Dünya haberleri çerçevesinde konuşalım bugün.

İlk olarak, bugün, yâni 24 Aralık, Hazret-i İsa’nın doğumunun arifesi olarak kutlanıyor.

Bu sabahki “Doğum Merasimi” vesilesiyle bir hanım geldi bana ve beni de davet etti. Ben de gittim. Papaz orada saçma sapan şeylerden bahsetti ama bildiği hiçbir şey yoktu gerçekte. İyi ve dürüst bir adam gerçi ama kendilerini düzeltmek zorunda kaldım. Mesele onların anlattığı gibi değil çünkü.

Bir kere, Noel günü, hiç de bir “Hristiyan günü” değil. Şöyle ki, Almanlar Hristiyanlığa geçtiklerinde, kendileri için yılın en önemli günü olan 23 Aralık’ı da muhafaza ettiler, dolayısıyla Hristiyan olarak da putperestlikten miras bu bayram gününü kutlamayı sürdürdüler. Benzer biçimde, hem kimi Müslümanlar hem kimi Hristiyanlar tarafından, İran’da ve Irak’ta hâlâ bile kutlanır bu putperest bayram günü.

Derken, zamanın Fransa’sının en önemli şehri olan Lyon’un piskoposu, 23’ünde kutlanagelen bu bayrama karşı, yeni bir bayram günü tesbit etmiş ve şimdi kutlandığı üzere –İsa Mesih’in doğduğu(!)- 24 Aralık gecesinde bayramın kutlanmasına karar vermiştir. Ki, Hazret-i İsa da ne bu tarihte, ne de yılın bu döneminde doğmuştur, ayrı mesele. “Hıristiyanlık dini”nde böyle neticede…

Böylece, meselenin aslını bilmeyen insanlar tarafından bu günde kutlanmaya başlamıştır Noel…

Sadece bu da değil üstelik, “Noel ağacı”nın da Hristiyanlıkla herhangi bir alâkası yoktur. Yine bu da, Hristiyanlığa geçen Almanların muhafaza ettiği bir diğer putperest âdetidir. Şimdiki gibi küçük değil de, köylerinin civarındaki büyük bir ağacı seçerler ve gider orada ibadetlerini yerine getirirlerdi. Sonuç olarak, putperestlikten kalma bu “ağaç” âdeti de devam etti, ama bu sefer 24 Aralık gecesi başlamak üzere…

Diğer yandan, bu Noel ağacı âdeti, önceden sadece Almanya’daydı. Ne zaman ki Alman kökenli bir imparatoriçe bu ağaç âdetini Rusya’ya taşıdı, o vakitten itibaren hem Rusya’da hem de ortodoks dünyada yayılmaya başladı işte bu ağaç âdeti. Rus Devrimi’nin patlamasıyla beraber ise, Noel ağacı artık dinî niteliği olmayan bir âdet olarak devam ettirildi komünistler tarafından.

İngiltere’ye gelince; orada da Kraliçe Victoria’nın kocası olan Alman prens vesilesiyle Noel ağacı âdeti Britanya Kraliyet Sarayı’na girmiş, zamanın en önemli gücü olan Britanya’dan da önce ABD’ye, sonra oradan da Latin Amerika’ya ve diğer yerlere taşınmıştır.

Şöyle ki, New York’taki çok akıllı Yahudi –yâni Hristiyan bile değiller!- tüccarların marifetiyle, “Noel ağacı ve hediyeleri” olarak mesele ticarî bir nitelik kazanmış ve tüm bunlar henüz geçen yüzyılda yayılmıştır dünyanın her yerine. Benim çocukluğumda öyle Noel ağacı, hediyeleri, eğlenceleri falan pek yoktu meselâ. İnsanlar dua eder, şarkı söyler, birtakım “Doğum” merasimleri yaparlardı Noel başlangıcında.

Anlaşılacağı üzere, din adamları dahil, insanlar gerçeklikle, hakikatle en ufak alâkası olmayan ve daha yeni ortaya çıkmış şeyleri böyle devam ettiriyorlar. Bütün bunlar, dünyanın medya ve sair araçlarla nasıl yönlendiriliyor olduğuna dair bir örnek sadece. Bunların hepsi, kapitalistlerin para kazanmak için yaptığı bir “iş” oysa yalnızca.

Neyse…

Şimdi, berbat bir haberle, Rusya’nın Türkiye büyükelçisi Andrey Karlov’a yönelik olarak 19 Aralık 2016 günü Ankara’da düzenlenen suikastle devam edeceğim.

Gönüldaş Erdoğan, suikasti düzenleyen gencin Gülenci olduğunu söylüyor. Bu gencin Gülenci okullarda okuduğu ve 15 Temmuz darbesi günleri de izinli olduğu, bu yüzden takibata uğramadığı ve polislikten atılmadığı söyleniyor.

Ben, Mister Gülen’in Rus büyükelçisine karşı “kendiliğinden” böyle bir suikast emri vereceğini kesinlikle zannetmiyorum. Kendisine CIA veya benzerleri gibi “tepesinde” bir mercîden böyle bir emir verilmiş olmalıdır mutlaka. Zira, Türkiye ile Rusya’nın bu şekilde yeniden yakınlaşması, hem dünyayı hem Amerikan halkını sömüren, hem bankaları hem medyayı kontrol eden, dünyanın her köşesine saldırılar düzenleyen ABD’li Yahudi ve –güya- Protestan elit nezdinde, stratejik bir yanlıştır.

Evet, Gülenci bir eğitim alıp Gülenci bir formasyon kazanan bu genç, oraya ölmeye gitti. Bir emir almış olabileceği gibi, kendi inisiyatifiyle böyle bir suikast kararı almış da olabilir, bilemiyorum, ama nasıl oluyor da Türk polisi böyle bir adamın sırf polis diye büyükelçinin arkasında bu şekilde dikilmesine müsaade edebiliyor? Tüm bu yaşananlar, büyükelçinin emniyetinden sorumlu hem Rus güvenlik servislerinin hem de Türk polisinin zaafiyetini gösteriyor. Bunlar “güvenlik” çerçevesinde mutlaka düzeltilmesi gereken hatalar.

Daha önce de defalarca söylediğim gibi, Gönüldaş Erdoğan’ın Türkiye’ye getirmeye çalıştığı İslâmcı esaslı değişimleri bitirmeye tek bir mermi bile kâfidir. Gönüldaş Erdoğan’ın Kürtler ve diğer azınlıkların tarihî ve kavmî haklarını görmezden gelici politikalarına taraftar değilim ama durum budur. Şayet Gönüldaş Erdoğan ortadan kaldırılırsa, kendisinin yerini alabilecek başka hiç kimse de yoktur. Kuşkusuz kendi hareketi bünyesinde belli bir seviyede insanlar vardır ama kendisindeki “karizma” diğer hiç birinde yoktur. Fidel Castro da böyleydi meselâ. Şayet Küba Devrimi’nin başında öldürülmüş olsaydı, onun yerini alabilecek kimse olmayacaktı aynı şekilde. Che Guevara vardı gerçi ama o da yabancıydı sonuçta. Fakat elbette bir şekilde devam ederdi yine devrim.

Türkiye’de ise durum çok daha kötü olacak ve Gönüldaş Erdoğan’ın hareketi tamamen duraklayacaktır. Bu bakımdan, çok ama çok dikkatli olmak zorundayız.

Öte yandan, Rusya’daki güvenlik durumunun şu ân ne merkezde olduğuna dair bir merak içerisindeyim. Gençken Londra’dan Moskova’daki Lumumba Üniversitesi’ne okumaya gidinceye kadar, KGB’dir, şudur, budur, uzun ve çok sıkı bazı güvenlik süreçlerinden geçmek durumunda kalmıştık biz. Demek ki, Türk güvenlik servisleri gibi, Rus güvenlik servisleri de bir zaafiyet içerisinde şu ân. Bir insana sırf polis diye güvenemezsiniz bu şekilde.

Bu hâdisenin tek iyi tarafı, taktik değil de stratejik bir nitelik kazanan Türkiye-Rusya yakınlaşmasını daha da pekiştirecek olmasıdır. Türkiye’nin tam bağımsızlığını yeniden kazanması ve bölge gücü olması bakımından gerekli bir ittifaktır bu. Erdoğan’a ve onu destekleyen Müslüman partiye karşı savaşan ABD emperyalistlerinin ajanları hâlâ var çünkü Türkiye’de. İnşallah bir yıl gibi kısa bir süre zarfında hâllolur bu mesele.

Bu arada, yine 19 Aralık’ta bir başka saldırı daha gerçekleşti. İki Almanya birleşmeden önce Batı Berlin’in merkezi olan ve benim de bildiğim bir yerde kurulan Noel pazarına yönelik olarak, 24 yaşında Tunuslu bir genç bir saldırı düzenledi ve alışveriş yapan insanların üzerine sürdüğü kamyonla birçok kişiyi ezip geçti. Burada birçok kişi öldü ve yaralandı.
Gerçekleşen bu saldırıdan dolayı çok üzgünüm. Çünkü insanların inançlarına veya geleneklerine saygı göstermelisiniz ve burada hayatını kaybedenler de masum insanlardı ayrıca.
Aynı zamanda “objektif” olan diğer bir bakış açısına göre ise; Almanya, bir NATO ülkesidir ve topraklarında çok sayıda NATO üssü barındırmaktadır. Ki, insanlara saldırmak için kullanılmaktadır bunlar ve tüm dünyadaki askerî operasyonlar için merkezî kumanda üssü fonksiyonu görmektedirler üstelik.

