Avrupa’nın Akdeniz kuvvetlerine bağlı Alman “Hamburg” fırkateyni Roseline A isimli Türk ticarî gemisine baskın yaptı. Almanya ya da daha geniş mânâda söylersek Avrupa Birliği niçin böyle bir şeye girişti?

Ben meseleyi Almanya, İtalya yahut Yunanistan diye değil de, Avrupa Birliği diye okuyorum. Fırkateynin komutanın Almanlarda olması, İtalyan olmasından çok farklı değil açıkçası. Burada sorgulamamız gereken İrini Operasyonu’nun Birleşmiş Milletler’den yetki alınarak mı yoksa alınmayarak mı icra edildiğidir. BM’nin ambargo kararı dahi olsa 1988 yılında çıkarılan kanun ehemmiyetlidir: Açık denizde sefer hâlindeki bir geminin nasıl kontrol edileceği açık seçik ortadadır. BM’nin ambargosu olsa dahi bu kanunun uygulanmamasını gerektirmez. Asıl üzerinde durulması gereken yer burasıdır.

Avrupa’yı hangi saik böyle bir şeye, açık denizdeki bir geminin güvertesine korsanca çıkmaya itti?

Türkiye içerisinden yanlış bir istihbarat bilgisi verildi; Avrupa da böylesi bir şeye kalkıştı. İrini’nin harekat noktası mevzubahis geminin içerisinde Libya’ya silah gönderildiğine ikna edildi. Aksi takdirde bu kadar emin olup, eşkıyavarî bir tutumla hareket etmeyeceklerdi. Gelin görün ki, verilen istihbarat yanlış verildi ve baltayı taşa vurdular!.. Malum, Türkiye Dışişleri Bakanlığı meseleyle alâkalı hem nota verdi, hem de bilgi istedi. Gelecek cevaplar çok ehemmiyetli. “Bir mahcubiyet içerisinde arama yapılmadı” denilse de gemideki tüm yüklerin arandığı, sakıncalı bir malzemeye rastlanılmadığı yönünde ibareler var. Önümüzdeki süreç içerisinde dışişlerinden gelecek açıklamalara göre daha net değerlendirme ve analiz etme şansımız olacak… Lâkin Dışişleri Bakanlığı’nın sorgulamasına bakarsak ortada eşkıyaca bir tavrın varolduğunu görürüz. Somali’deki eşkıyaların yaptığı ile Avrupa’nın “operasyon” adı altında yaptığı şeylerin arasında hiçbir fark yoktur. 1600’lü yıllardan itibaren “Mediterranean”de (Akdeniz’de) açık denizlerde özgürce gemilerin hareket edilmesine yönelik olarak alınan bütün karar-kanunlar, Avrupa’nın geçtiğimiz günlerde yapmış olduğu eşkıya “operasyonu”yla ayaklar altına alındı. Avrupa Birliği, bu noktada eylemlerine devam ederse Akdeniz’in kendilerinin bir “göl”ü olmadığını yakın zamanda daha net anlayacaktır. Türkiye siyasetiyle bunu gösterecektir.

İçeriden kim verdi böyle bir istihbaratı, bunda ne amaçlandı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde Avrupa’ya yönelik sıcak açıklamalarda bulundu. Bunu içeriden sızdıranlar, Avrupa Birliği’nin aralık ayındaki liderler toplantısını düşünerek böyle bir şeye kalkışmış olabilir… Bunu provoke etmek istemişlerdir belki de. Bunlar ihtimal, elimizde bir bilgi yok elbette. Analiz ediyoruz sadece. İkincisi de Avrupa Birliği’ne böylesi bir istihbarat verilerek, bu operasyon üzerinden Türkiye’nin Libya olan ilişkilerini Avrupa kamuoyunda sıcak tutmaya dair bir politika düşünmüş olabilirler. Bana kalırsa birinci ihtimal çok daha yerinde, liderler zirvesinde AB ile Türkiye’nin arasının gerginleşmesini arzuladılar. Tabiî operasyon neticesinde bir gerginlik oldu, olmadı değil. Sürecin Türkiye’nin elini güçlendirdiğini düşünüyorum. Çünkü BM Güvenlik Konseyi kararının denetlenmesi maksadıyla da olsa Türk gemisine yapılan operasyonda uluslararası hukukun çiğnendiğini gördük, Avrupa Birliği buna imza attı. Türkiye’nin bundan sonra kendi gemilerini korumak maksadıyla yeni eylemler yapmasına kimse eskisi gibi ses çıkaramayacaktır. Türk bayrağı taşıyan gemiler, Avrupa’nın şamaroğlanı değildir! Öyle önüne gelen gemiyi kontrol edip, personeline “terörist” muamelesi yapamazsın; Türkiye bu muameleyi yapabileceğin bir ülke değil, tedbirler gelecektir. Ortaya konulacak stratejinin meşru bir altyapısı oluştu. Hâdiseyi bu şekilde değerlendiriyorum.

