Erol Erdoğan Kimdir?
Sinop’ta doğdu, İstanbul’da yaşıyor. Lisansını ilahiyatta, yüksek lisansını sosyolojide tamamladı. Eğitim, reklam, araştırma ve yayıncılık sektörleri ile siyasi partilerde ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. Nida, Mavikuş, Şehrengiz, Bengisu.Net, Yeni Dünya, SPD Sosyal Politikalar Dergisi, İSMEK El Sanatları, Minika Çocuk ve Minika Go dergilerinin kurucu ekiplerinde yer aldı. Yazıları Milli Gazete, Dünyaya Yeni Söz, Yeni Şafak, Radikal, Yeni Birlik gazeteleri ile Mavikuş, Yeni Dünya, Nida, Tütün, Milli Şuur, Tohum, CF, Sebilüreşad, Kültür Ajanda, Fikirname, ÇETO dergilerinde; şiirleri Şehrengiz, Ay Vakti ve Tütün dergilerinde yayınlandı. Evli ve iki kız babası. Halen ARGETUS Araştırma Danışmanlığı ve Turkuvaz Medya’da çocuk dergileri yayın danışmanlığı görevini yürütüyor.  Eğitim, gençlik, çocuk, kültür politikaları ve siyasi konular ilgi alanında.

Kitapları: İnsan Mevsimi (2013), Çocuk Oyunları (2014), Oruç Mevsimi (2016), Günbegün (2017), Oyun Sözü (2017)


Toplumun çoğunluğu Müslüman olmasına mukabil; modernizm, sekülerizm ve kapitalizm iyiden iyiye insanımıza sirayet etmiş bulunuyor. Sizce bu vaziyetin reçetesi ne olmalıdır?
Tedavi edici, değişimi sağlayıcı, iyileştirici bir iklim gerekiyor. Bir toplum, hayatın her alanında doğal ve içten yaşamadığı bir değeri, ahlâkı, tutumu, dini okullarda ders olarak verse, camilerde hutbe olarak okutsa, kitaplarda yazsa, sohbetlerde tekrarlasa, onu bilgi olarak öğretir; davranış, duruş, edâ, ruh olarak sahiplendiremez. Yaşamak şart, yaşanırsa iklim oluşur. İklim hem öğretir, hem yaşatır. Müslümanlık teslim olmakla başlayan, iman ile derinleşen, ibadet ile kalıcılaşan, ahlâk ile yaygınlaşan bir hâldir. Hız, görsellik, imaj, bireyselleşme çağında da başarılması gereken budur, her alanda sahici bir yaşam.
Ayrıca nedense ahlâk, din, iman denilince hemen gençlik aklımıza geliyor, bazen de kadın. Değerler, ahlâk, insanî duruş ve tavırlar sadece gençlerde değil her yaştan insan için ziynettir, her insanı güzelleştirir. Müslümanlık son nefese kadar olan teslimiyettir, kırkından sonra kenara omuza kaydırılan bir şal değildir. Ahlâkı, erdemi, doğruluğu gençlerin ödevi değil hepimizin tabiî unsuru saymalıyız.

Daha derin bir sorun var. Günümüz Müslümanları modernizm, kapitalizm, sekülerizm ile hesaplaşmadan, onlarla karşı karşıya gelmeden hayatlarına devam etmek istiyorlar. Uzun vadede böyle bir savaşın galibi kesinlikle Müslümanlar değildir. Müslümanlar, modernizm, kapitalizm, sekülerizm ile iman ve bilgi/ilim rehberliğinde ciddi bir hesaplaşmaya girişmek zorundalar. Bunun yolu ilimdir, tefekkürdür, düşüncedir, felsefedir. İlimsiz olmaz. İlim, sormak, araştırmak, ezberleri unutmak, gerçeğin peşinden delicesine koşmak ile elde edilir. Fikrî bir çabadan bahsediyorum. Ezber insana konfor sağlar, haklılık verir hep, oysa kaybediyordur; ama farkında değildir.

Tabiî en başa da niyeti koymalıyız. Biz gerçekten niyetli miyiz? İslâm’ı her haliyle bu çağda yaşamaya, İslâm’ı hâkim kılacak bedeli ödemeye niyetimiz var mı? İslâm’ı ekonomimizden ahlâkımıza, eğitimimizden şehirleşmemize kadar, sadece kimlik olarak değil, muhteva olarak da yaşanılır hâle getirmeye, bir sistem ve kültüre dönüştürmeye niyetimiz var mı, yoksa “durumları idare etmek’” kâbilinden orta yolcu muyuz? Gayretsiz olmaz, gayret niyetle başlar, zihinde büyük fırtınalarla sürer.