Sadece bu da değil. Alman anayasası, Alman ordusunun başka ülkelerde bulunmasını yasaklamasına rağmen, müttefiklerin bombardımanlarını hazırlayıcı istihbarat operasyonlarını yerine getirmek üzere, Türkiye’de üslenmiş Alman uçakları bulunmaktadır.

Gerçi Alman Başbakanı Angela Merkel’i severim ben. Diğer politikacılara, bilhassa sosyalist olanlara kıyasla, fena bir kadın değil bence. Buna rağmen, ABD’yi ülkelerinden çıkarıp tam bağımsızlıklarını kazanmadıkları için sorumludurlar hepsi.

Almanya bir NATO ülkesidir ve dünden bugüne askerî kuvvetleri bulunmaktadır meselâ Afganistan’da. Bunlar da yine mücahidlere doğrudan saldırmamaktadırlar belki ama NATO işgalcileriyle diğer müttefik kuvvetlere istihbarat, gözetleme ve teknik yardım desteği sunmaktadırlar. Yâni, sorumludurlar.

Hâdiseye geri dönersek, Berlin’deki saldırıda kullanılan kamyonun Polonyalı sürücüsü kamyon içerisinde ölü bulundu ve kamyonda da saldırıyı gerçekleştirilen Tunuslu mücahidin parmak izleri tesbit edildi. Kamyonu ele geçirenin de muhtemelen o mücahid olduğunu gösteriyor bu durum.

Sözkonusu Scania marka büyük kamyon İtalya’dan Berlin’e geliyor ki, burada da bir yolsuzluk döndüğünü ve Tunuslu gencin Polonyalı sürücüye para ödeyerek gizlice Almanya’ya geçtiğini, dolayısıyla sürücünün sadece bu genci değil başka bazı kaçak göçmenleri de taşıyor olabileceğini düşünebiliriz.

Tunuslu genç Enis Amrî’nin işte bu noktada bir fedâ eylemi gerçekleştirmeye karar verdiği söylenebilir. Ancak eylem, mücahid gencin birkaç sene hapiste kaldığı İtalya’da gerçekleştirilmek istendi aslında bence ama olmamış. Diğer yandan, belki de Tunuslu genç sadece kamyonun kaçırılmasında rol almış ve kamyonu bir başkası sürmüş de olabilir.
Şimdi medya, aptalca propagandalara başvuruyor ve “düşman” mücahidlerden bahsediyor bize. Hâlbuki bu savaşı mücahidler ilân etmedi ki Almanya’ya, NATO ülkelerine ve Suudî Arabistan’daki münafıklara! Demokrasi, hattâ “İslâm” adına Müslümanlara ve İslâm’a karşı savaş ilân edenler asıl bunlardı tam tersine.

Bu savaş devam ediyor ve çok daha kötü şeyler göreceğiz üstelik. Avrupa’ya giren bir milyondan fazla göçmen arasında, eylem gerçekleştirip ölmeye hazır yüzlerce, belki binlerce mücahid bulunmalıdır şu ân. Bunları durdurmanın herhangi bir yolu yoktur ve hedeflerine varmadan öldürülseler bile gayelerine ulaşacaklardır neticede, zira bu bir “terör”, bir “dehşet” savaşıdır. Hedeflediklerinin atom bombaları dahil her şeyleri vardır belki ama mücahidlerin de bir dava için Allah yolunda kendilerini fedâ etme iradesi vardır.

Ben bir mücahid değil, yaşlı bir Müslüman komünistim. Buna rağmen, mücahidlerden çok önce fedâ eylemleri gerçekleştirmeye başladık ve bu çerçevede belli bir tecrübe kazandık yine biz. Bu sıfatla konuşuyorum tüm bunları.

Gelmek istediğim nokta, kazanamayacakları bir savaşı sürdürüp sürdürmemek noktasında düşmanın bu yıl sonunda artık bir karar vermek zorunda olduğudur. Milyonlarca insanı daha öldüremezsiniz çünkü bu şekilde.

İnşallah yeni yılda stratejik değişimler yaşanır Türkiye’de ve Rusya ile daha fazla yakınlaşılarak stratejik bir ittifak gerçekleştirilir, yine bu çerçevede Rusya’nın -meselâ Suriye’deki- stratejik çıkarlarına saygı gösterilir, nihâyet bölgenin tarihî bir gücü hâline gelinir. Türkiye yeniden bağımsızlığını kazanır, Müslüman bir Türkiye diğer tüm dinlerle azınlıkların saygı gördüğü ve yine tüm bunlar tarafından desteklenen bir ülke olur yeniden.

Allahü Ekber.
 
24 Aralık 2016

Baran Dergisi 520. Sayı