Azerbaycan gündemdeydi. Akabinde ABD seçimleri… Öte yandan pandemi… Doğu Akdeniz’de ipler zaten gergindi. Fakat bu gündemdekiler sebebiyle çok konuşulmadı. Akdeniz’de hâdiselerin çok daha karmaşıklaşacağı ve çatışmaların yaşanacağı bir durum öngörüyor musunuz?

Olabilir… Joe Biden başkan olduktan sonra ABD, Libya, Irak, Suriye ve Karabağ meselesinde birçok denkleme eskisinden çok daha dahil olacaktır. Daha önce de gördük. Karabağ’daki hâdiselerin geriye döndürülme ihtimali biraz güç. Ortada muktedir bir Azerbaycan var… Suriye’de PKK-YPG üzerinden giriştiği oyuna kesintisiz devam edecekler. Bunun işaretlerini veriyorlar. El Bab’da terör saldırıları yapıldı. Suriye’nin kuzeyi hareketlilik yaşayabilir. Türkiye elbette buna karşı proaktif hamleler yapıyor; hem Suriye hem de Irak’ta. Sincar Dağı’nı Irak’ın merkezi hükümetine kuşattırdı. Irak’ın kuzeyindeki üst yapılanmasına dair hareketliliğini de artırdı. Türkiye, Doğu Akdeniz ve Libya üzerinde de hız artırabilir. Türkiye, Doğu Akdeniz’de geri adım atmayacaktır. Libya-Trablusgarp’taki meşru hükümet ile de Vatiyya dahil olmak üzere, bölgedeki iktisadî ve askerî pozisyonunu da tahkim ediyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte Türkiye, ABD, Avrupa Birliği satranç hamlelerine devam edecek. Türkiye’yi köşeye sıkıştıracak iki zaviye var… Birincisi ABD tarafından uygulanacak ambargodur; bu silah ambargosunu da kapsayabilir, iktisadî birtakım zararlar verebilir. Diğeri de Avrupa Birliği’nin uygulayacağı iktisadî ambargo; Avrupa kendi limanlarının kullanılmasında bile zorluklar çıkaracaktır. Türkiye’nin de buna karşı geliştireceği senaryolar vardır. Millî Savunma Bakanlığı ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı bu senaryolar üzerinde çalışma yapıyor.

Diğer yandan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti lideri Fayiz Sarrac’in Mısır ve bazı Avrupa ülkeleriyle temasa girdi. Libya’da bir değişim söz konusu mu?

Bir değişim yaşandığını düşünmüyorum ama Libya İçişleri Bakanı Fethi Başağa, Fransa'nın başkenti Paris'te, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian ile görüştü. Fransa, Libya’daki güçleri dengelemek istiyor. Fakat ben bu atılan adamların Türkiye ile koordine edilmeden yapıldığını düşünmüyorum. Türkiye, UMH hükümetine askerî danışmanlık hizmeti vermeseydi; biliyoruz ki bugün ne Trablusgarp ne de Serrac vardı, Libya’yı Hafter komuta ediyordu.

Dünya bir tarafta, Türkiye bir tarafta gibi bir portre çıkıyor ortaya.

Pek öyle değil.

Elbette yakınımızda bulunan müttefiklerimiz var; diğer taraftan Avrupa bizim karşımızda, Amerika da öyle. “İşbirlikçi” dediğimiz Arap rejimleri de bunlarla hareket ediyor. Bir kuşatılmışlık hâli var. Doğru mudur?

Öyle bir görüntü var; fakat Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin karşınızda bir siyaset geliştirmesi, sizin siyasetinizin yanlışlığından değil de, onların çizdiği alanda kısılıp kalmamak isteğinizden kaynaklanıyor.

Mesele de o değil mi zaten?

Tam olarak bu. Her daim değişen bir dengeler var. Değişen dengelerle beraber Türkiye’nin çok da yalnız olmadığı ortaya çıkıyor. Örneğin; Biden yönetimiyle beraber ABD-İran arasında başlayacak muhtemel “iyi” ilişkiler, Suudi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere İran tehdidinden çekinen Arap devletleri Türkiye’nin etrafında tekrar bir şekillenmenin olup olamayacağı yönünde nabız ölçmeye başladı. İsrail-BAE’nin Ölü Deniz üzerinden Akdeniz’e koridor açma plânı, Mısır’ı tekrar Türkiye ile istihbarat düzeyinde olsa bile görüşmeye sevk etti. Veliaht Prens M. bin Selman da çok iyi biliyor ki, Biden yönetimi nezdindeki girişimler sonucunda eğer kral olamazsa, kendini bekleyen tek şey ölüm. Kral Selman’ın Türkiye ile geliştirdiği telefon diplomasisi, Biden yönetimine karşı alınan tedbirlerdir. Küresel yapı taşları bu kadar hareketliyken, Türkiye’nin yalnız bir ülke olduğunu düşünmüyorum. Evet Türkiye’nin üzerine gidiliyor, birtakım sıkıntılar var, kuşatılma projeleri de vardır. Bunların sebebi, teslimiyetçi olmamaktır. Türkiye teslim olsaydı, kuşatılmışlığa gerek kalmazdı. Kayıkçı kavgası gibi, terör ve istikrarsızlıkla uğraşan bir Türkiye olsaydı, herhangi bir kuşatma siyaseti uygulanmazdı.

Teslim alma isteği 15 Temmuz ile beraber sona ermedi mi? Bugün “Teslim alamadık, yok edelim!” diye düşünüyorlar.

Evet. Önceden uygulanan “kuruyunca sula, uzayınca buda” siyaseti, “kurusa da, uzasa da köküne zehir dök” siyasetine dönüştü. Zaten bu yüzden sürekli bekâ meselesi diye anlatmaya çalışıyoruz. Türkiye, kendine yaşatılmak istenen kuşatılmışlığı, “ağalar”a meydan okuyarak kırdı. Meydan okuyarak da, Suriye’de, Azerbaycan’da, Libya’da kazanım elde etti. Bunu iki şekilde izah edebiliriz… Birincisi Türkiye, maksimalist hayalci siyaset güttü diyebiliriz. İkincisi ise Türkiye, kendisine yönelik tüm hamlelere kendi sınırlarının dışarısında cevap vermek üzere siyaset yaptı. Ben ikincisinden yanayım.

“Köküne zehir dökmek” dediniz, muhalefet bunu gözden kaçırıyor olabilir mi?

Hayır. Muhalefetin bunu gözden kaçırmadığı alternatif fikirler sunmayışından belli. Muhalefet tam aksine Batı’nın Türkiye’ye “yapma!” dediği ne kadar şey varsa, “İktidara gelirsek sizin söylemiş olduğunuz şeyleri yapmayacağız. Sizin şartlarınızda hizmet vereceğiz” yönünde açıklamalarla yerine getireceğini bildiriyor. “S400’leri kaldıracağız, Suriye’den çekileceğiz, Doğu Akdeniz’de ne işimiz var?..” Buradan anlıyoruz ki, muhalefet olayları kaçırmıyor ve olayları tamamen Batı’ya teşne olacak bir şekilde algılayıp buna göre siyaset güdüyor. Bu tabiî ki üzülesi bir durum, bununla iftihar etmiyoruz. Muhalefetin manda zihniyetine teslim olması, ülke açısından sevinilecek bir şey değildir.

Teşekkür ederiz.

Kolaylıklar dilerim.

Baran Dergisi 724. Sayı