Kimdir?
Prof. Dr. Faruk Şen Alman Lisesi’nde okudu. 1971 yılında Almanya’da Vestfalya Üniversitesi’nden mezun oldu. 1981 yılında Yabancılardan Sorumlu Sosyal Danışman olarak Volkshochschule Duisburg’ta göreve başladı. 1983 yılında Okula Uyum Projesi ve Gençlere Destek Olma Kurumu’nda yönetici olarak çalıştı. 1985 yılında Almanya’nın Essen kentinde Alman hükümetinin finansal desteğiyle Türkiye Araştırmalar Merkezi’ni kurdu. 1990 yılında Essen Üniversitesinden profesörlük unvanını aldı.

Ayrıca, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi Üyeliği, UNESCO Almanya Milli Komite Üyeliği, Avrupa Birliği Kültürler Arası Diyalog vakfı üyeliği, Türkiye Cumhuriyeti Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlar Kurulu üyeliği, Türk-Alman Kültür Konseyi Kuzey Ren Vestfalya Başkanlığı, TAVAK Vakfı Avrupa Üniversitesi Kurucu Üyeliği ve Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı.
 
Almanya II. Dünya Harbi’nden sonra senelerce Amerikan işgali altında kalmış bir ülke. Şu anda Almanya’da kültürel, siyasî ve ekonomik olarak Amerikan tesiri ne düzeydedir?
Almanya hakikaten Amerika’nın etkisinden hiçbir zaman kurtulamadı. Almanya’da Amerikan hayranlığı had safhalardadır. Amerika’ya karşı ilk başkaldırı Helmut Kohl zamanında başlamıştı. Biliyorsunuz, iki ayrı Almanya’nın birleşmesinde Helmut Kohl dirençli bir şekilde çaba sarf etmiştir. Almanya’da Amerika’ya karşı ikinci başkaldırıyı da bugünkü başbakan Angela Merkel gerçekleştirmiştir. Merkel, Obama ve Putin ile aynı göz hizasında konuşan bir liderdir. Kendisini Türkiye olarak sevmeyiz; fakat Avrupa Birliği’nin dağılmasını önleyen, TTIP (Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) dediğimiz işbirliğinin ABD ile gerçekleştirilmesini sağlayan kadındır. Bir başka gelişme de, iki yıl evvel ortaya çıktı; Alman gizli emniyeti (BND) Amerikan Büyükelçiliği’nde Amerikan politikacılarını takip etmektedir. Bu Almanya’nın Amerika’ya karşı en ciddi başkaldırısıdır.

Almanya’nın Avrupa Birliği’ni korumaktaki inadı niçin bu kadar fazla? Almanya zaten Avrupa’nın en büyük ekonomisi ve yalnız başına da büyük bir güç… Mesela Yunanistan da dâhil Avrupa’daki diğer ekonomik krizde olan ülkelerini niçin Almanya taşıyor?
Biliyorsunuz, Almanya 1933-1945 yılları arasında Doğu Avrupa, Hollanda ve Fransa da dâhil büyük bir Almanya İmparatorluğu kurmak istedi; Hitler’in hedefi oydu. Bu hedefte başarısızlığın tek sebebi, Hitler’in hiç tarih bilgisi olmamasıydı. Tarih bilgisi olan bir lider kış aylarında, hatta yaz aylarında dahi Moskova’ya, Leningrad’a saldırmaz. Zira Rusya’nın savaşmasına gerek yok, o tabiat şartları Rusya’ya yeter. Hitler’in yapamadığını Almanya AB’de yapıyor. Niçin yapıyor? Diyorsunuz ki Yunanistan ve diğer krizdeki ülkelerin parasını Almanya veriyor; doğru… Şu anda 28 Avrupa Birliği ülkesi var, Brexit ile İngiltere’nin AB’den çıkması herhalde 2018’i bulur. 506 milyonluk bir pazara hitap ediyor Almanya. Ve 143 milyar avro olan AB bütçesinin yüzde 37’sini Almanya ödüyor ve getirinin yüzde 15’ini alıyor. Demek ki, Almanya Avrupa Birliği’nin devamını sağlayan bir ülkedir. Fakat buna karşılık Almanya’nın dış ticaretinin yüzde 78’i komşu ülkelerledir. Yani o ülkelere para vererek ekonomik olarak kendine bağlar. Yani Avrupa Birliği Yunanistan’a o kadar para veriyorsa, Almanya kendi çıkarlarını gözettiği için vermiştir. Almanya bu konuda hiçbir zaman boşa yatırım yapmamıştır, Avrupa Birliği’ne yatırılmış bir avronun direkt en az getirisi iki avrodur. Almanya Avrupa Birliği’nin dağılmasını elinden geldiğince önler ve bunun önlenmesi için Almanya’nın büyüme hızının yüzde 1,5’un altına düşmemesi lazım. Son zamanlarda Almanya’da da bir fakirleşme başladı; Alman halkı haklı olarak, “işe yaramayan Yunanistan’ın yahut İspanya, Portekiz ve Macaristan’ın paralarını niye ben ödeyeyim?” diyor. Ama Almanya’nın burada büyük bir çıkarı vardır.

Son zamanlarda Türklere ve mültecilere saldırılar da bu sebeple mi artıyor?
Almanya’da Nazizm hiçbir zaman bitmedi. 1933-1945 yılları arasında Gestapo dediğimiz bir Alman elit asker gücü vardı. Bu güç, 1943’te savaşı kaybettikten sonra dağıldı. Fakat 1948’de yeni kurulan Almanya’da bu Gestapolar, arındırılarak-yıkanarak istihdam edildi ve dört ayrı kuruma yerleştirildi. Zira bunların belirli bir bilgi birikimi var. Bir asker, iki polis, üç gizli emniyet, dört özel koruma olarak bu güç yeniden kuruldu. Baktığınız zaman Almanya’da 2000-2008 yılları arasında öldürülen sekiz Türk’ün üçünün cinayetinde Alman Anayasayı Koruma Örgütü’nün elemanları çok yakında bulundu. Almanya’da bunu anlamamız için iki şeye bakmak lazım; Almanya’da bir MİT yoktur, Hakan Fidan da bunu değiştirmek istemişti. Almanya’da bir Anayasayı Koruma Örgütü vardır. Yani iç denetlemeyi yapıyorlar, Komünistleri takip eder ya da FETÖ vb. örgütleri takip eder. Alman gizli emniyeti BND de dışa yönelik çalışma yapar. Alman Anayasayı Koruma Örgütü elemanları bu cinayetlere katkıda bulundu.

Alman derin devleti diyebilir miyiz?
Almanya’da ciddi bir derin devlet vardır; ama bizdeki gibi sapık derin devlet değil. Kendi çıkarları arasında yönlendirilen bir derin devletten bahsediyorum. Almanya’da sekiz tane Türk öldürülmüştür ve bu öldürülen kişiler özel olarak seçilerek öldürülmüştür. Yani 25-40 yaşları arasında genç küçük esnaftır. Bir tanesi 60 yaşındadır. Niçin öldürülmüşlerdir? Bu insanlar küçük esnaftı. Küçük bakkalı olan, dönercisi olan insanlardı. Ben 2014’te Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde başkandım. İçişleri bakanıyla konuşmuştum, o zaman bütün gelişmeler “Türk mafyası bunlardan para aldırmak için böyle yapıyor” diye geçiyordu. “Dünyanın her yerinde mafya vardır, muhakkak Türklerde de vardır; ama Türk mafyası para almak için en garibana gitmez. Bunlar 50 avro ile 100 avro kar eden insanlar. Para sızdıracağın insanın biraz daha geliri yüksek olur. Bir de hiçbir mafya para almak için insanı ensesinden vurup öldürmez, mafya ayağa ateş eder” demiştim. O zaman Alman içişleri terslemişti, “siz her yerde Nazileri görüyorsunuz” demişti. Bu konuda haklı çıktım. Alman derin devletinin 1992’de Mölm olaylarında üç kadının yakılarak öldürülmesinde, 1993’te Solingen olayları ve 2008’de 10 Türk’ün Ludwigshafen’da öldürülmesinde parmağı vardı. Türkiye de bunlara karşı çok kayıtsız kaldı. Türkiye Almanya’ya 1970’lerde MİT ajanı yolladı. “Dönerci Cinayetleri”nin arkasındakileri bulamadı. Bunlar yeteneksiz adamlardı. Yani bizde de bu konuda çok büyük beceriksizlikler var.

Özellikle Batı’ya karşı…
Kompleks var, hala üzerimizden atamadık. Çünkü Türkiye bölünebilecek bir ülkeymiş gibi görüyoruz; ama ben buna inanmıyorum.

Almanlar I. ve II. Dünya Harbi’nde yerle bir oldu. Yine de dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri hâline geldi. Bu nasıl oluyor?
Güzel soru… Almanya’da borsanın dibe çakıldığı, enflasyonun yüzde bin, bin 500 olduğu zamanlarda Hitler’e büyük bir önem verildi. Hitler de iki şeyle çalıştı, bir otobanlar yaptırdı iş sahası yarattı ve iki çelik endüstrisine ağırlık verdi. Burada yapılan sermaye birikimi ile Almanya’nın büyümesi sağlandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1946’da galip devletler; başta Ruslar ve sonra İngilizler, Fransızlar, Amerikalılar Almanya’yı cezalandırmak istediler. Bilirsiniz Almanya’nın en büyük sanayi merkezi Ruhr Havzası’dır. Oradaki bütün sanayiyi söktüler ve bize uyguladıkları Marshall yardımını Almanya için düşünmüşlerdi. “Almanlar sadece tarımdan yaşasınlar” demişlerdi. Fakat sonra Stalin aniden Avrupa’ya yönelik saldırgan politika uygulayınca İngiltere, Fransa ve Amerika’nın Almanya’ya karşı yaklaşımı değişti. Sonra da Ruhr Havzası’ndan sökülenler yerine daha yenileri kuruldu. Daha sonra da Almanya promotor olarak yükselmeye başladı. Yani bugün Almanya’nın bu hale gelmesinde Stalin’in saldırgan politikası çok önemlidir. Almanya’ya öngördükleri Marshall planını da bize kakaladılar. Bizi de böyle öptüler. Ruh Havzası Duisburg, Essen, Giessen, Dortmund ve Düsseldorf’un üstüdür. Yani Stalin’in politikası Almanya için bir şans doğurdu ve Almanya bu şansı iyi kullandı. Tabiî ki, savaşı kaybeden Almanya’da günde 12 saat çalışılıyordu. Çin’in bugünkü özverisi o zamanlar Almanlardaydı. Bir de Almanlarda “know how” durumu var. Bunu çok iyi yaptılar. 1959’da da bugünkü Avrupa Birliği’nin kömür ve çelik işlerinin temelini attılar.

Kömür Çelik Topluluğu kurulurken Ruhr Havzası’ndaki yatakların kullanımını Avrupa Birliği’nin çekirdeğini oluşturan “altılar”ın kontrolünde bir üst otoriteye devrediyorlar. Burada Almanya’nın bir mahcubiyeti var mı? “Biz içimizden bir Hitler çıkardık” gibi?
Hayır. Onu söylerler ama hiç mahcup hissetmezler. Almanların bir özelliği vardır, Almanya ciddi bir ulus devlettir. Ve Almanya arındırılmış bir ulus devlettir. Yani tarihte hiçbir zaman kolonisi olmamıştır. Almanya, ne bir Fransa’dır, ne bir İngiltere, ne de bir İtalya’dır. Hatta Portekiz’in bile bir kolonisi olmuştur; Almanlar yabancıya sıcak bakmaz. Sadece 1930’larda gelen Polonyalıları çok çabuk asimile ettiler. Yani Almanya’nın hâlâ kendine has öz bilinci vardır. Özellikle 2014 Dünya Şampiyonası Almanya’da yapılırken kendi bayraklarını dalgalandırmaya başlamışlardır. Almanlar bayrak konusunda Türkler kadar hassastır.

Türkiye’ye doğru dönersek, Can Dündar Almanya cumhurbaşkanıyla görüştü. HDP’lilerin tutuklanması hususunda tavır koydular. Ermeni meselesinde de Türkiye’nin üzerine gelmişlerdi, “soykırım” kararı alınmıştı. Almanya’nın bu tavrı niçin ve Türkiye’ye nasıl bakıyorlar?
Ben hep şu teoriyi derim; Türkiye ve Almanya arasında garip bir ilişki var. Sınırdaş olsalardı, birbirleriyle de savaşabilirlerdi. Yani büyük bir düşmanlık var. Almanya Türklere hep koloni zihniyetinde bakmıştır. 19. Yüzyılda Deutsche Bank Türkiye’den Ortadoğu’ya açılma politikası uygulamıştı. Almanya eskiden bize karşı çok ılımlı bir ülkeydi. Almanya, Türkiye’nin 1961’de İran’a yakınlaşmasından beri, Türkiye’ye ve İslâm’a karşı bir önyargı içine girdi. Zaten Almanya’da kitleler Türk ile yatıp Türk ile kalkıyor. Şu anda 3 milyon 200 bin Türk kökenli göçmen Almanya’da yaşıyor. Bu Almanya nüfusunun yüzde 4’ünü oluşturur. Orada çok başka göçmen grupları da var, fakat bizim göçmen grubumuzun bir özelliği var; biz çok aktif bir grubuz. Çok iş adamı var, üniversite öğrencileri de öyle. Ancak mafyamız da var. Gece yaşamını elimize aldık, açıkçası her türlü haltı da yiyoruz orada. Onun için Almanlar üst düzeydeki Türklere hasetle bakıyor. Alttakine de “ulan bunlar geldiler bizi bozdular” diye bir şey söz konusu. Son dönemlerde Türkiye-Almanya politikası bir iç politika durumu oldu. Yani Ermeni soykırımını Almanya’daki Ermeni lobisi çıkarmadı. Orada Cem Özdemir adlı milletvekili ortaya çıkardı. Almanya’nın bunu ortaya çıkarmasının en büyük nedeni, “tarihte benden önce de bu haltı yapan başka birileri var” diyebilmektir. Gelelim bugünkü gelişmelere… Almanya’da Kürt kökenli bir sürü Türk var, bunlar da ciddi bir lobi. Yani oradaki 3 milyon 200 bin insanın hepsi Türkiye lehine olan insanlar değil. Hele 35 yaşın altındaki Kürtlerin büyük bir çoğunluğu PKK sempatizanı. PKK’lı demiyorum, yanlış anlaşılmasın, PKK’yı severler... 1984’e kadar Kürt sorunu Paris’in sorunuydu. Daha sonra Özal sürecinde Kürt sorunu Fransa tarafından Almanlara verildi. Almanlar da bunu çok daha ciddiye aldılar ve mesele bu duruma geldi. Almanya’da aktif Türk nüfusunun olumlu-olumsuz yönlerinin yanında her Alman’ın bir Türkiye bilgisi var. Yani sokaktaki adama “Türkiye” dediğin zaman, “insan hakları, demokrasi yok” cevabını da almak mümkün. Almanya’da üç düşman resmi var; orada yaşayan Türkler, Tayyip Erdoğan ve üçüncüsü de Türkiye… Bu üç düşman resmini kullanarak Alman partileri politika yapıyorlar. Gelelim Can Dündar olayına. Can Dündar’a sahip çıkan üç-beş kişi var, onun elinden tuttular; Almanya’da her küçük şehrin 3-5 bin avroluk ödülleri vardır. Bu ödülleri Can Dündar’a topladılar. Fakat katiyetle Almanya bir yabancıya üç ayda vatandaşlık vermez. Alman vatandaşı olabilmek için çok iyi derecede Almanca bilmek ve sekiz yıl orada yaşamak lazım. Ona verilen “Yabancılar Pasaportu”, bu dünyanın her yerine o pasaportla gidebilirsin demektir. Bizim haricimizde her yere o pasaportla gidilir, Can Dündar’a böyle bir jest yaptılar. Can Dündar’a hiç sempatiyle bakmadığımı da belirteyim.

Gelelim HDP olayına. Türkiye yaptıklarını anlatamıyor. Geçtiğimiz günlerde televizyona çıktım. Şimdi dokuz tane kritik madde var ilerleme raporunda. Bunların içinde haksızlık olanları var, ama haklı olunan yanlar da var. Türkiye’de adalet sistemi FETÖ olayından beri tamamıyla laçka oldu.

İncirlik meselesi çok tartışıldı, bu konuda neler söylemek istersiniz?
İncirlik’te Türkiye çok haklıdır. Zira 2 Haziran’da Ermeni “soykırım” kararı çıktıktan sonra biz Almanya’ya “şunu yapacağız, bunu yapacağız” deyip hiçbir halt yiyemedik. Türkiye’nin tek yapacağı Ermeni “soykırım”ını yapan milletvekillerini İncirlik’e sokmamak olacaktı. Türkiye bunu söylemişti, “İncirlik teftişine ‘soykırım yapıldı’ diyen milletvekilleri gelemez” demişti. Fakat Türkiye burada da geri adım attı. Ben İncirlik’in konumunda da Türkiye’nin her şeyi ele almasından yanayım. Amerika PYD’ye destek için her şeyini İncirlik’ten götürüyor. Suriye’ye ve Irak’a saldırılar da İncirlik’ten yapılıyor. İncirlik Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ve bizim en ufak bir kontrol mekanizmamız yok. O kadar yok ki, Amerika Rakka’ya giderken bizi istemiyor ve PYD ile gidiyor, uçakları da bizden kalkıyor. Evet, bizi istemeyebilirsin; ama o zaman uçaklarını gidip ya Erbil’den ya da Güney Kıbrıs’tan bir yerden kaldır. Türkiye İncirlik’te haklıdır ama sonunu getirememiştir.

Adeta işgal üssü.
Türkiye’nin aşırı verdiği bir taviz.

Almanya ile aramız bozuk, Avrupa içerisinde birçok ülkenin Türkiye’ye bakışı da malum. Almanya’da Türk ve Erdoğan düşmanlığının bu safhaya gelmesinde en büyük sebep nedir?
Almanya’da Phoenix’de bir televizyon programına davetliydim, Türkiye tartışılıyordu. Ben Almanya’daki gelişmeleri Spiegel Online, Focus Online, Frankfurter Allgemeine’den takip ediyorum. Orada “bakın, ben hem Türk hem Alman vatandaşıyım. Almanya’yı takip etmek için sizin basınınıza bakıyorum, ulan 10 haberden 8’i Türkiye üzerine. Almanya’da Merkel hiçbir halt yemiyor mu?” dedim. “Şu anda satan haber Türkiye” dediler… Almanya her zaman bir düşman resmi istemiştir. Eskiden resimde Putin vardı ve Tayyip Erdoğan 2005’e kadar Almanların çok desteklediği bir liderdi. Frank-Walter Steinmeier’ın bana söylediği bir laf vardı, “Türkiye’yi översem seçmenimden dayak yiyorum, söversem alkış alıyorum”. Politikacılar alkış almak ister.

Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkileri nasıl bir yola doğru gidecek? Müzakere falan kalmadı.
Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri bitmiştir! Şu anda Avrupa Birliği’nin gündeminde Türkiye diye bir madde yok. Bizim de Avrupa Birliği gibi bir özlemimiz yok zaten. Bu açıdan bu iki taraf birbirlerinden uzaklaşmıştır. Ahmet Davutoğlu tarihî bir hata yapmıştır. 28 Mart’ta Geri Kabul Anlaşması’nı imzalamıştır. Bizim onlara karşı tek yaptırım gücümüz buydu. Buna karşılık vizede kazık yemişizdir. Türklerin kompleksindendir, “Ahmet Davutoğlu Almancı” dediler. Ahmet Davutoğlu, Angela Merkel ile biraz iyi geçinmiştir ve Merkel anlaşmayı Davutoğlu’na imzalatmıştır. Erdoğan, Davutoğlu Brüksel’e giderken çok önemli bir şey söylemiştir, “parayı almadan gelme” diye. Bu çok önemlidir, bugüne kadar bize 176 milyon verdiler; bundan sonra da bir kapik dahi vermezler. Onun için Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri bitmiştir. En önemlisi de Amerika ve AB arasındaki yeni gümrük birliği TTIP kuruluyor. Biz onun dışında kalmamalıyız. Bu anlaşma dünya ekonomisinin yüzde 76’sına yön veriyor. Zaten bunlar görüşmeleri kesmezler, böyle bir pazar hiçbir zaman bulamazlar. Bizim de buna karşı nasıl bir şey geliştirebiliriz diye düşünmemiz lazım.

