Sizi tanıyabilir miyiz?
1940 Düzce doğumluyum; İstanbul İmam Hatip Okulu mezunuyum.

Üstad Necip Fazıl ile ilk karşılaşmanızı anlatabilir misiniz?
Üstad ile ilk defa 1959 senesiydi galiba, bir Sonbahar havası… Süleymaniye’ye doğru giderken Selvilimescit var. Hemen yakınında, Kadir Mısıroğlu’nun Seyhan Talebe Yurdu vardı. Üstad arada sırada oraya uğrarmış. Üstad’ı ilk defa orada gördüm. Fazla tanımıyorum. İmam Hatip Okulu talebesiydim. Hatta Mehmet Niyazi de oradaydı. Şu sözünü hiç unutmam ilk duyduğumdur; “Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek…” Şiirlerini de çok okumuş değildim. Sonra şiirinde geçtiğini gördüm.

Hakikaten de en güzel sözü duymuşum değil mi? 1960’tan itibaren, 27 Mayıs ihtilalinden sonra Necip Fazıl’ın Erenköy’deki evine sıkça gidiyorduk. İhtilalden altı ay kadar geçmişti. İmam Hatip talebeleri olarak gitmiştik. Bize kızmıştı o gün. Gerilimli günler. Bize neden dolaştığımızı sormuştu. “İhtilal oldu. Bu ihtilal bana doğru gelirse anlayın ki, ihtilâlin gayesi tamamen bizim aleyhimize olacak. Zaten öyle görünüyor…” demişti. Neticede, 1961’den itibaren Beyazıt’ta Karaağaç İşhanı var. En üst katı lokal olarak kiralanmıştı. O handa Aydınlar Ocağı diye bir kulüp kurulmuştu. Başkanı Prof. Dr. Süleyman Yalçın… Kulübün müdürü de zamanın Balıkesir milletvekili İsmail Dayı idi. Ben de kulübün 25. üyelerindenim. Mümtaz Turhan, Osman Yüksel Serdengeçti, Nurettin Topçu mekânın müdavimlerindendi. Seri konferanslar verirlerdi orada. Üstad da, orada dört beş gün, “Halimiz, Çaremiz, Yolumuz” isminde konferans veriyor. Dinleyiciler merdivenlerde onu dinlemeye çalışıyor. Şimdiki gibi teknik imkânlar yok. Aşağıya doğru insanlar konuşmayı birbirine nakletmeye çalışıyor. Necip Fazıl bir gün oradan çıktıktan sonra dedi ki, “Bursa’ya konferansa gideceğim. Birlikte gideriz.” Aramızda Kadir Mısıroğlu, Hilmi Oflaz, başka arkadaşlar var. Sene 1962’ye doğru... Bindik bir otomobile Bursa’ya gittik. Gündüz konferanslar verdi. Akşam da, Bursa’nın zenginlerinden İsmail Mekikoğlu isminde bir adam bizi yemeğe davet etti. Necip Fazıl’ı dinlemek öyle zevkli ki, mesela masadan, sandalyeden bahsetse, insan zevkle, şevkle dinler. Çünkü hiç öyle bir “masa” da “sandalye” de anlatan olmamıştır. Ne demek istediğimi anlatabiliyorum değil mi?
 
Büyük Doğu Dergisi Yeniden Çıkıyor…
 
Evet efendim…
İsmail Mekikoğlu’nun evindeyiz. Mükellef bir akşam yemeği. Necip Fazıl ile yemekte de sohbetteyiz. Sohbette bulunanlar arasında Etibank başmühendisi Cemal Külahlı, Devlet Su İşleri başmühendisi Şerafettin Paker de var. Sohbet bittikten sonra Üstad hazirûna dedi ki, “Bakın Büyük Doğu’yu çıkaracağız.” 27 Mayıs’tan sonra ilk defa Büyük Doğu çıkacak. “Abone kazanmamız, bütçe lazım. Reşat’ı Bursa’nın Büyük Doğu’ya abone temsilcisi yapıyorum. Reşat benim hem oğlum, hem arkadaşım, hem kardeşim” demişti. Oradaki başmühendislere de diyor ki, “siz de yardımcı olacaksınız Reşat’a…” Kadir Mısıroğlu İstanbul’a döndü. Ben Bursa’da kaldım. Bursa’nın Yenişehir, İznik, diğer kazalarından abone topladım. 5 bin liralık abone yapmıştım. Büyük Doğu dergileri 1 lira, sene 1962. Büyük Doğu’ya en fazla abone bulan birkaç kişiden biriydim. Birinci, İsmail Özen diye İzmitli bir arkadaşımızdı. Salihli’den 7 bin lira civarında abone toplamıştı.

İstanbul’a dönebildiniz mi daha sonra?
Döndük. Yanımda arkadaşım, davanın ileri gelenlerinden. Gündoğdu Serhatlı var. Gündoğdu’nun meşhur bir Ayasofya mitingi vardır hatırımda kalan… Bir saate yakın konuşmuş, herkesi ayakta alkışlamıştı. Onunla birlikte Üstad’ın evine gittik. Bizi çok hoş karşıladı, çok sevindi. Üstad’a bir de masraf evrakı verdim. Gezdiğim bir hafta içinde yol masrafı dahil 250 lira tutmuştu. Üstad, “İnsan evinde bile bir haftada bu kadar masraf yapar.” demişti. Necip Fazıl bey ile esas ilişkilerimiz öyle başlamıştı. Sonra çeşitli vesilelerle bir araya gelmeye başladık.
 
“Aksiyon Şuurunu Üstad Necip Fazıl’dan Alıyorduk”
 
Sağcı-solcu kavgasına şahitliğiniz olmuş muydu?
İftar mitingleri verirdik o zaman. Solcular aşırı üstümüze geliyor. Mitingleri çok daha kalabalık. Bizim ilk iftar mitingini, Mehmet Niyazi Özdemir önderliğinde Taksim’de yapmıştık. Fakat sayımız az ama elimizden geldiği kadar varlığımızı meydanlarda hissettirmeye çalışıyorduk. Bizim meşhur bir İstiklâl Caddesi bozgunu var. Solcular büyük bir kalabalık halinde yürüyüş yapıyorlar. Beyazıt’taki üniversiteden çıkıyorlar, Saraçhane’den Taksim’e doğru gidiyorlar. Zamanın sıkıyönetim komutanı Selami Pekin diye bir orgeneral. Solcular geçerken çiçek falan veriyorlar. Arkadan da biz ilerliyoruz. Biz de çiçek veriyoruz ama kerhen alıyor. İstiklâl Caddesi’nde nasıl olduysa bir kapışma oldu. Bayağı ağır zayiat verdik orada tabiî… Çok kalabalıklardı.

Sonra ordu birlikleri ve polis solcuları rahatlıkla Taksim’e gönderdi. Biz de arkadan gitmiştik, aksiyoner davranıyoruz. Kavga gürültü bittikten sonra Necip Fazıl’ın evine gittik. Yetmiş-seksen kişi vardık. Yaşadıklarımızı anlattık. O da bize şöyle yapmalıydınız, böyle yapmalıydınız gibi düşüncelerini aktarıyordu. Necip Fazıl’ı böyle şartlarda tanıdık. O bizim cankurtaran simidimizdi. Onun söyledikleri bizi ferahlatıyordu. Sonra Necip Fazıl gibi bize sahip çıkan kimse de yoktu. Var büyüklerimiz Nurettin Topçu gibi ama hiçbiri Necip Fazıl’ın yerini tutmasına imkân yok. Topçu da muntazam, fevkalade bir adam ama Necip Fazıl gibi aksiyoner değildi. Biz aksiyon şuurumuzu Üstad’dan alıyorduk. Emin olun anlatırken bile heyecanlanıyorum. Söyleyeceğim şeyleri bile unutuyorum. Hâlâ onunla birlikte olduğumuz zamanların heyecanı içimizde taze. Üstad ile samimiyetimiz de vardı. Espri yaptığımız zamanlarımız olurdu. Ona kolay kolay esprili yaklaşılmazdı.

Birkaç misalle olsa anlatabilir misiniz?
Bir gün Üstün İnanç, ben, rahmetli İsmail Özen diye bir arkadaşımız vardı. Üstad üçümüzü yemeğe çağırmıştı. Eminönü’nde buluştuk ve vapura bindik. Bindiğimiz vapur fırtınalı sulara yakalandı. Bu yüzden Üsküdar iskelesine iki buçuk saatte ancak yanaşabilmişti. Vapurların Kadıköy’e yanaşamadığı çok olurken, Üsküdar’a yanaşamadığı çok ender olurdu. Vardık Üstad’ın evine… Üstad kapıda bize, “Yemeğin parasını sizden alacağım, iki buçuk saat beni nasıl bekletirsiniz.” dedi. Aramızda en çok İsmail rahat konuşuyordu. Durumu anlattı. Üstad bu defa, “Allah Allah… Kırk yılın başında dostlarımız yemeğe davet ettim. Gelirlerken de on senede bir olan aksi bir deniz trafiğine rastgeliyorlar…” dedi. Üstad kızgın. Şimdi, Üstün İnanç doğma büyüme İstanbullu. Bizim gibi değil daha kibarca yiyor yemeğini. Biz Anadolu usulü ona göre daha kaba yiyoruz. Dedim ki, “Üstad’ı memnun etmek istiyorsan, saldırırcasına yemek yiyeceksin. Bu kadar nazik, pasif bir şekilde olmaz.” Üstad o sıra bana dedi ki, “Reşat bak, vallahi döverim seni, zaten burnumdan soluyorum, döverim seni…”

