Bundan evvelki yazılarımda kıymete mâlik bazı şahsiyetlerden bahsetmiştim. Kimisi ötekisinden, ötekisi de berikisinden daha ehemmiyetli bazı zatlar hakkında kalemimi kıvraklaştırmağa çalışarak, bir şeyler öğrenebilmek maksadıyla cüretkârlıkta bulundum. Şu an okuduğunuz yazıda ise hem gıyaben hem de vicahen müşahede ettiğim; yâni okuduğum romanlardan, kulağıma çalınan hikâyelerden, bizzat –bazen kerhen bazen de zevkle- tecrübe edindiğim hususlar çerçevesinde bir “tür”den bahsetmek istiyorum.

Adımızın başındaullanılmasından hoşnut olduğumuz unvanlar cazibeliymiş gibi gözükse de başkalarının nazarında bizi onore eden bu yapay şey son derece komik olabiliyor. Mesela kendimizden katbekat daha bilge kişilerle, ara sıra da cahil kimselerle münasebet içerisinde olduğumuz ânlar olabiliyor. Kime sorsan hayatı farklı tarif eder... Kimi lânet okur, kimi isyan eder, kimisi ise şükran duyar... Bir sanatçıya mı denk geldin? Onun tarifi mahalle esnafınkinden daha şaşaalı ve derin olmalı değil mi? Mikelanj’ın dediği gibi, “Hayat dediğin sonuna kadar mücadele demektir!” Filvâki, insanın hayatı tarif edişiyle, yaşayış biçimi arasında alâka olmak zorundadır, aksi takdirde dize getirdiğimiz kelimelerin hiçbir ehemmiyeti olmaz! Olsa da Sivas’a doğru giden kamyonun arkasındaki “özlü söz”lerden farkı olmaz! Hoş, otoyolda denk gelirsin böylelerine, bir anlık tebessüm ettirirsin seyircine, belki sunturlu bir küfür yersin, işte o kadar. İşin neticesi soytarılığa kadar gider!

Öyle ki, dünyayı avuçları içine almış, tarihin seyrini değiştirmiş ve hatta ulvî insanların bile soyundan çürük zatlar çıkmıştır. “Soy” mefhumu sadece kan bağından ibaret değildir. Necabet bambaşka bir şeydir. “Büyük İskender’in dalkavukları onu, Zeus’un oğlu olduğuna inandırmışlardır. Bir gün yaralanıp da yarasından kan aktığını görünce ‘Buna ne diyeceksiniz bakalım?’ demiş; ‘kıpkızıl, mis gibi insan kanı değil mi bu? Homeros’un destanlarında Tanrıların yarasından akan kan hiç de böyle değildir.’ Şair Hermodoros, Antigonos’u öven şiirlerinde, ona güneşin oğlu diyormuş. Antigonos:‘Oturağımı yıkan adam benim güneşin oğlu olmadığımı çok iyi bilir’ demiş. İnsan her yerde hep o insandır ve bir insanın özünde soyluluk olmadı mı, dünyanın tacını giyse yine çıplak kalır.” (Montaigne)

Olmadığı bir şahsiyetmiş gibi gözükenler, poz icabı şahbazca role bürünür; aynı çizgide beş adım atamayacak kadar beceriksiz olmasına mukabil, hokkabaz edasıyla ahmak avına çıkarlar. Kendisini aldatmakta mahir olup, karşısındakini de kendisi gibi hodbin ve ebleh sanan maymun iştahlı bu tip, tamahkârlık yapacağı yeri iyi bilir. Bakmayın yerden yere vurduğumuza, enaniyet onun artık bir uzvu olmuştur, insiyaki bir biçimde onu devreye sokar ve bir şekilde büyüsünü icrâ eder. Yapmacık da olsa zarif hareketler, görgülüymüş gibi yapılan ayak oyunları açgözlülüğünün hizmetkârlarıdır. Kumarbazlar nasıl ki blöf ve tavrıyla risk satın alırsa, bu ahmaklar da kendinden daha asalak birini gördü mü, başlar böbürlenmeye. Öyle ya herkes yaptığı şeyin “iyi” olduğunu savunur!

Birisi fırsatçılığı kendi kibri ve ihtirasları için kolluyorsa, türlü insafsızlıklara sebep oluyor, diğer insanları kendi kirli yollarına heba ediyor ise burada necabetten bahsedilmez, bu pespayeliktir!

Esasında Farsça olan “pes”, “pâye” kelimesi “türeme” neticesinde birleşiyor, günümüzde az da olsa kullanılıyor... “Pes” aşağı, “pâye” ise basamak-rütbe mânâsındadır. Biz burada “soy”a atıfta bulunurken, şahsiyetin söyledikleri ve yaptıklarını; yani hâlin kendisini kastediyoruz. İnsanın yaptıkları, söylediği şeyleri desteklemelidir! Ve de, “insan, hayatı yaşayanlarla yaşar!”

Kertenkeleler bir acayip hayvanlar. Bu sürüngenlerin türlü türlü familyaları var. Üç binden fazla türü keşfedilmiş ve zooloji uzmanları gün geçtikçe kertenkele çeşitlerinin arttığını ifade ediyor! Kimi toprak altında yaşayabiliyor, bazı türleri su üzerinde kolayca hareket edebiliyor, bazısı da sıcaklık-ortam vb. durumlarda renk değiştirip kamufle olabiliyor. En ehemmiyetli özellikleri: “Autotomy” –yani uzuv koparma- denilen faaliyet, kuyruk feda etme eylemi gerçekleştirmesi. Hayvan, kuyruksuz bir vaziyette sıçrama ve üreme yeteneğini kaybetmek pahasına bu tabiî tepkiye başvurur. İrtifa kaybeden hava vasıtasından atılan yükler gibi değil mi?


Baran Dergisi 675. Sayı