S-400 meselesine nasıl bakmalıyız?
S-400 meselesine sadece yerel ve taktik sonuç içeren bir olay olarak bakmamız doğru değil. Biz biliyoruz ki, Türkiye’nin havadan savunma konusunda ciddi açıkları vardı ve bu sadece son 3-5 yıllık bir sorun değildi. Yeni dönemin şartları, hele hele özellikle Doğu Akdeniz’de devreye giren olayları dikkate alırsak Suriye’de ilan edilmek istenen olayları dikkate alırsak; İran üzerinden ambargolar, bundan sonraki aşamalar tahmini bile olsa dikkate alacak olursak, bu coğrafyayı yeniden şekillendirme gayretinin artık bir sır olmadığı açık. Türkiye’nin uzun yıllar müttefik ve ortağı olduğu, Kore savaşında desteğini esirgemediği NATO, ABD ve Almanya’ya, modern savunma sistemleriyle ilgili defalarca yaptığı müracaatlar da sır değildi. Bu gerçek, Osaka’daki G-20 zirvesinde de Trump’ın itirafıyla teyid edildi. Dünyadaki küresel güçlerin neyi hangi algıya sabitleyeceğine bakılmaksızın gerçek budur. Hatta hatırlanacak olursa sınırlarımızda Patriotlar vardı. Hiçbir gerekçe gösterilmeden geri götürüldü. Dolayısıyla Türkiye’nin doğal hakkı olarak kendi hava savunma sistemi için yeni alternatiflere başvurması gerekiyordu. Nitekim ABD’den sonra Çin’e, Çin’den sonra da Rusya’ya müracaat edildi. Bu müracaat sonrası Türkiye’nin ihtiyacı hem ekonomik, hem stratejik, hem de ortak üretim anlayışı üzerine indirgenerek bir sonuç elde edildi. Her iki tarafın ortaya koyduğu şartlar birbirine uydu ve hiçbir engel olmadan sözleşildi. Türkiye bu silahı keyfi olarak, “canım istediğinde saldırırım” diye değil, kendi millî güvenlik sorunu olarak aldı.

Meşruiyet haklarıyla birlikte...
Uluslararası hukuka da göre meşru olarak böyle bir yola başvurdu. S-400 sistemi dünyadaki en mükemmel savunma sistemlerinden biri olarak bütün uzmanların altını çizdiği bir üründür. İkincisi, S-400’e sahip olduğumuz ve güney sınırlarımızda kurulduğu takdirde Akdeniz, Kıbrıs, Suriye gibi bizim için millî güvenlik alanlarını da kontrol altına almış oluyorsunuz. Bundan sonra Türkiye’ye karşı girişilmesi muhtemel saldırılarda caydırıcılık da elde edilmiş oldu. Bu coğrafyada teröre karşı operasyon yapmaktayız. Kandil’in etkisi kalmamış durumda... İHA ve SİHA, MİT ve ordumuzun dirayetiyle gerçekleşiyor bunlar. Ayrıca S-400’lerin mümkün mertebe şehid vermeden bu coğrafyada yapılacak operasyonları by-pass edecek kabiliyetleri var. Ancak bize saldıran olursa karşılığını vermiş olacağız. Bu, normal bir devletin milli güvenliğini, geleceğini her yönüyle dikkate alanların yapması gerekendir. Ne iyi ki, sayın Cumhurbaşkanı’nın bizzat gayretleriyle, şahsi zekâ ve anlayışıyla, strateji üretme kabiliyetiyle birlikte bunun gerçekleştirildiğinin altını çizmek istiyorum.
 
