Faik Tanrıkulu Kimdir?
1983 yılında Trabzon/Çaykara ‘da doğdu. 2000 yılında Bakırköy İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. İletişim ve Halkla ilişkiler alanında Salzburg/Avusturya’da lisans eğitimi aldı. Aynı zamanda Viyana Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi lisans, yüksek lisans ve 2014 yılında doktora eğitimini tamamladı. Almanya’daki Türkiye Mainz Başkonsolosluğunda 2009-2014 yılları arasında görev yaptı. Avrupa Birliği ve Avrupa Yatırım Bankası gibi çeşitli uluslararası kuruluşlarda projeler geliştirmiş ve uygulamıştır. 2015 yılında İstanbul Ticaret Üniversitesinde misafir öğretim görevlisi olarak çeşitli dersler vermiştir. 2015 Mart ayı itibarıyla İstanbul Medipol Üniversitesi Siyaset ve Kamu Yönetimi bölümünde öğretim üyesi olarak görevine devam etmektedir. Uluslararası kitap evinde yayınlanmış iki kitabı mevcuttur. İyi derece İngilizce ve Almanca bilmektedir.
 
Dünya kaotik bir süreçten geçiyor. Bizim üniversitelerimizde okutulan dersler ve teorilerle, bugünkü uluslararası ilişkileri ve bilhassa Müslüman toplumları izah etmek mümkün mü?
Üniversitelerde ve eğitim merkezlerinde daha çok Batı kaynaklı bir müfredatla eğitim verilmektedir. Bilhassa üniversitelerde siyasi düşünceler tarihi dersleri dahi Batılı düşünürlerin fikir ve akımlarını anlatmaktadır. Doğu toplumlarından hiçbir düşünürün görüşlerine yer verilmemektedir. Her ne kadar son seneler kısmen de olsa ilerleme kaydedilse de yeterli gözükmemektedir. Türkiye’yi de önemli kılan özelliklerinden biri hem Batı ve Doğu düşünürlerini izah edecek sosyolojiye sahip olmasıdır. Bu nedenle her iki düşünce akımına da öncülük edecek felsefi altyapıyı oluşturmalıdır.

Batı’nın da Doğu toplumlarını anlayamamasının sebebi bu değil mi? Mesela 15 Temmuz’da milletimizin verdiği tepkiyi izah edemiyorlar?
Batı’nın hadiselere bakışı ile Doğu’nun bakışı farklı. Bilhassa Batı’dan Müslümanlara bakış da çok keskin. Almanya’da konsoloslukta görev yaptığım dönemde şunu görmüştüm; çok iyi yetişmiş, iyi bir Türk vatandaşı 150 yere başvuruyor, hepsinden ret cevabı alıyor. Türk ve Müslüman olduğu için... Şu anda yurtdışında yetişmiş olan birçok Türk kökenli birey, Türkiye’ye dönmek istiyor. Aslında Almanya kendi ayağına kurşun sıkıyor. Şu anki nüfus değişimine bakıldığı vakit, doğum oranının düşmesiyle dil bilen kalifiye insan ihtiyacı artmaktadır. Bu ihtiyaç ancak göçmenlerle kapatılabilecektir. Şu anda mültecilerin Almanya’ya gelmesi, Almanlar için iyi bir şey. Çünkü alt tabakada çalışacak eleman ihtiyacı var. Özellikle oradaki Türkler Almanya’nın büyük ihtiyacını karşılıyor. Almanya’ya gitmiş İtalyanların neredeyse tamamı memleketlerine geri döndüler. Ancak, Türkler orada hem kalıcı oldular hem de istihdam oluşturdular. 70 bin Türk, 400 bin kişiye iş veriyor Almanya’da. Bu devasa bir şey, aynı şekilde Alman ekonomisine de büyük katkıları var.

Almanya II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD hegemonyasına girmişti. Bugün Almanya’da ABD’nin etkisi hangi safhada?
Almanya’nın ABD’nin hegemonyasından kurtulduğunu düşünmüyorum. Hatta şunu söylüyorum; Türkiye, Almanya’dan daha fazla bağımsız. Irak ile ilgili kararları, siyasilerimiz daha bağımsız bir şekilde verebildi. Aynı şekilde Amerika’ya rağmen Suriye kararlarımız, Almanya’nınkinden daha bağımsız. Almanya’da aynı şey söz konusu değil.

