Almanya’nın Ermeni meselesi üzerine aldığı soykırım kararı, sadece siyasî bir karar mı yoksa hukukî bir yönü de var mı?
Bu siyasî bir karardır, hukukî bir yönü yoktur. Zira hiçbir ülkenin parlamentosu başka bir ülke hakkında bu ve benzeri bir karar alma yetkisine sahip değildir. Fakat hiçbir hukukî geçerliliği olmamasına rağmen politik olarak çok önemli bir karar… Almanya, Avrupa Birliği’nin en güçlü ülkesi… Böyle bir kararı almaya cesaret etmesi, Türkiye’yi dışlaması anlamına gelir. Zira Alman halkında yapılan kamuoyu araştırmalarında bu karar tartışmaya açıldığından bu zamana Alman halkının %89’u Türkiye’yi Avrupa Birliği’nde istemiyor. Eskiden bu oran bu kadar yüksek değildi, yüzde elli-elli beş civarındaydı. Bir de politik bir gerekçe: Almanya’da 16 eyalet hükümeti var, eğitim bakanlıkları bunların okul kitaplarında “Ermeni soykırımı” taslağını geçirecekler ve Almanya’da okuyan 980 bin Türk öğrenci sınıf arkadaşları tarafından soykırım yapmış bir ülkenin vatandaşı olarak görülecek. Hem de Alman vatandaşları tarafından. 1948 Birleşmiş Milletler kuruluş beyannamesinde “bir ülkede, bir azınlık dil, din ve ırk nedeniyle tümden yok edilmeye kalkılırsa bu soykırımdır.” Almanlar, Alman vatandaşı Musevilere karşı bunu yapmıştır ve Birleşmiş Milletler’e göre geriye dönük kabul edilen tek soykırım örneği Almanya’nın yaptığı soykırımdır. Soykırıma hiçbir benzerliği olmayan Ermeni meselesini buna bağlamak Almanlar için kelimenin tam anlamıyla edepsizliktir.

Almanya niçin böyle bir karar aldı? Bu kararın Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci ve göç meselesi etrafında yaşanan geri kabul anlaşması ve vize serbestisi ile bir alâkası var mı?
Muhakkak ki var. Şu an Almanya’da Türkiye’ye karşı korkunç bir tepki var. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı müthiş bir tepki var. Onun için Cem Özdemir gibi belirli politikacılar bundan yararlanarak böyle bir karar taslağını hazırladılar. Sosyal Demokrat ve Hıristiyan Demokratlar da bunu kabul etmek zorunda kaldı. Zira bu kararın alınmasından üç hafta evvel Berlin’de Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ile görüştüm. Kendisine “bari Sosyal Demokratlar böyle bir karara destek olmasın” deyince, “bakın, sizin Türk kökenli bir Alman milletvekili bunu ön plana çıkarıyor, böyle olunca bizim dışarıda kalmamız güç” demişti. Bunun için bu karar alındı. Almanya bunu Türkiye’yi dışlamak için yaptı; fakat ben burada Almanya’dan çok Türkiye’yi suçluyorum. Bu karar altı aydır pişiriliyordu. Biz bu karar çıkana kadar herhangi bir eylemde bulunmadık.

Türk devleti niçin bu kadar pasif kaldı?
Esasında bunu Türk devleti yetkililerine sormak lâzım. Türk Dışişleri fazla bir etkinlik göstermedi, dolayısıyla Berlin’deki Türk Büyükelçisi de fazla bir girişim içine girmedi. Sekiz sene evvel Almanya böyle bir karar taslağını parlamentoya getirmek üzere hazırladığı zaman o dönemki büyükelçi çok büyük uğraş vermiş, bütün parlamenterlere mektup yazmış ve görüşmüştü. Parlamentoda çıkan kararda “Türk ve Ermenilerin birlikte yaşaması hususunda çalışma yapacağız” denilmişti, “soykırım” tanımı kullanılmamıştı. Türkiye’nin bu konudaki beceriksizliği esasında bizim Avrupa Birliği’nde diğer ülkelerinde örnek alacağı bir kararın çıkmasını beraberinde getirdi. Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları da beceriksiz kaldı. Bunlar Türkiye’nin ayıbıdır.

Son dönemlerde Merkel birçok kez Türkiye’ye geldi, üst düzey görüşmeler yaptı. Almanya’nın Türkiye ile göç meselesi çerçevesinde yakınlaşması AB içerisinde Almanya’ya karşı sesler yükselmesine de sebep olmuştu. Ne oldu da süreç tersine döndü?
Bu taslağı hükümet getirmedi. Partiler getirdi. Hükümetlerin bunu önlemesi güçtür, ancak geciktirebilirlerdi. Türkiye’nin burada yapacağı Merkel ve Frank-Walter Steinmeier üzerinde baskı yaparak bunun ekim ayına kadar oylanmasını engellemekti. Parlamentonun son haftası oylandı. Eğer ekime kadar bekletilebilseydi Türkiye zaman kazanmış olacaktı. Maalesef bunu yapamadık.

Alman hükümeti bu taslağın geçmesini istemiyor muydu?
Tam olarak öyle değil; ama bu taslak Alman hükümetinin taslağı değil, parlamentonun taslağı.

Suriye’de beş yıldır devam eden bir savaş var ve yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Bugün gözlerimizin önünde yaşanan bu hadisede vicdan duygusu hissetmeyen Almanya yüz sene önce yaşanmış bir hâdiseye vicdan duygusuyla yaklaştığını söylüyor.
Suriye meselesine iç savaş olarak bakıyorlar; Ermeni meselesine ise Osmanlı’nın yaptığı bir katliam olarak bakıyorlar. Almanya’nın Kafkasya’ya yönelik bir ilgisi hep olmuştur ve Almanya nüfusunun %37’si Protestan’dır. Protestan kilisesi de Ermeni konusunda büyük bir lobidir, bunun da alakasını unutmamamız lâzım.

Almanya’nın uluslararası arenadaki konumu nasıl ve gücü şu an ne orandadır?
Yugoslavya savaşından sonra Almanya yıldızı parlayan bir ülke konumunda… Avrupa Birliği bütçesinin %37’sini karşılıyor ve dolayısıyla büyük söz sahibi.

Almanya Avrupa Birliği’nin lokomotifi...
Tabiî ki…

Anayasa krizi, 2008 ekonomik krizi ve son olarak göç kriziyle Avrupa Birliği büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldı. AB’nin geleceği ne olacak?
Bu güzel soruya iki farklı şekilde cevap verebiliriz. Karamsar bir şekilde, Yunanistan’ın batmaktan hâlâ kurtulamadığını, Macaristan, Bulgaristan ve Romanya’nın batmak üzere olduğunu söyleyebilir ve Avrupa Birliği’nin geleceğinin olmadığını söyleyebiliriz. Buna karşılık Avrupa Birliği, İspanya, Portekiz, Slovenya, İrlanda gibi ülkelerin çok çabuk toplanmasına sebep oldu. Şimdi ABD ile de bir ortak ekonomik birlik oluşturuyor. Buradan da hareketle Avrupa Birliği’nin geleceğinin parlak olduğunu söyleyebiliriz. İki perspektif de eşit düzeyde ihtimali bünyesinde barındırıyor.

Son yaşananlardan sonra Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bitmiştir. 7-18 Mart arasında eksi Başbakan Ahmet Davutoğlu Almanya ile geri kabul anlaşmasını imzalarken büyük bir hata yapmış ve vize anlaşmasıyla geri kabul anlaşmasını aynı tarihe getirmemiştir. Öyle yapsaydı bize tekrar sıkıntı çıkaramazlardı. Bir de Avrupa Birliği’ne tam üye olmak istiyorsak önümüzdeki yıl hazırlanacak olan yedi yıllık Avrupa Birliği bütçesine büyük bir para ayrılması lâzım ki Türkiye tam üye olsun. Bunları Avrupa Birliği’ne yaptırmadığımız için de Türkiye’nin orta vadede Avrupa Birliği’ne tam üyelik şansı yok.

Avrupa Birliği bu kadar zor bir durumdayken, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde bu kadar ısrarcı olmasının sebebi nedir? Türkiye’nin başka bir alternatifi yok mu?
Maalesef bizim Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz o kadar iç içe ki, 5 milyon 600 bin Türk Avrupa Birliği sınırları içerisinde yaşıyor. Türkiye’nin Arap ülkeleriyle de ilişkileri çok kötü durumda, yani İslâm dünyasıyla kötü durumda. Afrika’da bir ara atak yapmıştık onun da sonuna gelindi. Türkiye’nin dış ticarette başka alternatifi kalmadığı için Avrupa Birliği’ne mahkûm bir konuma geldi.

Son zamanda İslâm İşbirliği Teşkilâtı çerçevesinde İslâm ordusu gibi teşebbüslerde bulunuldu. Bunlar Avrupa Birliği’ne alternatif arayışı için atılan adımlar mıydı?
Kesinlikle değildi. İslâm ordusu denilen şey büyük bir fiyaskodur; çünkü böyle bir ordu kesinlikle harekete geçemez. İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nı oluşturan 57 devletin hiç birinin arasında bir uyum yoktur. Bu sebeple bir alternatif de olamaz.

Fiyasko olmasının sebebi ne? Bağımsızlık problemleri mi?
Aralarında ilişkileri iyi olan Arap ülkelerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Arap dünyası ile Türkiye arasındaki ilişkilere baktığımızda da görürüz ki Türkiye’nin sadece Suudi Arabistan ve Katar ile arası iyi. Bunların da kimin kuklası olduğunu gayet iyi biliyoruz. Dolayısıyla hiçbir konuda dirayetli bir karar alamamışlardır, alamazlar.

Vaktinizi aldık teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ediyorum.
Baran Dergisi 491. Sayı