Evet…
Yine bir gün bir arkadaşımı Üstad’ın yanına götürüyorum. Yurtdışından gelmişti. Kadıköy postanesinden Üstad’ın evini aradım. Üstad telefona çıktı. “Üstad, ben Düzceli Reşat. Bir arkadaşımla beraber müsaadeniz olursa size geleceğiz.” dedim; “Buyrun…” dedi. İçeri dönmüş, orada bulunan arkadaşlarımızdan 30-40 kadar kişiye, “Düzceli Reşat kim yahu?..” diye sormuş. Bizimkiler de, “Her zaman gelen Reşat var ya Üstad.” demişler. “Ulan şuna bak…” demiş, “Kürt İdris, Laz bilmem ne ünvanlı mafya babaları gibi kendini takdim etti yahu… Bu ne biçim iş yahu!?” demiş. Neyse vardık evine, kapı açıldı. “Bana ne ulan…” dedi, “Senin Düzceli olmandan, bana ne!” dedi. “Olur mu efendim benim Düzceli olduğumu da öğrenmiş oldunuz.” dedim. Üstad ile bu tarz latifeli zamanlarımız olmuştu.
 
“Sahte Kahramanlar” Konferansı ve Süleyman Demirel
Necip Fazıl Bey’in 60’lı yılların ortalarında Sahte Kahramanlar konferansı olurdu. Türkiye’nin her yerine gidiyor. O sıralarda da, “Necip Fazıl öldürülecek…” diye bir şayia dolaşıyor. Kayseri ekibi var. Onlar da nöbet tutuyorlar. Necip Fazıl nereye gitse eşlik ediyorlar. Ankara’da yine Türk Ocağı’nda konferansı var. Konferansa hazır beklerlerken, adamın biri gelmiş. Son derece şık giyimli, fiyakalı, uzun boylu biri… “Necip Fazıl Bey’le görüşmek istiyorum.” demiş. Kendisine, “Öğrencilerle beraberken Necip Fazıl Bey ile görüşemezsiniz, meşgul.” cevabını vermişler. Adam illa ki görüşmek istemiş. Israr etmeye kalkınca, “Yahu beni başbakanımız Süleyman Demirel gönderiyor, muhakkak görüşmem lazım.” demiş. Bunun üzerine haberi Üstad’a vermişler. Üstad, “Ne yapacakmış beni, getirin bakalım.” demiş. Elçi, “Efendim başbakanımız Süleyman Bey’in selam ve hürmetleri var. İşleri nedeniyle kendisi çok yoğun, konferansınıza katılamıyor. Size muvaffakiyetler diliyor. Ayrıyeten sizden bir ricası var.” Üstad, “Nedir o, buyur?..” demiş. “Efendim, Sahte Kahramanlar’dan bahsederken lütfen benden bahsetmesin.” demiş. Gelen adamın yüzüne bakmış bakmış, demiş ki, “Ulan onlardan bile değil o…” demiş. Sahtesinden bile saymamış. Necip Fazıl tariflerim dışında bir insan. O benim gözümde bir dev. Onun o hali Allah vergisi diyorum. Yoksa öyle çalışmakla, emekle, şununla bununla olacak şey değil. Leb demeden leblebiyi anlayan biri yahu… O kadar karizmatik, enteresan bir adam. Bir defa son derece samimi, son derece bu davaya inanmış. Bu dava için her şeyi göze almış, yapmaya hazır bir adam. Bak şimdi, şu gördüğümüz bu iktidar kadrosu var ya, Necip Fazıl’ın eseridir. Eksiğiyle gediğiyle de olsa Allah yardım etsin onun yolundan gidenlere, öyle düşünüyorum.

Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.


Baran Dergisi 698.Sayı