Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, teşekkür ederim. Sizi bekliyorum.
(Önce Carlos gülüyor; peşinden, Av. Ahmed Arslan’la birlikte 7 Aralık 2015 Pazartesi günü Carlos’u Paris’te kaldığı Poissy cezaevinde ziyaret edecek olan Av. Yılmaz gülüyor.)
Bugün BARAN geldi postayla. Fatih Turplu’nun da bir yazısı var dergide. O yazıda kullanılan ve Brezilyalı bir karikatüristin, Carlos Latuff’un çizdiği bir karikatür dikkatimi çekti.
Çok hoş bir karikatür bu: Bir yanda Fransa haritası, diğer yanda da Suriye haritası var karikatürde. Fransa Cumhurbaşkanı Françoise Hollande, Suriye üzerine benzin döküyor. Buna karşılık IŞİD yâni “İslâm Devleti” de siyah bir hayâlet olarak havada ilerliyor ve elindeki bıçağı Fransa’nın ortasına saplıyor. Çok basit bir mesaj gibi görünüyor belki ama herşey söyleniyor aslında bu karikatürde. Fransızlar Suriye’yi ateşe veriyor, Suriyeliler de mukabil bir vuruşla misilleme yapıyor. Bu kadar basit.
Çok üzücü ama olan budur. Halklara, hattâ kendi halklarına ihanet etmektedirler emperyalistler.
Neyse…
Bana vereceğiniz bir haber var mı?
(Av. Yılmaz, yeni bir haber olmadığını söylüyor.)
Gelecek haftasonu ne yapıyorsunuz peki?
(Av. Yılmaz, o saatlerde Paris yolunda uçakta olacakları için, gelecek haftasonu Carlos’un telefonla aramamasını rica ediyor; nasıl olsa Pazartesi günü yüz yüze görüşeceklerini ekliyor.)
İnşallah. Tamamdır.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını ancak Suriye’deki Bayırbucak Türkmenlerini bombalarken Türk hava sahasını ihlâl ettiği gerekçesiyle Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-16 savaş uçağı tarafından 24 Kasım 2015 günü Suriye sınırında düşürülen Su-24 tipi Rus savaş uçağıyla ilgili olarak konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Evet, evet. Ben de tam bu konu hakkında konuşmak istiyordum zaten.
Biliyorsunuz, Amerikalılarla Ruslar, doğrudan irtibat kurabilmek için bir âcil durum telefon hattı tesis ettiler aralarında. Böylece bir tarafın uçaklarından biri Suriye üzerinde uçarken, diğer taraf bundan haberdar edilebilecek ve bu sayede bir hava muharebesi gerçekleşmeyecek. Putin de zaten bu yüzden, “düşürülen uçağın uçuşundan Amerikalıları haberdar ettik” demiştir. Türkler ve Ruslar arasında da böyle bir âcil durum hattı tesis edilmişti aynı şekilde.
Her ne olursa olsun, Türkiye tarafından yapılan şey, yâni bu Rus uçağının düşürülmesi, Türk tarafından kaynaklanan bir provokasyondur. Bu bakımdan, mesele şudur: Bu işin arkasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve adamları mı vardır, yoksa bir başkası mı?
Bunun neticesi de yanlış olmuştur. Çünkü aynı düşmana karşı mücadele ediyor olmalıydılar; kendi aralarında değil.
Diğer yandan, benim duygularımı, bizim duygularımızı biliyorsunuz: İzzet İbrahim el-Durî ile beraberiz biz. Bunu da inkâr etmiyorum. İzzet İbrahim el-Durî ile beraberim ben ve kendisini destekliyorum. 1975’den bu yana da hep böyle oldum ve bu dürüst insanı destekledim. Dün de öyleydi, bugün de öyle; iyi bir insandır o. Gerçek bir müslüman, gerçek bir Baasçı, gerçek bir Arab sosyalisti, milletlerarası kalbi olan bir insan. Bunu da isbatlıyor zaten.
Öbür taraftan, dünyanın bu bölgesinde yaşanmakta olan bazı şeyler, meselâ bazen 3-4 bin yıllık antik eserlerin tahrib edilmesi, kabul edilemez. Suudî sızmasından, Vahhabî sızmasından kaynaklanan provokasyonlardır bunlar; ayrı mesele…
Şimdi yaşanan hâdiseye gelince; berbat bir şeydir bu ve Türk Hava Kuvvetleri bu yaptığından pişmanlık duyacaktır.
