Ramazân ayını en güzel nasıl idrâk edebiliriz? Bu ayın hikmet ve fazîleti nedir?
Peygamber Efendimiz: Üç ayların birincisi, hicrî-kamerî ayların da yedincisi olan Receb ayının başında, “Ya Rabbî! Receb ve Şabân aylarını, bize mübârek kıl (bu aylarda bizlere bereketler ihsân eyle) ve bizi Ramazan ayına da kavuştur” diye duâ buyururlardı. “Recebü’l-ferd”, “Şa’bânü’l-muazzam” ve “Ramazânü’l-mübârek” ayları, İslâm dîninde özel yerleri bulunan ve “üç aylar” diye bilinen aylardır. Sevgili Peygamberimiz, mübârek Ramazân-ı şerîf ayı hakkında, bir hadîs-i şerîflerinde: “...Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası afv ve mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmaktır...”, diğer bir hadîs-i şerîflerinde ise, “Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır” buyurmuşlardır. Sahîh-i Buhârî’deki bir hadîs-i şerîfte de Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadırlar: “Bir kimse, Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir (vazîfe bilir) ve orucun sevâbını, Allahü Teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur.” Bu hadîs-i şerîften anlaşılıyor ki, orucun Allah’ın emri olduğuna inanmak ve sevâp beklemek lâzımdır. İslâm âlimlerinin en büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî’nin de buyurduğu gibi, “Ramazan-ı şerîf ayında nâfile olarak kılınan namaz, yapılan zikir, verilen sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevâb, başka aylarda yapılan farzlara verilen sevâp gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir...” Bu, ne büyük bir ihsân-ı İlâhîdir. Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin, “Âhiret yolcusunun, ibâdetle ihyâ edilmesi kuvvetle müstehab olan mübârek geceleri, günleri, ayları boş geçirmesi uygun değildir. Çünkü bunlar hayır mevsimleri ve kârı bol olan geceler, günler ve aylardır. Kazançlı mevsimleri ihmâl eden bir tâcir, bir kâr sağlayamadığı gibi, mübârek geceleri, günleri ve ayları gafletle geçiren âhiret yolcusu da maksada ulaşamaz” cümlelerinde belirttiği “hayır mevsimlerinden ve kârı bol olan geceler ve günleri idrâk etmiş bulunuyoruz. Peygamber Efendimiz, büyük sahâbî Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh)’in rivâyetine göre, Şâban ayının son günü îrâd ettiği bir hutbesinde buyurdu ki: “Ey müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece, ki bu Kadir gecesidir, bin aydan daha hayırlıdır (faydalıdır). Allahü Teâlâ, bu ayda, her gün oruç tutulmasını emretti. Bu ayda, geceleri terâvîh namazı kılmak da sünnettir. Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmak gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabır ayıdır. Sabredenin gideceği yer Cennet’tir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda müminlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftâr verirse, günâhları affolur. Hak Teâlâ, onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruçlunun sevâbı kadar, ona da sevâp verilir.” Resûlullah’ın bu hutbesini dinleyen Eshâb-ı kirâm dediler ki: “Yâ Resûlallah! Her birimiz, bir oruçluyu doyuracak kadar zengin değiliz. Biz bu büyük sevaptan mahrûm mu kalacağız?” Resûlullah (aleyhisselâm), eshâbına şöyle cevap verdi: “Bir hurma ile iftâr verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikrâm edene de bu sevap verilecektir. Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası afv ve mağfiret ve sonu Cehennem’den âzâd olmaktır. Bu ayda, emri altında olanların [meselâ işçinin, me'mûrun, askerin ve talebenin] vazîfelerini hafîfletenleri [meselâ patronları, âmirleri, kumandânları ve müdürleri] Allahü Teâlâ affedip, Cehennem ateşinden kurtarır.”

Bu Ayda Yapılacak Dört Şey
Peygamber Efendimiz hutbesine devamla şöyle buyurdu: “Bu ayda şu dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini, Allahü Teâlâ çok sever. Bunlar, Kelîme-i şehâdet söylemek ve istiğfâr etmektir. İkisini de, zâten her zaman yapmanız lâzımdır. Bunlar da, Allahü Teâlâdan Cenneti istemek ve Cehennem ateşinden O’na sığınmaktır. Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyâmet günü susuz kalmıyacaktır.”

Oruç ibâdeti, önceki ümmetlerde nasıldı? İslâmiyet'in gelişiyle, nasıl bir ibâdet keyfiyeti hâiz oldu?
Oruç eski ümmetlere de farz kılınmıştı. Kur’ân-ı Kerîm’deki oruçla ilgili âyetlerde [Bakara, 183), bu ibâdetin daha önceki milletlere de farz kılındığı belirtilmektedir. Daha önceki ümmetler de oruç tutardı; hattâ dünyâya gönderilen ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâmdan beri oruç tutulurdu. Bugün bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış hâlde olan Yahûdîlikte ve Hıristiyanlıkta da oruç vardı. Davûd aleyhisselâm da, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. Bir sene böyle devâm ederdi. Bunun en fazîletli oruç olduğunu, Peygamber Efendimiz hadîslerinde haber vermiştir. Hemen hemen her dinde oruç vardı. Aslı hak bir dîne dayanmayan, bâtıl, bozuk inançlarda da oruca benzer ibâdetler görülmektedir. Bu ibâdetler, daha önce o bölgelerde yaşamış olan hak Peygamberlerden kalmış olmalıdır. Ama bozula-bozula, o dînlerin sâliklerinin şimdi tatbîk ettikleri hâle gelmiştir.