“Devletler Hukukuyla Kapitalist Hegemonya Arasındaki Çatışmanın Ortasındayız”

 S-400 alımımız dünya gündemine girdi gireli ABD’de Pentagon, CIA, Kongre ve Beyaz Saray değişen tepkiler verdi. En son CAATSA gündeme getirildi. Pentagon’dan beklenen tepki ise ertelendi. Siz ise bu duruma dair şunu yazmışsınız. “Devletler hukukunu bilenlerle, kapitalist dayatmayı kural bilenler arasındaki çatışmadayız” Bunu biraz açar mısınız?
Aynen öyle diyorum... Devletler hukukunu öngörenlerle, şu anda düşmanımız olsa bile bunu önemseyenlerle masaya oturmak daha kolay, daha somut netice verebilecek niteliktedir. Maalesef bu yapılarla, kapitalist sistemin bize dayattığı, dünya devletlerini kendi şifresi gibi görmek isteyen finans kurumlarının, para babalarının, küresel sistem iktidarlarını kendi valisi olarak görmek isteyenler arasında gerçekleşen çatışmanın tam ortasındayız. Mesela İngiltere... Biliyorsunuz; İngiltere’nin Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Türkiye’ye ciddi anlamda kuyruk acısı var. Bizim çöküş sürecimize bizzat iştirak edişini, Osmanlı gibi bir cihan devletinin tarih sahnesinden silinmesini alttan sağladıklarını, Ortadoğu’da bizimle aynı kaderi paylaşan milletleri etnik kimlik üzerinden kışkırtarak İslâm coğrafyasının kaderini etkilemek istediklerini biliyoruz. Buna rağmen İngiltere’nin devletler hukukunu çiğnemediğini de görmekteyiz.

Nasıl?
İngiltere, ABD’deki bazı güçler Çin’le savaşma gayretinde olduğu halde “Tek Yol Tek Kuşak” teorisini ve stratejisini benimsemiş görünüyor. Bu noktada devletler hukukundan yana. Öte yandan maalesef bugün asimetrik çatışmalar benimsenmiş durumda. Terör örgütlerini kullanan devletlerden biri de İngiltere ancak olaya toplu baktığımızda şunu görebiliyorsunuz; İngiltere bizim medeniyet anlayışımıza her dönemde darbe vurmasına rağmen hep devletler hukuku ekseninde bakmaktadır. Çünkü onu da ayakta tutan şey bu hukuka dayanmaktadır. Eğer kapitalist sistemin diretmesiyle hareket etmiş olsalardı, “üzerinde güneş batmayan ülke” dedikleri devletin üzerinde beş yüz defa güneşin batmasına şahitlik edecektik. Dolayısıyla devletleri ayakta tutan şey bu hukuktur. Düşman olsa bile sahada ve masada bu hukuku çiğnemeyen zihniyetin olmasıdır. ABD’de ise ülkeyi yöneten güçlerin farklı altyapılara sahip olduklarını biliyoruz. ABD’nin içinde bu bakımdan ciddi mücadele olduğuna şahidiz. Pentagon-CIA arasındaki fikir ayrılıklarının kendisinden ibaret olmayıp ABD’nin geleceğini de etkileyen unsurlardan bahsediyoruz şu anda... Bu hususa odaklandığımızda dost-düşman ayrımından değil, çıkarlar çerçevesinde olaylara bakmamız şart hale gelmiştir. Türkiye ise ne olursa olsun devletler hukukunu, toprak bütünlüğünü, devletlerin haklarını benimsedi. Bu ilkeden vazgeçmeyenler sonunda kazanacak. Her ne kadar zarara maruz kalınsa bile.
 
“Türkiye, Rusya İçin Kuşatılmaya Karşı Açık Kapı Konumunda”

