Seçimlerin neticelenmesinden itibaren, Borsa İstanbul’da işlem gören bazı şirketlerin hisse değerlerinde ciddi düşüşler oldu. Amerikalı büyük yatırımcıların Türkiye’den çekildiğini görüyoruz, bunu neye bağlıyorsunuz? 
Borsa İstanbul (BIST) 100 endeksi 2017’yi 115.000 düzeylerinde kapatmış, daha sonra hattı 120.000’i geçmişti. Fakat oldukça sürpriz bir şekilde 24 Haziran’da seçimlerin yapılacağının ilan edilmesinin akabinde Türkiye Mayıs ayında oldukça ciddi bir finansal saldırıyla karşı karşıya kaldı. Borsa da bu süreçte önemli ölçüde değer yitirdi. Seçimden sonraki süreçte de borsada belirli hisse senetlerinden ciddi düzeyde çıkış olduğunu görüyoruz. Kanaatim seçimler öncesinde başlayan finansal saldırıların seçim sonrasında da daha dar ölçekte ve kısmi bir şekilde de olsa devam ettiği şeklinde. Fakat bundan sonraki süreçte -makro düzlemde önemli değişiklikler yaşanmadığı müddetçe- söz konusu finansal saldırıların iyice ivme yitireceğini söyleyebiliriz. Fakat yine de gelecek belirsizliklerle doludur, ihtiyatlı olmak gerekir. Şunu da belirtmek gerekir ki Borsa endeksinin bana göre normal seviyesi 2017 sonu itibariyle 110.000-120.000 aralığı idi ve Borsa da yılı bu aralıkta kapatmıştı. Borsa’nın bugünkü normal seviyesinin de bu çerçevede 115.000-125.000 aralığında olduğunu söyleyebiliriz. Bugünkü 90.000 civarındaki seviyesi ile Borsa epey “ucuz” görünüyor ve bu açıdan yatırımcılar açısından oldukça cazip.

Gezi olaylarından beri Türkiye Ekonomisi büyüme grafiğini sürdürüyorsa da kur planında TL’nin değer kaybetmesinin önüne geçilemiyor. Mevcut kur değerleri size göre reel mi? (Eğer ki gerçek değilse, bir Amerikan Doları’nın kaç TL olması icab eder?)
En başta belirtmek gerekir ki TL 2000’li yılların büyük kısmında Dolar karşısında aşırı değerli idi. O süreçte yurtdışında tatil yapmak veya ithal bilgisayar almak çok kolaydı. TL’nin aşırı değerli olmasının arka planında ise küresel ölçekte yaşanan likidite bolluğu ve yüksek risk iştahı ile TCMB’nin aşırı sıkı para politikası uygulaması bulunuyordu. Likidite bolluğu ve yüksek risk iştahı 2014’ten itibaren yavaş yavaş azalmaya başladı. Bu durum da Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin Dolar karşısında değer kaybetmesine neden oldu. Bunun yanı sıra Türkiye’nin 2016 Kasım’dan itibaren dört önemli finansal saldırıya maruz kalması da kurdaki yükselişi daha da üst noktalara taşıdı. Peki kurun doğal seviyesi ne? Bu soruya verilecek “kesin” bir cevap yok. Fakat kurun tarihi seyri bize bu konuda bir fikir verebilir ve bir anlayış kazandırabilir. 1978’den günümüze baktığımızda yılsonları itibariyle enflasyondan arındırılmış (yani reel) TL/Dolar kurunun ortalama seviyesinin (bugünün parasıyla) 4.20 olduğunu görüyoruz. Şu halde, 4.20 seviyeleri de çok kabaca bugünkü kurun doğal seviyeleridir denilebilir.

