenilmesi lâzım, ki günümüzde güvenilmiyor.

Maalesef… Para bahsine gelelim... Tanımlayacak olursak para nedir?

Mübadeleleri, alış-verişleri kolaylaştıran bir araçtır. Özellikle perakende alışverişler için bir araçtır. Bunun ilk örneği, biliyorsunuz takas ekonomisidir. Takasta ihtiyaç tam anlamıyla karşılanmayabilir, ihtiyaca denk gelmeyen bir şey olabilir. O takdirde de kul hakkı yenilebilir, bazı adaletsizlikler ortaya çıkabilir. İnsanların içi rahat olmayabilir. En kestirme yol paralı mübadeledir. Hz. Peygamber bunu teşvik etmiştir, perakende alışverişlerde... Toptan alışverişlerde ve borsa işlemlerinde trampa (takas) daha anlamlı olabilir. Diyelim ki, şu kadar petrole bu kadar altın ya da şu kadar buğday. Reel değerler daha önemli olabilir toptan alışverişte. Fakat perakende işlerde adaleti sağlamanın en önemli yolu paralı mübadeledir. Paralı mübadele dediğimiz zaman, paranın talep motifleri, saikleri var. Orada mübadele ön plâna çıkar. Yâni spekülasyon, spekülatif hareketler veya arbitraj için para talep edilmez, İslâmiyet bunu yasaklıyor, sadece mübadele için. Paranın değer kayıpları yahut kazançlarıyla ilgili operasyonlar, emek hırsızlıkları İslâmiyet tarafından kabul edilmemiştir. Bunu vurgulamak lâzım.

Bugünkü sistemde paraya atfedilen değer tam olarak bu.

Elektronik ve sanal para, bugün reel değerine tekabül etmiyor. Bu da büyük bir problemdir. İslâmiyet’te para (altın-gümüş) reel değerdir. Bunlar olmayınca, sanal paralar ekonomiyi de sanal hâle getiriyor. İslâmiyet bunu istemiyor. Belirsizlik ve kararsızlıklar İslâm ekonomisi tarafından kabul edilmeyen iki önemli olgudur. İslâmiyet ekonominin belirli, reel olmasını istiyor. Günümüzde bunun tam zıddıdır.

Toptan ve büyük ticarî alışverişlerde petrol-buğday misalini verdiniz. Bunlarda, trampayı sağlayıcı ölçüt birimi olarak bugün ne kullanılıyor?

Bir ton buğday, bir ton petrole eşdeğer diyelim. Malların kendisi bu eşitliği sağlayacak. Mahsup işlem devreye girer. Bu tür trampalarda paranın devreye girmesi işi uzatabilir.

ABD 2008’den beri dolar basmak suretiyle para arzını genişletiyor. Bilhassa salgın sürecinde trilyonlarca dolar basıp piyasaya pompaladılar. Türkiye de birkaç milyar TL basıp piyasaya sürdü. Buna rağmen Amerikan doları TL karşısında sürekli değerleniyor. Bunun sebebi nedir?

Kaynak meselesi. Bütüfn dünya dolar talep ediyor. Türkiye’deki insanlara bakın, maaşlarını Türk Lirası olarak alıyorlar; fakat dolar olarak almak isterler. Bütün dünyada dolara talep varsa, onun yükselmesi kaçınılmazdır. Tam tersi dünyada nerede Türk Lirası’na talep var? Türkiye’de bile yok neredeyse. TL’nin bu durumda değer kaybetmesi kaçınılmaz.

O halde parayı talep edilebilir kılmak için bir şeyler yapmak lazım. Mesela; teknoloji gelişti, Merkez Bankası’nın elinde de tedavüldeki Türk Lirası’nın toplamının ederinden daha fazla altın stoku bulunuyor. Türkiye bunu fırsata çevirerek, altın para rejimine geçemez mi? Yâni yeni bir TL banknotu, üzerinde değerince altın ihtiva eden ve kıymetini bu değer üzerinden alan bir şey yapamaz mı? Nasıl bir teknolojik vasıta kullanırlar bilemem, ama bununla beraber TL’yi hedef alan operasyonların önü de alınabilir.

Olabilir; ama dünyada üretilen toplam Gayri Safi Millî Hasıla’nın (GSMH) parasal değeri ne kadar? Türkiye’nin yeri burada ne kadardır? Türkiye’nin yeri dünyada üretilen toplam GSMH’nin aşağı yukarı yüzde biri kadardır. Türklerin yapmış olduğu işlemler dünya ekonomisine şu veya bu kadar etki yapar.

Yâni paraya değer kazandırılamaz mı bu şekilde?

Olabilir; ama Türkiye’nin ekonomik gücü bunu gerçekleştiremez.

Türkiye’de altın, döviz ve emlak gibi yatırım enstrümanları kullanılıyor, belki bunlara otomobil bile eklenebilir. Bu yatırım araçlarından bir kısmı zaten direkt olarak döviz yahut ithal mal olduğu için, memleketler vatandaşlarının tasarrufundan nemalanırken, bizde tam tersine yapılan tasarruflar ekonomiye zarar veriyor. TL’nin altın paraya dönüşmesi onun aynı zamanda bir yatırım aracı olmasına da vesile teşkil etmez mi?

