ABD ve Rusya, Suriye meselesinde hemen hemen aynı çizgideler. ABD bu durumdan her ne kadar rahatsızmış gibi görünse de ortak noktadalar. Rusya’nın Kafkasya’ya müdahalesiyle bir süreç başladı; önce Kırım’a sonra da Suriye’ye müdahale etti ve emperyal bir politika izlemeye başladı. ABD’nin bu politikaya tepkisi ambargo ve Rusya’yı iktisadî çerçevede yıpratmak oldu. Ancak bu ambargolarla beraber AB’nin enerji maliyetleri de çok yükseldi. Diğer taraftan AB’den NATO desteği çekildi. Tüm bunlara baktığınızda “Amerika, Avrupa’ya operasyon yapıyor” diyebilir miyiz?
Maddeler hâlinde söyleyelim. Bir; Avrupa’nın Doğu’ya kayması ABD’nin en büyük kâbusudur. Kayıyor idi. İki mesele var. Bunlardan birisi enerji bağımlılığı; bütün bu kaosun başlangıcını Ukrayna meselesinde görebiliriz. Mesela Ukrayna, ABD açısından hiçbir stratejik değer ifade etmiyor; ama Rusya açısından üç stratejik değeri birden var. Birincisi, Rusya’nın eski toprağı. İkincisi, Rusya’nın içine doğru bir kara harekâtına en müsait alanı oluşturuyor. Üçüncüsü, Almanya’ya giden enerji yollarının ana hatlarından birisi… Enerji konusunda Avrupa’nın bağımlılığını ortadan kaldırmak, ABD-Avrupa ilişkilerinin önceliklerinden bir tanesi… İkinci husus, ABD ile Avrupa arasında bir ticarî pakt kurulmaya çalışılıyor; bu bizim de içine dâhil olmak istediğimiz bir şey. ABD ile Avrupa Birliği arasında Transpasifik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TPP) dediğimiz bu gümrük anlaşması imzalanacak.
Türkiye de bu ortaklık için çok çaba sarf ediyor.
Bizim için çok kritik. ABD, Batı birliğini korumaya çalışıyor. Ukrayna’da patlak veren ve ABD-Rusya kırılması gibi gözüken olay esasında baştan sona ABD’nin tezgâhladığı bir şeydir! Buna ilişkin sayısız ipucu, sayısız karine, sayısız delil var. Avrupa’da bu hususta yayınlanmış yüzlerce makale var. Hatta şunu da söyleyelim, Kadife Devrimler’de de, Turuncu Devrimler’de de, Gezi’de de oynanan aynı Amerikan oyunudur.
Döndük enerji meselesine, bunu bir zikzak olarak da düşünebilirsiniz. Ukrayna, Suriye, Suriye ve Türkiye üzerinden Kırım, Kırım’dan Irak ve son olarak İran’ın tekrar oyuna dönmesi ile muhtemelen Hazar ve Kafkaslar’a gidecek bir süreç yaşıyoruz; bu bir makasın kesmesi gibidir. Bu yırtılma ağındaki kavga devam ediyor…
Burayı anladıktan sonra gelelim Suriye’ye… Suriye’deki ABD-Rusya mutabakatı PYD üzerinden devam ediyor. Bunu da şuradan anlıyoruz,  PYD’yi bombalıyorsun, ses Rusya ve ABD’den geliyor. Ancak bu Rusya ile ABD arasında bütün bir mutabakat olduğu anlamına gelmiyor. Burada bazı kritik eşikler var; bir tanesi yılsonunda gerçekleştirilecek olan ABD seçimleridir. Amerika bu seçimlere çok önem verdi. Bir de Eylül’de yapılacak Rusya parlamento (Duma) seçimi.