Eğitim mevzuunda bilgiye tapan, bilgisayar oyunlarının gölgesinde kurgu ile gerçek arasında kıvranan, vurdumduymazlık ve hadsizliği idealleştiren bir gençlik tipi hâsıl oldu. Gençlerimizin ahvâlini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bir gençlik sorunu değil, toplumun genel durumu; yani hepimizin sorunu. Bu sorunlu hâlleri illa da bir yaş grubuyla ilişkilendirmek istiyorsak, bunlar büyüklerin sorunları… Büyüklerin hastalıkları, toplumun yanlış eğilimleri, gençlikte “değişim” olarak görünür hâle geliyor. Daha açık söyleyeyim: Bilgiye tapan, kurgu ile gerçek arasında kıvranan, vurdumduymazlık ve hadsizlikle malûl bir gençlik varsa, bu, böyle bir toplum ve böyle büyükler olduğu içindir. Kendimizi kenara çekerek “Yuh olsun gençliğe!” dersek, sorunun tanımını yanlış yaparız, yanlış tanım doğru yolu bulmamızı imkânsız hâle getirir.

Şöyle düşünelim: İnsanın yetişmesi için insanın dört unsuruna yönelik bir dikkate alışın olması gerekir. Bu dört unsur; insanın fiziği, ruhu, aklı ve kalbidir. İnsanın fiziği, bedeni; sağlık, spor, dinginlik, duyu ister. İnsan ruhu estetik, zerafet, güzellik, maneviyat, ahlâk ister. İnsan aklı ilim, bilim, muhâkeme, soru-cevap, tartışma, münazara ister. İnsan kalbi sevgi, aşk, duygu, güven, mutmainlik ister. Şimdi “bilgiye tapan” diyerek bir anlamda düşük ilan edilen gençlerin aileleri acaba çocuklarının geleceğini ve eğitimini planlarken bu dört unsuru mu düşündüler yoksa sadece “diploma” ve “iş” diye mi plan yaptılar? Soruyu sadeleştirelim. Aileler çocuklarını iyi insan olsun, emeğini ortaya koysun, yeteneğini geliştirsin diye mi okutuyor yoksa diploması olsun diye mi? Bir soru daha… Modern aile, “Çocuğumuzun her anlamda makbul bir çevresi olsun.” diye mi dua ediyor, yoksa “İş bitirecek bir arkadaş networku olsun.” diye mi? Gençler iyi bence, büyükler kendini toparlasın bir an önce. Büyükler kendini toparlarsa gençler onlardan daha çok toparlanırlar.

Toplumu kemiren bazı şeyleri sayalım… Mesela faiz, kumar, içki, şiddet, kan davaları, israf, rüşvet, yolsuzluk, çevre kirliliği, dev beton binalar, adaletsizlik, ibadetsizlik… Bunlar gençlerin günahları mı? Elbette hayır. Gençler dâhil toplumun genelinin sorunları; ama en çok da yetişkinlerin günah galerisi…

Buraya kadar söylediğim işin bir yönü… Diğer yönüne gelince… Modernizm, Kapitalizm ve bunlara bağlı olarak teknoloji, moda, fast food hayat modelleri, dijital mecralar, eğitim sistemleri, tüketim modelleri en çok çocuk, genç ve kadınları muhatap alıyor, onlara göre modeller, sloganlar, fısıltılar, gizemler, mecralar üretiyor. İşte onun için değişim, yozlaşma, çürüme de en çok yine aynı yerde tezahür ediyor. Bu durumda çözüm belli; çocuklar, gençler ve kadınlar konusunda süreci doğru takip edip güçlü bir sahihleşme inşa etmek şart. Bu hepimizin görevi. Bu görev sadece suçluya parmak göstererek olmaz.

Sizce İslâm’ın esaslarını hayatımıza tatbik etmeyi sağlayacak, çağın meselelerine İslâm’ın ölçülerine uygun bir şekilde cevap verebilen yeni bir anlayışa ihtiyacımız yok mu? 
Acilen hem de… Öncelikle çağı tanıma, aynaya bakma ve ezberlerimizi kontrol etme zorunluluğumuz var. Bunu koşulsuz yaparsak, bunu ayet ve hadislerin rehberliği ile çağın ve coğrafyanın şartları muvacehesinde yaparsak, yeni anlayış doğar, gelişir, güçlenir. Sorular sormalıyız. Soralım…  TOKİ’nin mimarlık tarzı, ne derece coğrafyamıza, kadim geleneğimize, mimarlık birikimimize, insanın doğasına uygun? Şehirleşme modellerimiz eğitim bakımından ne anlama geliyor? Çünkü mekân, şehir, coğrafya başlı başına bir eğitim aktörüdür. İslâmî dernek ve vakıflarımız ne derece İslâmî? Biz Müslümanlar olarak komşuluğu çok önemsiyoruz. O zaman soralım. Bugünkü şehirleşme, mahalle, site ve konut mimarîmiz komşuluğu eksiltici mi yoksa teşvik edici karaktere mi sahip? Komşuluk sorusunu çoğaltalım. Dernekler, vakıflar, cemaatler, dinî yapılar komşuluğu teşvik mi ediyor yoksa çevreden koparıcı “dernekçi” bir mensup mu istiyor? Kesinlikle, sizin dediğiniz gibi yeni bir anlayışa ihtiyaç var elbette. Bunun yolu sağlam sorularla açılır.

