Son NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda ABD ile Türkiye arasında gerginlik yaşandı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun NATO zirvesinde Türkiye’yi hedef almasını ve Fransa’nın da Amerika’nın arkasına takılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sistemi kendisine bağlayıp domine eden küresel emperyalist güçlerin mevcut konumlarını koruyabilmek ve daha ileriye taşıyabilmek açısından yeni bir sömürge jeopolitiğini devreye soktuklarını çok açık bir şekilde görmek gerekir. Bunun en can alıcı noktası da Türkiye’nin bulunduğu havzalar ve Doğu Akdeniz... Bu bölgede, her zaman söylediğim üzere üç önemli garnizon devletçiği var. Bunlar Yunanistan, İsrail ve Ermenistan. “Emperyalizmin garnizon devletçikleri” diyorum ben bunlara. Bunlar bulundukları coğrafyalarda tarihsel birlikteliklere dayalı bir bütünleşme halini dağıtmaya yönelik karakol işlevi görürler. İslâm dünyası, Türk dünyası, mazlumlar dünyası… Bu sıfatları daha da arttırabiliriz. Bölgede sürekli bir bütünleşme halini zedeleyecek, çelişkileri destekleyecek, etnik-inanç ayrışmalarını körükleyecek, jeopolitik sorunlar çıkartacak, hiçbir uluslararası hukuka dayanmadan maksimalist (en çoğunu almaya dayalı) saldırgan tutum sergileyecek ve emperyalistlerin yeniden kurgulamak istediği sömürü düzenini jeopolitik eğilimlerle devam ettirecek… Özellikle 15 Temmuz sonrasında derin Amerika’nın içimizdeki aparatlarının deşifre olmasıyla sömürgeci güçler bu devletleri piyasaya sürdü. Bunlar da Türkiye’nin önünü kesemeyince doğrudan hadiselere müdahil olmaya başladı. Direkt başkanları eliyle, başkan adayları eliyle, bakanları eliyle Türkiye’ye karşı bir cepheleşmeye girdiklerini görüyoruz. Bu aparatların yerine yenisini koyamadıkları, koydukları yeni “plastik suratlar” ise henüz istedikleri düzeye ulaşamadığı için, dolayısıyla Türkiye’yi artık içeriden kontrol edemedikleri için, direkt aktif rol üstlendiklerini görüyoruz. Fransa Cumhurbaşkanı Macron çıkıyor doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alıyor. “Bizim Türk halkıyla sorunumuz yok Erdoğan ile var.” diyor. Biden henüz başkan adaylığı sürecinde yine doğrudan Erdoğan’ı hedef alıp Erdoğan’ı indirmek için muhalefeti destekleyeceğini açıklayarak Erdoğan üzerinden denklem oluşturuyor. Bunu da açık açık söylüyor. Ya da Pompeo gibi dışişleri bakanları toplantılarda Türkiye’yi doğrudan hedef alan açıklamalarda bulunuyor.

Son olarak Türkiye’nin Libya’ya giden ticaret gemisini korsanlık faaliyeti yaparak durdurdular. On altı saat orada silah aradılar. Bu gemide silah olduğuna ya inandırıldılar ya da kendileri tezgahladılar. Burada bir tezgâh var, nitekim Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da bu konu hakkında soruşturma başlattı. Yaptıkları şeyin hukuksuz olduğunu biliyorlardı ama bir silah bulacaklarını umut ettiler, “Türkiye yasadışı silah sevkiyatı yapıyor.” diyeceklerdi. MİT Tırları kumpasında olduğu gibi… Ellerinde patladı.

Türkiye’yi artık doğrudan hedef almaya başlamalarının temel sebebi nedir?

Eğer siz Suriye’nin kuzeyinde emperyalizme ait dördüncü bir garnizon devletçiğin oluşmasını engellerseniz bu olur. Ama “Sonuna kadar bu mücadeleyi vermeye devam edeceğiz.” demezseniz; Doğu Akdeniz’de 462 bin kilometrekarelik Mavi Vatan stratejisinden geri adım atmaya, müzakereye meyilli olursanız; Doğu Akdeniz’in en uzun kıyı şeridine sahip ülkesi olarak Yunanistan’ın sizi Antalya körfezine hapsetmeye çalışan ve coğrafi gerçekle alakası olmayan maksimalist tezlerine sessiz kalırsanız; “Patriotları vermediniz, S-400’leri almamıza da çok kızıyorsanız almayalım.” derseniz; FETÖ mücadelesinden vazgeçerseniz; kısacası teslim olur, boyun eğerseniz bu gibi şeylerle muhatap olmazsınız. Pompeo öyle demiş, öbürü şöyle demiş hiç önemi yok. Meselenin büyük fotoğraftaki anlamı budur. AB Liderler Zirvesi var, Türkiye’ye yaptırım uygulanacakmış. Mesele nedir? Türkiye Doğu Akdeniz’de gerginlik oluşturuyormuş. Bu kabul edilebilir bir şey mi? Söylediklerinin Türkçe mânâsı “Doğu Akdeniz’de haklarınızı korumayın! Size mi kaldı kendi haklarınızı korumak, sismik gemiler alıp sondaj yapmak?” Doğu Akdeniz’de bir tek ülke yoktur ki, kaynağını bulacak, keşfedecek, çıkartacak, işletecek ve halkının refahı için kullanacak; ama bunu yaparken aslan payını emperyalist güçlere, onların şirketlerine vermeyecek. Türkiye hariç… Türkiye burada oyunu bozuyor, kötü örnek oluyor, Türkiye halkların refahı için bir anlamda nirengi noktası oluyor. Türkiye’nin büyümesi, gelişmesi, güçlenmesi, umut olması onların çıkarlarını zedeliyor, alanını daraltıyor.

S-400 meselesi bahane, 15 Temmuz’da yedikleri tokadın acısını çıkarmaya, senin yeniden onların menfaatlerini kendi menfaatlerinin önüne koymanı sağlamaya çalışıyorlar diyebilir miyiz?

Aynen öyle. Basit bir şey değildi 15 Temmuz. Kırk yıldır Türkiye’nin kurumlarına sızdırılmış ajanların tasfiye edilmesi gibi bir neticeyi de doğurdu. Sebepsiz değildir 16 Temmuz sabahı Centcom’un (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) komutanı -Amerika’da genelkurmay başkanı kadar önemli bir mevkidir- şunu açıkça dedi; “İlişki içinde olduğumuz subayları kaybettik.” Amerikan İstihbarat Konseyi Başkanı daha da ilerisini söyledi, “Türkiye’deki muhataplarımızı kaybettik.” dedi. Çok açık bir şeklide ifade ettiler, “Bizim Türkiye’deki asıl muhataplarımızdı, Türkiye’nin içindeki Amerikan derin devletinin uzantılarıydı onlar ve onları kaybettik.” dediler.

Burada bir kez daha şu ortaya çıkıyor. Dışarıda Mehmetçiğin bileğini bükmek kolay değil; bizim için esas olan iç cephedir, iç cephenin tunç olması gerekir. İçeriyi dağıtmak, içeride gedikler açmak çabası içindeler. Nitekim içeride “PYD mi bize saldıracak, S-400’lere ihtiyaç mı vardı, Libya’da ne işimiz var, Afrin’e girmeyin.” gibi Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmayan açıklamaları sürekli duyuyoruz.

Batı ile Türkiye arasındaki ilişkilerde, Türkiye diz çökmediği müddetçe onarılamayacak gedikler açıldı. Türkiye bu noktada Pakistan, Katar ve Libya ile yakın ilişkiler geliştirdi. Bu ülkelerin içerisinde olduğu Türkiye’nin merkezde bulunduğu bir ittifak, pakt veya daha geniş bir uluslararası teşekkül ihtimali var mıdır, Türkiye bunun üzerine çalışıyor mu?

Bu olmalıdır, kaçınılmazdır. Çağımız ittifaklar çağı; ama aynı zamanda ittifakların da içine girerek birbirini kontrol etme çağı. Büyük bir bloklaşma, Soğuk Savaş tarzı bir cepheleşme ortamı yok henüz. Herkes millî çıkarı temelinde birbirleriyle ilişki kurma çabası içerisinde. Türkiye’nin tam da böyle bir ortamda yükseliş azmi ve kararlılığı öne çıkmışken İslâm dünyası içerisinde, Türk dünyası içerisinde, mazlumlar dünyası içerisinde derlenip toparlanıp bir ittifak zeminini, işbirlikleri zeminini güçlendirmesi ve bunun öncülüğünü yapması gerekir. Sürdürülebilir bir dünyada yaşamıyoruz. İnsanlığı tüketen bir sürece doğru gidiyoruz. Burada esas olan şey, dünyayı buradan çekip çıkartacak, yeniden bir tarih yazımını doğuracak, insanlığı yeniden hakkın, hukukun ve adaletin ön plana çıktığı ortama taşıyacak büyük bir iradenin oluşmasıdır. İslâm coğrafyası bunun yegane yeridir. Bugüne kadar bunun üzerine bir örtü çekilmiş, Müslümanlar iki uç görüşe sevk edilmek istenmiştir. İslâm anlayışı hakkı, hukuku, adaleti, barışı temsil eder. Emperyalistler tarafından üretilen bütün projelerin, insanlığa nefes aldıracak bir dünyanın inşasına engellemeye yönelik olduğunu görelim. Öte yandan KKTC’den başlayıp Çin’e kadar uzanan bir Türk dünyasından da bahsedebiliriz. Burada önce KKTC’nin tanınmasıyla işe başlamak gerekir. Hepsinden öte bütün bunları kucaklayan, hepsini içene alan şey de mazlumlar dünyasıdır. Sömürgecilerin, emperyalizmin bugüne kadar altındaki zengin kaynaklara göz diktiği, üstündeki zengin genç nüfusları tüketici hale getirdiği bu dünyadır. Bu dünyanın ayağa kalkması gerekir. Ama ne adına? Hak, adalet ve insanlık adına... Bu yeni bir tarih yazımı ile mümkündür. Bu bakımdan Türkiye’nin bulunduğu yer kıymetli olduğu kadar da zahmetlidir. Burayı güçlü yönetmek zorundasınız, birlik olmak zorundasınız. Unutmayalım ki bunu başardığınızda, bu coğrafyadan doğacak güç tarihi tetikler. Çünkü, üzeri örtülmüş, köreltilmiş bir dizi tarihi denklem harekete geçer. Esasında korkuları da budur. Buradan doğacak bir gücün etkinlik sağlaması, gönül sınırlarını genişletmesi onlar için sömürü alanlarının daralması anlamına gelir. Yapılacak iş budur, buna inanıyorum, bunun için mücadele vermek gerekir. Bu bir istiklal davasıdır, hak davasıdır, mazlumların davasıdır. Bunun da öncülüğü Türkiye’ye yakışır. Türkiye bugüne kadar küresel saldırılara karşı direne direne çarpışa çarpışa bu noktalara geldi, 15 Temmuz bunun nirvanasıydı. Şimdi bu yolda bu mücadele aynı azimle sürecek inşallah.

İnşallah… Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ediyorum.

Baran Dergisi 726. Sayı