 Türkiye-Rusya ilişkilerine dair, “Türkiye’nin eski kodlar ile yeni dünyaya talip olmasından dolayı detaylar barındırıyor” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Türk-Rus ilişkilerine sadece savaşlar üzerinden bakmak doğru değil. Osmanlı dönemimizdeki Çarlık rejimiyle aramızdaki ilişkilerde görülen çatışmalara baktığımızda bu çatışmaları geren ve tetikleyen güce bakmamızda fayda var. Bu noktada İngiltere’nin sürekli devreye girdiğini görebiliyorum. Rusya ile dün çatıştık diye her zaman çatışacağız şeklinde bir durum söz konusu değildir. Dün de çıkarlar noktasında çatışma alanındaydık, belki yarın da çatışma noktalarına girebiliriz. Ancak şu bir gerçektir ki Rusya Türkiye’ye, Türkiye Rusya’ya hele hele önümüzdeki yüz sene içerisinde ciddi anlamda ihtiyaç halindedir. Ayrıca Rusya’da giderek artan bir Müslüman nüfus var. Bu nüfusun yüz yıl sonra nereye varacağını şimdiden göz önünde bulundurmak gerekiyor. Türkiye’nin medeniyet coğrafyası olan Orta Asya’yı, Merkez Asya’yı, Kafkasya’yı, Balkanları da göz önünde bulundurursak, Rusya ile çatışmak yerine anlaşarak bir yere varabiliriz ki, aynı görüş Rusya’da da var. Rusya’da bu fikrin ortadan kaldırılmasına gayret eden ciddi güçlerin olduğunu da dile getireyim. Çünkü Rusya’daki Ermeni ve İsrail lobisinin bu ilişkileri bozma çabasında olduklarını da görebiliyoruz. Putin Rusya’da buna karşı bir devlet aklı inşa etmektedir. Bu akıl, Türkiye ile birlikteliğin Rusya’nın da çıkarına hizmet etmiş olduğunu görebilmektedir. Her ne kadar Rusya içinde, “Türkiye’nin İslâm coğrafyasında şu kadar etkisi var, şunu yapmak istiyor” şeklinde yönlendirme olsa da böyle... Dünyanın geldiği şartlar itibariyle devletler tek başına dünya meselelerinde zorluk yaşıyor. Buna ABD dahildir. Dolayısıyla Rusya’nın da bize ihtiyacı var. Özellikle Karadeniz bölgesinde, Gürcistan’da, Ukrayna’da ABD’nin abluka stratejisine karşı Türkiye tarafının açıkta kalmasının ne anlama geleceğini biliyorlar. Gürcistan’ı Azerbaycan üzerinden kaşındırıcı ABD adımları görülüyor. Türkiye, Rusya’nın kuşatılma projelerine engel olarak duruyor. Durum karşılıklıdır; bu konjonktürü Türkiye kendi lehine döndürme gayreti içerisindedir. Nitekim, eminim ki bu konjonktürde Erdoğan gibi bir lider olmamış olsaydı S-400 alımı gerçekleşmeyecekti. Rusya’nın devlet bürokrasisinde de geleneksel sistem kodlarına sahip güçlerin olduğunu da görüyoruz. Bu konjonktürel durumu Türkiye aleyhine dönüştürebilme kabiliyete karşı ciddi bir tecrübedir. Ben bunu çok önemsiyorum.

Bu açıdan Çernobil’in bir provokasyon olduğuna dikkat çekmiştiniz...
Çernobil provokasyondu. Ruslar Çernobil üzerine dizi film yaptılar. O dönem “Demirperde ülkeler” olarak anılan ülkeler üzerinden yorumlamaya çalıştılar. Bu “demir perde” arkasından istihbarat servislerinin sızamadığını hepimiz biliyoruz. Çernobil bir fırsat oldu onlar için. Ukrayna bölgesinden Rusya’yı da ilgilendiren bir bölge olması, Karadeniz açısından başka bir anlam taşıyor. Dolayısıyla bütün bunlara geniş perspektifli bakmamız şarttır. Şu bir gerçek ki, bugün de Rusya’yı askerî alanlarda başarısız göstermek, Ortadoğu’daki askerî gücünü gölgeleme gayreti içinde olunduğu açıktır.
 
“100-200 Yıllık Hesaplar Yapmak Zorundayız”
 