Son yıllarda Batı’ya uyum sağlamak yahut sorunlarımızın çözümünü Batı’da aramak için çıkartılan kanunlar ve imzalanan anlaşmalarla “aile” mefhumunun içi boşaltılmaya çalışılıyor. İnsanlar günübirlik yaşıyor, eşyalar ve metalarla kendini avutuyor. “Aydın”larımızın bu gidişata “dur” demesi gerekmez mi?
Gerekir tabiî. Aile çok önemli. Aileyi korumalıyız. Bunun en temel şartı da “bütüncül” bir bakışa sahip olmaktır. Sorunların tespiti ve çözümünde, bütüncül, şümûllü, icmali yaklaşımlar yerine “indirgemeci” yöntemler denersek, günah keçisi bulmakta zorlanmayız; ama teşhis ve çözüm haritasında isabet edemeyiz. Sadece kadını konuşarak aileyi koruyamayız. Ailenin çözülmesi, evlilik yaşının gecikmesi, boşanmaların artmasının tüm nedenlerini masaya yatırıp tartışmalı ve her biri için ayrı ayrı çözüm süreçleri belirlemeliyiz. Mesela, aile konusunda bütüncül bir yaklaşımda masada şunlar olmalı: Hızlı, zorunlu, bilinçsiz göç; ekonomik sorunlar, işsizlik ve özellikle genç işsizlik; üretim ve hayata katılımı geciktiren dinamikler; konut, mahalle ve şehirleşme politikaları; eğitim politikaları; aile içi şiddet, nafaka ve İstanbul Sözleşmesinin ilgili maddeleri; LGBT'nin kamusallaştırılması; düğün ve evlilik hazırlıklarının abartılması… İlk aklıma gelenleri saydım. Böyle yapmaz ve son dönemde olduğu gibi “Filan kanun ailemizi mahvetti.” demeye yoğunlaşırsak sorunun nedenlerini yeterince konuşamayız. Eksik konuşma, eksik analiz; eksik teşhistir, o da sıfır tedavidir.

Sahiden Türkiye’deki “aydın”ların durumu nedir? Aydının sorumluluğu ne olmalıdır?
Entelektüelin, aydının, münevverin, âlimin, ârifin, kanâat önderlerinin görevi toplumun doğru soru sormasını sağlamak, sorulara birden çok cevap bulmasına aracılık etmek, sonrasında çözüm için irade göstermesine yardımcı olmaktır. Öncüler sadece şikâyet ederse yanlıştır, “Boş verin, bana takılın.” derse de yanlıştır. Toplumun iyileşmesi birlikte gösterilecek gayretle olur. Öncüler sadece bir adım önde olmalıdır, ne yetişilemeyecek kadar ilerde olmalılar, ne de ışığı görünmeyecek kadar geride kalmalılar. Toplum olarak, entelektüelin, aydının, münevverin, âlimin, ârifin, kanâat önderlerinin farklı, düşündürücü, ayna tutucu ve yol açıcı söylemlerine tahammüllü olmalıyız. Duymak istediğimizi beklemek yerine onların gerçeği söylemesine zemin hazırlamalıyız. Bazen aydınlar “bizim gibi konuşsun” istiyoruz, onlar onay makamımız değil aksine zihin açıcı pencerelerimizdir. Son yıllarda, toplum aydınlardan kendi bildiklerini değil toplumun bildiklerini söylemesini daha fazla ister hâle geldi. Aydın yabancılaşması ile aydının sıradanlaştırılması ve aydının noterleştirilmesi iç içe geçti. Yanlış yapma riskini göze almadan doğruyu bulamayız. Her icat ve keşfin öncesinde, onlarca yanlış deneme vardır.

Kitle iletişim vasıtalarının, sosyal hâdiselere tesiri ne düzeyde? Sosyal medya manipülasyona çok açık bir saha; bunun toplumumuza tesiri hakkında neler söylemek istersiniz?
Kitle iletişim ve dijital mecraların sosyal hadiselere ve bireyin kararlarına etkisi gittikçe artıyor. Bu süreç sosyalleşmeyi ve asosyolleşmeyi, bilgi akışını ve bilgi körlüğünü, şeffaflığı ve karartmayı iç içe geçiren ve hepsinin yoğunluğu ile hızını artıran bir özelliğe sahip. Onun için daha çok bilgi yerine doğru bilgi peşinde olmalıyız öncelikle. Teyit sistemlerinin çoğalması gerekir. Hukuk, etik ve ahlâk prensiplerinin bu dinamik alanlar için yeniden inşası da şart.

Teşekkür ederiz.
Rica ederim.


Baran Dergisi 679. Sayı