Gümrük Birliği’nin bize faydasından çok daha fazla zararı var gibi…
Şöyle görürsen var; 1996’da Gümrük Birliği yaptığımız zaman bize 5,5 milyar dolar mark bir katkıda bulunacaklardı. Yunanistan’ın vetosundan sonra bunu durdurdular. Türkiye bir daha bu parayı da istemedi. Bizim ihracat ve ithalatımızı AB ile toplarsan bizim 200 milyarlık bir kaybımız var. Gümrük Birliği’ne tam üye olmadan evvel serbest dolaşım hakkını almadan, vermemek lazımdı.

Avrupa Birliği tüm Geri Kabul Anlaşması sağladığı ülkelere vize serbestisi verdi değil mi?
Geri Kabul değil, tam üyelik anlaşması yaptığı ülkelere verdi, bize vermedi. Yani bizle birlikte Hırvatistan başladı, hemencecik vize serbestisi. Geri Kabul ayrı, ama bize kazık atıldı yine de. Şimdi Avrupa Birliği ile ABD arasında bir sanayi ve hizmet savaşı var. Sanayide “piyasa kurallarına uymadığı”nı söyleyip ABD’de Almanya’ya ceza kesiliyor. Deutsche Bank’a da hizmet sektöründe biraz kuralların dışına çıktığı için cezalar geliyor; fakat çok abartılı. Aynı cezaları Avrupa Birliği Amerika’ya veriyor. Şimdi bunların TTIP anlaşması olmadı, oluşacak. Oraya gelene kadar iki bölgenin savaşı sürecektir; AB ve ABD. Tabiî AB demek Almanya demektir, bu sebeple de dayağı Almanya yiyor. Bir de Merkel’in hakikaten AB’den daha bağımsız politika izlemesi hatta ABD’deki liderleri ve Amerikan Büyükelçiliği’ndekileri dinlemesi de var. Merkel’i hiç sevmem, fakat Angela Merkel’in millî bir dış politikası var. Türkiye’ye bakışı ise ayrı; bizi hiç sevmiyor. Ama diğer konularda bu kadın çok başarılı, bu da ABD’yi çok rahatsız ediyor. Trump’ın seçiminden iki hafta evvel Merkel, İngiliz Başbakanı Theresa May ile açıklama yaptı; “inşallah Trump seçilmez” diye. İyi bir devlet adamı bunu yapmaz, ama kadının içinden geçen bu, yani “Clinton ile daha iyi anlaşırız” diye düşündü. Şimdi Avrupa Birliği ile ABD arasında ilk iki yıl değil, sonraki sene bir tepişme olacak. Trump da Avrupa Birliği’yle hiçbir ilişkisi olmayan biri. Trump’ın, Erdoğan ve Putin ile çok ortak noktası var. Bu Türkiye’nin lehine de olabilir, aleyhine de olabilir. Ben lehine olacağını düşünüyorum.

Amerikan seçimi hakkındaki görüşlerinizden de bahseder misiniz?
Ben bir aydır Trump’ın seçilmesini istiyordum. Trump’ın İslâm düşmanlığı hikâyedir. Göçmen politikası da hikâyedir. Bu adamın hiçbir kadrosu yok. Amerika bizim gibi değildir, orada başkan kendi takımıyla başa geliyor. Yani iki milyon kişiyi işten çıkarma hakkı var. Kendi ekibini her yere yerleştirir başkan. Bu açıdan Trump “Amerika”nın başına bela olacaktır.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Türkiye’nin bir özgüvene ihtiyacı var. Türkiye çok kültürlü bir ulus, Osmanlı’nın devamıyız biz.

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.
Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 518. Sayı