Son zamanlarda sıkça konuşulan bir mevzu; ABD, hem Rusya’ya karşı, hem de Almanya’yı kontrol altına almak için Doğu Avrupa ülkelerine asker yığıyor. Ne diyorsunuz?
Bu hareket daha çok Rusya’ya karşı atılmış bir adım. ABD, Avrupa ülkelerine asker yığarak Rusya’ya mesaj veriyor. Yalnız şunu da söylemek lazım; ABD’nin Almanya üzerindeki etkisi, Avrupa ülkelerini rahatsız ediyor. Yunanistan ve diğer Doğu Avrupa ülkeleri özellikle çok rahatsız. Araştırmalarıma göre; Avrupa’nın Türkiye’yi istememesinin en büyük faktörlerinden biri de şu, Türkiye Almanya ile rekabet edebilecek bir ülke olma potansiyeli taşımasıdır.

Türkiye nasıl rekabet edebilir mesela?
Özellikle Balkanlar’da Osmanlı bakiyesi var. Oradaki toplumun Türkiye’ye bakışı çok önemli… Biliyorsunuz, ticaretin en önemli boyutlarından birisi kültürel ortaklık. Mesela Balkan ülkelerinde çok büyük Avusturya firmaları var. Türkiye’nin daha da güçlenip orada aktif bir politika seyretmesi demek, Türk firmalarının orada değer görmesi demektir. Bu nedenle Almanya adına orada en büyük rakiplerden birisi Türkiye.

Son dönemde Almanya’nın Türkiye’ye takındığı tavır bununla alakalı olabilir mi? Yoksa işin içinde başka şeyler de var mı?
Almanya’da politika ile kamuoyu algısı farklı yürüyor. Mülteci anlaşmasıyla alakalı Angela Merkel’e ciddi bir baskı yapılmıştı. Hatta seçimlerde bölge bölge oy kaybına da neden oldu. Merkel bunu bile bile mülteci anlaşmasını yaptı. Bu Avrupa ve Almanya’nın geleceği için önemliydi. Almanya yeri geldiği zaman menfaati gereği kamuoyu baskısına göğüs gerebiliyor. Türkiye’ye dönecek olursak, 15 Temmuz süreci kırılma noktasıydı. Türkiye artık kendi iradesiyle hareket etmeye başladı. 2003 öncesinde Türkiye haberleri Avrupa basınında çok az yer alıyordu. Şu anda ise her gün Türkiye siyasetiyle ilgili birçok haber var. Türkiye kendi iradesiyle karar veren bir ülke haline geldi. Hal böyle olunca da, Türkiye ile anlaşılamayan bir husus, direkt olarak Avrupa’nın geleceğini etkiliyor. Enerji sorunu, mülteci sorunları ve üçüncüsü terör sorunları. Bakıldığı zaman bu üç meselede Türkiye’siz yol almak çok zor. Türkiye’nin de aynı şekilde Almanya’ya ihtiyacı var. Türkiye’nin ihracatının yüzde altmışı Avrupa ülkelerine.

Avrupa Birliği’ne üye olmaktan yana olduğunuzu söylediniz. Avrupa’da bu kadar Türk-Müslüman karşıtlığı varken bizim bir araya gelmemiz mümkün mü? Referandum sürecinde bütün Avrupa’da anti propaganda yapılıyor...
Neticede ülkelerde dostluk yoktur, menfaat vardır. Hollanda’daki seçimlerde en önemli seçim malzemesi Türkiye karşıtlığı oldu. Bu Hollanda’nın işine yaradı, bu yapılanların Hollanda seçmeninde bir karşılığı var. Türkiye’nin de önünde referandum var. Ben bu gerilimin referandum sonrasında biraz daha azalacağını düşünüyorum. Evet, İslamofobi artıyor; ama oradaki ilişkilerimizin devam etmesi gerekiyor, bizim de menfaatlerimizi kollamamız gerek.

Karşılıklı diplomatik ilişki yürütülebilir; ama Avrupa Birliği meselesinde, “istemiyoruz sizi” diyorlar ve aşağılıyorlar açık açık.
Bizim illa Avrupa Birliği’ne girmemiz gerekmiyor. Ülkemiz için almamız gereken şeyleri almalıyız. Türkiye’de demokratikleşme dönemi Ak Parti ile başladı. Avrupa’nın kriterlerine bakılarak birçok ilerleme sağlandı. Hatta cumhurbaşkanının söylediği bir şey vardı; “Kopenhag kriterleri demeyiz, Ankara kriterleri” deriz. Tabiî ki tamamen Avrupa’dan medet ummamalı, kendimiz bir şeyler de yapmalıyız. Türkiye’deki insan hakları nasıl daha iyi olabilir, hak ve hukuka dair nelere dikkat edilmeli diye düşünmeliyiz. Bana kalırsa, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde kültürel, ekonomik, sosyal birçok noktada ilerleme sağlandı. Asker-sivil ilişkisi Avrupa kriterlerine göre düzenlendi. Avrupa Birliği’ne girmiyorsak bile kendi milletimizin refahını nasıl sağlayabileceğiz, buna bakmalıyız. Neden AB’ye girilsin diyorum, eğer bir şey söyleyecekseniz ve o şeyi söylerken masada olursanız; bu sizin için daha tesirli olur. Ben böyle düşünüyorum. Bugün NATO’yu kabul etmiyoruz, ama İsrail’in oraya dahil olup-olmayacağına karar verebiliyoruz. O yüzden AB masasında olmalıyız diyorum.

Toplumumuzun Batı değerlerine nisbetle yeniden inşa edilmesi yerine, kendi öz değerlerimize göre yeni bir toplumun inşa edilmesi daha makul değil midir?
Avrupa Birliği’ne girerek kendi değerlerimizi kaybedeceğimizi düşünmüyorum. Beş milyon Türk vatandaşı var Avrupa’da. Almanya’da diyanetin sadece 850 camii var. Vakıf ve dernekleri saymıyorum. Üç bine yakın STK var. Bizim vatandaşlarımız o zor şartlarda bile asimile olmamış. Bilakis kendi değerlerini, inançlarını yaşamış. Türk ferdlerin en büyük avantajı bu. Biz kolay asimile olmayız, değerlerimizi yaşayabiliriz. AB’ye üye olarak, kendi kültürümüzün kaybolacağını düşünmüyorum. Şu anda Türk milletinin özgüveni çok fazla. Bu özgüven ile birlikte inançlarımızı her koşulda yaşayabiliriz.

Şöyle bir tenakuz doğuyor; toplumumuzun özgüveni arttıkça AB’ye girme isteği azalıyor. Biz Müslümanız, Avrupa Birliği ise Hıristiyan kulübü, toplum bu sebeple Avrupa Birliği’ne karşı...
Avrupa Birliği’ne girilsin diye bir şart koşmuyorum. Avrupa ile iktisadi açıdan bir bağımlılığımız var, onların da öyle. Onların bize bu kadar haksızlık yapıyor olması, onların değerleriyle çelişsin. Biz bu süreçten vazgeçmeyelim, alabildiğimizi alalım diye düşünüyorum.

Brexit ile İngiltere’nin ayrılışı ve Fransa’da iktidar yarışında iddialı olan Le Pen’in sürekli olarak “Frexit” yani Fransa’nın AB’den çıkması gerektiğini ifade etmesi... Biz Avrupa Birliği’ne üyeliği tartışırken, Avrupa Birliği bu şartlar altında daha ne kadar ayakta durabilir?
Aşırı sağ partiler tamamen yükselişe geçiyor. Bu yükselişteki propagandalarını da Türkiye üzerinden yapıyorlar. Türkiye karşıtı olmanın Avrupa’da bir karşılığı var. Bu karşıtlık, bizim başka ülkelerde ne kadar tesirli olduğumuzun bir göstergesi.