Türkiye Ekonomisi yıllık ciddî büyüme rakamları yakalıyorsa da, bu büyüme nedense küçük ve orta ölçekli işletmelere bir türlü yansıtılamıyor. Sizce bunun temel gerekçesi nedir?
Türkiye ekonomisinin son birkaç yıldaki büyüme performansının hiç de kötü olmadığını, son bir yıllık süreçteki büyüme rakamlarının ise oldukça iyi geldiğini söyleyebiliriz. Fakat bu büyümenin büyük şirketler lehine ve küçük işletmeler aleyhine gerçekleştiği şeklinde elimizde bir veri yok. Genel olarak ekonomiye baktığımızda da böylesine bir durumu işaret eden bir resim görmüyoruz. Aksine, devletin 2017 yılında oldukça yaygınlaştırdığı Kredi Garanti Fonu sayesinde küçük ve orta boy işletmelerin krediye ve likiditeye erişimlerinin ciddi şekilde arttığını ve bu durumun da söz konusu işletmelerin ekonomik büyümeye hatırı sayılır ölçüde katkı sağlamasına neden olduğunu söyleyebiliriz.

Senelerdir Türkiye’de iktidarda muhafazakâr bir iktidar olmasına karşın, gelir dağılımındaki makas kapanacağı yerde git gide açılıyor. Size göre bunun sebebi hatalı politikalar mıdır, yoksa mevcut ekonomi anlayışı değişmediği sürece bu makas açılmaya devam mı edecektir? 
Türkiye’de bugün gelir dağılımı noktasında arzu ettiğimiz noktada olmadığımız ortada olmakla birlikte aslında 2000’li yıllarda gelir dağılımında önemli iyileşmelerin yaşandığını söyleyebiliriz. Bu durumun arkasında ise devletin gerçekleştirdiği sosyal harcamaların 2000’li yıllarda ciddi şekilde artması bulunuyor. 2002-2016 sürecinde bu harcamalar reel olarak (yani enflasyondan arındırılmış olarak) tam 3 katına çıktı. Milli gelirden sosyal korumaya ayrılan pay da yüzde 9.3’ten 12.8’e yükseldi. Mesela dul ve yetimlere yapılan harcamalar yaklaşık 4 katına çıktı. Asgari ücretin de 2002’den bu yana reel olarak tam yüzde 100 artması da oldukça önemli bir gelişmedir. Bugünün parasıyla asgari ücret 2002’de 800 TL idi, bugün 1603 TL. Bundan sonraki süreçte gelir dağılımının daha da iyileştirilebilmesi noktasında ise yapmamız gereken şey nihayetinde teknolojik düzeyimizi artırmak ve tam anlamıyla sanayileşmektir. Nihayetinde ancak bu şekilde arzu ettiğimiz ölçüde iyi bir gelir dağılımına kavuşabiliriz.

24 Haziran seçimleriyle beraber Türkiye yeni bir idare şekline de geçmiş oldu. Sizce bu değişimin Türkiye ekonomisine ne gibi yansımaları olacaktır? 
Türkiye ekonomisinin ihtiyacı olan şey, kendisini sanayileşmeye ve kalkınmaya adamış bir devlet bürokrasisidir. Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi işte böyle bir bürokrasiye ulaşma noktasında önemli bir potansiyele sahip bulunmaktadır. Sonuç ve hedef odaklı çalışan, performans göstermeye gayret eden ve aklında ekonomik kalkınma olan bir devlet bürokrasisi, özel sektörle kuracağı yakın ilişkilerle ve bu noktada oluşturacağı ödül-ceza mekanizmaları ile ekonomik kalkınma noktasında oldukça önemli bir role sahip olabilecektir.

Son olarak, yeni hükümetin ekonomi planında başa alması gereken mesele ne olmalıdır? 
Ekonomik kalkınma yeni hükümetin en öncelikli konuları arasındadır. Bu uzun vadeli hedefe ulaşabilmek için ise kısa vadede birçok ekonomik reformun hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu reformların arasında ise yüksek teknolojili üretimin artırılabilmesi ve ihracatın genişletilebilmesi noktasında özel sektörün sistematik bir şekilde desteklenmesi/denetlenmesi bulunmaktadır. Yine, tarımda verimliliğin artırılması ve gıda enflasyonunun azaltılabilmesi noktasında daha teknolojik üretim yapılması ve verimli bir gıda tedarik zincirinin oluşturulması da önemli bir noktadadır.

Baran Dergisi 601. Sayı