Bugüne kadar Üstad Necip Fazıl ekseriyetle bir “şair” olarak anıldı. Buna mukabil kendisini “fikir, sanat ve aksiyon adamı” şeklinde tarif etmektedir. Bu çerçevede Üstad Türkiye’deki Müslümanlar açısından nasıl bir role sahiptir ve fikrî-siyasî mânâda Türkiye’nin hâlihazırdaki durumuna ne gibi tesirleri vardır?
Üstad Necip Fazıl, “ben ne şairim ne fıkra muharriri; sadece beyni zonk zonk zonklayanlardan biri...” der. Üstad, çilesi olan bir insan. Üstad’ın çilesi, bizim insanımızın çilesidir... Kendi iç dünyasının, ruh burkuntularının yaşandığı o derin, düşünceler... O her zaman kendi iç dünyasının imarını, hem de Türk-Müslüman toplumunun imarının yükselmesi için gayret göstermiştir. Üstad, Türk toplumunun bulunduğu seviyeye rıza göstermemiştir. “Türkiye, daha iyi yerlerde olması gerekirken, eteğinden yere çakılan yahut birileri tarafından durdurulmaya çalışılan dev” diye takdim etmiştir. Üstad’ın bizim millî ve manevî değerlerimizi diriltmek için, gençliğin oluşmasında aksiyonu, çileyi ve hesabiliği değil, hasbiliği bize kazandıran kişidir. Kimliğimizin ve şahsiyetimizin oluşmasında en büyük amil kendisidir.

Üstad’ın Büyük Doğu dünya görüşünün devlet ideali olarak ortaya koymuş olduğu “Başyücelik Devleti” modeli... Günümüzdeki birçok sözde aydın bu modeli bir “ütopya” olarak görüyor. Bu ideale ütopya gözüyle bakılmasının sebeplerinden birisi de asrısaadet devrinin bize masalmış gibi anlatılmış olması olabilir mi?
Hayır, öyle olduğunu düşünmüyorum. Biz 1968 kuşağıyız. Bugün Türkiye’nin geldiği noktayı hayal bile etmek mümkün değildi. O bakımdan asrısaadete ulaşmak, hiç ulaşılmayacak kızıl elma gibi. O yüzden, o tip değerlendirenler, Türkiye’nin bugününe bakarak, geleceğini görememektedir, o benzetmeler karamsarlıktır. Yoksa Üstad böyle bir karamsarlığa izin vermeyecek bir aksiyon adamıdır. Bunları “ütopya” gibi değerlendirenler, Üstad’ı küçük görenler olabilir... Yahut Üstad’ın peşinden giden bizleri küçük görmek isteyenlerin değerlendirmeleridir. Hayali olmayan insanın, hakikati de olmaz. İnsanı hedefine doğru götüren, en önemli şey hayaldir. Biz her işe hayal kurarak başlarız, o hayal adım adım hakikate dönüşür.  Üstad’ın “küfürden buz dağını hohlayarak eritmek “ diye bir tabiri var. Hohlayarak gerçekten bu buzdağını eritti ve bu noktaya geldik. Üstad asla ütopik düşüncelere öylece dalmaz, ancak çevresindekilere hep kızıl elma hedefleri gösterirdi... Biz Başyücelik ideolocyasını o kızıl elma olarak görüyoruz, adım adım da oraya gidiyoruz.

İnşallah. Üstad’ın aksiyoner yönünün görmezden gelinmesi, ne maksatla yapılıyor?
Tabiî, Üstad’ı ve etkisini yıpratmaya çalışanlar böyle tavırlar almış olabilir. Herkesin olduğu gibi Üstad Necip Fazıl’ın da karşıtları var. Onun temsil ettiği ideolojide hasbilik var. Sadece Allah rızası için Büyük Doğu’nun temellerinden beslenerek geleceğe doğru tırmanışını ifade eden bir nesiliz. Bu neslin yolunu kesmek isteyenler elbette olabilir. Hz. Peygamber’in yolunu kesmeye çalışanlar olduğu gibi, Üstad’ın yolunu kesmeye çalışanlar da olacak, olmuştur. Biz bunlardan yılmayacağız, Üstad Necip Fazıl’ın gösterdiği çizgiye layık yürüyüşümüze devam etmemiz gerekiyor.

Üstad bir dünya görüşü oluştururken, birden fazla sahada birçok eser verdi. Bu eserlerden bir tanesi de Çöle İnen Nur... Bu eserin, diğer siyer eserlerinden farkı nedir?
Yaşanarak yazılan bir siyer... Allah rahmet eylesin, Üstad için birçok insan “gururlu, kibirli” gibi ağza alınmayacak laflar söyler. Hâlbuki Üstad, bir Allah adı anıldığı zaman, bir de Peygamber Efendimiz’in adı anıldığı zaman, küçülür, yerin dibine göçecek hâle gelirdi. Hatta vefatından 10-15 gün evvelinde ziyaretine gittik.  Onun bir vasiyeti vardı, “beni Bağlum’da Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin ayak ucuna, ağzım onun ayaklarını kıyamete dek öpecek şekilde defnedin.” Bu büyük bir tevazu ifadesidir!.. Abdülhâkim Arvasî Hazretleri onu irşad eden, onun kulağına hakikati fısıldayan, onu yepyeni bir Necip Fazıl’a devşiren insandır. Sonra sohbetin bir sırasında dedim ki, “Üstad... Sizin bir vasiyetiniz var. Allah gecinden versin, Bağlum’a defnedilmek istiyorsunuz. Şimdi her ne kadar böyle söylüyorsanız da, ‘‘Son günüm olmasın dostum çelengim top arabam, / Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam’ diyorsunuz amma, insanın ölüsünü götürmek dirisini götürmekten zor. Böyle bir şey olursa, dört kişi değil, on binlerce genç cenazenin peşinden yürüyecek. Yazda kışta böyle bir şey vuku bulursa, bunun getireceği zorluğu düşünerek, bu vasiyeti değiştirseniz” diyordum... Muhibbullah Efendi girdi, Abdülhâkim Arvasî Hazretleri’nin torunu. O benim ne demek istediğimi hemen anladı ve “Üstad, delikanlı doğru söylüyor, gel bu vasiyeti değiştirelim” dedi. “Eyüp Sultan’da Kaşgarîler Dergâhı’nın ayakucunda kendim için hazırlattığım bir mezar var. Sizi oraya defnedelim” diye devam etti. Üstad, “ne dedin Muhibbullah, ne dedin, bir daha söyle...” dedi. Biliyorsunuz Kaşgarîler tekkesi Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin tekkesi. Muhibbullah Efendi, “yine Abdülhâkim Arvasî Hazretleri’nin ayaklarını öpecek şekilde defnedileceksiniz” dedi. Üstad: “Allah Resûlü’nün nesli necibinden gelen birisi için hazırlanmış mezara defin, benim için en büyük şereftir. Vasiyeti değiştiriyorum” dedi. Ve oraya defnedildi... Bugünkü kabri orasıdır.

“Bizim mahalle” diye tabir edilen, üstüne Üstad’dan beslenen bir kesim de Üstad hakkında ağza alınmayacak laflar söylüyor. Bu hususta neler söylemek istersiniz?
“Bizim” demek doğru mu bilemiyorum. Esas olarak Müslümanların en büyük kusuru, başkalarının ayıbı, yanlışıyla uğraşmak… Kendi ayıplarıyla uğraşmıyorlar. Hâlbuki Peygamber Efendi’miz, “ne mutlu kimse ki, kendi kusurlarıyla meşguliyeti başkalarının ayıbıyla uğraşmaktan alıkoymuştur” der. Bizde maalesef insanların ekserisi başkalarıyla meşguller. Son zamanlardaki FETÖ hâdiseleri mesela... Cenab-ı Allah, “Müslümanlar birbirinin casusu olmayacak, birbirinin açığını aramayacak” diyor.  Aksine açıkları örtmesi gerekiyor Müslümanların. Bugün yapılanlar Allah’ın kitabına ve Resulü’nün sünnetine aykırı. Meyve veren ağaç taşlanır... Üstad’ı anlamayanların, Üstad hakkında ileri geri konuşması kadar tabiî bir şey olamaz bence... Onlara tavsiyemiz, kendi hatalarınızla meşgul olun.

Üstad şu anki siyasî ortamı yönlendiren, fikirleri ortaya koyan büyük fikir adamı... Bugünkü yaşanan birçok gelişimin tohumunu da Üstad attı diyebilir miyiz?
Allah’tan ki öyle. Hepimizin mayasında Üstad var. Ben Üstad’a çok hizmet ettim. İdeolocya Örgüsü eserinin ilk tashihini ben yaptım. Büyük Doğu dergisi çıkarken de... Başyücelik’i çok iyi bilirim, defalarca okudum. Üstad, Kayserilileri çok severdi. “Sultan fikir Hassa Ordusu’nu Kayseri’den kursa, yeridir” derdi. O sempatiyi sağlayanlardan birisi de benimdir inşallah. Allah rahmet eylesin.

Tasavvuf mevzuuna gelirsek; Tasavvuf taliplisinin üzerine giydiği bir kıyafet çeşidi midir?
Esasında tâ iliklerine kadar işleyecek, ruhunu şekillendirecek bir eylemdir. “Tasavvuf olaydı, taç ile hırka, biz dahî alırdık onu otuza kırka”. Tasavvuf hal ilmidir. Bazı ilimler var sözel anlatılır, bazı ilimler var kadavrada öğrenilir, mesela tıp ilmi. Fizik, kimya laboratuarda öğrenilir. Hal ilmi başkadır. Namazı kılmak tarifi, bu işin kal’idir. İnsan namazı kıldığında, Allah’ın huzuruna çıkma şuurunu yakalayabiliyor mu? Mirac’a yükselebilir mi? Allah ile kopmaz bir bağı kurabiliyor mu, bu da bir hal işi... Namazdan alınan zevk, haz ve huzur duygusu; hal. Bu hal, ehli hal ile hemhal olana… Eğer körler ile yatarsanız, şaşı kalkarsınız. Doğru adamlar ile bir olursanız, siz de cetvel gibi dosdoğru olursunuz. Tasavvuf İslâm’ın ihsan tarafını, insanın iliklerine işleyecek şekilde yerleştirme ilmidir. Bunu kılıkta, kıyafette, şekilde aramak çok yanlıştır. Biz işi surete bakarak değerlendirirsek, cevizi anlayabilir miyiz? Karpuzu tarif etsek anlayabilir miyiz? Yani işin kabuğuna değil, özüne de bakmak lazım. O bakımdan tasavvuf işin özüdür. Cebrail Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e soruyor; “iman nedir ya Rasulullah?” Efendimiz imanı tarif buyuruyorlar... Daha sonra o tarif üzerine kelam ve akaid ilmi ortaya çıkıyor. Cebrail Aleyhisselâm, “İslâm nedir ya Rasulullah?” diye soruyor. Efendimiz’in İslâm tarifi üzerine de, fıkıh, akaid ilimler çıkıyor. Yine Cebrail Aleyhisselâm, “ihsan nedir ya Rasulullah?” diye sorduğunda, Efendimiz; “her ne kadar siz Allah’ı görmüyorsanız da, onun sizi gözetlediğine inanarak hayatınızı düzenlemenizdir” buyuruyorlar. İhsan ilmini de tasavvuf kendisine mevzu edinmiş. İhsan sözde olmaz, özde olur. Dolayısıyla tasavvuf da kabukta olmaz, özümüzde, gönlümüzde olur. Yaşanan dipdiri bir süreçtir tasavvuf...

Nakşî sırrının Anadolu’ya taşınması ve perçinlenmesindeki hikmetten bahsedecek olursak, neler söylemek istersiniz?
Ahmed Yesevî ile başlayan bir çizgidir. Ahmed Yesevî Hazretleri, 116 halife yetiştirmiş, sonra toplamış onları ve “aman ha gurbete gidin, gurbete gidin. Gurbete giden Allah’a yakın ve zengin olur” demiş. Anadolu’ya göndermiş. Yunus Emreler, Hacı Bektaşi Velîler, Tapduk Emreler, Mevlanalar o kervandan bize ulaşmış şahsiyetlerdir. O yüzden Yusuf Hemedanî, Abdülhâlik Gücdüvanî, Ubeydullah Ahrar, Yunus Emre, Sarı Saltuk; bunların hepsi Nakşî. Onlar gurbete çıkıp, kendilerini Allah’a yakın hissetmek ve daha çok insanı Müslüman yapma gayretiyle yollara düşmüşler. Anadolu’nun Müslüman olması, Horasan erenlerinin gayretleri ile mümkün olmuştur. Üstad Necip Fazıl da Nakşî neşvesinin neticesidir. Abdülhakîm Arvasî Hazretleri de Nakşî silsilesindendir. 19. asrın en etkili tarikatı Halidiye’dir. Türkiye’de bugün ister İsmet Efendi Dergâhı Hacı Mahmud Efendi Hazretleri, ister Erenköy Dergâhı Hacı Sami Efendi Hazretleri yahut İskender Paşa Dergâhı Gümüşhanevî Hazretleri bunlar çok meşhur Halidî, Nakşî nefeslerdir. Nakşî neşvesi sadece Türkiye’yi değil, dünyayı kuşatıyor.

Mevlana Halid Hazretleri’nin bir misyonu vardı. Bilhassa Mevlana Halid Hazretleri sonrasında, Anadolu’da Halidî kolu çok gelişiyor.
Sebebi şu, Osmanlı’da Yeniçeri ocağının tarikatı Bektaşîlik idi. Ordunun moral subaylığını yapan Bektaşî Tekkesi... Hacı Bektaşî Velî, Ehl-i Sünnet vel Cemaat akidesine mensup Ahmet Yesevi silsilesinden gelen bir gönül eri.  Şah İsmail diyor ki, “Osmanlı’yı nasıl yıkarız. Yeniçeri ocağına sızmamız lazım.” Bugünkü FETÖ gibi. Şia’da takıyye prensibi var. Önce Bektaşiler vasıtasıyla, Yeniçeri ocağına girmişler. Ocak bozulunca, düzen bozulmuş Osmanlı’da. Bunun üzerine II. Mahmud Yeniçeri ocağını kapatırken, Bektaşi tekkelerini de kapatıyor. Sonra yeni kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye ordusunun moral subaylığını, Mevlevî tarikatına veriyor. Bektaşilik bir gönül hareketi.

Yeniçerilik gitmeden, Bektaşiler gidiyor önce. Balkanlar’ı fethe hazırlıyor. Sonra da Yeniçeri orayı fethe gidiyor. Kartalbaba Tekkesi bunlardan bir tanesidir, Üsküdar’da mesela. Fetihten önce gelmişler... Bu sefer de Bektaşîlik İttihat ve Terakki tarafından istismar ediliyor, daha sonra Osmanlı’nın saltanatına muhalefete geçiyorlar. İttihat ve Terakki’nin merkezlerinde mutlaka bir iki Bektaşî bulunurdu. Bu çözülmeye karşı, Osmanlı Nakşîlere itibar etti. Mevlana Halid Bağdadî Hazretleri 19. asırdaki siyasî kargaşaya etki etti.

Esasında Bektaşîlik ile Nakşîlik aynı ağacın iki dalı gibi. Bektaşîlik daha çok hedeflere oturtulmuş. Osmanlı’ya darbe vurmak isteyen her güç, ordu içine sızmak için içten vurmayı denemiş, bunun için de Şah İsmail, Bektaşîlik’e sızmayı denemiş. Hacı Bektaşî Velî’nin eserlerine bakın, hepsinde Ehl-i Sünnet vel Cemaat akidesine mensup olan bir velî olduğunu görürsünüz. Yeniçeri ocağında on iki büyük tarikat şeyhi bir araya gelip fetva veriyor. Orada diyorlar ki, “Hacı Bektaşî Velî Ehl-i Sünnet bir büyüğümüzdür”. İnsan doğuyor, gençleşiyor, yaşlanıyor ve ölüyor.  Bu tip şeyler de olabiliyor. 1260’dan sonrası muhtes kabul ediliyor, ondan sonrakiler yasaklanıyor.

Mevlana Halid Hazretleri’nin Nakşîlik’i Anadolu’ya taşıması, Üstad’ın sürekli Anadolu tabirinin üzerinde durması. Anadolu ehemmiyetli bir yer, “sancağın düştüğü ve kalkacağı” yer diyor Üstad. Bu çerçevede Türkiye’nin gayesi nedir yahut ne olmalıdır?
Yiğit düştüğü yerden kalkar, Anadolu’dan düştük ve oradan kalkacağız. İslâm dünyasının nirengi noktasıdır burası. O yüzden herkes burayı hedef alıyor, burası dirilirse İslâm dünyası dirilir. Anadolu bizim kökümüzdür, gücümüz ile kökümüz birleşmeli; İstikbal göklerde değil, köklerdedir. Biz köklerimiz ile buluşarak, geçmişimizden güç alarak, geleceğe doğru yürümeliyiz. Bugün o noktaya doğru gidiyoruz.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile birlikte yeni bir idare şekline geçtik. Üstad, idare ruhu üzerinde çok durur. Bu şekil değişikliği ile beraber yeni bir idare ruhu gelecek midir?
Esasında, Üstad bizi takip ediyordur... Bu sistem, Başyücelik’e doğru gidiyor. 200 yıllık bir mücadeledir bu yeni sistem. Bu parti meselesi değildir. Avrupalılar bir sistem kurgulamış, elimize tutuşturmuşlar. Özellikle 1946’dan sonra ABD’nin baskısıyla göstermelik bir demokrasi vermişler milletimize... Timsahın çenesi gibi, iki parti kurmuşlar, ikisi de aynı kuyruktan besleniyor. “Milletin iktidarının önü nasıl kesilir” diye düşünmüşler. Bunun adına da “demokrasi” demişler. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir”; hiç de bile… Bir sürü kayıt ve şarta bağlanmış millet. Mesela siz “başörtüsü serbest kalsın der” on beş kişilik Anayasa Mahkemesi “hop nereye gidiyorsun” der. Biter iş...

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Özal, 244 oy ile cumhurbaşkanı oldu. Demirel 263 oy ile, Necdet Sezer 332 oy aldı, Abdullah bey 357 oy aldı. Bizim Anayasa Mahkemesi ne dedi, “357, 244’ten küçüktür” dedi. Garabete bakın siz. Madem öyle, Özal, Demirel ve Sezer’in cumhurbaşkanlıkları geçersizdir. Onların attığı her imza geçersizdir, böyle bir mantıksızlık olur mu? Bunun adı demokrasi. Seçilmişler tarafından yönetilen bir rejimdir, demokrasi. Atanmışlar tarafından değil. O yüzden Türkiye’de devlet arabayı bir tarafa çekmiş, millet de aynı arabayı başka tarafa çekiyor. O zaman araba ortadan yırtılacak. Bu çift başlılık. Cumhurbaşkanı devleti, başbakanlar milleti temsil eder. Atatürk ile İnönü kavgasından, Necdet Sezer ile Tayyip Erdoğan kavgasına kadar bunu görürsünüz. Almanya ve Japonya II. Cihan Harbi’ne girdiler. Almanya’da devlet ve millet aynı yönde olduğu için bugün 40 bin dolarlık tek başına düşen milli gelirlidir.

Almanya I. Dünya Savaşı’nda da yıkıldı, 10 senede toplandılar.
Tabiî. Japonya II. Dünya Savaşı’nda atom bombası yedi. Beşerî kaynaklar, yeraltı, yerüstü kaynakları taş taş üstün de kalmadı. Japonya’nın bugün 40-45 bin dolarlık tek başına milli geliri var. Bizde on bin dolar. Biz neden patinaj yapıyoruz? Devlet ile millet birbirini çekiştiriyor. Yani bugün biz de böyle olabilirdik. Hatta Güney Kore 1980 öncesi bizden çok gerideydi. Bugün Güney Kore’nin tek başına düşen milli geliri, 36 bin dolar. Güney Kore her sene kundaktaki bebeğe bile harçlık bırakarak gelmiş, bizimkiler de kundaktaki bebeğin hakkını bile çalıyor. Bedelini yine vatandaş ödüyor. Ahmet Necdet Sezer Anayasa kitapçığı fırlattı diye, ertesi gün yüzde kırk devalüasyon ile uyandık. Faturayı yine biz ödedik. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte yeni bir döneme girdik. Şimdiye kadar bizim iktidarlarımız şöyleydi, millet bir iktidarı seçiyordu;  başta iktidar vardı. Ama bu vücudun altında, el, göz, kulak, gövde hepsi CHP’nin himayesindeydi. Basında, bürokraside, askeriyede her şeyde... CHP için iktidar olmak önemli değildi, zaten iktidar onların himayesindeydi. Millet sadece başını değiştirirdi iktidarın. Bir CHP’li ekonomik ambargo için milleti sokağa davet ediyor. Bunların isteği, milletin kalkınması değil. Bunlar milletin kalkınmasını istemez, fakiri yönetmek daha da kolay. Zengini yönetmek zordur. Bunların korkusu bu, Türkiye gerçekten aydınlık bir geleceğe yürüyor. Milletin ferasetiyle... İnsanımız bunu tam kavrayamadı. Ben yüzde altmışın üzerinde “evet” oyu bekliyordum. Çok kafa karıştırdılar, milletin irfanı yine de galip geldi. Türkiye yürüyor inşallah.

CHP zihniyetini temsil eden kesim, yani İslâm düşmanı olan kesim en fazla yüzde onbeş-yirmidir.
İslâm’a düşmanlardan bahsedecek olursak, o kadar da değildir. Bunlar yönetimde bir kuluçkaya sahiptiler, oradan besleniyorlardı. Devletin ağababalarıydılar, vatandaşa da sefalet düşüyordu. Bu da şu anda kırılma aşamasında. Türkiye kültürel yönden köklerine dönüyor. Üstad Necip Fazıl’ın gösterdiği yoldan giderek, çok daha iyi yerlere geleceğiz. Bazıları engel olmak istiyor, ama biz ümmet şuuruyla birlikte bütünleşmeliyiz. Bu şekilde her türlü zorluğu aşabiliriz, devlet milleti arkasına alırsa güçlü olur. Devlet milleti düşman görmüş, o zaman da devletler güçsüz olmuş. Ama şimdi devletin arkasında millet, milletin arkasında da devlet var. Kaba ağacın birlemesi, dalıyla olurmuş. Kim ne yaparsa yapsın, biz hedefimize doğru akli selim ile, güvenle yürüyeceğiz.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Allah razı olsun, gayretiniz bol olsun.

Amin, cümlemizin. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.