Fritjof Capra, “Yeni Bir Düşünce” isimli kitabında, fikrî olarak kimlerden beslendiğini, eserlerini nasıl yazdığını, görüşmelerini, tartışmalarını anlatıyor. Oldukça ilgi çekici bir kitap. Capra’nın Kuantum Fiziği ile Uzak Doğu mistisizmi arasında bulduğu çarpıcı benzerlik ve bir fizikçi olarak kendisine “dayanak noktası” arama sürecini göstermesi bakımından da mühim.
Fritjof Capra, Uzak Doğu mistisizmi ile ilkin, gençlik yıllarında, hippilerle tanıştığı 60’lı yıllarda ilgileniyor. Ancak bu ilgisi onu bir fizik bilimcisi olarak farklı mecralara sürüklüyor. Derken “Fiziğin Taosu” isimli eseri ortaya çıkıyor. Kendi keşfi olarak gördüğü, mistisizm ile Kuantum Fiziği arasındaki benzerlik hakkında ne kadar yazmak istese de, birkaç yıl bu konuda bir makale dışında pek bir şey yayınlamıyor. Çünkü “bilim dünyası”nda nasıl karşılanacağını az çok tahmin ediyor ve bunun kariyerinde bir dönüm noktası olacağını düşünüyor.
Hayatında ona yön veren en değerli şahsiyetlerden biri olarak tarif ettiği Heisenberg’le, Kuantum Fiziği ve mistisizm ile ilgili görüşmelerini ise şöyle anlatıyor Capra:
- “Bu beni kuantum mekaniğinin temelinde yatan daha kapsayıcı felsefî çatı, özelde ise onun Doğulu mistik gelenekleriyle ilişkisi sorununu tartışmaya sevk etti. Heisenberg bana, defalarca son yıllarda Japon fizikçilerin büyük katkılarının, Doğunun felsefî gelenekleri ile kuantum fiziğinin felsefesi arasındaki temel bir benzerliğe bağlı olabileceği kanaatinde olduğunu söyledi. Japon meslektaşlarımla yapmış olduğum tartışmalarda böyle bir bağlantının bilincinde oldukları izlenimini vermediklerini söylediğimde Heisenberg bana hak vererek, “Japon fizikçiler kendi kültürleri hakkında sanki bir tabu imiş gibi konuşmaktan kaçınırlar, Birleşik Devletler’in bu derece etkisinde kalmışlardır” dedi. Heisenberg Hintli fizikçilerin, bu bakımdan bir dereceye kadar daha açık olduklarını düşünüyordu.
Heisenberg’e Doğu felsefesi hakkında ne düşündüğünü sorduğumda beni şaşkına çeviren bir cevap verdi. (…) Heisenberg 1929’da, kendisiyle bilim ve Hint felsefesine dair uzun sohbetler yapmış olduğu ünlü Hint şairi Rabindranath Tagore’un misafiri olarak Hindistan’da bir müddet kalmıştı. Hint düşüncesiyle bu tanışıklığın kendisini büyük ölçüde rahatlattığını söyledi bana. O fiziksel gerçekliğin temel veçheleri olarak relativite, (tüm fenomenlerin) birbirine örülü oluşu ve faniliğin kabulünün ki –ki kendisi ve fizikçi dostları için son derece güç olmuştur bu-, Hindistan’ın manevi geleneklerinin temeli olduğunu görmeye başlamıştı. Tagor’la bu sohbetlerden sonra, diyordu, “Daha önce düpedüz çılgınca gözükmüş olan bazı fikirler birdenbire çok anlamlı hâle geliyordu. Bunun bana büyük yardımı oldu.”
Bu noktada kalbimi Heisenberg’e açmaktan başka bir şey gelmezdi elimden. Ona fizikle mistisizm arasındaki paralelliklerin birkaç yıl önce farkına vardığımı, bu konuyu sistematik bir şekilde incelemeye başlamış olduğumu ve bunun önemli bir araştırma yolu olduğunu ifade ettim. Fakat bilim camiasından finansal bir destek temin edemiyordum, üstelik böyle bir destek olmadan çalışma yapmak hem meşakkatli, hem de insanı yıpratıcı oluyordu. Heisenberg gülümseyerek, “Ben de her zaman felsefeye fazla takılmakla suçlanmışımdır.” dedi. Ben durumumuzun çok farklı olduğunu belirtince, sıcak tebessümünü sürdürerek şöyle dedi: “Biliyorsun, sen ve ben farklı türden fizikçileriz. Fakat şimdi ve bundan sonra kurtlarla ulumak zorundayız.” [*]
Burada ilginç olan mistisizmin dünyayı idrak ediş biçimini Capra’nın bir dünya görüşü olarak benimsemesi ve bundan sonraki tüm çalışmalarında bu dünya görüşünü tatbik etmesidir. Sadece fiziğe değil, ekonomiye, ekolojiye, içtimai ilişkilere, feminizme, ilgilendiği tüm alanlara…
1920’li yıllarda Heisenberg, Bohr, Shrödinger gibi fizikçiler ortaya koydukları tezlerle ve yaptıkları çalışmalarla, Batı fikir ve bilim dünyasının dayandığı “gerçekliği” yerle bir ederken ve kendilerine yeni bir “manevî” dayanak noktası ararken, İslâm dünyasında neler oluyordu?
Tam bir kaosun ortasındaydı İslâm dünyası. Osmanlı’nın yıkılması, Cumhuriyetin ilanı ve Batının yerle bir olan dünya görüşünü benimsemeye çalışan bir “Batıcı” aydın kitlesi, savaşlar, kargaşalar, değişen sınırlar vesaire…
 “Yeni Fiziğin” Batı için “Yeni Bir Düşünce” olduğunu fark eden Capra’nın, o yeni düşünceyi Uzak Doğu mistisizminde araması, hatta bunu anlattığı “manevi işaretlerle” yapıyor olması, bunu kendine bir hayat gayesi edinmesi, bize çok şey söylemeli.
Bu kitabı okurken yeniden ve derinden anladık ki, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, “Sefine”de, “Madde Nedir?”de, “Berzah”ta, “İmân ve Tefekkür”de, “Telegram”da, Müslümanların, özellikle Müslüman ilim adamlarının en çok ihtiyaç duyduğu, kafalarının en çok karıştığı alanlarda, İslâm Tefekkürünün “ne dediğini” bir dünya görüşü bütünlüğünde ortaya koyuyor.
 
*  Fritjof Capra, Yeni Bir Düşünce, Tercüme: Mustafa Armağan, Ağaç Yayıncılık, İstanbul 1992, s. 49, 50.
Baran Dergisi 451. Sayı