İnsanlar Türkiye’de paralarının değer kayıplarını önlemek için ne yapıyor? Döviz ve altın alıyor. Dolar aldığın zaman Amerikan ekonomisine, Euro aldığın zaman Avrupa ekonomisine bir şekilde ortak oluyorsun. İnsanlar bu şekilde tasarruf uyguluyor. Başka bir yöntemde enflasyona endeksli hesaplar. Enflasyonun etkisini giderecek vadeli hesaplar açılıyor. Fakat bunlar belirleyici olmaktan uzak gibi geliyor bana.

Burada belirleyici temel etken nedir?

Ekonominin temel olgusu üretimdir. Hem mal üretimi, hem hizmet üretimi. İnsanlar mal ve hizmetten uzaklaşıp paradan para kazanma yoluna önem verdikçe, bu iş sarpa sarmaya başlar. Türkiye’de durum böyle. İnsanlar mal ve hizmet üreterek gelir elde etmek yerine, kısa yoldan köşeyi dönme amacı içerisindeler. Temel problem bu.

Türkiye’nin gücü yetmiş olsa altın para rejimi uygulamasını yapabilir mi, çözüm olur muydu?

Türkiye’nin dünya ekonomisine etkisi yüzde birdir. İslâm ülkeleri arasında en borçlu ekonomi hangisidir? Türkiye ekonomisidir. Bu da Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı olduğunu gösterir. Türkiye, dışarıdan mal ithal ettiği zaman, hangi para birimiyle alışveriş yapmayı dayatıyorlar? Dolar...

Bu işin sistem değişikliğine tekabül eden bir tarafı da var.

Sonuç olarak doğru. Bunun teorisinin ekonomik krizlerden, bunalımlardan bağımsız bir şekilde oluşması gerekiyor. Bu mevzular konuşulmalı, düşünülmeli, alternatifler üretilmeli. Bir ons altın 1970’lerde 35 dolara eşitti, günümüzde iki bin dolara eşit. Zaman içerisinde büyük değişmeler oluyor. Bunu İslâm açısında da söyleyebiliriz. Hz. Peygamber döneminde zekât oranlarına bakın iki yüz dirhem gümüş, yirmi miskal altın, otuz büyük baş hayvan, kırk küçük baş hayvan, beş deve. Bunlar Hz. Peygamber döneminde birbirine eşitti. Yani otuz sığır, kırk koyuna eşitti. Günümüzde aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. Günümüzde bu sıralamayı yaparsak sistem altüst olur. Yeni bir eşitlik getirmek lâzım. İslâm ekonomisinin kendi içerisinde de temel problemler var. Bunları ele almamız gerekiyor. Belirleyici olan başka bir husus da teknolojinin değişmesi. İlk dönemlerden günümüze kadar çok büyük bir değişim söz konusu. Mesela şu anda et üretiminde teknoloji oldukça değişti, bu da İslâmiyet’in temel ilkelerini etkiliyor. Bunları tartışmak ve ele almak lâzım. Öneriler ortaya koymak gerekiyor. Bunu İslâmiyet’in temel ilkelerine uygun şekilde yapmak gerekiyor. Mesela, adaleti sağlamak, bunların üzerinde önemle durmak gerekiyor.

Tekrar başa dönersek; bugün İslâm iktisadı sadece finansal işlemler seviyesinde mi konuşuluyor, bu mevzu üzerine bir çalışma var mı?

Maalesef yok. İslâm ekonomisi, öz kaynak ekonomisidir. Yani mal ve hizmet üretimi. İslâm ekonomisi para ve kredi işlemleri değil, reel ekonomidir. Krediye dayanmaz. Kredi marjinal bir olaydır. Önemli olan reel ekonomidir.

Bunun üzerine yapılan çalışmalar yeterli mi?

Bu açıdan çalışılmalar yapılmıyor.

Sizin de söylediğiniz gibi bir İslâm rejimi olmadan İslâm ekonomisinden bahsedilemiyor. En temelinde çalışılması gereken nokta burası zannediyoruz.

Evet. Geçmişteki devletler fetva mercilerine başvuruyorlardı ve ortaya o zamanı bağlayan İslâmî uygulamalar çıkıyordu. Günümüzde aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Günümüzde belirleyici olan kapitalist sistemdir. Kapitalist sisteme uygun mu, değil mi? Özelleştirme olgusu ortaya çıkıyor. Milletin elinde avucunda ne varsa satılıyor, büyük problemler ortaya çıkıyor. Mesela Türkiye ekonomisi için son yıllarda yapılan en büyük zararlı işlemin özelleştirmeler olduğunu söyleyebiliriz.

“Bu çağda İslâm devleti olamayacağına göre, İslâm ekonomisi de olamaz. Kapitalist ekonomi, İslâm ekonomisi olsun” diye sakat bir düşünce, özellikle kimliğini “Müslüman” olarak tanımlayanlarda mevcut. Bu hususta neler söylemek istersiniz?

İnsanların kendisiyle hesaplaşmaya cesareti yok. Biraz önce söylediğimiz ayet-i kerime de bu hususu özetliyor. “Ey iman edenler tekrar iman edin.” bütün mesele bu. Müslümanların kendilerini tekrar gözden geçirmesi lâzım. Yanlışlar yapılıyor ve o yanlışlarda ısrar ediliyor. Suçu hep başkalarına atıyoruz. Halbuki Müslümanlar “Nerede yanlış yapıyoruz.” diye sormalı ve tekrar tekrar gözden geçirmeli.

Eklemek istediğiniz bir husus var mı?

İslâmiyet’in temel ilkeleri Müslümanlar tarafından yaşanmaya başladıktan sonra, İslâm ekonomisi reel hale gelebilir.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 710.Sayı