Yahudi sorunu ve bu sorunun mekândaki tecellisi olan İsrail’le hemen her Müslüman alâkadardır. İlahî iradeyi akılda tutarak belirtirsek, İsrail’in en büyük hamisi, şeytandan sonra, beynelmilel Yahudi kapitalistlerinin emir ve direktifleri dışına çıkması imkânsız olan ABD’dir. İlginç; 1948’de Siyonist devlet ilan edildiğinde bu devleti tanımakta ABD ilkin tereddütte kalmış, fakat Ruslar (SSCB) kapitalist ve Siyonist bir rejimi tanıyan ilk devlet olmuştur. Tabii ki Sovyetler-İsrail ilişkilerinde akla gelecek ilk şey Sovyet Rusya’nın Yahudi zulmüne karşı savaşan mücahidlere ve devletlere verdiği sanılan destek… Filistin davası, hemen her rejim için halkların gönlünü almada istismar edilebilecek eşi menendi olmayan bir dava olduğundan ve Rusların da üç asırdır etrafında dolaştıkları Akdeniz’e ve Ortadoğu mıntıkasına girme politikasına açılan bir sur enkazı belirttiğinden dolayı, Sovyet Rusya’nın bu izafî “yardımları”nın esasen mükemmel bir propagandayla Rus emperyalizmini çevreleyen revnaklı bir ambalaj teşkil ettiğini göreceğiz. Fakat şu anlık yazımızı Rusya Federasyonu dönemine kadar getirmekle iktifa ediyoruz. Lâkin Sovyet Rusya ile Rusya Federasyonu’nun Ortadoğu politikasının paralel gittiğini belirtmek de borcumuz.
*
Lenin, Stalin’i bir problemi çözmek için görevlendirdikten sonra, Stalin, komisyonunu kurar ve Lenin’e isim isim bildirir, Lenin cevap olarak der ki: “Bir tanecik bile Yahudi yok mu? Hayır, o zaman bu yürümez.”
*
Stalin’in sağ kolu ve SSCB Dışişleri Bakanı Molotof’a bir soru yöneltilir; İsrail’in kurulmasında ABD’nin baştaki tereddüdüne atıf yapılır ve neden Sovyet Rusya’nın İsrail’i tanıdığı sorulur. Molotof cevap olarak Bolşeviklerin Siyonizme karşı olduklarını, fakat aynı zamanda özgürlükçü bir ülke olduklarını, dolayısıyla da İsrail’in bağımsızlığını desteklediklerini söyler. Burjuva bir devletin kurulmasına neden destek oldukları sorulduğunda ise “Neden? O takdirde İngiltere’yi karşımızda bulacaktık. Ve Amerika’yı. Şimdi diyeceksiniz ki neden bunu Finlandiya’da yapmadık, orada daha kolaydı. Benim fikrimce iyi yaptık. (…) Yahudilere gelirsek, siyonizmin bayrağı altında bir devlet edinebilmek için savaşıyorlardı, tabii ki buna karşıydık. Ama bir halka bunu fazla görmek bizim açımızdan onları hor görmekle birdi.” şeklinde cevap veriyor. Bu mülakat “Molotov Anlatıyor” isimli eserde mevcut ve eser sahibi mülakatın başlığına ise vicdanının sesine kulak vermiş olsa gerek ki “Net Olmayan…” koymuş. Fakat kutup ayısının kutuplarda yaşadığı bilgisi gibi net olan bir şey var ki; dönemin “süper gücü” Sovyet Rusya’nın dışişleri bakanının Siyonistlerle işbirliği içerisinde olduğudur. Stalin’in Molotof kokteyli gibi önüne fırlattığı Çeka dosyası, sağ kolu Viyaçeslav Molotof’un gözleri önünde parlıyor; zira dosyada karısının Siyonist bir lobi ile ilişki içerisinde olduğu, o dönem İsrail Büyükelçisi Golda Meir’le sık sık görüştüğü ifşa edilmiştir. Ayrıca mühim bir konu da Kırım’da bağımsız bir Yahudi kolonisi kurmak!.. Molotof’un karısı bu olaydan sonra sürgüne gönderilmekle beraber Molotof’a da önemli işlerden el çektiriliyor. Komplo teorilerine inanmayan fakat siyasetin gerçekliğini de bilen birisi, bir devletin, hele ki süper güç olduğunu iddia eden bir devletin ikinci adamının böyle bir komploya karıştığını duyar duymaz hemen hükmü basar: Ortada bir kuklacı var! Konumuz da Yahudilik/İsrail’le alâkalı olduğuna göre bu kuklacı belli…

Esasen Sovyet Rusya, Kalinin’in önayak olmasıyla Yahudilere bir eyalet tahsis etmişti; sene 1928. “Birobican Eyaleti” ismiyle maruf ve i.neleri kıskandıracak şekilde rengârenk bir bayrağa sahip bu eyalet, 1934 senesinde özerk bölge ilan edildi. Sosyalistler bunu, o dönem Yahudilerin tek kurtuluş yolu olarak sosyalizmi görmesine bağlarlar. Ancak aynı sosyalistler bu bölgenin defaatle Siyonist liderlerce teftiş edildiğini de söylemekten çekinmezler. O dönem ideallerini kuvveden fiile dökmek için kaynaşan Siyonistler adına bu eyalet, bir model olacaktır; zira birkaç yıl sonra Sovyet Rusya desteğiyle Filistin’de kendi devletlerini kuracaklardır.
Molotof’un hariciye vekâleti döneminde tanınan İsrail ile ilişkiler, Molotof’un sağ kolu olan fakat akabinde onu ve kliğini deviren Kruşçef’den yana tavır koyan Andrey Gromiko’nun dışişleri bakanı olmasından sonra da devam etti. SSCB’nin BM temsilcisi, ABD ve İngiltere büyükelçilik görevlerinden sonra yaklaşık 30 sene Sovyet Rusya dışişleri bakanlığını yürüten Gromiko döneminde ilişkiler görünürde zaman zaman gerilse de istikametinden ayrılmadı. “Yakışıklı orangutan maymunu” Cemal Abdülnasır döneminde Ortadoğu’ya Mısır yoluyla da giren Sovyet Rusya, ipteki cambaz misali zor ve kendi açılarından önemli bir denge politikası güttü. Altı Gün Savaşı’ndan önce Mısır’a istihbarî, askerî ve teknik yardım sağlayan SSCB’nin, yaptığı yardımlarda ne kadar cimri davrandığını ve istihbarat raporlarının ne denli yanlış ve gösterdiği taktiklerin de ne derece faydasız olduğunu Altı Gün Savaşı’nın 6.gününde Cemal Abdülnasır’ın kendisi bizzat söyleyecektir. Hatta İsrail’e karşı Mısır’a yapılan askerî materyal yardımı, 10 sene önce Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail’e yapmış olduğu askerî yardımdan daha yetersizdi. Önemli bir bilgiyi de o dönem Pravda’nın Ortadoğu şefliğinde çalışan ve sonradan Rusya Federasyonu başbakanlığı da yapacak olan Yevgeni Primakof’dan öğreniyoruz: “Doğal olarak Kosigin askerî harekâtların büyük Arap topraklarının işgali ile sonuçlandığı Ortadoğu sorununu da dile getirdi ve Johnson İsrail’e varolma hakkı tanınması karşılığında İsrail ordusunun işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekliliğini kabul etti. Oysa Kosigin’in bu kabulü sözüm ona “kağıda dökecek” yetkisi yoktu. (…) Yetkisi olmayan Sovyet Hükümet Başkanı’nın düştüğü bu belirsizlik, bence İsrail askerlerinin Altı Gün Savaşı’ndan önceki mevzilere geri çekilmesini engellemişti.” O dönem Sovyet Rusya’nın politikası Arapları İsrail’e karşı korumak ve İsrail’i de güya ABD’yle bölgede çatışma riskinden ötürü Araplara karşı korumak olmuştur. Kosigin’in 1967’de BM Genel Kurulu’nun olağanüstü toplantısında İsrail’i kınaması, Altı Gün Savaşları’ndan önceki topraklarına geri çekilmesini talep etmesinden sonra İsrail’in toprak bütünlüğünün korunması ve Araplarca devlet olarak tanınması gerektiğini söylemesi büyük bir infial yaratsa da Sovyet Rusya 1970’lerde bu politikasına Arapları da inandıracaktı. Böylece Cenevre Konferansı’yla ölümcül “barış” sağlanmış olacaktı…

Prensipte Sovyet Rusya’nın Filistin’de iki devlet temayülüne karşı olduğu bilinir. Molotof, önce Arap ve Yahudilerin beraber yaşadığı bir devletin teşekkül ettirilmesi gerektiği, bu başarılı olmazsa Yahudiler için ayrı bir İsrail devleti kurulmasına destek olacak politika güttüklerinden bahseder. Sovyet Rusya’nın İsrail meselesinde takındığı bu ikiyüzlü, belirsiz tavrı verdiğimiz örnekler dışında bir de Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko’nun da hatıratında görebiliriz. Gromiko, Kennedy ile yaptığı özel bir görüşmeyi şöyle anlatıyor: “Terasa gidip çevirmenler olmadan baş başa konuşalım mı?’ dedi. Tabii ki bu teklifi kabul ettim ve odadan ayrıldık. Hemen ABD içindeki durumdan bahsetmeye başladı: ‘Doğrudan Amerikalılar arasında ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin iyiye gitmesinden her zaman memnun olmayan iki kesim var. Bunlardan biri ideolojik nedenlerle bu iyiye gidişe karşı çıkan insanlardan oluşuyor. Diğer grup ise Kremlin’in her zaman ve her koşulda Arapları destekleyeceğini ve İsrail’in düşmanı olacağını düşünen belli bir ulusa mensup kişiler (Yahudi lobisinden bahsediyordu). Bu kesimin ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin gelişmesini çok zor hale getirecek yöntemleri var.’ (…) Ben de konuşmamı sürdürdüm: ‘Ortadoğu’yla ilgili olarak ise Sovyetler Birliği geçmişte eski Filistin topraklarında, biri Araplara diğeriyse Yahudilere ait iki bağımsız devlet kurulmasını önermemişti. Bunun herkese hatırlatılması gerekiyor. Böylece sözünü ettiğiniz kesimin bizimle ilgili olarak endişelenmesine gerek kalmaz.” Bu gizli görüşme resmî bir manâ taşımasa da öylesine söylenmiş sözleri ihtiva etmediğini de Sovyet Rusya’nın icraatlerinden çıkarmaktayız.

Yine Yevgeni Primakov’dan öğrendiğimize göre Sovyet Rusya Filistin’de kontrolü dışında olan ve tehlike arz eden İslâmî direnişi yok ederek yerine sosyalist tandanslı örgütler ikame etmiş fakat bu örgütlerin de, özellikle FHKC’nin kontrol dışına çıkarak Siyonizmle savaşta başvurduğu silahlı direniş, uçak kaçırma, Batı ülkelerinde gerçekleştirdiği eylemleri, Filistin davasına sahip çıkmakta kendilerini zor durumda bıraktığını öne sürmüş ve direniş örgütlerine verdiği malî desteği hepten sınırlamıştır. Böylece Siyonistlerle şöyle böyle savaşan yapıları da pasifize etmiştir. Daha sonra FHKC de yaptığı resmi açıklamada uçak kaçırma eylemlerini bırakmalarında SSCB’nin etkisi olduğunu söylemiştir. Ruslar Yaser Arafat liderliğinde FKÖ’yü ön plana çıkardıktan sonra İsrail ile müzakerelerin daha ılımlı düzeyde geçeceğini ummuştur. Nitekim bu politika, bugün çöktüğü kesinleşen Oslo Barış Süreci’ne giden yolu hazırlamıştır.

Sovyetlerin Filistin-İsrail politikası, 1970’lerden sonra Mısır’ın da ABD güdümüne girmesiyle açıktan açığa ABD ile paralel yürümüştür. Yevgeni Primakov der ki “SSCB Arap ülkelerine destek verirken dahi İsrail’i yok etmek fikrinden uzak durmuştur.”
*
Yazımızda şahitlerin ve bizzat oyuncuların diliyle belli bir dönemin panaromasını çizmekten ziyade, o dönemde yaşanmakta olan hadiselerin günümüzde de benzerlikler içinde devam ettiğini göstermek ve yine çağımızın önemli bir aktörü olan Rusya’nın bugünkü Ortadoğu politikasının temelini teşkil eden Sovyet Rusya’nın Filistin-İsrail politikasına değinmiş olduk. Yıllarca davaya destek verdiği zannedilen fahişe yüzlü bir devin aslında Filistin halkını oyaladığı, zamanı Yahudiler lehine verimli bir şekilde arttırdığını gördük. Bugün ise Filistin’de yeni bir intifadanın ateşi harlanıyor. ABD’nin Kudüs’ü Yahudilerin başkenti ilan etmesine şu ana kadar Türkiye’nin yaptırımı olmayan sarsak karşı çıkışından hariç halkı Müslüman olan lâkin kendilerinin ne olduğu belli olmayan rejimlerden herhangi bir ses çıkmadı. Rusların ise Ortadoğu’da Suriye haricinde başrol oynayacağı bir saha olarak 1980'lerde kaybettiği Filistin’e el atıp atmayacağı da meçhul.


Baran Dergisi 570. Sayı