Salgın sebebiyle bütün ekonomiler borç batağında. Zaten reel ekonomiyle finans sektörü arasında bir uçurum vardı. Global ekonominin ahvâlini nasıl görüyorsunuz, bir toparlanma öngörüyor musunuz?

Büyüme açısından bir toparlanma olacaktır fakat pandemi şartlarında böyle bir şeyin olacağına kanaat getiremiyorum. Borçlar anormal büyüklüğe ulaştı hatta ödenebilir durumun dışına çıktı. Yâni ödenebilir menzilin dışında. Borç, bir yerde alanın derdidir. Tabiî bir süre sonra, borç verenin derdi olmaya başlar. O da, borcun hacmi anormal bir seviyeye ulaştığında olur. Haddinden fazla anormal bir borç seviyesine ulaşılmış durumda. Bu borçla istikamet katetmek çok mümkün değil! Eğer bundan sonra bir kriz daha çıkacak olursa, bunun G7 ülkelerinden patlak vereceğini düşünüyorum. Krizin en büyük sebebinin de ödenemeyecek borçlar olduğunun altını çizmek istiyorum. Borçlular bir kenara, borçlanmış olan kişi değil de, borcu veren kişinin canını sıkan bir durumdan söz ediyorum. Bu hâlin gelişmekte olan ülkelere iyice sirayet etmesi durumunda kriz daha da kötüleşebilir. Elbette paranın üzerine direkt yatma gibi bir şeyin olacağını zannetmiyorum. Fakat şöyle diyebilirler: “Arkadaşlar bu borç hacminin bir kısmını unutun siz!” Yahut da “ana parayı verelim, faizin şu kadarını boşverin.” Bu tür kararların çıkma ihtimali var.

Geçtiğimiz günlerde kamuoyuna bir haber yansıdı. “Türkiye’nin ilaç sektöründe borcu iki milyar civarında” diye... Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bunun hepsinin ödenmeyeceğini, bir kısmının ödenmemesi durumunda anlaşma sağlanabileceğini ifade ettiği yönünde iddialar vardı.

Olabilir. Şaşırmam... Dehşet içerisinde gelişmeleri seyrediyorum. Küresel ekonominin en başındaki en büyük bela, bana kalırsa muazzam seviyeye ulaşmış borçlar... Hem alan, hem de borç veren büyük sıkıntıda. Büyümeyle alâkalı sıkıntılar giderilir, istihdam, teknoloji mevzuları çözüme kavuşturulur. Ama borç başka. Bu gelişme, büyüme, katma değer üretme dinamiğiyle borçları çözemeyiz.

G7 ülkeleri, lokomotif... Doğrudan sistemi elinde bulunduran ülkeler.

Tabiî. Çok ciddi bir katmadeğer sorunundan bahsediliyor. Yüksek teknoloji şirketleri bir yandan kısıp belki durumu kurtarıyor olabilir ama mevzu o değil ki. Çok daha fazla istihdam sağlayan orta düzey şirketler var, otomotivi de bunun içine koyabiliriz. Dolayısıyla buradaki sıkıntılı süreç kolay kolay atlatılamaz. Onların katma değerleri, borçları ödemeye yeter mi bilemiyorum... Büyük ihtimalle 2030’a doğru herkes kendi arasında bir konsensusa varacak. Borç verenler, “Paranın tamamını değil de insaflı bir tertiplemeyle bir kısmını alalım.” diyecekler.

“Ne koparabilirsek kârdır.” yâni...

Evet. İnsaflı olmaları lâzım. Borç verdiğiniz kişinin size geri ödeme yapamayacağını anlamanız biraz uzun sürer. Üstüne bir de ekstradan borç verirsiniz... İşte o zaman acı hakikatle karşılaşırsınız. Öyle ya!

Söylediklerinizden anladığımız kadarıyla, “borç” dediniz doğrudan sistemi elinde tutanları etkileyecek. “Büyüme” dediniz, kapitalizm sürekli büyümeyi arzu eden bir sistem... Dolayısıyla sistemin çıkmazından söz ediyoruz.

Kapitalist sistem eğer bu badireyi atlatırsa yüz yıl kadar devam edebilir. Ama dediğim gibi, borç alanlar, “Ya biz bunu ödeyemiyoruz!” diyebildiği andan itibaren bu işin suyu çıkar!

Sistem patlamış mı olur?

Evet. Borç verenler, “Biz paramızı alamayacağız, bu adamlar da ödeyemeyecek.” deyip uzlaşırsa kapitalist sisteme reset atmak mümkün olabilir. Bu kullanılabilir. Yâni borç verenler ve borç alanlar kendi aralarında reset atacak, o borç büyüklüğünde başka bir dinamik üzerinde anlaşma yapacaklar.

Economist’in kapağındaki mevzu bununla mı alâkalıydı?

Hayır. Borç alan, almaya devam eder. Veren de “Bunlar nasılsa sağlamdır.” der. Baktı kötü gidiyor, “Adama biraz daha para vereyim, çalışsın işleri düzelince verir.” diye düşünür. Üçüncü aşama, “Ya şunu bir yapılandıralım. En azından adamlar biraz daha yaşar, taksitlendirelim.” der. Sonra da “hair cut” (saç kesimi), borcun bir kısmından vazgeçme kısmı!.. Son aşama ise, “Biz yanlış bir iş yapmışız. Bunların hiçbiri olmamış gibi davranalım, bazı tavizler alalım. ” Reset... Başka düzlem. Başka düzlem üzerinden hak talep edebilirler. Yâni, “Bu borçları başka bir değere çevirelim. Bize o değer cinsinden ödesinler.” Kapitalist sistem böyle korkunç, kendini üretimle gerçeklemeyen bir borçla başlamadı. Şimdi ise saçmaladı.

Üretilen mal ve hizmetler ile borç yükü arasında bu kadar müthiş bir uçurum daha önce olmuş muydu?

Almanya’nın da Hitler’den önce devasa borçları vardı. Latin Amerika ülkelerinin de... Bunlar 19. yüzyılda da yaşandı. II. Dünya Savaşı’nda da millî gelirlerin %120 kadar borç vardı. Grafiğe bakın... Şimdi aynı yere yükseldi. Ekonomik anlamda çözümleri anlattım. Doğrudan savaşarak da reset atılabilir.

II. Dünya Savaşı öncesinde öyle oldu.

Anlattıklarım için “Ya arkadaş bu çok uzun iş! Kestirmeden gidelim. Zaten dünya nüfusu da çok arttı. Bir savaşalım.” diyebilirler yâni.

Avrupa Birliği dağılıyor, ABD de eski gücünde değil. Yeni güç ve iktisadî merkezler doğuyor. Türkiye’nin öncülük ettiği yeni bir birlik tesis edilebilir mi? Kastettiğimiz gümrük, ticarî ve para birimleri üzerinden yeni bir şey...

Beni aşıyor. Ben ekonomist olarak şöyle bir katkıda bulunayım: Paradigma değişimi, Kuzey Atlantik’ten bakıldığında öyle kolay bir iş gibi gözükmüyor. ABD’de Joe Biden kazanırsa, küreselciler kazanacak, NATO’cuların da bir kısmı kazanmış olacak. Bir 20-30 sene daha bu şekilde idare edilebilir. Bence, Türkiye’nin yeni ittifak arayışları hiçbir zaman bitmez, kendi menfaatince bir ittifak illa ki yapacaktır. Bunu partizanca değil, parti üstü bakış açısıyla yapacaktır. Bir stratejist arkadaş diyor ki; “Joe Biden Türkiye’ye en fazla gelen Amerikalıdır.” Ben, ABD’nin olmadığı bir stratejist ortaklığın zor olduğunu düşünüyorum. Ama, Türkiye yeni ortaklıklar bakmalı, bu da en doğal hakkıdır diye düşünüyorum.

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.

Kolay gelsin.

Baran Dergisi 720.Sayı