İSMİ, YERİ, MÂNASI 

Dört ismi var. “Bedr-i Kübrâ” Büyük Bedr, “Bedr-i Uzmâ” Koca Bedr, “Bedr-i Sâniye” İkinci Bedr, “Bedr-i Kıtal” Kanlı Bedr… 

Mekke tarafında meşhur bir köy ve orada bir kuyu… Bedr… 

Bu gazânın gününe “Yevm-il Fürkan” Kur’ân Günü dediler. Çünkü Kur’ân bağlılarının izzet bulduğu ve küfrün başına kahır sillesinin indiği gün… 

Küfür çoklukta… Bire üç… Kılıkları zengin, pusatları mükemmel… Saflarında da geyik bacaklı ve yılan boyunlu yüzlerce at kişniyor. 

Gurur ve azamet içindeler: 

-Bize üstün çıkacak kim olabilir? 

Allah buyurdu: 

“-Allah size Bedr’de, düşkün halinize rağmen Nusret etti.” 

İslâm’ın ilk büyük harbi ve İslâm kılıcının büyük örsü Bedr… 

Bu kılıç, Bedr gazâsında dövüldü ve sonra bütün insanlığa, ucunda ebedî şifayı taşıdı. İslâm’ın, alınları kar topu atlar üzerinde, bütün dünyayı kuşatmasına yol açan Bedr… Bütün İslâm yayılışının kudret çekirdeği Bedr… 

HAREKET 

Başta Allah’ın Sevgilisi, Ramazan’ın on ikinci günü Medine’den hareket ettiler. Hicretin on ikinci ayı içindeler… 

Ebu Lübâbe Hazretleri Medine’ye memur… 

Hepsi üç yüz kişi veya biraz fazla… Çoğu Ensâr’dan. Bu, Ensâr’ın ilk defa olarak Allah Resûlüyle gazâya çıkışı… 

Hepsi üç at ve yetmiş deve… 

Plân Kureyş kervanını basmak… Bir büyük harp kopacağından ve bir büyük çığır açılacağından belki kimsenin haberi yok… 

*

Ebu Süfyan’ın, emrinde otuz atlı, Şam’dan büyük bir kervanla dönmekte olduğu duyulmuştu. Onlar Bedr civarında tutulabilirler. Hazırlık tamam. Hareket emri verildi.

KARŞI TARAF

Karşı taraf da Allah Resûlünün hare-ketini haber aldı. 

Ebu Süfyan, hemen Mekke’ye dört nala bir adam saldı: 

-Müslümanlar üzerimize geliyor. Yetişin!

Mekke’de bir kaynaşma… Az zaman-da zırhlı, tulgalı, tepeden tırnağa silahlı bin kişi toplandı. Mekke büyüklerinden geride hiç kimse kalmadı. Ebu Leheb’den başka bütün Kureyş büyükleri imdat yoluna girdiler.

Nefis atlar üstünde, Bedr istikâmetinde dört nala… Yüz at, yedi yüz deve…

HABER VE MEŞVERET

Allah Resûlünün yürüyüş kolu henüz Reha dolaylarında…

Haber geldi:

-Bütün Mekke, binden fazla cengâver, kervanın imdadına koşuyor. Yetişmek üzereler… Kervan da sahil yolundan kaçıyor.

*

Hazret-i Ebu Bekr’den bir güzel fikir… Hazret-i Ömer’den bir güzel fikir… Kervana temâyül edenler de var. Mikdat Hazretleri doğruldu:

-Ey Allah’ın Resûlü! Rabbin sana ne emrettiyse onun üzerinde ol! Vallahi biz sana, Yahudilerin Musa Peygambere dediği gibi “Git, Rabbinle beraber düşmanlara karşı çık! Biz buradan kımıldamayız!” diye bir söz söyleyecek değiliz! Biz senin izindeyiz. 

Allah’ın Resûlü ellerini kaldırıp Mikdat’a dua etti. Ve Sahabîler çevresine döndü:

-Ey insanlar!

Bir lâhza durdular. Ensâr büyüklerinden Saad bin Muaz atıldı:

-Ey Allah’ın Resûlü! “İnsanlar” diye hitabından ve bizi zümreleyişinden anlıyoruz ki, sözün topyekûn hepimize… Ama buradaki çokluk Ensâr olduğuna göre bize… Bizi, ismimizi anmadan vazifeye çağırıyor ve ettiğimiz vaadi tutma-mızı istiyorsun, öyle mi?

- Evet yâ Saâd, hitabım sizedir!

- Öyleyse ey Allah’ın Resûlü! Biz sana imân ettik. Seni doğruladık, getirdiğin her şeyin Allah’tan hak olduğuna inan-dık. Muradın ne ise bizimki de o… Sen, bir yakasından girip, öbür yakasından çıkacağız diye deryaya atılsan, biz de arkandan atılırız. Biz düşmandan ürken ve kaçan topluluk değiliz. Cenk günü sabır ve tevekkül göstericileriz. Umarız ki, muradına erişesin. Al bizi ve ne yana dilersen sür.

*

Allah’ın Resûlünün yüzlerinde şevk ve saadet… Buyurdular:

“-Yürüyün ve Allah’ın lütfuyla şâd olun! İşte, Kureyş’in tek tek düşüp uzanacakları noktaları görüyorum!”

Ve mübârek elleriyle o noktaları birer birer gösterdiler. Dâva kervanı basmak değil… Küfür safını toslamak…

MUHAREBE MEYDANI

Bedr sahasında kızgın kumluk… Müslümanlar bu kumlukta mevzi aldılar. Karşılarında daha evvel gidip mevzi alan Kureyş… Su, düşman safının arkasında… Müslümanların aya bastığı saha ise insanı ve hayvanı içine doğru çeken, yutan kuraklık girdabı… İçmeye ve abdest almaya su yok… İnsanlar, develer ve atlar, dizlerine kadar kumda.

Düşmanın, daha evvel suyu kesip Müslümanları bu sahada çemberlemek istediği besbelli…

*

Şeytan vesvese yağdırdı:

-Siz kendinizi hak yolda sanıyor ve aranızda Peygamber var biliyorsunuz! Kendinizi ermişler sayıyorsunuz!.. Bakın içecek bir yudum su bile yok… Suyu Kureyşliler tuttu. Tam canınıza tak edeceği sırada basıp sizi doğrayacaklar! Sahabîler arasında ıstırap, kum üstündeki kaynar hava dalgalarına karışmış, göklere doğru tütüyor.

*

Birden yağmur… Seller aktı. Bütün tulumlar, kırbalar doldu. Kalblere ferahlık ve kollara kuvvet sindi. 

Âyet-i Kerime meâli:

“-Allah gökten su indirir; tâ ki onunla pâk olasınız… Kalbinizden şeytanın vesvesesi gitsin. Kalbinize kuvvet ve adımlarınıza sebat gelsin!” 

CENK BAŞLIYOR

Allah’ın Resûlü ağaç dallarından bir gölgelik yaptırdılar ve geçtiler. İlk büyük İslâm cenginin Peygamber karargâhı… 

*

İlk olarak küfür saflarından üç kişi çıktı. Rebia oğullarından Utbe ve Şeybe ve Utbe’nin oğlu Velid… İki kardeş ve birinin oğlu…

İman safında da Hârisoğulları Avf, Muaz ve Abdullah Bin Revahâ cephe aldılar.

*

Kâfirler haykırdı:

-Siz kimsiniz? Kimlerdensiniz? Hâris oğulları, adlarını, sanlarını teker teker saydıktan sonra karşılık ver-diler:

-Ensardanız! Allah Resûlünün Medine yardımcılarından…

-Bizim sizinle işimiz yok!

Dediler ve yüzlerini Peygamber otağına doğru çevirip, Allah’ın bile Kur’ân’da hitap şeklinde kullanmadığı mukaddes hâs ismi ile O’na bağırdılar:

Yâ M…….! Bize kendi içimizden, kendi kanımızda adam çıkar!

Allah Resûlünün bir işaretiyle, amcaları Hamza ve yeğenleri Ali, Hâris oğlu Ubeyde öne atıldılar. 

*

Evet, iki düşman saf üstünde baba, oğul, yeğen, amca, kardeş, birbirine karşı… Onları birbirinden ayıran ve bir-birine düşüren saik ne kadar kuvvetli… İnkılâpların inkılâbı, işte bu…

*

Üç küfür cenkçisinden yine sual: Siz kimsiniz?

Üç büyük imân heykeli teker teker ünvanlarını saydı.

Cevap:

-İşte tam istediklerimizsiniz, bize denksiniz.

Karşılıklı yürüdüler, birbirlerinin üzerine atıldılar. 

Müslümanların en yaşlısı Ubeyde Hazretleri… Küfrün en genci Velid ile karşılaştı. Hamza’ya Utbe düştü. Ali’ye de Şeybe…

Hazret-i Ali ve Hamza, imânın savurduğu birer kılıçla kâfirleri devirdiler. Ubeyde, aynı kuvvet hamlesiyle kılıcını savururken, düşman da beraber, kendisi dizinden yaralandı. Hamle kâfire geçmek üzere… Hemen Ali ve Hamza atıldılar ve son kâfirin işini bitirdiler. 

Hazret-i Ali:

“-O gün meydana ilk olarak Rebia oğlu Utbe çıktı. Arkasından, oğlu Velid ile kardeşi Şeybe… Nidâ edip er dilediler. Ensardan birkaç insan ilerledi. Bunların kim olduklarını öğrenince, kendileriyle işleri olmadığını ve ille amcaoğullarını istediklerini söylediler. Allah Resûlünün emirleriyle Hamza, ben ve Ubeyde çıktık. Hamza Utbe ile karşılaştı. Ben Şeybe’yle… Ubeyde ise Velid’e saldırdı. Ubeyde ile Velid birbirini ezerken, ben ve Hamza işimizi bitirip Ubeyde’nin yardımına koştuk ve rakibini öldürdük.”

Üç azılı kâfir kanlar içinde ve kum üstünde açık gözler ve çarpık suratlarıyla nur indiğine inanmadıkları semâya bakıyorlar. 

DEHŞET ÂNI

Allah’ın Resûlü karargâhlarında… Yanlarında en büyük dostu, sadık bağlısı Hazret-i Ebu Bekr… Taraflar arasında ferdî cenk bitince saflar birbirine yaklaş-maya başladı. O ân, meydana çıkan manzara; putlar içinde, birbirine sıkı sıkıya yapışmış yürüyen bin kişi… Ellerde kılıç, suratlar çatık, geliyorlar! Karşılarında sadece üç yüz mü’min… Belki her biri bir orduya bedel amma, sayıda üçte bir…

Allah’ın Resûlü, ellerini iki yana ve bütün açılma ve uzatma imkâniyle yay-dılar:

“-Yâ Rabb, şu imân topluluğunu helâk edersen yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz.” 

Ellerini öyle açtılar ki, omuzlarından örtüleri düştü. Ebu Bekr örtüyü alıp omuzlarına koydu ve dedi:

-Ey Allah’ın Resûlü, dua ve niyaz seni bu kadar üzmesin. Elbette Allah sana vâdini yerine getirecek. Ümmeti için korkan Peygamberler Peygamberiyle, Peygamberine güvenen Sahabînin o ânda kendi ayrı ruh makamlarından yükselt-tikleri iki ulvî ses…

*

Saflar tertibe girerken iki rekât namaz kıldılar ve yine dua ettiler:

“-Allah’ım; beni mahzun etme! Bana vâdini lütfet!”

Allah’ın sevgilisine mahsus, erişilmez rica ve niyaz makamı… 

Hazret-i Ali: 

“-Defalarca Allah Resûlünün yanına gidip geldim. Başları secdedeydi, ‘Yâ Hayy, Yâ Kayyum!’ diye nidâ ediyorlardı.”

Bir ân, uykuya dalar gibi oldular ve hemen gözlerini açtılar:

-Yâ Eba Bekr, müjde!

Ve bir âyet okuyarak karargâhlarından çıktılar:

Meâli:

“-Yakında kâfirlerin askerleri siner ve arkalarını dönerler.”

ZAFER

Cebaril’i görmüşler ve beşareti almış-lardır. 

Hazret-i Ömer: 

“-Ben, Allah Rasûlünün zırhını giyip gölgelikten çıkarken okudukları âyeti, nazil olduğu zaman anlayamamıştım. O ânda anladım ve haşyetle irkildim.”

Mucize üstüne mucize…

*

Allah’ın Resûlü yerden bir avuç kum aldı ve yaklaşan düşmana doğru saçtı.

“-Yüzleri kara olsun!” 

*

Evvelâ bir ok çarpışması… Derken…

İki taraf, kılıç, gürz, mızrak, birbirine girdiler.

