“Sahâbînin rolü ve mânâsını reddetmek, sahâbilere dil uzatmak, “hadisin mânâsını reddetmektir. Allah Resûlünü reddetmektir... Allah Resûlünü reddetmek de, Kur’an’ı reddetmektir... Bütün bunlardan sonra, sahâbînin reddinin “içtihat” diye bir mevzuu ortadan kaldırdığını söylemek lüzumsuz: Ortada zaten İslâm kalmıyor ki, “içtihat” diye bir mevzu kalsın... Muhatap olunacak olanı ve onun karşısındaki muhatap durumunu ortadan kaldırdıktan, yani çift taraflı bir iptalden sonra, “kaynaktan yapmalıyız” tekerlemecisinin, olmayan şeye muhatap şeklinde, “artık ilâhi vasfı kalmamış kitab”a mevzuu olmayan bir muhatap pozisyonundan muhatap olarak “hüküm çıkarma”ya davranmadaki ahmaklık ortada değil mi?..”

(…)

O ve sahâbî... Vahy ve hadîs... Derin ve gerçek mü'min için usul şudur:

-"O ndan ve sahâbîlerinden, emin el ve dille ne geliyorsa doğrudur, Gözümün gördüğü, elimin tuttuğu, kulağımın işittiği, burnumun kokladığı ve

Sahâbî'nin reddi, Allah Sevgilisi'nin reddini getirir ve bu mukadder oluşun mukadder oluşu da Allah'ın reddini icabettirir... "Allah'a Resulü'nün gösterdiği yoldan inanmak" davasının olmadığı bir yerdeki Allah inancı da, İslâm'ın bildirdiği -yani Allah'ın bizzat kendi bildirdiği ve kendini bildirdiği- Allah'a inanç değildir!..

(…)

Kur'ân'daki âyetler ve Allah Sevgilisinden vârid olan hadîsler, sahabenin yerini kesin bir şekilde tesbit etmiş, herhangi bir kimseye, onları ta'dil etmek hususunda en küçük bir ihtiyaç bırakmamıştır. Bu itibarla İslâm uleması, onların adaletine taalluk eden hususlarda münakaşa kapısının açılmasını lüzumsuz, adaletinin ispatı hususunda yapılan gayretleri fuzûlî addetmişlerdir; çünkü Kur'ân ve hadîs ortada dururken, söylenecek başka ne olabilir ki... Ama buna rağmen, din suikastçıları, sahabeye dil uzatmaktan geri kalmamışlardır.

(…)

"Allah'ın eli topluluk üzerindedir" âyeti... Keyfiyet mânâsıyla "topluluk hakikatinin ferdî yekûnu, Allah'm Sevgilisi'ndedir... O'nda toplu "topluluk hakikatinin cemaat kadrosu ise, mukadder bir mânâ olarak, -ki bunu sahâbînin umumî mânâsı olarak kullanıyoruz, yoksa bir kısmının mânâsı ve hususiyeti bizzat Vahiyle tescillidir.- her birinde her birinin keyfiyetinden hisse bulunan ve her biri kendi mizaç hususiyetinde O'nu pırıldatan sahâbîlerdir... Bu yüzden de hangisine tutunulsa, Allah'a Resûlü'nün gösterdiği yoldan bağlanma muradı yerine gelir... Nitekim Allah'ın Sevgilisi şöyle buyurmuşlardır:

- "Sahâbîlerim gökteki yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız kurtulursunuz!"

Onların doğrudan neye muhatap olduklarım ve doğrudan muhatap olma nasiplerinin neye nisbetle ne olduğunu anlamak için, şunu bilmek yeter; Gelmiş geçmiş hiçbir peygamber diğerine tâbi değilken, bütün peygamberler Allah'ın Sevgilisi'ne tâbidir... Onlar, nebilerden sonra insanoğlunun en üstün değerlileri... "İlâhı hükümleri olduğu gibi bildirmek" vazifesini zamanlarında 124.000 sahâbîye yüzyüze tebliğ ederek yerine getiren Allah'ın Sevgilisi, onlara buyurmuşlardır:

- "Benden sonra, benden işittiklerinizi, sizden soma gelenlere bildirin!"

Gerçekten her sahâbî, aldığı emri yerine getirdi... Onların ardından gelenler, Vahyi de onlardan öğrendiler, hadîsi de... Bunların hepsi selim akıl sahibi, ilimli, anlayışlı, faziletli, şecaatü, doğru ve fedakâr insanlardı... Bunun aksini düşünmek, doğrudan doğruya O nurun hakkını tesbit edememektir...

(…)

"Sahâbîlerim gökteki yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız kurtulursunuz!" buyuruyor Allah'ın Sevgilisi... Sahâbî ne midir?... Ümmetin temel yapısı; kalbini, duygu ve düşüncesini peşin olarak O'na bağlıyan ve sonra bu bağlanış etrafındaki hakikat dairesi üstünde dilediği gibi akıl atını koşturan -ağzı kantarmah at- ve artık hiçbir akıl sıkıntısı çekmeyen büyük insan örneği... Hiç kimsenin bu satırlara aşinalık taslamamasını ve fikretmesini dilerim: Evvelâ, şu tekerlemeye dönmüş "taklidi imân ve tahkiki imân"m ne olduğunu öğrenmelerini, "taklidi ilim ile tahkiki ilim" arasındaki farkı idrak etmelerim, hakikî ilim ve hakikî imân sahipleri için geçerli "Şeriat ölçüleri bedahettir" sırrını sezmelerini, ve daha neler ve nelerden sonra o hiçbir akıl sıkıntısı çekmeyen büyük insan örneğini hayâl etmelerini tavsiye ederim... "Akıl sıkıntısı çekmeyen": Günümüzün ortalama insan aklına biçeceğimiz "salak, dangalak ve akılsız" adam tipi değil, "akıl üstü keyfiyet" sırrının sahipleri... Düşününüz ki, neleri izah zorunda kalıyoruz!...

(…)

Sahâbîler... Fertlerin toplamında, yâni "cemaat" hâlinde görünen "topluluk hakikati" ile, tek tek fertlerde görünen "topluluk hakikati"nin kucaklaştığı bir nur yumağı!..

(…)

Sahâbîlerden herhangi birine dil uzatan kimse, dine suikast ve hıyanet ruhunun temsilcisidir!..

Sahâbîler, Peygamber kuşağı hâlinde bütün renkleri havı ve her biri kendi mizaç hususiyeti içinde bu tonları tutan tek bir buluttur!..

Resuller Resûlü'ne bağlılık iddia edip sahâbîlere bağlanmakta tereddüt göstermek, davaların en bâtılıdır. Zirâ Büyükler Büyüğümün yoluna nasıl düşüleceğini en hâlis mikyasta temsilden başka hiç bir rolleri olmayan ve en sadık bağlılığın birer remzi bulunan Sahâbîlere muhalefet, netice bakımından Resûller Resûlü'ne muhalefetten başka bir şey değildir.

Salih Mirzabeyoğlu, Sahabilerin Rolü ve Manası