Avrupa’da “Türkiye” denildiği zaman ne hissediliyor?
Slovakya’da bazı insanlar, çocuklarına “eğer uyumazsan Türkler gelecek” diyor. Avusturya için geçmişten gelen bir Türk korkusu var. Avrupa’da “Türk” denildiği zaman Müslümanlık akla gelir. Avrupa’da siyasetinde bunun üzerinden propaganda yapılıyor ve oy peşinde koşuluyor. “Viyana, İstanbul’a dönüşecek, Türkler üçüncü defa geliyor” gibi söylemler aşırı sağın sıkça kullandığı bir şey. Türk korkusuyla birlikte oy devşirmek...

Sorumuza tekrar dönersek; AB’nin dağılacağını düşünüyor musunuz?
Avrupa Birliği içerisinde Almanya’ya karşı ciddi bir rahatsızlık olduğunu söyleyebilirim. Malum, Almanya Yunanistan için çok çaba sarf etti. AB’nin dağılması demek, Almanya’yı direkt etkiler. Avrupa ülkelerinin ticari ortaklarına bakıldığı zaman, en çok Almanya’nın olduğu görülüyor. Yunanistan’daki havalimanı şirketlerinin birçoğunu Almanlar yönetiyor. Bir bakanın yanında sürekli bir AB temsilcisi, özgür irade az. Türkiye’ye dönecek olursak, Avrupa’nın kaygısı da bu. Türkiye ekonomik olarak da tek başına kendi kendine yetiyor. Dolayısıyla hem siyasi, hem de ekonomik açıdan diğer ülkelere bağlı değiliz. Türkiye dünyanın merkezinde. Bu Avrupa’yı rahatsız ettiği kadar ABD’yi de rahatsız ediyor. Geçen bir Yunan akademisyen geldi. Yunanistan’ın Almanya’dan bağımsızlığını almasından bahsetti. Mesela İtalya’da, İspanya’da işsizlik yüzde yirmilere dayandı.

İktisadî açıdan sıkıntı yaşayan Avrupa’nın içerisinde her geçen gün yükselen bir Almanya var...
 Kriz döneminde bile Almanya rekor kırmıştı.
Belki ileride Akdeniz ülkeleri ve Macaristan AB’den ayrılabilir. Avrupa arasında dengesiz iktisadi büyümeler var.

Almanya I. Dünya Savaşı’ndan bir yıkım ile çıktı. Daha sonra II. Dünya Savaşı’nda kötü neticeler almasına mukabil süper bir ekonomik güç olarak tekrar sahnede. Alman toplumu nasıl oluyor da bu şartlar altında tekrar toparlanabiliyor?
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’nın Marshall yardımının ayrı bir yeri var. Bu Türkiye için de geçerli. Ama Almanya üzerinde daha etkili oldu bu yardımlar. Almanya’da kurumsallaşma kültürü bin 800’lü yıllarda başladı. Oradaki firmalar 100-150 yıllık, Türkiye’de 10-15 yıl. Alman toplumunda müthiş bir disiplin var, üretiyorlar. II. Dünya Savaşı’ndan sonra erkek nüfusu azaldı. İnsanlar kurum kültürüne alıştıkları için, hızla geliştiler. Bakıyorsunuz Avrupa’da en büyük söz sahibi ülkelerden birisi şu anda Almanya.

Almanya’nın ABD hegemonyasından kurtulamadığını söylediniz.
Evet.

Peki, Almanya büyüdükçe ABD hegemonyasından kurtulmaz mı? ABD-Avrupa ilişkilerinde bir değişim öngörüyor musunuz?
Bakıyorsunuz Avrupalı birçok siyasetçi Clinton’u destekledi. Avrupa ABD’nin aynı çizgide gideceğini düşündü. Trump buna karşı söylemlerde bulundu, “NATO’ya niçin destek veriyoruz?” gibisinden. Amerika toplumunda da bu tür söylemler var, “niçin Amerikalılar NATO için ölüyor, neden biz savaşıyoruz?” gibi... Trump ile birlikte büyük değişimleri göreceğiz.

