Selâm ile...

Kapitalizm, hevâya itaatin son raddesinde, elindeki “sermaye” gücüne dayanarak tanrılık iddia eden bir grup kibirlinin, dünyanın geri kalanına hükmetmek için insanlığı topyekûn hevâsına itaat ettirmek üzere kurmuş oldukları sistemin adıdır. Kısaca bu sistemden bahsedecek olursak; kendini tanrı olarak gören, dünyadaki siyasîler üzerinde para vasıtasıyla tahakküm kurmuş, insanlığın geri kalanına da istediği gibi rol biçebileceğine inanan ve medya gücüyle envaî çeşit hazzın son derece sinsi bir şekilde dayatıldığı bir yapıdır... İnsanlık tarihi, hevâya kapılarak kendisini tanrı ilân eden ve tanrılığını idame ettirmek adına tebaasını, nefs arzularını provoke etmek suretiyle hevâya sürükleyen nice sapkınla doludur; Nemrut ve Firavun gibi... Kapitalizmin, geçmişteki örneklerden farklı olarak kendisine has hususiyeti, kötülüğü “konsantre” bir halde, bütün bir dünyaya dayatmasıdır. Öncekilerden farklı olarak, hiçbir ideali ve davası yoktur kendi nefsinin isteklerinden başka. Onun açısından her tür beşerî değer, nefsinin arzularını tatmin hedefine hizmet edebildiği sürece kıymetlidir. Dolayısıyla insan meselesine getirilen çözümler maddî plana mahkûm kalmakta ve nefs ile ruh arasında muvazene kurulamamaktadır.

Batı, bahsettiğimiz muvazeneyi kuramayışından ötürü her şeyi hayvanî bir insiyaka bırakarak, içtimâî buhranın doğuşuna sebeb oldu. Peki, bir bakıma ruhçuluğun kemâli olarak insanî kuvvetlerini dizginleyip, tutsaklığa ve hürriyete yer gösteren hakikat nerede?

Hakikati aramanın bize göre ilk şartı, “Allah’a inanıyor muyuz?” suâline verilen cevabdır. Eğer ki Allah’a inanılmıyorsa, “ruh ilgilendiği her şeyi canlı kılar” ölçüsünce, bugün ele ne gelirse veya ele ne verilirse bir süre sonra hakikat o olur ve eldekilere bakarak aranan hakikat, atılan her adımda iki adım öteye kaçar; yani Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun deyimiyle mihraksız tümevarımın zafiyetiyle malûl... Yok, eğer Allah’a inanıyorsak, iman sahibiysek, artık bundan sonrasında aranması gereken bellidir ve zaten bilinen aranır.

Batı ruhunun, ilgilendiklerini canlı kılmasının uç misâli olarak “Samiri’nin öküzü” bahsini  gösterebiliriz:

- “‘Samirî’nin öküzü’ bahsinde, o öküz heykelinin böğürmesiyle alâkalı, Muhiddin-i Arabî Hazretleri, bilmeden Cibril Aleyhisselâm’ın ayak bastığı toprağın da heykele karıştırılmasıyla ilgili olarak, “ruh neyle ilgilenirse onu canlı kılar ve eşyaya yayılan bu ruha NASUT derler!” der.

Batılılar bugün, o vakitler Samirî’nin böğüren öküzünden daha az ilgilenmiyorlar fâizle, dolarla, borsayla ve daha nice kıymet atfettikleri entipüften şeylerle… Ruhçuluğun ufkunda yer alan Allahçılık çizgisine çapraz bir istikâmette ilerleyen Batı’nın içinde bulunduğu sefalet, bugün bütün çıplaklığıyla ortadadır. Buna mukabil Doğu ise ruhçuluğun ufkunda yer alan Allahçılık çizgisinin üzerindeyken, denizin içindeki balık gibi hakikat suyundan habersiz bir şekilde Batının bütün çıplaklığıyla ortada olan sefaletinin üçüncü sınıf kopyası peşinde ömür tüketmektedir. ...

Kapitalizmin kalbi olarak nitelendirilen Wall Street’teki boğa heykelini, Kapitalizmin tam olarak ne mânâya geldiğini son derece açık bir dille anlattığı için kapağımıza taşıdık ve “Samiri’nin Buzağısı Sömüre Sömüre Büyüdü” diyoruz.

Bu ayki kapak yazımızı “Sistemsizliğin Ahlâksızlığa Dayalı Sistemi: Kapitalizm!” başlığıyla Faruk Hanedar kaleme aldı. Yazısında Eski Roma ekseninde Kapitalizmin kökeni ve bugün aldığı şekli değerlendirdi...

Ömer Emre Akcebe, Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti eseri etrafındaki dergimiz yazarları tarafından yapılan çalışmaya bu ay “Başyücelik Devleti-İktisat Vekâleti-Sanayi Müsteşarlığı” mevzuunu ele aldı. Yazısının alt başlığı ise “Hammadde”…

Star Gazetesi Yazarı, gönüldaşımız Yakup Köse ile bu ay bir söyleşi gerçekleştirdik. Yaptığımız söyleşi gençler ve gelecek üzerineydi. Alâkayla okuyacağınız bir söyleşi olduğunu düşünüyoruz...

Bu ay 5 Aralık Metris Zaferi’nin yıldönümü. Bu vesileyle yazarımız Fatih Turplu’nun daha evvel kaleme aldığı bir yazıyı sizler için Baran Dergisi’nden iktibas ettik. Yazısının başlığı “5 Aralık 1999 Metris Zaferi”...

Yazarımız Hanife Kındır, bu ay sosyolojik açıdan mühim bir mevzuya değiniyor ve  “Kahvehaneler Üzerine” başlıklı yazısıyla eski kahvehaneleri, kıraathanelerle kıyaslıyor. Bu yazı aynı zamanda genç arkadaşların nice mevzu içerisinden kendilerine nasıl bir mevzu seçmeleri gerektiğine de bir misal olduğunu hatırlatırız.

Sezâi Dilbilen, “Şatrancı Urefa-Ariflerin Satrancı” başlıklı yazısıyla, Bilgehan Eren ise Genç Dergisi’nin Kasım sayısında yayımlanan “28 Şubat Sevgi Bakanlığı” başlıklı yazısıyla dergimizdeler.

Dergimizde ayrıca sizler için derleyip yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle...