Donbass çevresinde tam olarak ne yaşanıyor, Rusya’nın askeri yığınak yapması, Ukrayna’nın operasyon hazırlıkları vs. derken hadise nereye doğru gidiyor?

İlk olarak şunu söyleyebiliriz; Ukrayna merkezli gelişmeler ABD’de Joe Biden’in başkan olması sonrasında Rusya’ya yönelik baskının Trump dönemine kıyasla çok daha fazla artacağını göstermesinin ardından meydana gelmiştir. Bu gelişmeleri Moskova’da gerçekleşen Putin karşıtı Navalni protestolarıyla, hatta Ermenistan’da Rusya’nın cezalandırmak istediği Paşinyan’a karşı Batı’nın Paşinyan’ı iktidarda tutma çabalarıyla birlikte okumak mümkündür. Dolayısıyla Batı dünyası Rusya’yı yakın çevresinde bir şekilde rahatsız etmek, istikrarsızlaştırmak istiyor. Bu durumun temel nedeninin ise transatlantik ilişkilerde Trump döneminde meydana gelen hasar olduğunu ifade edebiliriz. Biden’in önceliği Amerika’nın küresel liderliğini sürdürebilmek için Avrupa’nın rızasını almak. Bu anlamda da Avrupa’nın Rusya korkusunu Biden avantaja çevirmek istiyor. Rusya da bu krizi fırsata çevirmek istiyor ve Donbass üzerinden kendi tarihi imparatorluk hayalleri doğrultusunda yayılmacı bir politika uygulamaya çalışıyor. Rusya, Donbass’taki askeri yığınağını arttırarak hem Avrupa’nın Amerika’nın kışkırtması sonucunda Rusya ile savaşı göze alıp alamayacağını test etmek hem de bu çerçevede topraklarını Kırım benzeri formüllerle genişletmek istiyor.

Bu noktada şunu sormak istiyorum; Herkes Donbass’tan bahsederken Rusya’nın harekâtı daha geniş tutması mümkün mü?

Rusya’nın burada Donbass ile de sınırlı kalmayacağını düşünüyorum. Rusya bir harekât hazırlığında, olası harekatta Odessa’ya kadar çıkarak Ukrayna’nın Karadeniz çıkışını tamamen kapatmak isteyecektir. Eğer silahlar patlarsa Rusya’nın hedefinin Odessa’ya çıkmak olacağı kanaatindeyim. Bu hem Rusya’nın yine imparatorluk hedefi doğrultusunda Transdinyester’e, ilerleyen dönemde Moldova’ya yönelik yayılmacı politikalarını uygulaması için bir alan kazanımı olacaktır hem de Ukrayna’yı tam anlamıyla Karadeniz’e çıkış noktasında sınırlandıracaktır. Böylelikle Rusya Karadeniz’in bir NATO gölü olmayacağı mesajını Batı’ya verecektir. Bu Rusya için çok önemlidir. Çünkü, 2007 yılında Bulgaristan NATO’ya üye olduğunda Rusya’nın verdiği çok somut bir mesaj vardı; “NATO’nun eski Sovyet coğrafyasında, Varşova Paktı coğrafyasında gelebileceği son Doğu sınırı Bulgaristan’dır. Daha ileri gitmesine izin vermeyiz.” Nitekim 2008 yılında Gürcistan NATO’ya yöneldiğinde 5 Gün Savaşları ile Rusya olaya müdahale etmişti. Bugün Ukrayna’da ve Gürcistan’da yeniden alevlenen NATO tartışmalarını da bu çerçevede okumalıyız.

Avrupa’nın Rus korkusundan bahsettiniz. Halihazırda Avrupa’nın özellikle Almanya’nın enerji ithalatı vs. mevzular üzerinden Rusya’ya bir bağımlılığı yok mu, Rusya’ya karşı savaşı göze alabilir mi?

Elbette bir bağımlılığı var. Esasında bu noktada hangi Avrupa, kimin Avrupa’sı gibi soruları da dillendirmek gerekiyor. Rusya ABD’nin çabalarıyla Avrupa ile karşı karşıya getirilmek isteniyor. ABD’nin planı Avrupa ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek. 31 Mart 2021 tarihinde Putin, Macron ve Merkel arasında bir zirve gerçekleşti telekonferans yoluyla. Bu zirvede biz şunu gördük; Merkel açık bir şeklide savaş istemiyorum, dedi. Yine Elysee Sarayı’ndan yapılan açıklamada Temmuz 2020 tarihli Donbass ateşkesine, AGİT çerçevesinde hayata geçirilen ateşkese atıfta bulunuldu ve Avrupa’nın esasında savaşmayı istemediğini ifade edildi. Bununla birlikte sizin de işaret ettiğiniz çok önemli bir nokta var, Kuzey Akım 2 projesi Almanya’nın enerji bağımlılığı noktasında Rusya’ya olan ihtiyacını çok somut bir şekilde gösteriyor ki, Alman yetkililer Biden yönetimini Kuzey Akım 2’yi istikrarsızlaştıracak girişimlerden uzak tutma noktasında da uyarıyorlar. Buna rağmen NATO’nun Rusya ile karşı karşıya kaldığı bir sıcak savaş senaryosunda Avrupa’nın nasıl bir karar vereceğini öngörmemiz çok mümkün değil. Her şeye rağmen Avrupa’nın böyle bir seçim yapmak durumunda kaldığında NATO’nun içerisindeki yerini göz önünde bulundurarak tercih yapacağını düşünüyorum.

Tabiî olarak tarihî Rus düşmanlığı ve tehdidi…

Dediğim gibi Rusya’nın Odessa’dan sonraki hedefi Transdinyester olacaktır. Bu da Rus tanklarının Doğu Avrupa’ya dayanması anlamına gelecektir. Putin bu anlamda biraz da Hitler’e benziyor, küçük küçük parçalar halinde kopararak, karşısında Batı’nın durup durmayacağını test ederek sürekli topraklarını genişletmeye çalışıyor. Esasında Kıta Avrupası’nın da bir noktada Hitler’den çıkardığı dersi Putin’e karşı göz önünde bulunduracağını düşünüyorum.

Karadeniz mevzuundan bahsettiniz; “Karadeniz’in NATO gölü olması” dediniz. Türkiye de bir NATO üyesi ve son günlerde çok tartışılan bir mevzu var; Montrö. “Karadeniz’de bir savaş patlar” iddiasının ortada olduğu şu günlerde Montrö sorgulanıyor. Gördüğümüz kadarıyla bu sadece Türkiye’ye has bir durum da değil. Uluslararası alanda düşünce kuruluşları, dış basın ve birçok kişi Montrö’den bahsediyor şu anda. Montrö’nün bu kadar çok gündeme gelmesinin bu mesele ile doğrudan alâkası var mı?

Türkiye’de Montrö tartışmaları biraz iç politikayla da ilgili, Kanal İstanbul tartışmaları üzerinden. Montrö’nün statüsünün değişip değişmeyeceği konuşuluyor. Çünkü, Montrö’nün statüsünde meydana gelen bir değişiklik diğer aktörler tarafından da tartışılacaktır. Bununla birlikte Türkiye “Marmara Denizi bir iç denizdir, bu iç denizde yapılacak bir kanal Montrö’nün statüsünü tartışmaya açmaz.” diyor. Buna uluslararası hukukçuların daha detaylı bir şekilde açıklama getirmesi gerektiğini düşünüyorum; ama en azından Karadeniz’deki denkleme ilişkin söyleyeceğim şey şudur; Rusya da Soğuk Savaş döneminde güçlü iken Montrö’nün statüsünün değiştirilmesini istemişti kendi çıkarları doğrultusunda. Sıcak denizlere ulaşma amacıyla. Bugün benzer bir şekilde ABD’nin Montrö statüsünün değiştirilmesi talebinin bulunduğunu ve bir anlamda Montrö’nün mevcut durumunun Türkiye-Rusya ilişkilerinde karşılıklı sadakat göstergesi olduğunu düşünüyorum. Örneğin NATO iki tane gemi gönderdi Karadeniz’e, bu gemi sayısının 2 ile sınırlandırılmasında Montrö’nün önemli bir rolü oldu. Dolayısıyla mevcut uluslararası konjonktürde Montrö’yü tartışmaya açmanın çok doğru olmayacağını düşünüyorum. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu ifade etti; “Bizim Montrö’yü halihazırda tartışmak gibi bir amacımız yok.” dedi. Türkiye’de iç politika üzerinden gelişen tartışmaların dış politikada aleyhimize işlememesi hususunda dikkatli olmak gerektiği kanaatindeyim.

Karadeniz’e gemilerin geçişi hususunda mesela Tuna üzerinden NATO’nun savaş gemilerinin Karadeniz’e indirilmesi gibi bir proje de var ve bu çerçevede bazı denemeler de yaptılar. Montrö’yü bu şekilde baypas edebilirler. NATO bu şekilde Montrö’yü ve Boğazları önemsizleştirebilir mi?

Tabiî ki düşünülebilir; ama Montrö’nün statüsünün değiştirilmesi ABD için daha az maliyetli olan seçenektir. Aynı zamanda Karadeniz’de en önemli kıyıdaş devletlerinden biri olan Türkiye’yi her anlamda yanında hissetmesi anlamına gelecektir. Bununla birlikte Astana sürecinden beri Rusya ile öyle ya da böyle anlaşmazlıklarını müzakere edebilen, çözemese bile en azından asgari müştereklerde uzlaşarak halının altına süpürmesini, dondurmasını sağlayabilen bir Türkiye var. Aynı Türkiye diğer taraftan Ukrayna ile çok yakın ilişkilere sahip ki, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski geçtiğimiz günlerde Türkiye’deydi. Türkiye gerek Montrö’nün statüsü gerekse de Erdoğan’ın esasında liderlik anlamında dünya liderleriyle olan olumlu ilişkileri vesilesiyle Karadeniz’de barış ve istikrarı sağlayabilecek bir aktör olarak öne çıkar. Statü değişiklikleriyle bölgenin provoke edilmesinin aksine bölgede arabuluculuk çabalarıyla işbirliğini ve barışı tesis edebilecek bir aktör olarak Türkiye’yi görüyorum. Dediğim gibi Montrö’nün statüsünün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dediği gibi en azından şimdilik tartışılmasının doğru olmadığı kanaatindeyim.

Bu şu kapıya da çıkıyor anladığım kadarıyla; Montrö’den daha iyisi bizim menfaatlerimiz için mümkün ve gerekli olabilir, mesele bunu uluslararası topluma kabul ettirebilmek değil mi?

Genellikle anlaşmalar devletlerin savaşa girmesi zafer ya da yenilgi alması neticesinde imzalanıyor. Bugün daha iyi bir anlaşma olsa dahi Türkiye’nin savaşa girmesinin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Ama gayet tabiî Türkiye ulusal çıkarları doğrultusunda diğer aktörlerle müzakere ederek eğer daha iyi anlaşmalar yapabiliyorsa bunda bir problem olmaz. Fakat mevcut konjonktür şu aşamada Montrö’nün eksiklikleri de olsa doğruları da olsa tartışılmasının doğru olmadığını gösteriyor. Türkiye’nin daha ziyade arabuluculuk çabaları ile hem NATO’da aslında Kıta Avrupası’nın Amerika ile Rusya’yı karşı karşıya getirme çabalarında, Kıta Avrupası ile beraber hareket edebilecek manevra alanına sahip, Ukrayna’yı rahatlatabilecek manevra alanına sahip; çünkü Türk İHA ve SİHA’larının sahada yarattığı etki Rusya’yı tehdit ediyor. Diğer taraftan da Rusya ile Türkiye’nin bir etkileşim gücü var. Bu etkileşim gücü ile Türkiye Moskova’yı bir noktada masaya oturtabilecek imkanlara sahip. Bunu Suriye iç savaşında defalarca gördük. Dolayısı ile ben diplomasinin ön plana çıkması gerektiği kanaatindeyim.

Tüm bunlardan Amerika’nın da Türkiye’ye yönelik bir baskısı olduğu hissediliyor. Mesela ABD’nin Ukrayna krizinde Türkiye’yi öne sürmeye yönelik çabalarının olduğu gözlemleniyor. Bu hususta neler söylersiniz? Amerika nasıl bir rol biçiyor Türkiye’ye?

ABD ne yardan ne serden diyerek Türkiye’ye yaklaşıyor. Yani bir yandan Türkiye Avrasya eksenine kaymasın, NATO’ya bağlı kalsın diğer yandan da Türkiye’ye karşı terör örgütlerini besleyelim gibi bir çizgi ile meselelere yaklaşıyor. Bu Türkiye için kabul edilebilir bir durum değil. Türkiye bağımsız ve egemen bir devlet olarak kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmeye devam edecek. Bugün Libya Başbakanı Türkiye’de. Bu şu demek; Türkiye Libya’da meşru hükümeti destekleyerek darbeci Hafter’in iktidarı ele geçirmesini engelledi. Bugün Hafter’i destekleyen Yunanistan bile elçiliğini Trablus’a taşıdı. Türkiye Akdeniz’de ortaya koyduğu tavırla Libya’nın meşru hükümetinin Trablus hükümeti olduğunu kabul ettirdi. Türkiye aynı hassasiyetle ulusal çıkarlarını Karadeniz’de de koruyacaktır, diğer bölgelerde de koruyacaktır. Amerikalılar da bir noktada Türkiye’nin, varlığı yok sayılamaz bir aktör olduğunu anlamak zorunda kalacaktır. Avrasya ekseninin merkezinde yer alan Türkiye’nin Rusya-Çin hattına yakınlaşması Türkiye’den çok ABD’nin zararınadır.

Yunanistan’ın büyükelçiliğini Trablus’a taşıdığından bahsettiniz. Öte yandan Türkiye diplomatik ilişkilerini yeniden gözden geçiriyor, örneğin Mısır ve İsrail ile bir yakınlaşma sürecine girdi. Öte yandan diğer devletlerin de bir takım diplomatik manevralar yaptığını görüyoruz. Bunları ABD’deki iktidar değişiminin ardından devletlerin Amerikan politikalarına göre yeniden pozisyon alması olarak mı yorumlamalıyız?

Sadece buradan okumanın eksik olacağını düşünüyorum; ama mutlaka etkisi vardır. Biden dönemi ile birlikte Türkiye’de aslında yeni döneme hazırlık mahiyetinde adımlar attı. Fakat İsrail ve Mısır hattındaki normalleşme çabalarını, diğer devletlerin Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kabul ettirdiği yeni statüye göre hareket etme zaruretinin bir neticesi olarak değerlendiriyorum. İsrail’in öncülüğünü yaptığı Doğu Akdeniz Gaz Forumu, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte BAE’nin içinde bulunduğu, Türkiye’yi güneyden kuşatma projesinin merkezindeydi. İsrail Enerji Bakanı çıktı dedi ki; “Foruma Türkiye’yi de mi davet etsek?” Hakeza Mısır ile Yunanistan Sevilla haritası çerçevesinde bir münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamıştı. Aslında Mısır’ın kandırıldığı bir haritaydı bu, Mısır’ın da çıkarlarına aykırı idi ve Mısır kendi egemenlik haklarından vazgeçiyordu. Mısır bir hidrokarbon arama ihalesine çıktı, bu ihalede Sevilla haritasını değil Mavi Vatan haritasını esas aldı. Bu da Türkiye’ye Mısır’ın yeşil ışık yakmak zorunda kaldığının göstergesi. Aslında Türkiye’nin tezlerinin uluslararası hukuk açısından meşru olduğu gibi bölge devletlerinin de çıkarına uygun olduğunu gösterdi ve Mısır bunu kabullendi. Libya iç savaşında da Türk İHA ve SİHA’larının etkisi ile Türkiye’nin sahadaki statükoyu da değiştirmesine vesile oldu. Sadece Biden’in etkisinin olmasının ötesinde bana göre Türkiye Doğu Akdeniz’de bir zafer elde etmiştir ve diğer aktörler bugün bu zaferi kabullenmek durumunda kalmıştır. Yunanistan’ın Trablus’a büyükelçiliğini taşıması da buna işaret eder.

Türkiye gaz arama faaliyetlerini biraz ağırdan almaya başladı. Bunun bir geri adım olduğuna dair değerlendirmeler var. Bu husustaki fikriniz nedir?

Ben bunun geri adım olduğunu düşünmüyorum; çünkü Doğu Akdeniz’de iş bitti gibi görünüyor. Yani Türkiye tezlerini kabul ettirmiştir. Mesela geçtiğimiz günlerde İtalya ile Türkiye arasında bir gerilim yaşandı; fakat İtalya da Doğu Akdeniz’de muhatap olarak Trablus’u kabul ediyor. Dolayısıyla Doğu Akdeniz meselesi Türkiye’nin tezlerine uygun olarak masada çözülebilecek bir mesele oldu. Bu ortamda donanma diplomasisini biraz arka plana itmek ve uzlaşmaz bir aktör görüntüsü sergilememek gerek. Türkiye de buna uygun olarak hareket ediyor.

Teşekkür ederiz

Rica ederim…

Baran Dergisi 744.Sayı