Amerikan müesses nizamı denilen şey ve sırtını Pentagon’a yaslayan çark, dünyada birinci sırada düşman olarak Rusya’yı tanımlar; ama Amerikan politik dinamikleri açısından düşman Rusya olarak gözükmüyor. Rusya’yı dost olarak da görmüyorlar. En azından yarar ya da zarar göstermeyecek bir ülke olarak görmek istiyorlar. Neden?.. Obama’nın süresi bitti. Yeni ABD başkanı ortaya çıkacak. Net bir şey söylememekle beraber derginin okurlarına da belirtelim, bu röportajı yaptığımız tarihten en az altı ay sonrasına gidecek bir süreçtir bu. Mesela demokratların ikinci adayı Bernie Sanders denilen adam için çok zeki bir adam olduğu söyleniyor. Bu adamın Amerikan hükümetini korkutan bir adam olduğu söyleniyor. Görünen tablo o ki, cumhuriyetçilerde Donald Trump ve Hillary Clinton bir parça daha önde gidiyorlar bu gün için. Donald Trump cumhuriyetçilerin liderliğini kazanabilir; ama Amerikan başkanı olması meçhul. Eğer Trump kazanırsa sizinle bir değil, birkaç söyleşi yapmamız gerekir. Ama Clinton kazanırsa şunu hatırlamamız gerekiyor, Pasifik yüzyılını Amerikan resmî belgesi hâline getiren, kâğıda döken eski ABD Dışişleri bakanıdır kendisi. Bugün Ortadoğu’daki Amerikan ataletini izah eden, Amerika’nın kendi içine dönebileceğini söyleyebiliriz, ki şu anda bunun faaliyetleri sürüyor. Biz kendi dertlerimizden başımızı kaldırıp oralara bakamadığımız için bunları göremiyoruz. En çok Suriye’yi görebiliyoruz; esasında istedikleri de budur. ABD, hem kendi kıtasından Pasifik’e kadar olan tüm ülkelerle, hem de Çin’e kadar irili-ufaklı ülkelerle ticari, ekonomik, askerî alanlarda işbirliği anlaşmaları imzalıyor. Anlıyoruz ki, her iki taraf da bir cephe kazma, ittifaklar sistemi kurma girişimi yapıyor. Şunu görmeliyiz, Washington şu anda felç durumdadır. ABD’de seçim olduğunda; dünyayı görmeyi bırakın, kendilerini bile zor görürler! Büyük paraya, büyük lobilere dayanan bir iştir. Şu anda ABD’nin başkanını seçecekler; ama aslında kendilerine göre dünyayı yönetecek kişiyi seçtikleri için buna odaklanmış durumdalar.
ABD eskiden projeler üretirdi, onları uygulamaya çalışırdı. Bugün ise bilhassa Ortadoğu üzerine fikir üretemiyorlar.
Bu konuyu biraz açmak gerekiyor. Parça parça ele almak durumundayız. Bu da senin sorunun doğru olduğu anlamına geliyor. Mesela, eskiden şöyle bir şey üzerinden konuşabiliyorduk “Büyük Ortadoğu Projesi”. Bu projeden anladığımız Akdeniz, Basra, Hazar, Karadeniz, Süveyş havzalarının tek miğfer olması hâli. Bu denizler üzerinden de okunabilir. Bunu kara üzerinden okursan, Kuzey Afrika, Arap Yardımadası, Türkiye ve Hazar’ın komşuları yani Güney Kafkasya dediğimiz alan, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan da dâhil. Bu havza üzerine bir şey yapmak istediler, yapamadılar. İyidir-kötüdür konuşmuyoruz ama yapamadılar.
Bugün “böyle bir plan var mı ortada” diyorsan, bu anlamda Obama ABD dış politikasının en kötü örneklerinden biri. Vaatleri içinde elle tutulur bir tek vakıa var. O da İran ile Batı husumetinin azaltılması. Bunun sonuçlarını da kestirebiliyor değiliz, çünkü komplikasyonlarını görebiliyoruz. Suudi Arabistan’la, İsrail’le, Türkiye ile komplikasyonları var. Vaat ettiğini tutmak açısından ve savaşsız bir şekilde bunu hallettiği için bu bir miras sayılabilir. İkinci vaat İsrail-Filistin barışını sağlamaktı, ortada öyle bir şey yok. Olmadığı gibi daha da kötü bir hâl almış durumda. Bir tek şunu söyleyebiliriz, Obama’nın başkanlığı döneminde İsrail hiç olmadığı kadar çok hırpalandı. Ama bu hırpalanma neye yarar ayrı konu. Bugün, ABD’nin önceliği DAEŞ’in bölgeden silinmesi.
Şunu da unutmamamız gerekiyor, bütün Ortadoğu hikâyelerinde referans olarak gösterilen ana maddelerden birisi de enerji meselesidir. Bunlara değinmek sıkıcı hâle geliyor ama, bunlara değinmeden olmaz. İsrail-Kıbrıs-Mısır üçgeninde, geniş olarak da Suriye-Türkiye-Yunanistan’ı da kapsayan bir enerji havzası var. Uzmanlar bu havzanın fizibıl olmadığını, olsa bile Avrupa’yı besleyecek nitelikte olmadığını ve belli bir zamanla beraber para gerektirdiğini söylüyorlar. Ama öyle ya da böyle burada bir enerji var ve bu enerjinin Avrupa’ya aktarılması ABD açısından bir avantaj. Bu Avrupa’nın bağımlılıktan kurtarılması demek… Bir başka şey de, İran-Irak-Suriye üzerinden gelen bir enerji dalgası var, bu da Akdeniz-Kıbrıs’ta noktalanıyor. Ben bu analizi Türkiye’yi merkez görerek yapıyorum. Benim görmemin de bir önemi yok, bu projelerin hiçbirisinin Türkiye’siz hayata geçme ihtimali bulunmuyor. Eğer bunu deneyen varsa, Ankara bu oyunu bozar! Şu anda belki Türkiye dış ve iç dertlerle uğraştığı için oyun kurucu pozisyonda gözükmüyor; ama oyun bozucu pozisyonunu hiç kaybetmedi. Bu iki enerji hattı hususunda bir araya gelip, Avrupa’ya bir yol açılırsa, Avrupa rahatlayacaktır. Bu Rusya’nın, Suriye’deki varlığına ilişkin açıklayıcı bir sebeptir. Rusya, “Ben dünyanın en büyük enerji ihraç eden ülkelerinden biriyim, eğer burada bana alternatif olan bir enerji kaynağı hayata geçirecekseniz ben buna karışırım” diyor. 
Ben de payımı alayım diyor yani.
Üzerinde kontrol sahibi olmak istiyor. Hangi şıkkı seçersen seç, “ben üzerinde kontrol sahibi olmaya devam edeceğim” diyor.
Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleriyle alakalı konuşmuşken mecburen İsrail’den de bahsetmek gerekiyor. İsrail’in Suriye meselesinde, “Türkiye ve Suudi Arabistan ile ortak hareket edebiliriz” açıklamasını nasıl okumalıyız?
İsrail’e bakarsan, “Ortada DAEŞ ve PKK varken, bizim Türkiye ile acilen kavuşmamız lâzım” dedi. Irak-İran ve Suriye’deki Kürt hareketini en çok motive eden ülke, belki de ortaya çıkaran ülke “PKK’ya karşı beraber mücadele edelim” diyorsa, gece beni uyku tutmaz. Bu söyleşiyi okuyanlar da gece uyumasın… Şunu söyleyeyim, İsrail Türkiye ile barışmak istiyor. Demin tarifini yaptığımız Büyük Ortadoğu’da beş majör ülke var. Bu büyük ülkelerin nerelere bağlı olduğu veya ne kadar birbirleriyle düzgün ilişkiler kurduğu Ortadoğu’nun istikrarını belirliyor. Mısır, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, İran ve en büyük olarak da Pakistan’ı katıyorum. Pakistan çok değişik ülke oldu, esasen pek bilinmez çok büyük bir silahlı kuvvete sahiptir. Türkiye ile beraber Ortadoğu’nun en güçlü ordusuna sahiptir, hatta bölgedeki bütün ülkelere karşı bir üstünlüğü de, nükleer silah sahibi olmasıdır. Bu altı ülkeyle koordinasyon olmadan, uzlaşmadan yeni bir denge kurulamaz. Bugün aramız Mısır’la kötü mesela. Türkiye’deki iktidarın öyküsü zaten darbelere karşı, bu yüzden cunta diktatörü desteklemesi mümkün değil. Bunun bir hal yoluna girmesi gerekiyor.
Suudi Arabistan-Türkiye yakınlaşması Mısır’la sorunların çözülmesine vesile olmaz mı?
Şöyle söyleyelim, doğrusu bu; Suudi Arabistan, Mısır’ı bize doğru itekliyor bir arabuluculuk yapıyor. “Uzatmayın, Ortadoğu’nun hâlini görüyorsunuz, hepimizin canını sıkan konular var, insanlar ölüyor, tamam ikinizin de haklı olduğu sebepler var, Türkiye’nin kızdığı konular var. Gelin bunların birazını halledelim, oturup konuşalım” diyor.
En azından şöyle bir şey mi mesela “idamları kaldıralım, hapis cezasına çevirelim, siz de barışın” mı diyor Suudi Arabistan?
Evet hatta daha fazlası… “Burada yüklenecek bir iş varsa, ben üstleneyim” diyor Suudi Arabistan. Mesela Ankara patlamasının ardından başsağlığı dilediler. Bunlar hep yakınlaştırıcı konular.
İsrail de Suudi Arabistan ile Türkiye’nin yanında yer almak istiyor; fakat İsrail Müslümanlar tarafından meşru kabul edilmeyen bir devlet.
Evet. 1948-1949’da ilan edilmesine rağmen ve Türkiye’nin bu ülkeyi tanıyan ilk ülkelerden birisi olmasına rağmen, İsrail bu bünyeye ait değildir. İsrail bu coğrafyaya ait değildir, konuşacak bir şey yok! Eğer Türkiye’nin Mavi Marmara olayından beri söylediği şartlar yerine gelirse İsrail’in samimiyetine güvenip-güvenmememiz konusunda emin olmamız gerekiyor. Mavi Marmara olayında da 1/3’lük bir hareketlenme oldu ama İsrail’in daha fazlasını yapması, yerinden kımıldaması gerekiyor. İsrail’e karşı temkinli davranılmalı.
İsrail’in Suriye meselesinde çok fazla öne çıkmadığını, alakasız gibi göründüğünü fark ediyoruz. İngiltere de öyle mesela?
İngiltere, Londra ile ilgisiz olabilir ama Ortadoğu’yla ilgisiz olamaz. İsrail Tel Aviv’le ilgisiz olabilir; ama Ortadoğu’yla ilgisiz olamaz. Bütün bu kavga, bu kadar kan... Irak’ı ne zaman unuttuk, iki milyon adam öldü. Çoluk, çocuk, kadın… Daha onların kanı bu toprakların üzerinde duruyor. Suriye’de daha yeni yarım milyon insan öldü, 3-4 milyona yakın mülteci var. Bunların sebebi İngiltere ve Fransa, 100 yıllık öykü. “Elimi yıkadım çıktım” diye bir şey yok! Kan lekesi öyle çıkmaz.
İsrail, Suriye’de Rusya’nın olmasını istemiyor, daha seküler bir yönetim istiyor. Öte yandan Türkiye ile Suudi Arabistan’ın yanında yer alacağını söylüyor. Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan ve Mısır ekseninde bir ittifak oluşursa, bu İsrail için daha büyük bir tehlike arz etmez mi?
Mısır ve Suudi Arabistan’ın özel ilişkileri var, özellikle Mısır’ın. İsrail Filistin’e tünellerden giden yardımlar için dedi ki, “ben Mısır’a söyledim, o yardım tünellerini Mısır patlattı”. Bu lafın üzerine Mısır’a ne söylesen, yarısı boşa gider. Onun için bunların bir kere halledilmesi lazım. Mısır’ın ekonomik ipleri kimin elinde? Mesela Mısır’ın son üç yılda ABD’den aldığı askerî mühimmat ve para yardımını bir görelim. Bu zinciri nasıl koparacaksınız ayrı bir konu. O zincir kopmadan İsrail bağını nasıl koparacaksınız o ayrı konu.
Suudi Arabistan kralı enteresan bir kraldır. Daha tahta geldiği ilk günü Amerika’ya meydan okuyan bir Salman Doktrini yayınladı, bu doktrini kendim okudum, yenilir-yutulur gibi değil. Ve bunu yapar yapmaz da hemen taht kavgalarını destekleyen açıklamalar başladı Batı’da. Sonra IMF çıktı dedi ki “zaten paraları bitiyor bunlar çökecek.” Derken Suudi Arabistan savaş uçakları İncirlik’e geldi. Türk pilotları Suudi jetlerinin yanında selfie çekiyor. Karışık işler hasılı...
Biraz İran’a da bakmak gerekiyor. İran daha liberal, daha Batı’ya yakın. Mesela İran, Suudi Arabistan ve Türkiye ile ilişkilerini hızla düzeltmek istiyor. Siz diline bakmayın onun. İran’ın Suudi Arabistan’la normal hale dönebilmek için yapmayacağı şey yok. Amerika bile İran’daki kullanılacak oyları etkileyebilmek için kendi askerlerini İran teslim alsın diye, İran kara sularına soktu. İran kamuoyunda bu fotoğraflar yayınlandı ve bunun çok etkileri oldu.
Dışarıdan da çok net bir mizansen olduğu görülüyordu.
Tabiî ama bu kapalı toplumlarda böyle şeyler etki yapar.
Daha Hazar tarafına geçmedik, mesela Ermenistan’a, Rusya yeni savaş uçakları gönderdi ve bizim sınırımızda devriyeye başlıyorlar. En çok bunun altını çizmek isterim; Türkiye dünyada bir sıralama yapılsa, 200 kaç ülke var ise, en çok ve en çeşitli dış tehdide maruz kalan ülkeler sıralamasında açık ara birinci sırada yer alır.
Bu cendereyi nasıl kıracak Türkiye?
Birlik olarak. Düşün ki, biz daha dışarıyı konuşuyoruz, dışarının da onda birini saymadık. Bir de iç politika var, Güneydoğu meselesi var, terörle mücadele var, medya boyutu var, ekonomi boyutu var vesaire. Onun için söylüyorum açık ara birinci çıkar. Kimsenin bu kadar dertle uğraştığı yok. Ama cevabı da bunun içerisinde. Türkiye bu kadar iç-dış baskıya rağmen hala ayakta duruyor.
ABD hegemonyası sona erdi, yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Kartlar yeniden karılıyor. İngiltere yaklaşık 100 yıl boyunca kendisini perdenin arkasına çekmişti. Bu yeni düzende İngiltere nasıl bir role bürünebilir?
Birincisi şunu hiç unutmamak gerekiyor. ABD hala dünyanın açık ara en büyük silahlı kuvvetidir. Bu konuşmalar açık oturumlarda, televizyonlarda, gazetelerde geçiyor, bu öyle değil! Bu öyle böyle bir güç de değil; Çin ile Rusya’yı üst üste koyuyorsunuz, arada iki katı fark kalıyor... 650 milyar dolardır bir yılda savunmasına harcadığı para. Mesela Rusya efelik yapıyor, Çin “ben çok büyüdüm” diyor. Hindistan “ben de öyleyim” diyor. Rusya’nın kaç uçak gemisi var, Çin’in kaç uçak gemisi var? Bir tane Varyag var, onu da bizim boğazlardan geçirdi, kumarhane yapacaktı, sonra uçak gemisi yaptı. Amerika’nın bunlardan 11 tane var. 11 set. Yanında fırkateynler, kruvazörler, üzerinde sayısız uçak, altında deniz altılar, nükleer denizaltılar, üstünde İHA’lar, uydular... Siz böyle bir sistemle karşı karşıyasınız ve öyle ya da böyle bunu maddî olarak destekleyebilecek bir sistem var elinde. Bir kere bunu tespit ettiğinizde Amerikan hegemonyası gibi bir kavramın, ne zaman ve nerede tamamen biteceğine ilişkin bir şey kestirmek müşküldür. Sıkıştığı yerde bu ordu devreye giriyor. NATO dediğiniz şey bile nihayetinde ABD demektir. NATO’ya başvurursanız, ABD “evet” derse NATO çalışır, “hayır” derse çalışmaz.
Gelelim İngiltere’ye... İngiltere genellikle şu son dönemde, Rusya’ya karşı açık, sert ve inatçı dil kullanıyor. Meşhur James Bond filmlerinden kalan dil kadar, Soğuk Savaş’a ait bir dil kullanıyor. Ve burada Rusya’nın hemen hemen her sözüne itiraz ediyor. Bu önemli bir şey, bunu ABD ile birlikte mi yapıyor, tek başına mı yapıyor ayrı konular.
Ortadoğu özelinde sunî çizgilerin Sykes-Picot’un vesairenin Fransa ile birlikte sorumlularından birincisi İngiltere’dir. Merkez Avrupa, Almanya da dâhil Ortadoğu’yla ilişkilerini kopartamazlar. Çünkü bu enerjiyle ilgili bir meseledir. AB’nin bütünü de bir şey ifade etmez. Lüksemburg bile çıktı, “Türkiye kendi başına bir şey yaparsa, NATO onu desteklemez” diyor. Yav kimsin aga, sen kimsin? Hem dış politika konuşup hem bu tür sakil ifadeler kullanmak istemiyorum; ama ne desem boş.
Hasılı şu an İngiltere bölgedeki pozisyonunu kaybetmek istemez. Fransa etmez, zaten içindedir. Almanya kaybetmez zaten içindedir. Mülteciler konusunun onları ne kadar rahatsız ettiğiyle alakalı sayın valimiz çok güzel bir espri yaptı “BM bize sınırları açın diyor, biz de açarız, ama Suriye sınırını da açarız, Edirne sınırını da açarız, geldikleri gibi geçerler” dedi. Türkiye şu anda dış politika açısından yoğun bir gündem yaşıyor, bu bir kriz hali değil. Çünkü kriz, önünüzü tam göremediğiniz ve ani bir olayla canınızı yakacak bir halin ortaya çıkması biçimidir. Yani Rusya size saldırabilir mi? Bu sorunun cevabı “evet” ise bir kriz yaşıyoruz demektir. Ama ben size söylüyorum, böyle bir şey yapamaz.
Türkiye’nin karadan Suriye’ye girmesini bekliyor musunuz?
Hayır. Çünkü burada birçok sorun ortaya çıkar. Sayın cumhurbaşkanı Obama’yla görüşmesinin ardından angajman kurallarının değiştiğini söyledi. Bunu biz genişlettik anlamında aldık, doğru. Bu ne anlama gelir, “eğer Türkiye’ye birisi saldırırsa, biz onu vururuz. Sınırımızı geçerse biz onu vururuz” diyordu. Şimdi şöyledir “tehdit olduğunu düşünürsek vururuz” diyor.
AB’nin de Türkiye’ye şirin görünme çabaları var değil mi? Bilhassa Almanya bunun başını çekiyor.
Mülteciler konusunda evet. Çünkü Almanya bir milyon kişi alacak.
Peki, neden Almanya’ya karşı Avrupa’da aykırı sesler yükseliyor?
Çünkü ağır bir sorumluluk yüklendiğini ve bunun Avrupa’nın ekonomik ve siyasî dengelerini bozacağını düşünüyorlar. Oysa mesele şu ki, bunu söylemeleri bile ayıp aslında. Bebekleri kıyılara vuran bir ülke var ortada ve bu ülkenin bütün sorumluluğu aslında bu insanlara ait.
Fakat AB, deyince Almanya ve Fransa geliyor hatıra.
Evet. Almanya ciddi bir ekonomiye sahiptir. Doğal olarak İtalya’nın, İspanya’nın, Yunanistan’ın fazla diyecek bir şeyi olamaz. Çünkü sıkışıklar, Almanya’dan para alıyorlar.
Volkswagen’e yapılan operasyonun bir benzeri, Mercedes’e de yapıldı.
Bence Amerikan operasyonudur. Zaten Volkswagen krizi patladığında Mercedes de dâhildi. Alman otomotiv sanayi, Avrupa’nın sürükleyici ekonomilerinden biridir. Türkiye’de bile ne kadar Volkswagen satıldığına bakarsanız durum anlaşılır. Eğer birisi Almanya’nın otomotiv sanayiine, bel kemiğine kürekle vuruyorsa bunun siyasî bir sebebi var demektir. O siyasî sebebi de ben söyleyeyim, “Rusya ile ilişkilerine dikkat et kardeşim, kendi başına iş yapamazsın sen burada” demektir. Amerikan askerî varlığının en çok bulunduğu ülke Almanya’dır. Bunu sorarsan, “Almanya çok önemli ülkedir, NATO ülkesidir, Doğu’ya karşı önlemler alınması gerekir” diye izah ederler ama bir ülkede o kadar yabancı asker varsa biraz da esir sayılırsın.
İngiltere’deki Avrupa Birliği referandumu? Ve Avrupa’nın küçük ülkelerinin bile Almanya aleyhine açıklama yapmaları?
Biraz yumuşama var, İngiltere biraz direniyor. İngiltere biraz değişik bir ülkedir, daha dışarıda bir ülkedir, neticede Amerika’ya daha bağlı ülkedir. Ama Avrupa’nın bütününde Almanya’nın üzerine tuzaklanarak saldıracak bir hal yok. Yalnız Almanya’ya alenen karşı çıkan ülkelere baktığınızda şunu görürsünüz; eski Sovyetler Birliği sınırında bulunan, merkezini Polonya’nın oluşturduğu ülkelere, Ukrayna krizinde Amerika çok ciddi askerî ve ekonomik yardım yaptı. Yeni üsler kurdu, NATO üyeliği vesaire gibi şeyler teklif etti. Bunu şöyle görebiliriz, bunların Almanya’nın üzerine gelmesinin nedeni biraz Washington’ın iteklemesidir.
Bunları Avrupa Birliği’nin üzerine toprak atılıyor diye okuyabilir miyiz?
Hayır, o tür şeyler yapmazlar. Avrupa Birliği’nin kendi varoluşuna ilişkin sıkıntılar var; ama Amerika, Avrupa ile müttefiklik konumunu sağlama almaya çalışıyor. Bunun için zor kullanıyor.
Sorularımız bu kadar, önemli gördüğünüz başka bir mevzu varsa dinleyelim.
Teşekkür ederim.
Biz teşekkür ederiz.
İyi çalışmalar.
Baran Dergisi 479. Sayı