Ramazan Akkır Kimdir?
2003 yılında Çukurova Üniversitesi’nden mezun oldum. 2007 yılında “Türkiye’de Din ve Muhafazakârlık: Turgut Özal Örneği” adlı tez ile Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansımı, 2016’da da “Cumhuriyet Halk Partisi’nin Din Politikaları ve Kendi Tabanının Bakışı” isimli tez ile Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktoramı tamamladım. Yeni Şafak, Star, Milat gibi farklı gazetelerde ve popüler veya akademik dergilerde yazılar yazdım. Yazmaya da devam ediyorum. “Türkiye’de Muhafazakârlık”, “17-25 Aralık’tan 15 Temmuz’a FETÖ”, “Onbeşlikler: Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar”, “AK Parti ve Yükselen Türkiye” ve “CHP’nin Din Politikaları” adıyla yayımlanmış beş kitabım bulunmaktadır. Din-siyaset ilişkisi, muhafazakârlık, Sol, Alevilik, tasavvuf gibi sosyal bilimlerin farklı konuları ile ilgilenmeye çalışıyorum. Şu anda Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nde akademik çalışmalarıma devam ediyorum.
 
Yapay zekâ teknolojisiyle beraber değişen istihdam şartlarının ardından Koronavirüsü salgını insanları geçim hususunda daha büyük endişelere sevk etmiş gözüküyor. Özellikle salgının büyük bir ivme kazanarak zor duruma düşürdüğü Batı ülkelerinde bu endişe hat safhada. Önümüzdeki süreçte ne gibi toplumsal gelişmeler yaşanmasını bekliyorsunuz?
Hatırlayacaksınız, daha önce sizinle yapmış olduğumuz bir söyleşide Fransa’da yaşanan Sarı Yelekliler vakası ile ilgili olarak ilginç bir dönemde yaşadığımızı ve bu sürecin yeni bir dünyanın kuruluşunun işareti olabileceğini söylemiştim. Öncelikle bu süreçte Batı’nın ve onun icadı olan kapitalizmin ne kadar vahşi olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Daha çok üretme ve tüketme adına kapitalizmin herhangi bir sınır tanımadan doğayı tahrip etmesi, aslında Koronovirüs salgının asıl nedenidir. İnsanın aç gözlülüğünün eseri. Farkındaysanız, bu salgının ilk ortaya çıktığı andan itibaren hangi hayvandan kaynaklandığını bulmaya çalışıyoruz. Sars, Mers veya Ebola salgınlarını da düşünün. Bu kadar sert biçimde olmasa da benzeri bir süreci orada da yaşamıştık, İnsan kendi mezarını kazıyor. Tanrıyı kıyamete zorluyor. Demek istediğim, insanlığı dehşete düşüren bu salgının nedeni, bizatihi insanın kendisi, insanın ortaya koymuş olduğu vahşi sistemdir. Batı ülkeleri, bu sıkıntıyı ekonomik ve toplumsal alanda fazlasıyla hissediyor. Çünkü Batı’nın ortaya koymuş olduğu mekanik sistem, insanilik özelliği taşımıyor, insan doğasına aykırıdır. İnsanı, mekanik ve ekonomik bir hayvana dönüştüren bu sistem, şimdi kriz ile karşı karşıya. Çanlar, daha gür bir şekilde çalıyor. Bu kriz sürecinde yaşanan ekonomik çıkmaz, madalyonun sadece bir yüzüdür, aysbergin görünen kısmı yani. Kısacası, bu üretim biçimi ve doğaya hâkim olma anlayışı ekolojik bir krize neden olmuştur. Yaşadığımız sürecin özeti aslında budur. Aslında dünyanın ve insanlığın geleceği için kehanetlerde bulunmak istemem. Ancak bu siyasal ve toplumsal değişmelerin yaşanması kaçınılmaz.    
 
