Kalbimizde Peygamber Efendimiz’e karşı ne kadar muhabbetimiz varsa O’nu o kadar tanıyoruz demektir.

Allâh’ın Habîbi (s.a.v.): “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Edeb, 96)

Yani kalbî beraberliği temin eden yegâne müessir, muhabbettir. Muhabbet, gönülleri âdeta bir cereyan hattı gibi birbirine bağlar. Yine bu hâl, fizikteki birleşik kaplar misâlidir; birbiriyle muhabbet irtibâtı sürdüğü müddetçe, keyfiyetler de birbirine benzemeye başlar. Zevkler, nefretler, duyuşlar ve görüşler aynılaşmaya meyleder.

Birbirini gerçekten seven iki kişi, birbirine müşterek sevdiklerinden ikram ederek hediyeleşir. Hangi çiçeği seviyorsa onu götürür, neden hoşlanıyorsa onu yapar. Zira seven, sevdiğinin sevdiklerini de sever, sevmediklerini sevmez, onu hatırından çıkarmaz, dilinden düşürmez.

SAHABİLERİN RESULULLAH SEVGİSİ

Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) çocukluğundan itibaren bütün bir hayâtını Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i adım adım tâkibe adamış, -hikmetini bilsin veya bilmesin- Efendimiz’in yaptığı her şeyi yapma gayreti içinde yaşamıştır.

Meselâ; Efendimiz’in bir çeşmeden su içtiğini görmüş, o da zaman zaman o çeşmeye giderek su içmiş; Efendimiz’in bir ağacın altında gölgelendiğini görmüş, o da ara sıra o ağacın altında gölgelenmiş; yine Efendimiz’in mübârek sırtını bir kayaya yaslayıp biraz oturduğunu görmüş, o da bâzen uğrayıp o kayaya sırtını vererek bir müddet oturmuştur.

Yine Abdullah ibn-i Ömer (r.a.) bir hac esnâsında Cebel-i Rahme’nin kenarındaki bir kayanın üzerinde bir müddet oturmuştu. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda:

“Peygamber Efendimiz, Vedâ Haccı sonrasında bu kayanın üzerinde bir müddet oturmuştu.” karşılığını verdi.

Yine bir kervanla yolculuk ederken, bir yerde kervanı durdurmuş ve az ilerideki bir tepenin üzerinde bulunan ağacın yanına gidip gelmişti. Bu hareketinin sebebini soranlara da:

“Rasûlullah (s.a.v.) bir gün buradan geçerken o ağacın altına gidip gelmişti...” buyurdu.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’i bir gölge gibi takip etmeye çalışan bu âşık sahâbînin vefâtındaki hâli de çok ibretlidir:

İbn-i Ömer (r.a.) Mekke’de âniden rahatsızlanır. Rivâyetlere göre Haccac tarafından zehirlenmiştir. Büyük ıztırap çekmektedir. Yaşlı hâliyle onu alıp bir çadıra götürürler. O esnâda ne konuşabilmekte ne de elini kolunu hareket ettirebilmektedir. Yanındakilere bir şeyler anlatmak ister. Lâkin onlar ne istediğini anlayamazlar. Çaresiz bir şekilde beklerken o esnâda çadıra Abdullah ibn-i Ömer’i yakından tanıyan biri girer. Onlar hemen o kimseye Abdullah ibn-i Ömer’in kendilerine bir şeyler anlatmak istediğini, fakat anlayamadıklarını söylerler. O kimse:

“–Siz az önce ona ne yaptınız?” diye sorar.

Onlar da:

“–Abdest aldırdık.” derler.

O kimse yine sorar:

“–Peki abdest aldırırken kulağını mesh ettiniz mi?”

“–Hayır, unuttuk!..” derler.

O zât:

“–Siz onu tanımıyor musunuz? O hayâtı boyunca Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yaptığı her şeyi yapmaya, sakındığı her şeyden de sakınmaya çalıştı.” der.

Bunun üzerine hemen kulağının arkasını mesh ederler. Bundan sonra Abdullah ibn-i Ömer Hazretleri’nin sıkıntısı dağılır, rahatlayıp tebessüm eder ve ardından mübârek rûhunu huzur içerisinde teslîm eder.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları