Bugün, Uhud savaşının miladi sene-i devriyesi. 23 Mart 625’te Allah Resûlü ve onun biricik sahabîleri, müşriklere karşı Medine yakınlarında bulunan Uhud Dağı’nda muharebeye tutuştu. Uhud Savaşı’nı bilmek her Müslüman’ın boynunun borcudur! Üstad Necip Fazıl’ın şiir gibi anlatımıyla, okurunu derinden etkileyen, her bir sayfasında insanın yüreğini yoğuran harikulade eseri Çöle İnen Nur’dan Uhud Muharebesi’ni alâkanıza sunuyoruz:

“KILICIN UCUNDA BİR YENİK”

UHUT

Medine yakınlarında bir dağ… Allah’ın Resûlü bu dağ hakkında:

“Uhud bizi sever, biz de onu severiz.”

Buyurmuşlardır.

Hazret-i Musa’nın kardeşi Harun Peygamber Uhut dağında yatar.

*

İslâmın üyük imtihanı Uhut muhârebesi…

Bedr gazasından bir yıl sonra oldu. Üçüncü yıl… Kureyşlilerin, Bedr intikamını almaya kalkışmalariyle…

*

Kureyşliler, neleri var, neleri yoksa topladılar, çarşı Pazar sattılar, ellibin altun tedariklediler, tepeden tırnağa zırhlandılar, pusatlandılar. Parayla da bir sürü asker tuttular.

Başlarında Ebu Süfyan… Mekke’den gurur ve ithişamla çıktılar.

*

Allah Resûlünün amcası Abbas vaziyeti gizli bir mektupla Mekke’den bildirildi.

RÜYA

Allah’ın Resûlü Cuma gecesi bir rüya gördüler ve sabahı Sahabîlerine anlattılar:

-Rüyada birtakım sığırların boğazlandığını gördüm. Kılıcımın üzerinde de bir yenik… Derken sağlam bir zırhın içine elimi sokmuşum.

Rüyayı bizzat tâbir ettiler:

-Boğazlanan sığırlar, birçok insanın öldürüleceğine alâmet… Kılıcımın ucundaki yenik, yakın akrabamdan birinin öldürüleceği… Elimi soktuğum zırha gelince, o, Medine…

*

Neticede Allah’ın Resûlü, Medine’den çıkmamak tedbirini münasip gördüler. Küfür ordusu Medine’yi basınca sokak muharebesi yapılsın, barikatlar kurulsun ve gizli noktalardan taş ve okla karşı durulsun… Bu fikri ileri sürdüler.

Fakat Bedr zaferinde bulunmayanlar, küfürü, yine açık sahrada püskürtmek emelinde…

Yalvardılar:

-Ey, Allah’ın Resûlü! Biz bugünü bekliyorduk! Açığa çıkıp Allah için çarpışalım! Korktular, çıkmadılar denilmesin!

Cuma namazından sonra Allah’ın Resûlü nasihat verdiler:

-Sabredip yerli yerinizde kalsaydınız zafer sizindi. Mademki, böyle istiyorsunuz, buyurun, silahlanın! Artık azm ve gayret.

*

Düşmanın doğruca üstüne yürümek isteyenler, Allah Resûlünün bu sözlerine sevindiler ve ilk imâ ve işaretlerine dikkat edemediler.

GİYİLEN ZIRH

İkindi olmuştu. Allah’ın Resûlü namazı kıldırdılar. Etraftan gelen gelene… Ordu toplanıyor.

Namazdan sonra, yanlarında Ebu bekr ve Ömer, evlerine geçtiler. Müslümanlar da, yığın yığın gelip kapılarının önünde kümelendi.

Saad bin Muaz ve Üseyd bin Hudeyr Hazretleri, Allah Resûlünün kapısı önündeki Sahabîler topluluğuna hitap ettiler:

-Allah’ın Resûlünü kendi tedbirlerine bırakmadınız! İyi etmediniz! Kendileri Medine’den çıkmak istemiyorlardı. Gidin, yalvarın, O’nun isteğine boyun eğdiğinizi söyleyin!

*

Bu konuşma olurken, Allah’ın Resûlü, sırtında zırhı ve belinde kılıcı, kapıdan çıktılar. Sahabîler etraflarını kuşattı:

-Ey, Allah’ın Resûlü; bizim muradımız sana ayrılık olamaz. Ne dilersen onu işle!

Cevap verdiler:

-Hiçbir Peygamber, zırhını giydikten sonra, Allah onunla düşmanı arasında hükmedinceyedek bu zırhı sırtından çıkarmaz.”


 

YÜRÜYÜŞ

Allah’ın Resûlü, dört kola böldükleri kıtalara birer sancak verdiler. Biri Hazret-i Ali, öbürü Musa’âb bin Umeyr, üçüncüsü Üseyd bin Hudeyr, dördüncüsü Habbâb bin Münzir’de…

İslâm ordusu bin nefer… Yüzü zırhlı…

İbn-i Ümm-ü Mektum, Medine muhafızı…

Çok genç olanlar götürülmedi.

*

Küfür ordusu üçbin nefer… Yediyüz zırhlı ve ikiyüz atlı… Ve üçbin deve… Ayrıca, askerleri gayrete getirmek için def çalan ve kahramanlık şiirleri söyleyen onbeş kadın… Başlarında, Ebu Süfyan’ın karısı Hind…

Allah’ın Resûlü bilmeden Müslümanlardan bir kadın, koşa koşa ordunun arkasından gelecek ve imân kahramanı kadın nedir, gösterecektir.

*

Küfür ordusu Uhut dağını sağ yanına alarak Medine’ye karşı açık sahrada mevzi almış bulunuyor.

İslâm ordusu küfrün karşısında, o da mukâbil kaadını Uhut’a verip safa girdi. Bir haber:

-Abdullah bin Übeyd Selûl, üçyüz kişiyle geriye dönmüş!

İşte münafıklar pirinin kolladığı nazik ân…

*

Hemen geriye atlılar koşturup, Abdullah bin Übey bin Selûl ve avânesinin yüzgeri etmelerine çalışıldı.

Yalnız, tertipten haberi olmayan saf mü’minler döndü.

TÂBİYE

Allah’ın Resûlü, Abdullah bin Cübeyr emrinde elli tane keskin nişancıyı İslâm ordusunun ardındaki dağ yolunun ağzına tâbiye ettiler. Hem icabında çekilme yolunu muhafaza altına alınıyor, hem de düşman ilerlediği takdirde en emin atış mevzii tutuluyordu. Kuşatılma ihtimali de ortadan kalkıyor.

Hiçbir kelime okuyup yazmaksızın, kelimelerin nâmütenahi kombinezonlariyle belirtilecek ne kadar ilim varsa, hepsinin ufuk noktasını gören Allah’ın Resûlü, okçuları tâbiye ettiklerin noktanın değerini belirtmek için şöyle buyurdular:

“Bizi kuşların kapıp kaçırdığını bile görseniz, benden emir gelmedikçe yerinizden kıpırdamayın!”

Ayrıca:

“Kâfirleri ayağımızın altında çiğnediğimizi görseniz bile benden emir almadıkça yerinizi bırakmayın!”

Okçular, Allah Resûlünden bu emri de almıştı. Yâni İslâm ordusu ezilse de, ezse de okçulara, Allah’ın Resûlünden emir gelinceye kadar yerlerinden kıpırdamak yok. Bundan kat’i ve riyazî emir olamazdı. Hiçbir tefsir ve içtihada er bırakmıyor.

Karşı tarafın sağ cenahında, istikbâlin İslâm kılıcı Halid bin Velid, sol cenahında Ebu Cehl oğlu Akreme kumandan…

HARB

Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Allah’ın Resûlü ellerine bir kılıç aldılar ve dediler.

-Bu kılıcı hakkiyle benim elimden kim almak ister?

İsteyenler oldu; vermediler. Ebu Düccâne Hazretleri ilerledi:

-Bu kılıcın hakkı nedir, ey Allah’ın Resûlü?

-Bu kılıcın hakkı, paramparça oluncaya kadar kâfirin yüzüne çalınmasıdır.

-Ver, ey Allah’ın Resûlü, o şartla alıyorum!

Verdiler.

Ebu Düccâne kılıcı alınca koltuk kabartarak ve salınarak yürüdü.

Allah Resûlü bu hale bakarak dediler:

-Allah bu yürüyüş tarzını sevmez amma bu yerde müstesna…

Yerinde, küfre böbürlemek sevap…

Hâdis meâli:

-Kibirliye kibretmek sadakadır.

Ebu Düccâne mübarek kılıcı aldı ve başına kırmızı bir sarık sarıp birbirine dalan safların önünde ileriye atıldı ve üstüste müşrikleri devirmeye başladı.

Harp bütün şiddetiyle kopmuştu.

İlk ağızda müşriklerin tepesine müthiş bir toslama…

Küfrün bayraktarı Talha bin Ebi Talha, Hazrert-i Ali’nin; Ertan bin Şercil, Hazret-i Hamza’nın; Osman bin Ebi Talha yine Hazret-i Hamza’nın kılıçlariyle delik deşik oldular.

Küfür safı yerinden oynadı. Kâfirlerden silâhını atan kaçmaya başladı ve arkalarındaki kadınlar çığlık koparmağa koyuldular ki…

Evet tam bu ândadır ki…

İMTİHAN

İşte o zaman arkaya tâbiye denilen okçular, küfür cephesinin darmadağınık olduğunu görünce, aldığı emri unuttular.

-Ne duruyorsunuz! Zafer bizde!.. İşte herkes yağmaya başladı. Biz mi mahrum kalalım?

Reisleri Abdullah önlerini kesti:

-Allah Resûlünün kat’i emrini unutuyor musunuz?

-Öyle amma herkes yağmaya başladı!

Dediler ve yerlerini bırakıp cenk meydanına doğru koşmağa başladılar.

Heyhat ki, zafer hamlesinin arkasında, kimin ve nasıl önayak olduğu meçhul, bir yağma hareketi başlamıştı.

Sahibi meçhul her gizli ve kötü tesir, münafığındır.

O ânda küfür safının süvari kumandanı ve cenah koruyucusu Hâlid bin Velid, İslâm ordusundaki okçuların yerlerinden fırladığını gördü. Kollamaktao lduğu kuşatma hareketine mâni kalmamıştı. Hemen atlılarına emir verip dört nala ileriye atıldı… Okçuların bıraktığı noktaya gelip, orada üç beş kişiyle sebata çalışan Abdullah ve arkadaşlarını şehid etti.

Akreme de Hâlid’i taklid etmiş ve kuşatma hareketine katılmıştı. Müslümanların safında “arkadan geliyorlar!” diye bir nâra yükseldi. Hücum hattındakiler geriye döndüler. Henüz çevirme hareketi tamamlanmadığı hâlde, Müslümanlar “çevrildik” zanniyle birbirine girdi, hattâ birbirini kırdı. Bir kargaşalıktır koptu.

İşte, ulvilikler âleminden haber alan Allah Resûlünü dinlememenin neticesi ve en taze çağındaki İslâm filizine geçirttiği kasırgalı imtihan…

BÜYÜK ŞEHİT

Vahşi isimli bir Habeşli köle vardır. Allah’ın Arslanı Hamza’yı öldürmek karşılığı azad edilecektir. Ayrıca, Ebu Süfyan’ın karısı Hind de kendisine vermediğini bırakmayacaktır.

İşte bu Vahşi -ki ileride imâna gelir gelmez hemen affedilecek, Sahabî olacak ve İslâmın büyüklüğüne en parlak misallerden birini teşkil edecektir- bir taşında arkasında Hazret- Hamza’yı kollamakta… Hamza, ortalıkta arslan gibi fırıl fırıl, döne döne, Vahşi’nin olduğu yere yaklaşıyor.

Vahşi, gayet iyi bildiği uzaktan silâh atma san’atiyle, siperden mızrağını atıyor ve Peygamber amcası büyük Hamza’yı yere seriyor.

*

Arkasında Hind, İslâm ordusunda dağınıklık yüz gösterip küfür fırsata geçince, yanındaki çığırtkan kadınlarla, dişi sırtlanlar gibi şehidlerin üzerine atıldı.

Hind, Hamza’nın karnını ve göğsünü yardı, ciğerlerini çıkardı, bir parçasını kesip aldı ve ağzında çiğnemeye başladı. Yutamadı ve tükürdü.

Ve gökkubbe, o âna değin böyle bir cinayet görmedi.

Hind, üzerindeki bütün mücevherleri, Mekke’de bir o kadar da altun vereceği vaadiyle Vahşi’ye peşkeş çekti.

ALLAH RESÛLÜNÜN ETRAFI

Evet:

-Ey, Allah’ın kulları, ardınızdan sakının!..

Diye kopan nâra üzerine, imân safına ânî bir dağınıklık girmiş ve ters cephe üzerinde birbirini düşman sanıp, birbirleriyle boğuşalar ve Medine’ye doğru uzaklaşanlar olmuştu.

Fakat Allah’ın Resûlü dimdik, yanlarında tam on iki Sahabî… Yanıbaşlarında Ebu Bekr-üs Sıddîk… İşte tam “Suddîk” sıfatının yerinde…

Bir kâfir atılıp, Allah’ın Resûlünün yanına cekleşen Musa’âb Hazretlerini şehid etti; sonra avaz avaz haykırdı:

-M……. öldürüldü!

Ortalık büsbütün karıştı.

Allah Resûlünün etrafındakiler, çala kılıç, her tarafa yetişiyor.

*

Küfür ordusunun kumandanı Ebu Süfyan ilerledi ve Allah Resûlünün etrafındaki Sahabî siperine doğru bağırdı:

-Aranızda M……. var mı?

Emir verildi:

-Hiç cevap vermeyin!

Sustular.

-Ebu Bekr orada mı?

Cevap yok.

-Ömer orada mı?

Cevap yok.

Ebu Süfyan nârayı bastı:

-M……, Ebu Bekr ve Ömer ölüler arasında!

O zaman Ömer dayanamadı ve ortalığı çınlattı:

-Yalancı! Allah düşmanı yalancı! Saydıkların hep sağ… Sen bundan sonra başına geleceğe bak!

Allah’ın Resûlü, çözülüş karşısında, son vaziyeti görmek için bir iki adım atınca, küfür sırtlanları koşuştular: Allah’ın Âlemlere Fahr olarak gönderdiği zâtı taş yağmuruna tuttular. Allah Sevgilisinin alnı, yanağı ve alt dudağı yaralandı ve dünyanın en güzel diş sırasından biri kırıldı. Başlarındaki tulgaya bir kılıç indirdiler. Tulganın iki halkası kesildi ve yanaklarına gömüldü.

Etrafındakiler küfrü püskürtmek için çala kılıç çalışırken Ebu Übeyde bin Cerrah, Allah Resûlünün yanağına batan halkaları dişiyle çekirip çıkardı ve iki ön dişini kaybetti.

Allah Resûlünün mukaddes yanaklarından kan boşanırken duaları:

“Yâ Rab, benim kavmimi affet! Bilemiyorlar!”

Eğer bu dua olmasaydı ne olurdu? Toprağa bir damla Peygamber kanı damlarsa ne olur? Ve bu dua, Âlemlere Rahmet olarak gönderilen son Peygamberin, Peygamberlik senedinden başka ne olabilir.

*

Âyet meâli:

“Muradınca kâfirleri kırmak ve yola getirmek senin elinde değildir. Onların hakkından biz geliriz.”

İman kahramanı kadından bahsetmiştik…

Medine’den çıkıp koşa koşa İslâm ordusuna yetişen Nesebbeb bin-i Kâab isimli kadın, elinde kılıç, Allah Resûlüne çullananlara saldırdı ve omuzundan yediği derin kılıç yarasiyle toprağa serildi.

Bu kadının yarası iyi olacak ve omuzunda, Uhut yadigârı derin bir çukur kalacaktır.

*

Allah Resûlüne yağdırıların okların siperi Ebu Düccâne, vücuduna nişangâh gibi üstüste oklar yapıştıkça, acısından yalnız başını kaldırıyor ve hiç kıpırdamıyor.

*

Karışıklıkta, Allah’ın Resûlünü, uzaktakilerden Kâab Hazretleri teşhis etti ve haykırdı:

-Müslümanlar! İşte Allah’ın Resûlü! Toplanın!

Bir koşuşma oluyor ve Allah Resûlünün etrafında bir halka kuruluyor.

*

Allah Resûlünün yanıbaşındaki Ali, elinde kılıcı, nur merekezine sokulmak isteyen, bahadırlık iddiasındaki bütün başları düşürüyor.

*

Şehid olan olana… Peygamberin kucağında, O’nun yüzüne baka baka, gülümseyerek can veren Ziyad…

*

Allah’ın Resûlü yanındakilerle dağ tarafına doğru çekiliyorlar. İbn-i Halif isimli bir kâfir görüyor. Dört nala seğirtiyor. Gelirken de bağırıyor:

-Gösterin bana şu M…….’i!

Sahabîler davranmak istiyor. Allah’ın Resûlü bırakmalarını söylüyor. Kâfir tam yaklaşınca Sahabînin mızrağını çekip atıyorlar. Mızrağı sağ göğsünden yiyen kâfir atının üstünden yuvarlanıyor ve birkaç kere tekerlendikten sonra serilip kalıyor.

ÇEKİLİŞ

Allah’ın Resûlü, etrafındaki Sahabîlerle, imtihan meydanından ebedî zafere doğru çekiliş yollarında ilerlediler.

Ali kalkanına su doldurup Allah’ın Sevgilisinin yaralarını siliyor.

*

Abdesst alındı ve herkes oturduğu yerde Allah Resûlünün arkasında öğle namazını kıldı.

Uzaktan umumî çekilişi gören Ebu Süfyan, bir tepenin üstünden sesleniyor:

“Hübel! Bana ‘evet’ dedi ve ben kazandım! Cenkte zafer nöbetledir! İşte zafer nöbetidir! İşte Bedr gününün devam! Ey Hübel, kadrin ziyade olsun!”

Mekke’den çıkarken (Hübel) isimli puta kur’a atmış da “evet” çıkmış…

Ömer, uzaklardan haykırdı:

“Büyük, Allah…”

*

Küfür ordusu herhangi bir takibe cesaret edemeden dönüp gitti.

*

Medine kapılarında, Müslümanları bekleyen kadınlar… Başlarında Derin ve İnce Fâtıma…

Kucaklaştılar. Fâtıma, hemen mukaddes babasının yaralariyle uğraşmaya başladı.

UHUT ÖNLERİ

Allah’ın Resûlü muharebe sahasına döndüler. Tam yetmiş şehid…

*

Muhammed bin Mesleme:

-Rebî isimli Sahabîyi adını yüksek sesle çağırarak aradım. Bir inilti geldi. Gittim. O, ‘Benden Allah’ın Resûlüne selâm et! Allah O’na her Peygambere verdiğinden fazla ecr ihsan etsin! Düşmanlara yol verip Peygamberin başına öyle şeyler gelmesine sebep olanlara mağrifet yoktur! Bunları söyle’ dedi ve ruhunu teslim etti.

*

Allah’ın Resûlü taraf taraf yatan şehidlere baktılar:

-Bunların Allah yolunda can verdiklerine ben şahidim. Allah yolunda yara alanlar, kıyamet gününde mezarlarından o türlü kalkacaklardır ki, yaralarından kan boşanacak; kalkanları al renkli ve misk kokulu olacak…”

*

Allah’ın Resûlü, şehidleri gaslettirmeden, kanlı elbiseleriyle gömdüler.

Necip Fazıl Kısakürek

Çöle İnen Nur

Shf. 325-337