Dünyayı tasvir biçimimiz her ne kadar birbirine benzese de, bir ilim, fikir veya sanat adamının gözünden baktığımızda “aynı” dünya birden farklı bir surete bürünüveriyor. Bu durum bize, gördüklerimiz ve işittiklerimizin tamamıyla izâfî bir tarafı olduğunu ve bu izâfî tarafın bile her (disiplin)e göre farklı yorumlandığını gösteriyor. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “herkesin hakikati kendine, hakikatin hakikati nerede?” dediği ve hakikatinin nerede olduğunu eserlerinde izah ettiği mesele…
 
Dünyayı renk cümbüşünün yılankâvî kıvrımları arasında gören ressâm; kütlelerin, gözlerinde bir duman bulutunu andıran hayâlvârî tarafını seyreden fizikçi; her bir şeyin kendisinde bir kelimeye, her kelimenin ise kendi kalıbından öte bir mânâya süzüldüğünü gören şair; içinde bütün kalabalıkların hissiyatını duyabilen ve onların bütün ızdırablarını giderecek (ideal)i sistemleştiren mütefekkir… Misâlleri çoğaltabiliriz; bütün bu sanatkâr mizaçlar içerisinde herhâlde en acâib mesleğe, yönelişe sahib olanlar müzisyenlerdir.
 
Tanıdığım bir müzisyen, başka arkadaşların da hazır bulunduğu (stüdyo)vârî evinde bana “hayatımda duyduğum ve sizin duyacağınız en iyi müziği dinleteyim mi?” diye sormuştu. Böylesine tepeden inme bir teklif karşısında afallamış bir vaziyette, neyi dinleteceğini büyük bir merakla beklemiştim. Meraklı gözler altında bize “dinleyin!” işareti yapan bu müzisyenin bize dinlettiği şey, Kâbe imamlarından -ismini şu an hatırlayamadığım- birisinin okuduğu “Fatiha Sûresi”ydi… Meğer, benim “acaba hangi besteci?” diyerek kafamda kurduğum Avrupâî (imaj)dan bir anda sıyrılmama sebeb olan, imamın sûreyi okurken kullandığı ve müzisyenin kariyeri boyunca benzerine rastlamadığı “makam”dı. Bu “makam” yine aynı müzisyenin tesbitiyle “Do Majör gamında, Batı’nın ancak 20. Yüzyıl başında keşfettiği 1-4-5 (Do-Fa-Sol) akor dizisine sahip. Yani Blues akor dizisi”…
 
Bu durum bana, her gün yakınından geçtiğim, ama güzelliğinin farkına varamadığım Süleymaniye Camii’ni yeniden keşfetmek gibi gözüktü! Tanpınar’ın çoğu günler kapısına kadar gittiği, o vaziyette hüngür hüngür ağladığı fakat bir türlü içerisine girecek iradeyi kendisinde bulamadığı Süleymaniye…
 
Mevzuun devamı daha da alaka çekici:
Bu “müzik”i keşfeden müzisyen, yakın arkadaşlarından ve geçtiğimiz aylarda hayatını kaybeden Free Jazz'ın öncüsü, icad edicisi, Pulitzer ödüllü dünyaca meşhur alto saksafon virtüözü ve besteci Ornette Coleman’a elindeki bu hatim setini yollamak istiyor. Bunun için de, o sıralarda Amerika’da bulunan ismini burada vermeyeceğim Türkiye’nin meşhur cazcılarından birisine mevzu bahis “hatim seti”ni yolluyor; fakat tahmin edebileceğiniz gibi meşhur “endüstriyel” cazcımız bu mevzuyu görmezden gelip toprağa gömüyor, (Kolmın)a ulaştırmıyor…
 
Kariyeri boyunca, bir kısmı konser albümü olmak üzere 50’nin üzerinde albüm yayınlayan ve dünyaca meşhur birçok isimle birlikte ortak çalışmalar yapan ve “bizler Batıda çok fazla sınıflandırma ve kategoriler arasında boğulduk ve aslında hâlâ emekliyor olduğumuzu unuttuk; müziği hayattan ayırdık” diyen (Kolmın) geçen haftalarda hayatını kaybetmişti… Bahsettiğim müzisyen bu sefer yakın bir zamanda, yine (Kolmın)ın sahne arkadaşlarından olan dünyaca meşhur piyanist  Ray Brynt’ı Türkiye’ye davet ediyor ve evinde (Rey) ve eşine Kâbe İmamı’nın okuduğu Kur’ânı Kerim’in makamından doğaçlama olarak piyanoda bir parça çalıyor ve bu makam hakkındaki fikirlerini soruyor. (Rey) ve eşi dinledikleri bu parçanın güzelliği karşısındaki hayretlerini ifade ediyorlar ve çok şaşırıyorlar… Demek ki, “güzel” nerede olursa olsun kendisini ehline gösterici bir hüviyette!..
 
İslâm Kültür ve geleneğinin tabiî olarak bulduğu ve sistemleştirdiği bütün güzellikleri her sahada gömen Batı adamı müzikte de aynı tavrını sergilemiş, bugün dünyada ve Türkiye’de “endüstri” hâline getirdiği müzikten başka her şeye benzeyen bir “gürültü”yle toplumların ruhunu zedelemeye devam etmektedir.
 
(Tolstoy) Kröyçer Sonat isimli eserindeki kahraman (Pozdnişev)e şöyle söyletir:
…Bazan müziğin korkunç, şaşırtıcı tesirleri oluyor. Çin’de müzik, pek isabetli olarak, bir devlet işidir. Bir ipnotizmacının istediği kimseyi veya bir kitleyi uyutup keyfine göre hareket ettirmesine müsaade ediliyor mu? Hele ipnotizmacı rastgele, düşük ahlâklı adamın biri olursa... Bununla beraber bu korkunç vasıta ile (müzik) herkesin elindedir. …” (1)
 
Memleketimize gelince; bizde kendi müziğimize olan düşmanlık o raddeye varmıştır ki, belki de dünyadaki Cumhuriyetler içindeki en gaddar (diktatör) olan ve gençlik yıllarında İngiliz istihbaratında iki seneyi aşkın Müslümanları sorgulayarak kendisini efendilerine ispat eden “Ahbes”, 1934 yılında radyolarda Türk Müziği’nin icra edilmesini yasaklamış ve Batı Müziği çalınmasını emretmiştir… Yapımcı-Film Yönetmeni Sinan Çetin’in bu mevzuyu harika bir şekilde özetlediği kısa bir filmi vardır ve bu millete sadece müzik mevzuunda dahî nasıl zulmedildiğini pek sanatlı bir şekilde izah etmiştir… Velhâsıl, memleketimizdeki sistem (kriz)inin insanımızı etkileyen en mühim bahislerinden birisi de müzik mevzuudur. İstisnaları hariç bugün memleketimizdeki müzik, edebiyatımızdaki “Roman Fabrikası”nın tam muâdili olarak (endüstri) hâline gelmiş, ulaştığı nokta itibariyle de müzikten başka her türlü gürültüyü içinde barındıran bir mezbahâne böğürtüsüne dönüşmüştür… Ornette Coleman: “Müzikle ilgilensin ya da ilgilenmesin, her insanın kendine ait bir tınısı vardır.”
 
1) Tolstoy- Kröyçer Sonat- Varlık Yayınları, 1954, sayfa 81-82 

Baran Dergisi 452. Sayı