“Ahlâkî Bir Düzen Kurulmalı”

Salgın dolayısıyla ortaya çıkan şartlar, insanların dünyaya bakışında bir değişikliğe sebep olacak mı?
Salgının ortaya çıkarmış olduğu yeni durumun, insanların dünyaya bakış açısında bir değişikliğe sebep olmasını çok isterim. Ancak bundan pek emin değilim. Evet, insanlık paranın yenmediğini veya yenmeyeceğini öğrenecek, acı tecrübeler yaşayarak. Kızılderililere ait olan meşhur atasözünün gerçekleşmesini hiç istemem. Ne diyordu Kızıldereliler? “Son ağaç yıkılıp, son nehir kirletilip, son balık da tutulduktan sonra paranın yenmediğini anlayacaksınız.” İnsanoğlu, gerçekleri ya da olması gerekeni anlamak için büyük krizlerle karşı karşıya kalmamalı. Tabiî ki bu bir ümit. Sadece bir ümit. Dünya insanlık tarihine yakından baktığınız zaman bunun böyle olmadığını, ümit etmek için geçer akçenizin olmadığını görüyorsunuz. Bakınız, dünya ortalama her yüzyılda bir bu ve benzeri kriz ile karşı karşıya kalıyor. Bunun adı, bazen cüzzam, veba, verem bazen de Sars, Mers, Ebola veya İspanyol gribi oluyor. İnsan, akıllanmıyor, uslanmıyor; doğayı tahrip etmeye ve sınırları aşmaya devam ediyor. Pek uslanacak gibi de durmuyoruz. İnsanlığın yapması gereken, doğa ile uyumlu, sürdürülebilir, dinden ve değerlerden beslenen ahlaki bir düzen kurmak olmalı. Ancak dünya tarihi, insanlığın değişmeye, tabiat ile ilişkisini değiştirmeye pek de istekli olmadığını söylüyor bizlere. Düşününüz lütfen, teknolojik yenilikler hayatımızı mı kolaylaştırıyor yoksa bizi ve tabiatı kontrol altına mı alıyor? Bu kriz, dini ve ahlaki değerlerden beslenen yeni bir dünyayı müjdelemeli.

Koronavirüsü pandemisi, popülist siyasetin devletleri ve toplumları bir çıkmaza sürüklediğini gösterdi. Bu husustaki görüşleriniz nelerdir?
Haklısınız. Bu pandemi; popülist siyaseti, devletleri ve toplumları bir çıkmaza sürükledi. O kadar yatırım yaptığımız yeniliklerin pek de işe yaramadığını anladık. Tıpkı bir sineğin Nemrut’u öldürmesi gibi, Covid 19 virüsü de çok güvendiğimiz sistemlerimizi veya anlayışlarımızı öldürmeye başladı. İflasın eşiğindeyiz. Ancak insanlık için hala umut var. Bu pandemi, küresel birlikteliğin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu gösterdi. Popülist siyasetin güdümünde olan devletlerin ve toplumların bir çıkmazda olduğu açık. Dahası bu virüs, aslında küresel yeni salgınların da habercisi. Eğer insanlık ailesi ya da küresel sistemler birlikte hareket etmezse yeni, daha etkili ve küresel salgınlara yenik düşebilir. Hep tekrarlaya geldiğimiz ezberleri hatırlayalım: ‘Dünya küresel bir köydür.’ Evet, dünya gittikçe küçülüyor. İnsanlığın imkanları genişliyor. Artık insanlık veya küresel örgütler, insanlığın geleceği için müttefik olabilir. Olmalı da. Çünkü dünyanın küçülmesi ile beraber, salgın gibi sorunlar da küreselleşiyor, pandemiye dönüşüyor. Küresel sorunlar karşısında yerel ile evrenseli birleştirecek küresel nitelikli yeni siyasallıklara ihtiyacımız var. Çünkü küresel sorunlarla yerel olarak mücadele etmek pek mümkün gözükmüyor.        

Özellikle II. Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan ve sistemin taşıyıcı kolonları mesabesindeki müesseselerin son derece aşınmış olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Dünya düzeninin geleceği bakımından bu hususu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İkinci dünya savaşının nedeni, birinci dünya savaşı sonunda yapılan paylaşımın adil olmamasıydı. Şimdi insanlık, ikinci dünya savaşı sonrasında kurulan sistemlerin açmazları ile karşı karşıya. Sorarım sizlere; Türkiye’nin de üyesi olmak, içinde yer almak istediği Avrupa Birliği ne durumda? Bu pandemi sürecinde dünyanın iki süper devleti olan ABD ve Rusya nasıl bir performans sergiledi? İkinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan dünya düzeni çatırdamaya başlamadı mı? Avrupa Birliği, birliğin üyelerine oldukça küçük sayılabilecek yardımları dahi yapamadı. İtalya başta olmak üzere birçok AB ülkesi üye, ekonomik ve toplumsal olarak zor durumda. Sağlık sistemleri iflas etmiş durumda. Ekonomik vaziyetleri de oldukça kötü. ABD de ise durumlar içler acısı. Acınası. Her gün gerçekleşen toplum ölümlerin faturası kabarıyor. Bu süreç, aslında, büyük gördüğümüz devletlerin kâğıttan kaplanlar olduğunu gösterdi bize. Dünya düzeni değişmeli. Yeni bir düzen kurulmalı. Zaten Korona Virüs sonrası yeni dünya düzeni senaryoları konuşulmaya başlandı bile. Eğer Türkiye, bu süreci başarılı bir şekilde sürdürebilirse yeni dünya düzeninin önemli bir aktörü olabilecektir. Bu arada şunu da hatırlatmalıyım. Biz, bu ülke Batı konusunda Tanzimat’tan itibaren fena aldatıldık. Fena çuvalladık. İhtişamlı kaybettik. Oysa Avusturya’nın ünlü Başbakanı Metternich, Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı bir mektup ile uyarmış ve “Aman Batı’yı taklit etmeyin, kendi değerlerinizden vazgeçmeyin” demişti. Peki, sonra ne oldu?

“Batı Medeniyeti Kendi Küçük Kıyametini Yaşıyor”

Koronavirüs pandemisinin ortaya çıkardığı şartlar çerçevesinde Batı medeniyeti kıyametini yaşıyor diyebilir miyiz?
Batı medeniyeti, kendi küçük kıyametini yaşıyor. Aslında bu kriz, materyalist Batılı zihniyetin ortaya çıkarmış olduğu bir kriz. Dahası, Batı medeniyetinin iflas etmesinin ne kadar kolay olabileceğini de ifşa etmektedir. Batılı ülkelerin kendi içindeki maske savaşlarını hatırlayınız. Korona virüsünün tüm dünyaya yayılmasının ardından Çin’den 2 milyardan fazla maske sipariş eden Fransa, İsveçli bir şirkete ait olan ve Fransa üzerinden transit olarak İtalya ve İspanya’ya gönderilen 4 milyon maskeye el koydu. Öte yandan İtalya’ya giden koruma kıyafetlerine Çekya el koydu. Almanya da sipariş verdiği maskelerin Çin Havaalanı’nda bir anda kaybolduğunu açıkladı. Sizce tüm bunlar ne anlama geliyor? Aslında bu aysbergin görünen kısmı. Batılı devletlerin birçoğunun, bırakınız maske olayını, sağlık sistemleri çöktü. İnsanlar evlerinde ölüme terk edildi. Herhangi bir sağlık yardımı alamadı. Sağlık yardımı almaya çalışan bir avuç insan da sömürülmekten ya da inek gibi sağılmaktan kurtulamadı. Onun için diyorum; bu tablo Batı’nın, materyalist Batı zihniyetinin iflasıdır.   

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Kolay gelsin.


Baran Dergisi 694.Sayı