Sondaj gemilerimizin Doğu Akdeniz’e yerleşmesiyle birlikte Türkiye orada da hedef gösteriliyor. Akdeniz’de Rusya da var. İngiltere’nin de Akdeniz’de bulunduğunu dikkate alırsak Türk-Rus ittifakına olumsuz tesirleri için neler söyleyebilirsiniz?
İngiliz baskısı ve tesiri devam edecektir. İngiltere kesinlikle ve kesinlikle Rusya’nın küresel aktör olmasını arzu etmiyor. Son 200 seneye baktığımızda, Rusya içindeki ayaklanmalar, darbeler, Çarlık rejiminin Sovyet-Bolşevikler tarafından devrilmesinde yapılan finans desteğinin, Almanya’yı bu finans desteğini vermeye itenin kim olduğuna baktığımızda, bu Churchill’in son mektuplarında açıkça görülür. Dolayısıyla Rusya, İngiliz yayılmacılığına karşı engel olarak görülmektedir. Putin Rusya’sı Avrupa’ya doğru yayılmak, küresel bir güç olmak isteyen Rusya’dır. Almanya’yla çatışmak istemeyen ama yanına almak isteyen bir Rusya’dır. Ukrayna’da başarılı olan da Rusya-İngiltere-Çin arasında feci bir durum söz konusu. Ukrayna’nın Rusya’ya karşı devreye sokulmasının da arkasında Amerikan ittifakının olduğunu biliyoruz. Roma-Germen İmparatorluğu’nun dönemindeki kraliyet ailelerine baktığımızda Çarlık Rusya’sı ile akrabaydılar. Çarlık Rusya’sından alınan gelinlerin sayısına baktığımızda Alman kraliyet ailesine mensup olduklarını görürüz. Dünyada küresel kabiliyeti olan belli milletler var. Türkler, Almanlar, İngilizler, Japonlar, Fransızlar... Bütün küresel oyunlar bu milletlerin üzerine yöneltildi. Japonlarla Rusların arasının açılma gayreti, Almanya-Rusya’nın çatışarak güç kaybedip küresel güç olmaktan çıkarılması da bundandı. II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa sulh ittifakının devreye sokulup Amerikan hegemonyasının devreye girmesi bütün olanların hesaplı, planlı, ince ince çalışılarak devreye sokulduğunu görüyoruz. Biz de 5 sene ile sınırlı olarak olaylara bakamayız. 100-200 yıllık hesaplarla bakmak zorundayız. Türkiye son 15 yıldır bunun gayreti içinde. Son 5 yıldır yapılan saldırıların dozajına baktığımızda, bu vizyonu idrak eden Türkiye liderlerinin de bir an önce tarih sahnesinden çıkarılması arzu ediliyor.
 
Gürcistan’da Karışıklık Olabilir
 
Rusya’nın Ukrayna üzerinden Gürcistan’da “yeni bir Ukrayna vakası”nın gerçekleştirilmek üzere olduğunu söylüyorsunuz. Bununla ne amaçlanıyor?
Gürcistan meselesi kaşınıyor. Karadeniz bölgesinde Rusya’nın kuşatılması Gürcistan üzerinden inşa edilecektir. Nitekim son günlerde Gürcistan ve Azerbaycan arasında kışkırtmalar söz konusu, buna dikkat etmemiz gerekiyor. Ciddi anlamda provokasyonlardan bahsediyorum. Rusya’nın Ukrayna dışında başka bölgelere askerî müdahale yoluyla içeriden ayaklanmalar oluşturularak sonuçlandırılması ve sınırların kapatılması sonucu Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri engelleyecek şekilde dizayn edilmektedir. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki karadan bağlantısı üzerinde Kafkas enerji hattı söz konusu olduğundan bu bölgede küresel sistemi etkileyecek hamleler düşünülüyor. Bu Rusya’nın kontrolünden bölgeyi alma gayretidir. Rusya pek izin vereceğe benzemiyor. Uzun zamandan beri Kafkasya ve Orta Asya’ya odaklanmamız lazım. Dolayısıyla buradaki gelişmeler ABD-Rus boğuşmasının küresel güçler olarak kimin kazanacağına bağlı bir olaydır. Gürcistan üzerinde Karadeniz’i destabilize etmek, oraya Amerikan ordularını sevk etmek uzun zamandan beri arzulanıyor. 

Hatta Tekirdağ’a denizden çıkarma yapmıştı Amerikan ordusu...
Bunlar araştırma ve test gayretleridir. Milliyetçi duyguları kışkırtıp Azerbaycan’ı da işin içine katıp orada ayaklanmalar tetikleneceğini beklemekte yarar var. Azerbaycan’da Karabağ’da savaşı dile getirmeyen bazı muhalif partiler veya şahıslar, “ABD bizi savaş yanlısı görsün istemiyoruz” derken Gürcistan meselesinde nasıl da agresif hareket ettiği dikkatimi çekmişti. Yine de sabırlı, ihtiyatlı olmak lazım ancak dikkatli olmakta da yarar vardır.


Baran Dergisi 653. Sayı