Ruslar, bir Türk uçağını vurmayacaklardır veya bir uçağa bomba falan yerleştirmeyeceklerdir asla. Böyle bir şey hiçbir zaman olmayacak ama şu olacaktır; ki olmaya da başlamıştır zaten, bundan eminim ve elimi Kur’an’a basarak söyleyebilirim: Ruslar, -yerden havaya atılan- taşınabilir modern hava savunma roketleriyle silâhlandıracaklardır PKK’yı. Ve, Türk savaş uçakları Kuzey Kürdistan’daki, Irak Kürdistanı’ndaki PKK üslerini bombalamaya gittiğinde, o Türk uçakları vurulup düşürülecektir.
Bunları söylemek çok üzücü. Azınlıktaki Sabetaycıları falan saymazsak, Türk ordusunu düşman olarak, İslâm düşmanı olarak görmüyoruz çünkü biz. Ne var ki, sözkonusu uçağın düşürülmesi şeklinde ortaya çıkan ve hem Batı etkisi hem de kötü tavsiye altında Gönüldaş Erdoğan tarafından uygulanan bu Türk karşıtı politikanın neticesi işte bu olacaktır.
(Carlos, Suriye rejiminin bittiğini, artık bu şekilde devam edemeyeceğini ve Beşşar el-Esad’ın bile zamanında “bu rejim değişmeli” dediğini, babası Hafız el-Esad’ın ölümünden sonra devlet başkanlığının kendisine miras kaldığını ve bu bakımdan sistemin hiç de demokratik olmadığını, ancak sonuçta seçilmiş bir devlet başkanının başta olduğunu, daha önce de birçok kez dile getirdiği bu tesbitleri bilvesile hatırlatmak istediğini ifâde ediyor. Ancak Beşşar el-Esad’ın o sözünde duramadığını ve özellikle Alevilerin etkili olduğu yeni neslin para kazanmak isteyip yolsuzluğa saptığını, Beşşar el-Esad’ın da bu yüzden rejimi değiştiremediğini, bu yozlaşmış sistemin bu şekilde devam ettiğini, işte bu yapının bugün ülkeyi kendi kendisini yıkma noktasına getirdiğini vurguluyor.)
Rusların Suriye’ye müdahale ettiği bugün bilmek gerekir ki, Ruslar iyi savaşçıdırlar, öyle Amerikalılar veya Batılılar gibi uzaktan ülke dışından da müdahale etmezler. Şayet bir savaşa giriyorlarsa “bizzat” savaşa giriyorlar demektir. Yerde askerlerinin olmadığını söylüyorlar ama özel kuvvetleriyle sahadadırlar aslında onlar.
Ruslar sahadadır, çünkü çok iyi bir durumda değil şu ân Suriye ordusu. Zayıfladılar ve tüm ülkeyi kontrol edemeyip, topraklarının üçte ikisini terkettiler. Ülkenin doğusundaki veya kuzeydoğusundaki stratejik yerler, Ürdün sınırına kadar uzanan sahil bölgesi dışında, durum budur.
Beşşar el-Esad’ın iktidara geldiği ve bir rejim değişikliğinin sözkonusu olduğu demde, Cumhurbaşkanı Erdoğan Beşşar el-Esad’a babası gibi yaklaşıyor, güzel tavsiyelerde bulunuyordu. Ne zaman ki Erdoğan rejim değişikliği çerçevesinde birtakım doğru tavsiyeler yaptı Beşşar el-Esad’a, işte o zaman Beşşar bunları yapmadı; istemediğinden değil, dünyanın bu bölgesini yiyip bitiren kanserden dolayı yapamadı.
Sonuç olarak, Sykes-Picot Anlaşması sonrasında Türkiye ile Osmanlı imparatorluğundaki Arab topraklarının sun’i bölünüşü, şu ân yaşamakta olduğumuz çatışmaları doğurdu.
Türkiye’de ikili bir politika oynanıyor şimdi. Elbette diplomaside ikili oynamanız gerekir bazen; bir şey söylerseniz ama aslında başka bir şey yapmak istersiniz. Bu “nifak” değil, “diplomasi”dir ve milletlerarası siyasette işler böyle yürür zaten. Ne var ki mesele, bundan elde edilen sonuçlardır ve Türk halkı çok büyük bir bedel ödemeye başlamıştır şimdiden.
Ankara’da ve diğer bölgelerde gerçekleşen saldırılar, “İslâm Devleti”nin işi değildir; yoksa ilân ederlerdi bunu. Ardında ne olduğunu bilmiyoruz ama her türlü manipülasyonun yapıldığı bir süreç sözkonusu; belki de Suudîler vardır bunların arkasında, bilmiyorum. Ne olursa olsun, bunlar kötü, hem de çok kötü.
Tamam, Ankara’dan günden güne yükselen bir politik tepki gelecektir; bu normaldir. Fakat sonuç, gerçek suçluların mahkeme önüne çıkartılması değil, masumların veya Kürt milliyetçilerinin, özellikle elde silâh mücadele edenlerin bedel ödemesi veya hesaba çekilmesi olacaktır.
Ki, sözkonusu Kürt milliyetçileri, Türk anayasasına göre gerçekleştirilen kanunî seçimlerde bazı sonuçlar elde ettiler, malûm.
İşler her gün öyle bir noktaya gidiyor ki, neticesi bir karmaşa olacaktır. Türk Hava Kuvvetleri, sırf o uçağı düşürmesinin bir sonucu olarak felç olacaktır, hiçbir işe yaramayacaktır. Bana sorarsanız, Türk hükümetinin bir Rus uçağını düşürmesinde hiçbir çıkarı yoktur. Sınırda Türk hava sahasına girmiş olsa bile böyledir; aptalcadır çünkü uçağı düşürerek buna mukabele etmek. İsyancılar Türkiye içerisinde değil ki; kimsenin Türkiye’ye bir saldırı düzenleyeceği de yok bu yüzden. Suriye içerisindeki isyancıları vuruyor Ruslar.
Velhâsıl, Türkiye’nin Rus uçağını vurmasının berbat sonuçları olacaktır, berbat sonuçlar… Fikrimi sorarsanız, Rus hükümetine sunulmuş bir hediyedir bu aynı zamanda. Sonucu da düşmanca bir karşı karşıya gelme olacaktır.
(Carlos, Vladimir Putin’in, Stalin’den sonra Rusya’nın en popüler ve en güçlü lideri olduğunu vurguluyor.)
Unutmamamız gereken bir başka şey de, Rusya’nın, üstelik hukuken, yeniden bir hıristiyan ülke olduğudur. Moskova yeniden “Üçüncü Roma” olmuştur. Diğer ikisi ise ortadan kaybolmuştur. İtalya’daki Roma’dan, turistler için para ödenip girilecek ve fotoğraflanacak kalıntılar kalmıştır geriye sadece. İkinci Roma olarak Bizans’a gelince; o da Osmanlı imparatorluğunun tarihî başşehri olmuştur. Kaldı ki, şu ânda başşehir olarak Ankara geçse de, Türkiye’nin asıl başşehri İstanbul’dur. Hernekadar “saray” Ankara’da olsa bile, İstanbul’dur başşehir.
Evet, Moskova yeniden “Üçüncü Roma”dır artık; bunu da ilân ettiler zaten. Ve yine unutmayınız ki, hıristiyanlarla müslümanlar hiç de dost değildirler birbirine. Müslümanlar, tarihî olarak, hıristiyanlara, hattâ yahudilere çok yakın davranmış; “Kitab Ehli” görerek onları korumuştur bile. Hıristiyanlar ise en başından beri stratejik bakımdan bir tehlike olarak görmüştür müslümanları. Tüm hıristiyan toprakları müslüman olmuştur çünkü.
(Carlos, ilk sufiler arasında müslüman olmuş hıristiyan rahiblerin bulunduğunu ve ilk tarikatleri kuranlar arasında bunların da yer aldığını hatırlatıyor, bunun unutulmamasını istiyor.)
Şimdiyse, -ekonomik bakımdan dünyanın ikinci askerî gücü olsa da- askerî anlamda en güçlü ordusu olan Rusları müslümanlara karşı verilen bir savaşa sokuyorsunuz. Bu çok ama çok hassas bir mevzu ve bir Rus savaş uçağının vurulmasıyla provoke edilmiştir şu ân; o aptalca provokasyonla bu noktaya gelinmiştir.
Acaba Sabetaycılar mı var bunun arkasında diye düşünüyorum hattâ. O kadar uzağa gitmeden, belki de Gülenciler vardır arkasında. Belki CIA, belki de İsrail. Türk Hava Kuvvetleri’ni eğitenlerin veya eğitilenlerin bir kısmının siyonist olduğunu unutmamalıyız. Yoksa niçin vurulsun ki bir Rus savaş uçağı? Suriye’yi terkettiğim 1991’den bugüne PKK’dan kimseyi görmedim, onlardan bir haber alıyor da değilim ama sonucu PKK’nın silâhlandırılması olacaktır bu provokasyonun. Berbat sonuçları olacaktır.
Bazen hiç de gerçekçi olmayan politik pozisyonları olsa bile, Kürtlerin millî ve tarihî haklarının tanınması talebleri yerindedir. Türkiye’nin dağılmasına taraftar değilim elbette. Her etnik gruba bir devlet veya cumhuriyet kurma hakkı tanımak, tüm ülkenin parçalanması sonucunu doğuracaktır ki, bu da ne gerçekçidir ne de bölge halkları dahil herhangi bir kimsenin yararına.
Ancak aynı şekilde, PKK’nın habire bombalanması da kesinlikle çözüm getirici değildir. Asla teslim olmayacaklar, bombalandıkça daha da güçleneceklerdir. Böyle devam ettiği takdirde, Türkiye’den daha fazla Kürt genç katılacaktır çünkü PKK’ya.
 Bunun gibi, Fransa gibi emperyalistlerin tepkilerine baktığımızda, onların politikalarının da çözüm getirici olmadığı ortada. Fransa eskiden bile daha güçlü müdahale edeceğini söylüyor şimdi Suriye’ye.
(Carlos, Rusların müdahalesini destekleyen ve Suriye ordusuyla işbirliği yapılmasını savunan Fransız yetkililerin bulunduğunu vurguluyor ve durumun bir ay öncesine göre değiştiğini ekliyor.)
Evet, durum değişiyor ama kim ödeyecek acaba bunun bedelini? Elbette dünyanın o kısmında yaşayan halklar.
Sadece bu da değil. “İslâm Devleti”, Suriye ve Irak’ta savaşmış ama çok da tecrübeli olmayan militanlarını kendilerini fedâ etmek üzere Avrupa’ya gönderiyor. Burası önemli; “kendilerini fedâ etmek üzere”… Öldürmek ve ölmek üzere geliyorlar. Vurdukları sembolik hedeflerde ise, maalesef yanlış zamanda yanlış yerde olan insanlar ölüyor çoğunlukla. Daha önceki bir analizime dayanarak ifâde etmem gerekirse, ABD’de, Fransa’da veya başka bir yerdeki nükleer santrallere saldıracaklardır bundan sonra.
Müslümanlara ve peygamberine saldırmaktan başka bir şey bilmeyen Fransız “Charlie Hebdo” dergisine yönelik saldırıdan sonra iş buraya gelip dayandı. Charlie Hebdo’cular bir risk aldı ve bunu hayatlarıyla ödediler, malûm. O gün bunlarla dayanışma içerisinde olduklarını göstermek için dünyanın neredeyse yarısının devlet başkanları Paris’e gelmiş ve Paris caddelerinde arzı endam etmişti. Şimdiyse, ülkesindeki bazı aşırı sağcı hareketlere yönelik bir seçim hesabı dolayısıyla gelen İngiltere başbakanını saymazsak, neredeyse 200 kişinin öldüğü bu yeni Paris saldırılarından sonra, bir Allahın kulu bile gelemiyor Fransa’yla dayanışmaya. Daha mantıklı değil mi tam şimdi gelmeleri? Tabiî, artık son derece tehlikeli Paris’e gelmek!
Diğer taraftan, tüm dünyayı 200 yıldır kirleten sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerin devlet başkanları, bir toplantı (İklim Zirvesi) gerçekleştirmek üzere Paris’e gelecek önümüzdeki günlerde. Güvenlik gerekçesiyle tüm Paris’i felç edecekler şimdi. Oysa, kendisini davası için fedâ etmeye hazır genç bir kadını veya adamı, yâni hakiki bir mücahidi engelleyebilecek hiçbir güç yoktur. Ve, müslümanların davası, haklı olan davadır.
Mücahidlerin belli taktik ve operasyonel kararlarını veya faaliyetlerini eleştirebilirsiniz. Neden olmasın? Kimse mükemmel değildir, onlar da öyle. Fakat müslümanların tarihî haklarını savunmak ve kendilerini vuranları vurmak, tartışılmazdır. Brezilyalı karikatürist Latuff’un çizdiği de –ki o kadar komik olmasa da- yaşanan gerçekliğin tâ kendisidir ve bunu da müslümanlar başlatmamış, Fransız halkı da başlatmamış, bu suçları yıllar yıllar boyu insanoğluna karşı işleyen emperyalistler ve siyonistler başlatmıştır. İşte Vietnam’da, işte Filistin’de işlenen suçlar…
Gönüldaş Erdoğan’a belli bir sempatim var, ilginç bir insan, faziletleri olan bir insan, birşeyler inşâ eden bir insan, mütevazı bir aileden gelen bir insan, karakter sahibi bir insan, ikiyüzlü olmayan bir insan, çok becerikli bir siyasetçi ve şimdi ikili bir oyun oynayarak problemleri çözmeye çalışıyor, burası açık ve bu da bir şeref onun için; ne var ki, büyük stratejik hatalar yapıyor. Sonucu da çoğunluğu müslüman yüzbinlerce masum insanın bu hatalar yüzünden ölümü olacaktır.
 
Allahü Ekber.
 
(Carlos, mûtad konuşması bittikten sonra da bir süre devam ediyor ve “Kumandan Mirzabeyoğlu’nu benim adıma sımsıkı kucaklayın; o Nakşibendî liderimizi, siyasî liderimizi düşünüyorum.” diyor ve gülümseyerek Av. Yılmaz’la vedalaşıyor.)
 
28 Kasım 2015