Türkiye’nin dış politikada nasıl bir vizyona sahip olduğunu düşünüyorsunuz?
Türkiye yeri geldiğinde söylemesi gerekenleri söylüyor. Suriye meselesinde yalnız bırakıldık. Şu anda devasa bir mülteci nüfusuyla baş başayız. Dediğimiz gibi, dış politikada menfaat ilişkileri var. Tartışmalı süreçlerden çok, kazan, kazan ilkesiyle devam etmemiz gerekiyor.

Dünya konjonktürü buna müsait mi, kutuplaşma hat safhada. Söylediğiniz zor gibi gözüküyor?
Türkiye’nin diğer ülkeler için en iyi hareketi neydi; yeri geldiği zaman İsrail ile yeri geldiğinde Mısır ile masaya oturan ülkeydi. Bu büyük bir cazibe kazandırıyordu Türkiye’ye. Avrupa Birliği için de böyleydi. Şimdi bazen Rusya ile çatışıyoruz, bazen de AB ile. Yani eskisinin tam tersi. Türkiye’nin denge politikası seyretmesi lazım. Gerilimler, siyasi ve ekonomik alanlarımızı etkiliyor. Rusya ile uçak krizinin ardından gördük. Türkiye ticari olarak sıkıntıya girdi, Rusya’da da azımsanmayacak kadar girişimci Türk var. Dünyada hiçbir ülke bağımsız değil. “Ben kendi kendime yetiyorum, diğer ülkelerden hiçbir şey istemiyorum” diyemeyiz.

Global çapta yaşanan hâdiselere baktığımızda, dünya sisteminin bir değersizlik girdabına saplandığını düşünüyoruz. Suriye’de yaşananlar, Somali başta olmak üzere birçok ülkelerde açlık, Kuzey ile Güney arasındaki gelir dağılımı makasının gitgide açılması ve savaşlar… Bu hâl nasıl son bulacak? Yeni bir dünya düzeni tesis edilebilecek mi sizce?
Globalleşmeyle birlikte, Japonya’daki kriz bizi de etkiliyor. Amerika FED bankasının kararı, Türkiye’deki borsayı etkiliyor. Global güçlerin daha insanî hareketler sergilemesi gerekiyor. Suriye meselesinde bütün dünya sessiz kalıyor. Türkiye bu sahada olağanüstü çaba sarf etti ve ediyor. Bunun diğer toplumlarda bir karşılığı olacak. Türkiye bir dönem Irak’ta, bir dönem Balkanlar’da insanlara sahip çıktı. Bugün de Suriye’de yapılanlar, dünyaya insanlık dersi niteliğinde. Türkiye’nin bu duruşu yeni bir dünya düzeni mesajı. Türkiye bir model olabilir. Her ne kadar Batı duyarsız kalsa da, ufak tefek insanî duyarlılıklar yok da değil. Umuyorum ki dünyada işler daha iyiye gidecek...

16 Nisan’daki referandum hakkında görüşleriniz nelerdir, bu anayasa teklifi Türkiye’nin kronik problemlerine çözüm olabilecek mi?
Siyasî istikrar bir ülke için en önemli şeylerden birisi. Koalisyon süreçleri yatırımcı için bir problem. Toplum da koalisyonları sevmiyor. Birisi dış politikaya dair bir karar alıyor, bunu yaparken koalisyon taraflarının da ne diyeceğini düşünüyorsunuz vesaire. Bu koalisyonun ne kadar süreceği de öngörülmüyor. Bizim coğrafyamızda siyasî istikrar en çok istenen şeylerden birisi. Devletlerin kararları bugün ve yarını etkilemez, 10-15 yılı etkileyen kararlar alınır. Koalisyonlar dönemine bakıldığı zaman Türkiye’nin neler çektiğini görüyoruz. Dolayısıyla siyasî istikrar, vesayetçi anlayışın durması için, daha da istikrarlı bir Türkiye olmalı. Bunun için de referandum önemli. Tabiî referandumdan sonra bir anda her yerin, güllük-gülistanlık olacağını beklemek yanlış olur. Mevcut olan sistem 28 Şubatlar’a, 15 Temmuz’lara çok müsait. Kısmen de olsa bu referandumla, devletin politikaları gelişecek, vesayetçi anlayışa dur diyebileceğiz.

Teşekkür ediyoruz.
Ne demek, ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 534. Sayı