*

Toz, duman, nâra, çığlık, demir sesleri… Ve gerilerden hücum işareti veren davul gümbürtüsü…

*

Sağa sola, öne, daima ileriye kılıç sallayan Müslümanlar… Yanlarında tanımadıkları, görmedikleri, beyazlar giyinmiş, başları beyaz sargılı insanlar…

Ve dövüşen insanların kulaklarında duymadıkları, bilmedikleri sesler:

“-Dayanın! Düşman zayıf! Allah sizinledir!” 

*

Ayet meâli:

“-O günü an ki, Allah’tan yardım diliyordunuz ve Allah size birbiri ardınca bin melekle yardım etti.” 

Yine ayet meâli:

“-O günü an ki, şeytan kâfirlerin işini bezeyip kendilerini hoş gösterdi ve o gün insanoğlundan hiç kimsenin onlarla boy ölçüşemeyeceğini söyledi; onları kurtaracağını vâd etti. İki taraf karşılaşınca da arkasını dönüp gitti ve dedi: Ben sizden usandım, ben Allah’tan korkarım, Allah’ın gazabı büyüktür.” 

*

Düşman saflarına doğru kasırga gibi bir cereyan… Kimsenin eşini benzerini görmediği atlar üzerinde şakırdayan kılıçlar… 

Bunlar ve öbürleri meleklerdir; Allah’ın emriyle insan şekline girmiş, Müslümanların arasına katılmışlardır. 

*

O gün meleklerin öldürdüklerinde hususî nişanlar… Boyunlarında ve parmaklarında kara kara lekeler… 

*

İbn-i Abbas:

“-Gıfaroğullarından biri anlattı: Bedr cengi gününde amcamın oğluyla, yüksek bir tepeden muharebeyi seyrediyorduk. Maksadımız hangi taraf bozulursa o tarafın öte berisini yağma etmekti. Böylece dağın tepesinden bakarken yakınlardan bir bulut gelip önümüzden geçti. Buluttan at kişnemeleri geliyordu. Amcaoğlunun korkusundan ödü patladı. Aynı hâl az kaldı benim de başıma geliyordu. Bulutun içinden bir ses işittim; “Yürü!”

*

Müslümanların kılıcı kendilerine değer değmez düşen başlar…

Allah Resûlünün yerden alıp attıkları bir avuç kumun değmediği kâfir kalmamıştır.

Ayet meâli:

“-Onu sen atmadın, Allah attı.”

Kureyş büyüklerinin birçoğu kılıçtan geçti, birçoğu esir oldu. Bir kısmı da, tabana kuvvet kaçtı.

EBU CEHL

Ölüler arasında ikinci küfür kuduzu Ebu Cehl… Başını kesmek üzere göğsüne oturan Müslümanlara:

-Çok yüksek yere çıktın, koyun çobanı!

Diyecek kadar mağrur Ebu Cehl…

Yere düşünce ölüm yarasını bir Medineliden aldığını öğrendi ve dedi:

-Keşke beni çiftçilerden başka biri öldürseydi!

Sonra:

-Zafer ne tarafta?

Diye sordu ve İslâm’da olduğunu haber alır almaz ilâve etti:

-M…….’e de ki, şu âna kadar onun düşmanıydım, şimdi büsbütün düşmanıyım!

Ve başı kesildi.

Allah’ın Resûlü, küfür kuduzunun kesik başını görünce üç kere şükür secde-sine kapandılar.

*

Mekke’de kalan Ebu Leheb ve kervanla kaçan Ebu Süfyan müstesna, Kureyş’in bütün büyükleri ya ölü, ya esir… Yirmi dördü Kureyş ulularından, yetmiş ölü! Bir o kadar da esir. 

SON SAHNE

Sahabîlerden Ukkâşe öyle cenk etti ki, elindeki kılıç kırıldı; kabzasına kadar indi. 

Ukkâşe hemen Allah Resûlünün yanına koşup güdük kabzayı gösterdi… Allah’ın Resûlü, kendisine kalınca bir değnek verdi:

-Bununla dövüş!

Ukkâşe, elinde değnek yine hücuma geçti. Sonuna kadar cenk… Bir de ne görsün? Elindeki kalınca değnek nefis bir kılıçtır. Ondan sonra Ukkâşe Hazretleri hangi gazâya gittilerse ellerinde hep o esrarlı kılıç…

Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, s. 293-304.