Bir kudsî hadîste Rabbimiz, “Oruçlunun mükâfâtını ben veririm!” buyuruyor. Bu hadîsteki hikmet nedir?
Allahü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de, Ka’be-i şerîfe için buyurmuştur. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, mekândan münezzehtir. Bu, Kabe-i muazzamanın şerefini için kullanılan bir ifâdedir. Bütün câmi ve mescidler de diye anılır; bu da oraların şerefini belirtmek için kullanılan bir ifâdedir. Aynı şekilde, oruç için de, bir hadîs-i kudsîde, buyurulmuştur. Bu da orucun faziletini belirtmek için kullanılan bir ifâdedir. Çünkü Allahü Teâlânın, kullarının ibâdetlerine herhangi bir ihtiyâcı yoktur. Kullarının ibâdetlerinin, Cenâb-ı Hakk’a herhangi bir faydası da olmaz. Ramazân-ı şerîfte tutulan oruç, şâyet hâlis bir niyetle tamâmlanırsa, ona verilecek ma’nevî ecir ve sevâba, insanlarca bir ölçü ve sınır konulmasına imkân yoktur. Çünkü Cenâb-ı Hak: buyurmuştur.

Orucun, tasavvuftaki riyâzeti hâtırlatan keyfiyeti var. Tasavvuf ehli orucu nasıl değerlendiriyor?
Abdullah İbn-i Mübârek (rahmetullahi aleyh)’in de buyurduğu gibi, İslâmiyette oruç, yalnız aç ve susuz kalmak değildir. Bir hayvânı veya inanmayan bir kimseyi, bir odaya hapsedip aç, susuz bırakmakla oruç tutturulmuş olmaz. Orucun, sabır, şükür, nefis terbiyesi gibi diğer ibâdetlerle irtibâtı vardır. Onun için hadîs-i şerîfte, “Her şeyin bir kapısı vardır. İbâdetlerin kapısı ise oruçtur” buyuruldu. Sinir sistemimizin vücuttaki yeri çok mühimdir. Dil sinirleri felç olan konuşamaz. Bacaktaki sinirler felç olursa, insan yürüyemez. Sinirimizin bozulması nisbetinde hayâtımız, az veya çok tehlike içindedir. Siniri bozuk kimse huzursuz olur, sabredemez. Cemiyetteki kavgaların, cinâyetlerin çoğu sinirli olmaktan, sabredememekten ileri gelmektedir. “Oruç sabrın, sabır da îmânın yarısıdır” (Ebu Nuaym) hadîs-i şerîfi, oruç tutanın sabırlı olduğunu bildirmektedir. Böylece orucun îmândan neş’et ettiği görülmektedir. Îmânlı olan da, îmânının kuvvetine göre suç ve günâh işlemez. Sinirine hâkim olur. Oruç tutarak aç kalanın arzuları kırıldığı için, sabretmesi kolay olur. Hadîs-i şerîfte, “Aç duranın idrâki artar, zekâsı açılır” ve “Tefekkür, ibâdetin yarısı, az yemek ise tamâmıdır” buyurulmuştur. (İmâm-ı Gazâlî)

Orucun Maddî ve Manevî Faydaları
Orucun, fert bakımından pek çok faydaları bulunduğu gibi, topluma sağladığı çok önemli faydaları da vardır. Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek, bunun topluma sevgi ve yardım şeklinde yansımasını sağlar. Hayâtında açlık nedir bilmeyen bir insan, yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? Fakat oruç tutan kimse, açlığın ne demek olduğunu bizzât tatmış olduğundan, yokluk içinde kıvranan fakîrlerin, kimsesizlerin çektikleri sıkıntıları hisseder, içinde şefkat ve acıma duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da, fakîrlere yardım elini uzatıp sıkıntılarını giderir, toplumun huzûr ve mutluluğuna katkıda bulunur. Bizim için en güzel örnek olan sevgili Peygamberimiz, insanların en cömerdi idi. Ramazan ayında cömertliği doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı. Peygamberimizin mübârek hanımı Hz. Âişe diyor ki: “Allah Resûlü, üç gün peşpeşe karnını doyurmamıştır; isteseydi doyururdu. Lâkin o, yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercih ederdi.” Eshâb-ı kirâm da, bunu uygulardı. Hz. Ömer'in halifeliği zamanında dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Hz. Ömer (radıyallahü anh), "ihtiyaç sahipleri bize gelsin” diye halka duyuru yapmış; kendisi de, müslümanlar bolluğa kavuşuncaya kadar ekmekle beraber zeytinyağından başka katık yemeyeceğine yemîn etmişti.

Orucun Topluma Faydaları
İbâdetlerin faydaları sadece fertlerle sınırlı değildir. Bazı ibâdetler, toplum düzen ve âhengini önemli ölçüde etkiler. Meselâ oruçta bu özellik çok bâriz ve belirgin bir şekilde gözlemlenir. Cemâatle kılınan namazların, sosyal ilişkiler açısından ne kadar önemli etkisi olduğunu kim inkâr edebilir? Zekâtta, bunlara ilâveten sosyo-ekonomik dengeleri müsbet, olumlu yönde etkileyen çok hikmetli özellikler vardır. Ramazan ayının manevî atmosferi içinde, farz olan zekâtın dışındaki, her türlü sadaka ve maddî yardımlaşmanın da zenginleştirdiği bir ihsân ortamında, nice bunalmış insanların sıkıntı ve problemlerine çözüm ve râhatlık sağlandığı herkesin bildiği bir gerçektir.

Orucun Hikmetleri
Allahü Teâlâ, oruç tutulması emrini sebepsiz vermemiştir. Oruç, insanlara hem maddî, hem de manevî faydalar sağlar. Bilindiği gibi ibâdetlerin bir illeti, yani âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf, icmâ-ı ümmet gibi delîlleri, bir de hikmetleri vardır. Bir ibâdeti yaparken illetini bilmek lâzım; fakat, hikmetini bilmek lâzım değildir. Çünkü ibâdetlerin hikmetleri açık olarak bildirilmemiştir. Daha tespit edilemeyen pek çok hikmeti olabilir. Fakat tespit edilebilen hikmetlerini bilmekte de zarar değil, fayda vardır. Hayrânlık duyup o ibâdeti seve seve yapmaya, yakîn sâhibi olmaya sebep olur. İslâmiyeti bilmeyenlere, hikmetini, faydasını anlatmak, dîni sevdirmeğe vesîle olur. Ancak hikmetler ile çok uğraşmak da uygun değildir. Bununla çok uğraşılırsa, insanlar ibâdetleri, Allahın emri olduğu için değil de hikmeti, faydası olduğu için yapmaya kayabilirler. İbâdetlerde esâs olan, mü'minin, ibâdetlerini Cenâb-ı Hak emrettiği için yerine getirmesidir. Oruç, senede bir ay, yalnız gündüzleri, orucu bozan şeylerden uzaklaşmak demektir. Orucun, dünyâdaki faydalarından biri, insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretmesidir. Tok, hiç bir zaman açın hâlinden anlamaz ve ona merhamet etmez. Oruç, bundan başka, nefse hâkim olmayı sağlar. Oruç tutma zamanı, Arabî (hicrî-kamerî) aya göre ta’yîn edildiğinden, her sene, bir önceki seneye göre on gün evvel başlar. Bu sebepten Ramazân ayı bazan yaza, bazan kışa isâbet eder. Böylece hem en kısa, hem de en uzun günlerde oruç tutulmuş olur. Bütün bir sene, çeşitli yemekleri eritmek için, yorulan insan midesi ve bağırsakları, senede bir ay dinlenerek sağlığını korumuş olur. Bu, maddî faydasıdır. Manevî faydası da şudur: Oruç tutan bir insan, açlığı bizzât hissederek fakîr insanlara yardım etme ihtiyâcını duyar. Bu da, insanların birbirlerine yardım etmelerine sebep olur. Birbirlerine yardım eden insan toplulukları arasında ise çekişmeler olmaz. Bundan başka, Allahü Teâlânın emrini yerine getirmek için gündüzleri bir ay oruç tutan bir müslüman, Allahü Teâlânın emirlerini yapmak itiyâdını da kazanır. Böylelikle, Allahü Teâlânın başka emirlerini yapmaya da alışkanlık peydâ eder. Mukaddes dinimiz İslâmiyet, bütün müslümânları tek bir vücut gibi kabûl etmiş, müslümânların birbirlerinin dertleri ile ilgilenmelerini istemiştir. Peygamberimizin, anlamındaki hadis-i şerifi, konunun önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Ramazan Orucu ile İlgili Hadisler
Orucun fazîletini hâtırlatan hadîs-i şerîflerden bilinenler dışında, hangi hadîs-i şerîfleri hâtırlatmak istersiniz?
Ramazân ayında oruç tutma hakkında hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:

“Ramazân orucunu farz bilip, sevâp bekleyerek oruç tutanın günâhları affolur.” [Buhârî]

“Ramazân orucu farz, terâvîh namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibâdetle geçirenin günâhları affolur.” [Nesâî]

“Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günâhlara keffâret olur.” [Taberânî]

“Ramazân bereket ayıdır. Allah bu ayda, günâhları bağışlar, duâları kabûl eder. Bu ayın hakkını gözetin. Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrûm kalır.” [Taberânî]

“Ramazân orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer.” [Deylemî]   

“Ramazân ayında âilenizin nafakasını geniş tutun. Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevâptır.” [İbn-i Ebid-dünyâ]

“Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin!” [Buhârî]
“Oruçlunun susması tesbîh, uykusu ibâdet, duâsı makbûl, ameli de çok sevâptır.” [Deylemî]
“Ramazân orucunu tutup ölen mü’min, Cennete girer.” [Deylemî]

Ramazân-ı şerîfte, iftârı erken yapmak, sahûru geç yapmak sünnettir. Resûlullah Efendimiz bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftârda acele etmek ve sahûru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. Zâten, ibâdet etmek de bu demektir. Hurma ile iftâr etmek sünnettir. İftâr edince, “Zehebez-zama’ vebtelletil-urûk ve sebetel-ecr inşâallahü Teâlâ” duâsını okumak, terâvîh kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir. Kur’ân-ı Kerîm, Ramazân ayında indi. Kadir Gecesi, bu aydadır. Bu bakımdan hatim yapmak, çok önemli bir sünnettir. Cebrâîl aleyhisselâm, her sene Ramazân ayında gelip Peygamber Efendimizle, o güne kadar inen sûre-i celîleleri okur, mukâbele yaparlardı. Cebrâîl (aleyhisselâm) okur, Peygamberimiz (aleyhisselâm) dinlerdi; sonra Peygamberimiz okur, o dinlerdi. Son sene bu mukâbele 2 defa oldu. Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce müslümân affolur, âzâd olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytânlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü Teâlâ, bu mübârek ayda Onun şânına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin râzı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Ramazânın birinci gecesi kim namazda, Fetih sûresini okursa, Allahü Teâlâ o kimseyi bütün sene korur.”

Ramazân ayındaki Kadir gecesinin, bin aydan daha üstün olduğu buyuruluyor. Mübârek ay ve gecelerin müslümânlar için hikmeti nedir?
Bilindiği üzere, bazı mekânlar emsâline göre daha mukaddes, bazı insanlar akrânına nisbetle daha muhterem olduğu gibi, bazı zamanlar da benzerlerine nazaran çok daha kudsî, mukaddes ve mübârektir. Allahü Teâlâ, kullarına çok acıdığı için bazı gecelere, günlere ve aylara kıymet vermiş, bu gece, gün ve aylardaki duâ, tevbe, namaz ve oruç gibi ibâdetleri kabûl edeceğini bildirmiştir. Aslında Cenâb-ı Hak, kullarının çok ibâdet yapmaları, duâ ve tevbe etmeleri için böyle gece, gün ve ayları birer sebep kılmıştır. O hâlde böyle gece, gün ve ayları birer ganîmet bilelim. Nasıl ki, altın madeni bakır, demir, kömür gibi madenlerden çok üstün ise; yine yâkût taşı diğer normal taşlardan çok kıymetli ise, bu gece de diğer normal gecelerden çok üstündür. “Bereketli, hayırlı, faydası bol, feyizli” demek olan “mübârek” sıfatıyle sıfatlanan ve İslâm dîninin kıymet verdiği on geceden [hicrî-kamerî sene içerisindeki sırasına göre, 1 Muharrem, 10 Muharrem (Aşûre gecesi), Mevlid, Regâib, Mi'râc, Berât, Kadir, Ramazân Bayramı, Arefe ve Kurbân Bayramı geceleri] biri de Kadir gecesidir. Kur'ân-ı Kerîm’in, Resûlullah Efendimize gelmeye başladığı ve Ramazân ayı içinde olan “Kadir gecesi”nin fazîleti (üstünlüğü), bin aydan daha fazîletli [hayırlı, kıymetli] olduğu Kur'ân-ı Kerîm’de “Kadir sûresi”nde açıkça bildirilmektedir. Bu gece, Kur'ân-ı Kerîm’de medhedilen en kıymetli gecedir. Hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki: “Allahü Teâlâ indinde en kıymetli gece, Kadir gecesidir.” Kadir gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak bildirilmemiştir. Bir hadîs-i şerîfte: “Allahü Teâlâ, 5 şeyi 5 şey içinde: Rızâsını tâatte, gazabını günâhlarda, orta namazı 5 vakit namazda, evliyâsını halk arasında, Kadir gecesini ise Ramazân ayı içinde gizlemiştir”
buyuruluyor. O hâlde, Allahü Teâlânın rızâsına kavuşmak için, hiçbir iyiliği küçük görmemeli. Gazabı günâhlar içinde saklı olduğu için, hiçbir günâhı küçük görüp işlememeli. Orta namazı kaçırmamak için, 5 vakit namazı vaktinde kılmalı. Evliyâsı insanlar arasında gizli olduğu için, herkese iyi muâmele etmelidir. Atalarımız, “Her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil” demişlerdir. Hadîs-i şerîflerde, bu gecenin, Ramazân ayının son on gecesinde yani 20-30. geceleri arasında aranması bildirilmiştir. Nitekim Eshâb-ı Kirâm, Peygamber Efendimize Kadir gecesinin ne zaman olduğunu sorunca: "Kadir gecesini, Ramazân ayının son on gününde arayınız" buyurmuşlardır. Bir başka zaman sorulduğunda ise, Kadir gecesini Ramazân ayının 27’sinde aramalarını emir ve tavsiye buyurmuşlardır. Hz. Âişe vâlidemiz buyurdu ki: “Resûlullah, Ramazân ayının son on gününde her zamankinden daha fazla ibâdet ederdi.” (Tirmizî)

 Bu husûstaki hadîs-i şerîflerden birkaçı da şöyledir:
“Kadir gecesini Ramazânın son on gününde arayın.” (Müslim);

“Kadir gecesini, Ramazânın son on gününün [21, 23, 25, 27 ve 29 gibi] tek gecelerinde veya Ramazânın son gecesinde arayınız. Sevâbını umarak Kadir gecesini ibâdetle geçirenin geçmiş ve gelecek günâhları affolur.” (İmâm Ahmed);

“Kadir gecesi Ramazânın 27. gecesidir.” (Ebû Dâvud); Kadir gecesini soran bir zâta Peygamber Efendimiz: “Bu yıl Ramazânın ilk gecesi idi geçti. 27. geceyi ihyâ et! Ramazânın 27. gecesini ihyâ edene, vücûdundaki kıllar sayısınca, hac, umre, şehîdlik ve gâzîlik sevâbı verilir” buyurdu.

Hz. Âişe vâlidemize hitâben de, “13. gece idi geçti. Kadir gecesini kaçırdıysan, 27. geceye kavuşursun. O geceyi ihyâ edersen, âhiret yolculuğu için azık olarak o geceki ibâdet sana yeter” buyurdu. Başka bir sahâbîye de, “Bu yıl Kadir gecesi geçti; fakat Ramazânın 27. gecesini ihyâ et! Kadir gecesi sevâbına kavuşursun. Şefâatten nasipsiz kalmazsın” buyurdu. “(Daha önce) Kadir gecesine rastlamış olan bir geceyi ihyâ eden, Kadir gecesini ihyâ etmiş gibi sevâb kazanır” hadîs-i şerîfini düşünerek, sık sık vâki olan 27. gece ihyâ edilirse, o gece Kadir gecesi olmasa bile, büyük sevâba kavuşulur. İmâm-ı Şâfiî, Kadir gecesi Ramazân-ı şerîf ayının 17. gecesi, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe ise, 27. gecesi olması çok vâkı’ olur demişlerdir. Kadir gecesine kavuşmak için her hâlde en pratik çâre şudur: Ramazânın bütün geceleri ihyâ edilirse, Kadir gecesine rastlanılmış olur.

Amelde ifrât ve tefrît ne demek? Ahlâkî bakımdan açıklayabilir misiniz?
“İfrât”: “Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma” demektir. İfrât ve tefrît, birçok konuda olabilir. Bu konuda bazı âlimlerden birtakım nakıller yapalım: “İfrat ve tefrît'in ikisi de kötüdür. Doğru ve en iyisi ortada olandır.” (İmâm-ı Rabbânî) “Kazâ-i hâcetin yâni abdest bozmanın edeplerinden biri de; necâset husûsunda vesveseye kapılıp bunu ifrât derecesine götürmemektir.” (İmâm-ı Gazâlî) “Şecâatın (kahramanlığın) ifrâtı, tehevvürdür (aşırı öfkedir).” (Muhammed Hâdimî) “Riyâ yâni gösteriş yapanlara karşı tekebbür etmek (kibirlenmek, büyüklenmek) câizdir. Kendinden aşağı olanlara karşı tevâzû göstermek (kendini onlarla bir görmek) iyi ise de, bunun ifrâta kaçmaması lâzımdır.” (Muhammed Hâdimî) “Eshâb-ı kirâmın hepsinin hakkında mümkün olduğu kadar iyi söyleyiniz. Onların hiçbirine sakın dil uzatmayınız. Yetmiş iki sapık fırkadan kimi ifrâta (aşırılığa) vararak taşkınlık yaptı, kimi tefrîte (aşırılığa) düşerek haklarını vermedi. Kimi akla güvendi, kimi felsefeye ve eski Yunan felsefecilerine aldandı. Böylece İslâmiyet'te olmayan, hattâ yasak olan şeyleri yaptılar. Bid'atlere yâni sapıklığa sarıldılar. Sünneti yâni İslâmiyet'i bıraktılar.” (Seyyid Alizâde) İfrât (aşırı) derecede tevâzuya “temellük” denilir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Temelluk, müslümân ahlâkından değildir.” (İbn-i Adiy) “Temelluk ancak üstâda ve tabîbe karşı câizdir. Başkalarına karşı câiz değildir.” (Muhammed Hâdimî) Üç sahâbî, bir araya geldiler ve aralarında şöyle konuştular:

Biri dedi ki: “Ben, hicrî-kamerî senenin 5 günü hâriç (çünkü Ramazân bayramının 1. Günü ve Kurbân bayramının 4 günü oruç tutmak harâm) bütün sene boyunca (349 gün) oruç tutacağım.”

İkincisi dedi ki: “Ben de hiç evlenmiyeceğim; hep tâât u ibâdât ile meşgûl olacağım.”
Üçüncüsü ise: “Ben de geceleri hiç uyumıyacağım, hep ibâdet yapacağım.”
Peygamber Efendimiz, bunların sözlerini duyunca, onları çağırdı ve buyurdu ki:

“Sizlerin en âlimi kimdir?” “Sizsiniz yâ Resûlallah” dediler. “Size ne oluyor ki, ben evlendim; zaman zaman oruç tutarım, bazan tutmam; geceleri de bazen ibâdet eder, bazı sâatlerde de uyurum.” Peygamber Efendimiz, böylece, ifrât ve tefrîtten kaçınmayı, orta yolda olmayı tavsiye buyurmuştur.

Ramazan Ayına Hürmet Edilmeli
Modern hayât tarzının, zamanın temposu bahâne edilerek, oruç ibâdeti sık sık tartışmaya açılıyor, hafîfe alınabiliyor. Bunun mahzûrları hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Burada, evvelâ şunu ifâde edelim: İdrâkiyle şereflendiğimiz mübârek Ramazân ayına hürmet etmek lâzımdır. Hürmet etmek için de, Allahü Teâlânın emirlerini yerine getirmeli, yasaklarından kaçınmalıdır. Oruç tutup da, çeşitli günâhlar işleyen, meselâ gıybet eden, yalan söyleyen, kalb kıran, harâmlardan kaçmayan bir kimse, Ramazân ayına hürmet etmemiş olur. Muhtelif hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

“Ramazân ayına çok hürmet etmelidir. Onun rahmeti mü’minleri sevindiricidir. O öyle bir aydır ki; ilk günleri rahmet, ortası mağfiret ve sonu Cehennem ateşinden kurtulmaktır.”

 “Allahü Teâlâ, Ramazân ayında günâh işlemeyi terkeden kimsenin, onbir aylık günâhını mağfiret eder.”

 “Dikkatli olun. Ramazân ayındaki sevâp ve günâhlar katlarıyla yazılır. Ramazânda çok namaz kılınız. Çok Kur’ân-ı kerîm okuyunuz. Çünkü Ramazân ayında okunan Kur’ân-ı kerîmin her harfi için, Cenâb-ı Hak, Cennet bahçelerinden bir bahçe ihsân eder.”

 “Ramazân ayında bir günâh işleyen, iki azâba müstehak olur. Ramazân ayında bir iyilik eden de, iki sevâba kavuşur.”

“Ramazân ayının gündüz ve gecesinde Kur’ân-ı Kerîmden bir âyet okuyana, her harfi için bir şehîd sevâbı verilir.”

Orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır. Hadis-i kudside, “Her iyiliğe, on mislinden 700 misline kadar sevap verilir. Fakat oruç bana mahsustur, onun mükafatını ben veririm. Çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır” buyuruldu. (Buhari) Her iyiliğin sevabını Allahü Teâlâ verdiği halde, orucun sevabı için, “Ben veririm” buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allahü Teâlânın mülkü olduğu halde, Kâbe’ye “Beytullah” yani “Allah’ın evi” denmesi ona şeref vermek içindir. “Oruç bana mahsustur” demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevabın muayyen bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevap verilecektir. Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevaptır. Hadis-i şerifte, “Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler, oruçluya dua ederler” buyuruldu. (Tirmizi) Herhangi bir meşru sebeple nafile oruç tutamayan, şükretmeli; misafirlere, fakirlere yemek yedirmelidir. Hadis-i şerifte, “Şükredip yemek yediren, sabredip oruç tutan gibidir” buyuruldu. (Tirmizi) Şükredenlere çok mükafat verilecektir. Şükür, İslamiyet’e uymak demektir. İmam-ı Rabbani hazretleri, “Ramazanda nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu aya saygısızlık edenin, bu ayda günah işleyenin bütün senesi günah işlemekle geçer” buyurmaktadır. O halde bilhassa Ramazan ayında günah işlemekten daha çok sakınmak gerekir. Cuma günü yapılan ibadetlere de kat kat sevap verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır. Kıymetli günlerin değerini bilmeye çalışmalıdır. Orucun faydaları çoktur. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: “Oruç iç organları inceltir. Eti eritir ve Cehennem ateşinden uzaklaştırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hatırına, hayaline gelmeyen Allah’ın nimetleri ancak oruç tutana nasip olur.” [Taberani] Her zaman günahtan sakınmak gerekir ama oruçlu iken daha çok sakınmak gerekir. Hadis-i şerifte, “Gıybet etmek, söz taşımak, yalan yere yemin etmek, namahreme şehvetle bakmak orucu bozar” buyuruldu. İmam-ı a’zam hazretleri, bu hadis-i şerifi açıklıyor ve (Bu günahlar orucun sevabını bozar, sıhhatini bozmaz, oruç mekruh olur) buyuruyor. Yani bu günahları işleyen, oruç borcundan kurtulur ise de, oruca mahsus olan büyük sevaba kavuşamaz. Hadis-i şerifte, “Nice oruç tutan vardır ki, açlık ve susuzluktan başka bir şey elde etmez” buyuruldu. (İbni Mace) Oruç, müminler için bir nimet ve emanettir. Emanete riayet etmek gerekir. Onun zayi olmaması için şartlarını ve edeplerini gözetmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Harama bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Allah korkusu ile bunu terk edene, Allahü Teâlâ öyle bir iman verir ki, tatlılığını kalbinde bulur.” [Hakim] “Oruç, ateşe kalkandır. Gıybet ile parçalanmadıkça korur. Oruçlu, cahillik edip de kötü söz söylemesin! Birisi kendine sataşmak isterse, “Ben oruçluyum” desin!” [Buhari] Gözü ve dili günahlardan koruduğumuz gibi, kulağımızı da korumamız gerekir. Konuşulması haram olan şeyi, dinlemek de haramdır. El, ayak ve diğer uzuvları da haramdan korumalıdır! Oruç tutup azaları ile günah işleyen, ilaç yerine zehir içen hastaya benzer. Çünkü günah zehirdir. İbadetlerimizin sevabını yok eder. Kötülük veya herhangi bir günah işledikten sonra pişman olmak ve iyilik ve ibadet etmeye devam etmek lazımdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Bir günah işleyince hemen arkasından bir iyilik yap, bir sevap işle ki onu mahvetsin!” [Beyheki] “Nerede, ne halde bulunursan bulun, Allahtan kork ve kötülüğün akabinde bir iyilik yap ki onu yok etsin!” [Tirmizi]

Kur'an-ı Kerim’de de mealen buyuruluyor ki: “Elbette hasenat, seyyiatı yok eder.” [Hud 141] Hasenat, her çeşit iyilik, seyyiat ise, her çeşit kötülük demektir. Kötü-iyi ayrımı yapmadan herkese iyilik etmelidir! Güçsüzlere yardım etmek, ihtiyarlara, muhtaçlara yardım etmek dinimizin emirlerindendir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

“Yaşlılarımıza hürmet ve ikrâm, Allahü Teâlâya saygıdandır.” [Buhari] “Büyüklerimizi saymayan, küçüklerimize acımayan bizden değildir.” [Buhari] “Kime bir iyilik yapılırsa, o iyiliği ansın! İyiliği anmak şükür, iyiliği gizlemek nankörlüktür.” [Ebu Davud]
“En iyi kimse, kendisinden hep iyilik beklenendir.” [Tirmizi]

“Güçsüzlere, hastalara, yaşlılara ve küçüklere merhamet ediniz!” [Şir'a]
“İyilik etmek ömrü uzatır.” [Taberani]
“Bir müslüman kardeşine ikrâm eden, Allahü Teâlâya ikrâm etmiş gibidir.” [Taberani]

İnsanlara iyilik etmek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

“İnsanların hepsi Allahın ıyâli [ev halkı] gibidir. Allahın en çok sevdiği kimse, Onun ıyâline [insanlara] en faydalı olandır. Allahın en buğzettiği kimse de Onun ıyâline iyilik etmeyendir.” [Bezzar]

“Şu iki şeyden daha iyisi yoktur: Allaha iman ve Onun kullarına iyilik etmek. Şu iki şeyden de kötüsü yoktur: Şirk ve insanlara kötülük etmek.” [Deylemi]

 “Bir genç, bir ihtiyâra, yaşından dolayı hürmet ederse, onun yaşına varınca, Allahü Teâlâ, ona gençleri hürmet ettirir.” [Şir'a]

Sadaka ve Fıtranın Ehemmiyeti
Kapitalist ahlâk veya tüketim alışkanlıklarına karşı fıtr ve sadakanın topluma kazandırabileceği fazîletlerden bahsedebilir misiniz?
 Sadaka, “Allahü Teâlânın rızâsını kazanmak niyetiyle ve karşılık beklemeden, muhtâc olanlara hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte bulunma” ma’nâsına geldiği gibi, “Zekât” ve “Ganîmet” ma’nâlarında da kullanılmaktadır. Yapıldıktan sonra sevâbı devâm eden hayırlı işlere de, “Sadaka-i Câriye” denilir. Büyük âlim Seyyid Abdülhakîm Arvâsî: “Sadaka; belâları önler, ömrü uzatır, bedene sıhhat verir, malı arttırır” buyurmuştur. Ayrıca, “Zekât borcu veya başka borcu olanın sadaka vermesi sevâb olmaz, günâh olur” da demiştir. Evliyânın gözbebeklerinden İmâm-ı Rabbânî de: “Ölüler için duâ ve istiğfâr ederek ve onlar için sadaka vererek, imdâdlarına yetişmek lâzımdır” buyurmuştur. Hicretin 2. yılında, müslümanlara bedenî ve mâlî ibâdetlerden bazıları emredildi. Bu yılın olaylarından biri, müdâfaa için cihâda, düşmânla harbe izin verilmesidir. [Hicr sûresi, 39-41; Hac sûresi, 39; Bakara sûresi, 190, 192 ve 193] Bu yılın diğer bir hâdisesi, daha önce Kudüs’e karşı namaz kılınmakta iken, Allahü Teâlânın, Kâ’be’ye yönelerek namaz kılmayı emretmesi ile kıblenin değişmesi, müslümanların kıblesinin Kâ’be olmasıdır. [Bakara sûresi, 144] Kıblenin değişmesinden bir ay ve hicretten de 18 ay sonra, Şaban ayının 10. günü, Bedir gazâsından da bir ay önce, oruç farz oldu. Yine 2. senenin Ramazân ayında, terâvîh namazı kılınmaya başladı ve sadaka-i fıtır vermek vâcip oldu. Kezâ hicretin 2. senesinde Ramazân ayında zekât vermek farz, Zilhicce ayında da, Kurbân kesmek ve Bayram namazı kılmak vâcip oldu. Şimdi gelelim “Sadaka-i fıtr”a [Buna “fitre” veya “fıtra” da denilir.]

Sevgili Peygamberimiz, hadis-i şeriflerinde buyurdular ki:

“Sadaka-i fıtr, zenginlerinize bir tezkiye[temize çıkarma, temizleme]dir. Fakîrleriniz de verirse, Allahü Teâlâ onlara daha çoğunu verir.” [Ebû Dâvûd]

“Sadaka-i fıtrı, küçük-büyük, zengin-fakîr herkesin vermesi gerekir.” [Ebû Dâvûd]
“Sadaka-i fıtr, oruçlunun, uygunsuz sözlerinden meydâna gelen günâhları temizler.” [Beyhekî]
 “Ramazan orucu, gökle yer arasında durur. Sadaka-i fıtr verilince yükselir.” [Ebû Hafs]

Fıtra Ne zaman Kimlere Verilir?
Hanefî mezhebinde, ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisâbı kadar malı, parası bulunan her hür müslümânın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, tan yeri aydınlanırken, fitre vermesi vâcip olur. (Merâkıl-felâh, Fethul-kadîr, Dâmâd, İbn-i Âbidîn) [Nisâb, 96 gr. altın veya bu değerde para, ticâret malı demektir. Hayvânlarda nisâb değişiktir; meselâ koyunda 40, sığırda 30’dur.] Bayramın birinci günü sabâh namâzı girdiği ânda, nisâb mikdârı kadar mala mâlik olanın fıtra vermesi vâcib olur. O ândan sonra nisâba kavuşanın fıtra vermesi vâcib olmaz. (Fethul-kadîr, Merâkıl-felâh, İbn-i Âbidîn) Fıtrayı Ramazân-ı şerîfte de, Ramazândan önce ve bayramdan sonra da vermek câizdir. Fakat bayram namâzından önce veri­lince, sevâbı daha çok olur. Şâfiîde Ramazândan önce verilemez. Mâlikî ve Hanbelî'de ise bayramdan sonra vermek lâzımdır; bayramdan önce verilmez. (Bedâyi', Meârifüs-sünen) Nisâba mâlik değilse fitre vermesi vâcip olmaz; fakat fakîrin de sadaka-i fıtr vermesi iyidir. Diğer üç mezhepte [Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde], bir günlük yiyeceği olanın da fıtra vermesi farzdır. (Meârifüs-sünen) Fıtra nisâbı hesâb edilirken bahsedilen ihtiyâç eşyâsı, kıymetleri ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kullanılan eşyâ ve âletler, binecek vâsıtası, meslek kitâbları ve ödiyeceği borçlardır. (Merâkıl-felâh, Hidâye, Dâmâd, İbn-i Âbidîn)

Fıtra ve kurbân nisâbı hesâbına katılacak malın ticâret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da lâzım değildir. (Halbuki zekâtta elinde bir yıl kalması ve ticâret için olması şarttır.) Misâfir olan kimse, nisâba mâlik ise fıtra vermesi gerekir. (Uyûnül-besâir, Dâmâd) Sadaka-ı fıtır fakîrlere verilmelidir; sâlih olanlar tercîh edilir. (Dürer) Sadaka-i fıtrın miktarı her yıl değişmez; bu miktarlar kıyâmete kadar hiç değişmez. Fıtra olarak, yâ bizzât yarım sâ' buğday veya buğday unu veya bir sâ' arpa veya hurma veya kuru üzüm verilir yahut ta değeri kadar altın veya gümüş verilir. [Bir sâ’ 3.500 gr., yarım sâ’ ölçek de, ihtiyâtlı olarak 1.750 gr.dır.] Buğday, un ve diğerlerini vermek güç olursa, bunların kıymeti kadar, ekmek veya mısır da verilebilir. (Meârifüs-sünen, Fetâvâ-i Kâdîhân)

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.
Ben de teşekkür ediyorum.


Baran Dergisi 693.Sayı